• Forumzar.COM Türkçe içerikli genel forum sitesi ve paylaşım platformu olarak eğlenceli ve interaktif bir forum deneyim sunar.

    Foruma üye olmak için BURAYA TIKLAYINIZ

Ud Enstrumanı Hakkında Bilgiler

SpotifAyhan

Moderatör
Forum Üyesi
Katılım
22 Mar 2024
Mesajlar
634
Puanları
28
Konum
Manisa
Cinsiyet
Erkek

Ud Nedir? Ud Enstrumanı Hakkında Bilgiler​

Türkiye’de ve hemen bütün Arap ülkelerinde aynı adla yaygın biçimde kullanılır​

İran, Azerbaycan, Ermenistan ve Yunanistan'da da sevilen çalgılar arasındadır. İran'da bir adı barbat olup Yunanistan'da uti ismiyle anılır. Organalojide ud kısa saplı lavtaların tipik örneğidir; yeryüzündeki diğer bütün kısa saplı lavtalar (Avrupa lavtası, İstanbul lavtası, Çin pipası, Japon biwası, Rumen kobzası) udun veya atası olan çalgının birer türevidir (bk. LAVTA). Ud benzeri ilk çalgının eski Mısır'da 19-29. sülâleler döneminde (m.ö. 1320-1085) yapıldığı sanılmaktadır. Bu dönemden kalma kil kabartmalardan birinde udun atası sayılabilecek bir çalgı tasvir edilmiştir. Milâttan önce VIII. yüzyıla tarihlenen kilden bir Elam figüründe de buna benzer bir çalgı vardır. Udun bundan yüzyıllar sonra müslüman Ortadoğu'da yeniden ortaya çıkıncaya kadarki tarihi iyi bilinmemektedir. Muhtemelen eski ud gibi bu yeni ud da tek bir ağaç parçasından oyularak yapılıyordu ve gövdesi bugünkü udunkinden daha küçüktü; göğsü ise deridendi. Sâsânîler bu çalgıya "barbat" (kaz göğsü) adını vermişlerdir. Bir bakıma uda barbatın Araplar tarafından geliştirilmiş biçimi denilebilir. Arap kaynakları, ünlü mûsikişinas Zelzel'e kadar (ö. 174/790) udun sapının ve gövdesinin aynı ağaç parçasından yontulup oyularak yapıldığını, müstakil sapın Zelzel tarafından getirilen bir yenilik olduğunu kaydeder. Gövdenin Zelzel'den sonra artık oyularak değil ağaç dilimleri yan yana getirilerek yapıldığı tahmin edilebilir. Esasen ud ile barbat arasındaki en önemli fark barbatın nisbeten küçük gövdeli ve deri göğüslü olması, udun ise daha büyük bir gövdesi ve bu yüzden tahtadan bir göğsünün bulunmasıdır. Arapça ud "öd ağacı" demektir; muhtemelen ilk udların göğsü bu ağaçtan yapılmıştır. Henry George Farmer da çalgıya ud adının bu ahşap göğsü dolayısıyla verildiğini ifade eder.


Ud kelimesi ilk defa VII. yüzyıla ait Arapça metinlerde geçer. Ancak sonraki İran ve Arap metinlerinde barbat, ud ve tumbur kelimeleri görülmektedir. Fârâbî'nin ud çaldığı ve bu çalgıda bazı değişiklikler yaptığı belirtilmektedir. Fârâbî döneminde de muhafaza edilen udun sapındaki "destan" adlı perde bağları X. yüzyılın sonuna doğru terkedilmiştir. En pest tel olan bam telinin ne zaman ve kimin tarafından eklendiği bilinmemektedir. XX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar en tiz telin altına bağlanan bu tel tizden peste doğru sırayla bağlanan öbür tellerin düzenini bozuyordu. Bu durum bam telinin en üste alınmasıyla düzeltilmiştir. Ud önceleri tahtadan bir mızrapla çalınmaktaydı. Endülüslü mûsikişinas Ziryâb (ö. 230/845) kartal teleğinden yapılan mızrabı yaygınlaştırmış (günümüzde genellikle esnek plastikten mızraplar kullanılmaktadır), udun İspanya'ya geçişinde de önemli rol oynamıştır. Modern organalojinin kurucusu kabul edilen Curt Sachs, udun Avrupalılar'ca benimsendiğinde sapına yeniden perde bağlanışını Batılılar'ın değişkenliğe ve belirsizliğe değil kesinliğe önem vermesiyle açıklar. Halbuki müslümanlar udun sapındaki perde bağlarını, değişkenlik ve belirsizliklerden hoşlandıkları için değil nağmeye dayalı mûsikilerinin nazariyatçılarca tesbit edilen aralıklardan çok daha fazlasını gerektirmesinden çıkarmışlardır. Bugün Türkiye'de kullanılan udun diğer İslâm ülkelerindeki udlardan hemen hiçbir yapısal farkı yoktur. Ancak Arap udunun tel boyunun Türk udundan yaklaşık 1 cm. daha uzun olduğunu (59,5 cm.) ve Arap udlarının bir ses daha pest akortlandığını belirtmek gerekir (Arap udunun nevâ perdesi Türk mûsikisindeki çârgâh perdesine tekabül eder).

Zamanımızdaki yapısını ud bazı küçük değişiklik dışında yaklaşık bin yıldan beri korumaktadır. Çalgının insan kucağını dolduran iri gövdesini yirmi kadar hilâl biçimli ahşap dilim oluşturur. Sap bir takoz aracılığıyla gövdeye takılır. Burguluğa doğru daralan bu yassı sapın gövdeyle birleştiği yerdeki genişliği yaklaşık dört parmaktır. Sapla 45 derecelik bir açı yapan burguluk dar ve uzun bir "S" çizer; "kulak" adı da verilen akort burguları burguluğa yandan girer. Bam teli dışındaki öbür beş tel çifttir. Günümüzde naylon tellerin kullanıldığı en alttaki iki çift tel (nevâ ve gerdâniye telleri) eskiden bağırsaktandı. Diğer tellerin hepsi ipek üstüne gümüş veya bakır sargılıdır. Bu teller en yaygın biçimde tizden peste doğru gerdâniye, nevâ, dügâh, hüseynîaşiran, kaba bûselik ve kaba ırak yahut kaba hüseynîaşiran (sol, re, la, mi, si ve fa# veya mi) perdelerine akortlanır. Her tel doğrudan, göğse yapışık olan tel takozundan (udda bu aynı zamanda ana eşiktir) çıkar ve burgulukla sapın birleştiği yerdeki dip eşikten aşarak burgusuna sarılır. Udun göğsü yaklaşık 1 mm. kalınlığında ladin veya köknar tahtasından bir levhadır. Bunu alttan destekleyen çıtalara "balkon" adı verilir. Göğüste çoğunlukla, ikisi küçük ve yanda bulunan üç yuvarlak delik vardır. Bunlar gül veya kafes denen süslü oymalarla kapatılmıştır. Avrupa lavtası gibi göğsünde büyükçe tek bir delik yer alan udlar da vardır. Böyle udlara daha çok Araplar'da rastlanır. Son yıllarda Arap ülkelerinde Bağdat kökenli, yuvarlak olmayan, oval delikli ve kafessiz udlar da yaygınlaşmaktadır. Oturularak kucağa alınan ud üstten sağ kolla, alttan sağ bacakla sıkıştırılır; sağ eldeki mızrapla çalınır, tellere ise sol elin parmaklarıyla basılır.

XV ve XVI. yüzyıllarda Osmanlı sarayında büyük rağbet gören ud XVII. yüzyılda terkedilmiştir. Nâyî Osman Dede'ye (ö. 1142/1729) kadar bütün nazariyatçılar perdeleri udun sapı üzerinde işaret etmişlerdi. İlk defa Osman Dede perdeleri ney üzerinde göstermiştir. Kantemiroğlu da aynı dönemde perdeleri tamburun sapı üzerinde işaretlemeyi tercih etmiştir. Böylece Osmanlı dönemi mûsikisinde birinci ud dönemi nazarî yönden kapanmıştır. Gerçekte bu husus bestekârlıkta Osmanlı üslûbunun doğduğu döneme rastlar ve nazariyatın da Osmanlılaşması anlamına gelir. XIX. yüzyılın sonlarına doğru ud yeniden klasik Türk mûsikisi çalgıları arasına katılmıştır. Ancak eski udun göğsünün iki yanındaki ardıç yanaklar kaybolmuş, tel sayısı beşten altıya çıkmıştır. Bu ikinci dönemde İstanbul'da ud çalanların sayısında büyük artış görülmeye başlanmış, bu arada pek çok ud imalâthanesi açılmıştır. İmalâtçıların en ünlüsü Rum asıllı Manol Usta idi. Aynı dönemde sayıları hızla artan mûsiki dükkânlarında bir yandan ud satışı yapılmakta, bir yandan da ud eğitimi verilmekteydi. Bu devirde amatör veya profesyonel pek çok ûdî yetişmiştir. Bunların içinde fasıllarda ve plaklarda çalan Ûdî Âfet (Hapet Mısırlıyan), Ûdî Arşak (Çömlekçiyan), Mısırlı İbrâhim, Ûdî Sâmi Bey, bazı plaklarda Tanbûrî Cemil Bey'in kemençesine eşlik eden Ûdî Fethi Bey, daha çok konaklardaki meclislerde görünen Ûdî Nevres Bey (Orhon), Avrupaî virtüozluğun ilk temsilcilerinden Ali Rifat (Çağatay), Sedat (Öztoprak) ve Refik Talat (Alpman) beylerle ilk ud ve viyolonsel derslerini Ali Rifat Bey'den alan Şerif Muhittin Targan ve özellikle 78 devirli plak döneminin "hâkim"i konumundaki Yorgo Bacanos anılmalıdır (Türkiye'de yapılan ilk plak kayıtlarında en önemli iki çalgı ud ve kemandı).

Yumuşak ve temiz ses çıkarmak için kösele mızrap kullanan Nevres Bey'in tarzı mızrabı eşikten olabildiği kadar uzağa vurmaya dayalıydı. Muhtemelen bu çığırı Ali Rifat Bey açmıştır. Öğrencisi Şerif Muhittin de aynı tarzı benimsemiş, kendisine Avrupalı virtüozları örnek alarak udun tekniğini görülmemiş ölçüde geliştirmiştir. Daha sonra Bağdat Konservatuvarı'nda yetiştirdiği Cemil ve Münir Beşir kardeşlerle Selman Şükür aracılığıyla onun tekniği bütün Arap âlemine yayılmıştır. Nevres Bey'inkinden daha sert bir mızrap kullanan Yorgo Bacanos, mızrabı eşiğe yakın vurarak güçlü ve enerji dolu bir ses elde etmeyi tercih etmiştir. Cemil Bey'in tamburunu andıran çalışıyla Yorgo Bacanos kendinden sonraki hemen bütün ûdîleri etkilemiştir. Cinuçen Tanrıkorur ile ud icrası yeni bir üslûp kazanmış, o da Cemil Bey'in tamburundan etkilenmiştir. Fakat Bacanos'un tersine bol vibratolu ve glissandolu, ancak az mızrap kullanmaya dayalı bir çalışa yönelmiştir. Tanrıkorur'un üslûbunda tını birliğini bozmamak için bir nağme tamamlanıncaya kadar aynı telde kalınması, ileri pozisyonlar kullanılarak çalgının pest telleriyle melodinin desteklenmesi de önemlidir (Tanrıkorur'un hazırladığı "Ud Metodu" 1970'te Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu tarafından ödüle lâyık görülmüş, ancak eser henüz yayımlanmamıştır). Günümüzde gerek Türkiye'de gerekse Arap ülkelerinde geleneksel sayılan üslûbu yaşatmaya yönelenlerin yanı sıra udu gitar gibi kullanmayı seçen icracılar da yetişmektedir.

Ud’un Geçmişi

Duygu ve düşüncelerin seslerle ifade edilmesi sanatı olan musiki; insanoğluna diğer sanatlara nazaran daha kolay ve çabuk tesir etmesi sebebiyle önemlidir. Malzemesi başta insan sesi olmak üzere çeşitli çalgılar olan bu sanat, geçmişten bugüne toplumların hafızalarında yaşattıkları kültürel zenginliğin de aktarım aracı olmuştur.

Müzik, henüz anne karnındayken dış dünyadan algıladığımız seslerle bize hayat boyu eşlik eder. Öyle ki dilimizdeki “doğumdan ölüme musiki” ifadesi müziğin ehemmiyetini ifade eder. Kültürümüzde doğduğumuz anda güzel bir kıraatla okunan Ezan-ı şerif ten vefatımız¬da okunan Mevlid-i şerife kadar insan hayatı musiki ile geçer. Anne kucağında bizleri uyutan ninniler, düğünlerde neşe verip eğlendiren oyun havaları, kına gecelerinde gelinleri ağlatan ağıtlar milli hissiyatın müzikle ifadesidir.

Hayatımızın her safhasında karşımıza çıkan musikiyi anlamak ve tarif etmek için ilk çağlardan beri filozoflar bu kavram hakkında düşünmüş ve yazmışlardır. Dünyada müziğin gelişimi medeniyet seviyesiyle doğru orantılı olmuştur. Milletler medeniyetler kurdukça sanat anlayışlarında da tekâmül olmuştur.Tarih sahnesine Orta Asya’da giren Türkler, dönem dönem Gök Tanrı, Şamanizm ve Maniheizm inançlarını benimsediler. Dini ayinlerinde kopuz eşliğinde şiirlerin belirli bir ritmle ve makamla okunduğuna kaynaklarda rastlamaktayız. Türklerin milli ölçüsü olan hece ölçüsü de ritmin ve ahengin sağlanmasında en önemli unsur olmuştur. Çin kaynaklarından Hun Türklerinin savaşa giderken dahi ellerinde davul ve kopuz gibi aletler taşıdıklarını öğrenmekteyiz.Eski Türklerde dini törenleri, “Şaman”, Tam “ya da “Baksı” adı verilen ve şair-hekim-büyücü vasıfları olan ruhani kimseler yönetirdi. Bunlar “yada” denilen bir taşla yağmur yağdırırlar ve ölüleri anma, Gök Tann’ya kurban verme törenlerini idare ederlerdi. Okuyacakları şiir ve manzumeleri ise “pipa”ve “kopuz” gibi aletlerle makamlı bir şekilde ve irticalen terennüm ederlerdi.

Yukarıda bahsettiğimiz ve birçok destanda da yer alan Kopuz, Türklerin bilinen en eski ve yaygın sazıdır. Bu sazın parmakla, yayla ve mızrapla çalınan çeşitleri vardır. Dede Korkut Hikâyelerinde hemen her kahramanın elinden düşmeyen “kolca kopuz”, sapı kol boyunca uzayan kopuz demektir. Türk kopuzunun daha sonra, Türklerle aynı coğrafyada yaşayan başka milletlerin musikisinde de kullanıldığı görülmüştür.

Yine bazı araştırmalarda bugünkü Doğu Türkistan’a bağlı Turfan bölgesinde yapılan kazılarda ele geçen Uygur minyatürlerinde bir orkestra teşkilatına rastlandığı; bunların içinde de harp-çeng biçiminde bir saz, ud’a benzeyen bir kopuz ve ağızla çalınan sazların görüldüğü anlatılmaktadır.Geçmişten beri Türk dünyasının her köşesinde karşımıza çıkan ve sırtında sazıyla diyar diyar dolaşan bahşı-ozan-aşık tipinin, nereden geldiğini görmek bakımından tarihi veriler bize ışık tutmaktadır. Dede Korkut’dan Köroğlu’na, Karacoğlan’dan Veysel’e kadar bu silsile saz ve sözün sihrine, tesir gücüne, arifane bir hikmeti de katarak milli musikimizi vücuda getirmişlerdir.

Türkler Osmanlı döneminde henüz Balkanlara geçmeden kopuz bu coğrafyaya gitmişti. Macarlar 5. yy’da Hun İmparatoru Atilla’nın ordusuyla gelen kopuzla tanıştı ve kobza adını verdi. İranlılar “barbat” adını verirken Araplar “el-‘oud” ve “mizher” dediler, “avvad” ve “barbat-zen” ise kaynaklarda kopuz çalan kişi anlamında kullanılmıştır. Anadolu’ya gelen kopuz ise zamanla ses taksimatını yitirmeden bugünkü perdeli bağlama halini aldı. 18. asra kadar kopuzun Anadolu’da yaygın olduğunu öğrenmekteyiz.

Farklı coğrafyalarda farklı isimler alan bu saz medeniyetin ilerlemesi ile elbette değişikliklere uğrayacak ve kendini yenileyecekti. Kopuz ailesinden ortaya çıkan ud 7. yüzyılda Horasan’dan Bağdat’a çalışmaya gelen Türklerden Araplara geçmiştir. “Sarısabır veya öd ağacı” (aloexyion agallocum) manasına gelen “el-‘oud” ismini veren Araplar bu sazı benimsediler. Batılılar ise 11 ve 13. yüzyıllarda Haçlı seferleri sırasında udla tanıştılar. Arapça el (harf-i tarif) ifadesi Türklerce kullanılmamış ve ud denilmiştir. Batı dillerine ise kısmen değişerek geçmiştir. Fransızlar “lutfı”, Almanlar “laute”, İtalyanlar “liuto”, İspanyollar ise “alaud” demişlerdir. Türkçede de kullanılan ve saz yapımcısı anlamındaki “lütiye” kelimesi de yine aynı kelimeden türemiştir.

Oryantalist kaynaklarda ud sazının en eski şeklinin Arap kaynaklı olduğu belirtilse de, udun kopuz ailesinden geldiği kanaati birçok araştırmacının ortak görüşüdür. Bu yanılgının sebebi muhtemelen sazın Arapça bir kelimeyle adlandırılmış olmasıdır.
Eski toplumlarda ağacın işlenmesi ve başka tabiat ürünleriyle birleştirilmesiyle ilk ilkel sazlar ortaya çıkmıştı. Medeniyet ilerledikçe ise sanatta ve sanat araç gereçlerinde de incelik ve hassasiyet artmıştır. Kopuz ailesi de genişleyerek farklı ihtiyaçları karşılayacak enstrümanlar ortaya koymuştur. Mızraplı (tezeneli) sazlar, şekil itibariyle iki kısma ayrılmıştır:

Küçük gövdeli ve uzun saplı sazlar: Tanbur vb.
Büyük gövdeli ve kısa saplı sazlar: Ud vb.

Tanbur ve ud, kopuzun genişletilmiş halidir. Zamanla gerek teknede gerekse diğer parçalarında incelik ve zerafet artmış, ses kalitesi önem kazanmıştır.
Ud’un kim tarafından icad edildiği daima kafalarda soru işareti bırakmıştır. Ud’la ilgili eski bir efsaneyi Maragalı Abdülkadir (1360-1435) bize naklediyor:

“Allah tiz. Adem’i yarattıktan sonra ruha onun vücuduna girmeyi emreder, böylece Adem’in nabzı harekete geçer. Yaratılan ilk insanın nabzının atışları eşit olduğu için, vücu dunda ritm ve ses vardır, yani Adem sese sahiptir ve bu Allah’ı ululamak için kullanılır. Adem’in oğlu şifin de sesi güzeldir. Diğer oğlu Kabil’in oğlu Lâmeş de musikiyle ilgilenir ve udu icad eder. Ancak bu icad, çok acı bir olayın sonucudur: Lâmeş çok uzun yıllar yaşar. 50 karısı ve 100 cariyesi vardır, fakat gençliğinde hiç çocuğu olmaz. Ölümüne yakın, Sala ve Bern adlı iki kızıyla bir oğlu olur, ancak oğlu beş yaşına gelince ölür. Lameş, oğlunu kaybettiğinden dolayı çok üzülür ve Adem’in cennetten kovulduğu sıradaki ağlamasına yakın biçimde gözyaşı döker. Daha sonra, çok sevdiği oğlunun cesedini her zaman görebilmek için bir ağaca asar ve bazen karşısına geçerek acısını belli eder, tekrar tekrar ağlar. Ağaçta çok uzun süre kalan cesedin çürümesi üzerine Lameş, cesedin asılı olduğu dalı keser, ondan oğlunun şeklini andıran bir çalgı yapar, yani ilk udu meydana getirir, üzerine at kılları gerer ve çaldığ zamanlarda sürekli ağar. Bir gün, uddan çıkan seslere dayanamayarak ölür. Lameş’ten sonra udun şekli de değişir ve son biçimini alır.”
Kimi kaynaklarda udu Farabi’nin icad ettiği belirtilmiştir, ancak Farabi’nin yaşadığı dönemin çok öncesinde minyatür ve kabartmalarda ud ve benzeri çalgıların bulunması bu iddiayı çürütmektedir. Farabi’nin mucid olarak algılanmasının esas sebebi uda hakim bir müzisyen olması ve uda getirdiği akord sistemidir. Döneminde ud hakkında en kapsamlı bilgiyi verenlerden biri olan Farabi, o döneme kadar 4 telli bir saz olan uda 5. teli eklemiştir.Ud hakkında Farabi’den sonra teferruatlı bilgiyi büyük İslam filozofu İbn Sînâ (980/1037) da bulmaktayız. İbn sinâ, Kitabu’ş-şifa adlı meşhur eserinin bir kısmında dönemin sazlarından bahsederken

“Çoğunlukla öteden beri kullanılan en meşhur enstrüman uddur.”
diyerek udun akordu ve ses aralıkları gibi teknik bilgileri şekiller çizerek izah etmektedir.


10. yüzyılda İhvan-ı Safa risalelerinde musiki aletlerinden bahsedilirken bunların en güzel olanının ud olduğu belirtilir. Ud’un nasıl yapıldığı, telleri, akordu hakkında bilgi verir, ud’un 4 telli olduğundan bahsedilerek bu tellerin kalından inceye (bam, misles, mesna, zır) adları da zikredilir.Osmanlı sahasında 17. yüzyıla kadar birçok kaynakta ve minyatürlerde uda rastlanırken bu asırdan itibaren yerini tanbura bıraktığı görülür. Hatta “18. yüzyıl Türk Müziği” adlı denemesinde dönemin sazlarından da bahseden Charles Fonton, tanbur, ney, miskal ve rebab gibi sazlardan bahsederken uddan hiç bahsetmemiştir^ Ancak 19. yüzyılın ortalarında udun İstanbul’da tekrar yaygınlaştığını biliyoruz.

Dünyanın En İyi Ud Bestecileri, İcracıları ve Ud Araştırma Kitapları​


Ud, Orta Doğu ve Kuzey Afrika kökenli bir çalgıdır ve bu bölgelerin müziği için önemli bir enstrümandır. Bu nedenle, bu bölgelerden gelen birçok müzisyen, ud çalmayı öğrenmiştir. Aşağıda, ud çalabilen bazı ünlü müzisyenlerin bir listesi bulunmaktadır:
  1. Munir Bashir – Iraklı bir ud virtüözü ve besteci
  2. Anouar Brahem – Tunuslu bir ud icracısı ve besteci
  3. Simon Shaheen – Filistinli bir ud virtüözü ve besteci
  4. Rabih Abou-Khalil – Lübnanlı bir ud icracısı ve besteci
  5. Marcel Khalife – Lübnanlı bir ud icracısı ve şarkıcı
  6. Naseer Shamma – Iraklı bir ud icracısı ve besteci
  7. Dhafer Youssef – Tunuslu bir ud icracısı ve şarkıcı
  8. Ross Daly – Yunan bir müzisyen ve ud icracısı

    Tabii ki, bu sadece birkaç örnek ve birçok başka müzisyen de ud çalmaktadır.
  9. “The Art of Arabic Ud: A Textbook for Beginning-Intermediate-Advanced Students” – Samuel Torjman Thomas
  10. “The Ud: An Anthology of Arabic and Persian Instrumental Music” – Amnon Shiloah
  11. “Maqamat: The Art of Ud Improvisation” – Nasser Shamma
  12. “Ud Method: Intermediate to Advanced” – Farid Karam Nassar
  13. “Turkish Music for the Ud” – Ahmet Kanneci
Bu kitaplar, Ud çalmayı öğrenmek isteyenler için farklı seviyelerde materyaller sunar. Ayrıca, Ud müziği hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyenler için birçok kaynak mevcuttur.

Türkiye'de günümüzde ise; Mutlu Torun, Coşkun Sabah , Samim Karaca , Bayram Coşkuner , Yurdal Tokcan , Necati Çelik , Sedat Oytun , Ergin Kızılay , Mehmet Emin Bitmez , Osman Nuri Özpekel ,Gürsel Torun , Alper Soybilgen , Alper Taş ve Hakan Emre Ziyagil virtüöz derecesine erişmiş UD sanatçılarımızdır...

 

Genel Forum Sitesi

Forum Sitesi - Forumzar.COM

Forumzar.COM olarak, Türkçe forum sitesi denildiğinde akla gelen ilk adres olarak, geniş kapsamlı genel forum platformumuzda buluşuyoruz. Türkiye'nin en büyük Türkçe forum siteleri arasında yer almanın gururunu yaşıyoruz. Çeşitli konu başlıklarında aktif bir şekilde paylaşımların yapıldığı, her konuda interaktif ve bilgilendirici tartışmalara katılmak için bizi takip edin! ve bir dakikanızı ayırarak forum sitemize üye olun!

Forum Siteleri

Bilgi paylaştıkça çoğalır sloganı ile ilerleyen forum sitesi platformumuza, siz de üye olarak forum sitemizde açılan konulara katılabilir ve ilgi alanınıza uygun konular açarak siz de paylaşımda bulunabilirsiniz.