Tanju Okan kimdir
Söylediği gibi yaşayıp yaşadığı gibi ölen, Türk Pop Müziği’nin huzur veren efkârlı sesi, dostlarının Tanju Baba'sı, Tanju Okan’ın hayat hikâyesidir…

İnsana huzur veren o efkârlı ses, günün hangi saati nerede duyarsanız duyun tanırsınız onu; evet, Tanju Okan’ın sesi. Kendine has söyleme tarzı, duygudan duyguya girişi ve söylediği gibi yaşayıp yaşadığı gibi ölüşü… Bugün onun ölüm yıl dönümü. Çok erken bir kayıp olarak yerleşti hafızama. En çok bunca kederin kalbindeki sebebini merak ettim. O henüz 58 yaşındayken hayata gözlerini kapadığında ardında öksüz bıraktığı şarkıları düşündüm. Fonda hep dönüp durdular, dedim ki kendi kendime, biz onları hâlâ yaşatıyoruz. Böylece konu yine ölümsüzlüğü keşfetmeye geldi. Tanju Okan da onlardan biriydi. Dinlediğim her şarkıda kalbimden bir şey akıp nehirlere karıştı sanki. Neden bunca sevildiğini şimdi gerçekten anladım. Sadece bunu da değil, ona biraz daha yakın hissedince babasına ve oğluna uzak kalışını, evliliklerini, kederini, bunlar karşısında duruşunu, hayatı yaşamak isteme şeklini hissetmeye çalıştım ve sanıyorum anladım. Öyle değil midir zaten, ölüleri anlamak daha kolaydır. Neyse ki sen ölümsüzsün ve gizemini koruyan her şey şarkılarında saklı. Bugün dünyadan fiziksel olarak ayrılışının yirmi beşinci yılı olsa da sen şarkılarınla yaşamaya devam ediyorsun…
Seni hep tüm içtenliğini katarak söylediğin şarkılarınla hatırlayacağız. Her ayrılığımızda, kalpte sızı aşk acılarımızda sen hep yanımızda olacaksın.
İyi ki…
*
Fondaki şarkılardan Kadınım’ın orijinal kaydını paylaşıyorum sizin için. Okurken dinlersiniz belki diye…
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.

Çocukluğu ve eğitim hayatı
Tanju, 27 Ağustos 1938 yılında, İzmir Tire’de, Bedia (Sarıalp) Hanım ve Mehmet İlhan Bey’in çocukları olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona, “Tanju Okanlı” adını verdi. Bedia Hanım, Urla’nın ilk sorgu hâkimi Ali Rıza Bey’in kızıydı. Babası İlhan Bey ise müzik öğretmeniydi. Urla’da tanıştılar ve evlenip Tire’ye yerleştiler. Evde hep bir müzik sesi yükselirdi. Çocukluğu anne ve babasının ona çalıp söylediği şarkılarla geçti; tabii sadece ilk beş yılı. Annesi ve babası ayrıldığında Tanju beş yaşındaydı ve bundan böyle babasından uzak, ona hasret, belki daha çok merak dolu bir çocukluk geçirecekti.Artık annesiyle sürecek yaşamları başlamıştı. Her şey biraz eksildi ve değişti ama öylece kalan tek şey müzik oldu. Bedia Hanım oğlunun müzik eğitimi için ilginç bir yöntem bulmuştu. Oyunla karışık Tanju’ya notaları öğretiyordu. Nota şeklinde kurabiyeler yapıyor, masanın üzerine beş çizgi çizip kurabiyeleri üzerine diziyordu. Kural notaların adını ve değerini bilmek, ödülse nota kurabiyeleri yiyebilmekti. İşte Tanju, müziğin tadına ilk kez burada bakmıştı. Damağında bıraktığı tat muhteşemdi, ağzını sulandırıyordu.
Müzik bundan böyle yaşamının vazgeçilmez gerçek parçasıydı. Onun içinde yaşayacaktı…
İlkokula Manisa Gazi İlkokulu’nda başladığında o sıradan bir öğrenci değildi; her daim okul korosunun vazgeçilmez solistiydi. Manisa Ortaokulu’ndan sonra Balıkesir Lisesi’nde eğitim gördü. Müziğin kanında yayılma gücü ilk gençliğin getirdiği heyecanla daha da artmıştı. Arkadaşlarıyla adını Paris’in efsanevi kabaresi Moulin Rouge’dan alan bir orkestra kurdular. Tanju günden güne müzik dışında bir yaşamı olsun istemediğine emin oluyordu. İkinci sınıfta kendi başına ilk kararını verdi ve okulu bırakıp Manisa’ya döndü. Burada da adını Manisa’nın antik çağdaki adından esinlenerek koyduğu “Magnesia Orkestrası”nı kurdu. Çay bahçelerinde mızıka çalıp şarkılar söylüyordu.
Askere gidip döndükten sonra müziği yaşamının merkezine iyice yerleştiren Tanju, İtalya’ya, şan eğitimi almak için gitti. İtalyanca, Fransızca, İngilizce şarkılar söyleyecek, Türkiye’nin en özel isimlerinden biri olacaktı…

İlk sahnesi ve müzik yolculuğu
Tanju, 1958 yılında askerliğini yaptığı Ankara Orduevi’nde ilk kez profesyonel olarak sahneye çıktı. Ancak bu hemen öyle kolayca olmamıştı. Vestiyer görevlisiydi. Bir gün vestiyerde kendi kendine şarkı söylerken onu Selçuk Sun duydu. Sun, Türkiye’nin en önemli caz sanatçılarından biriydi ve burada askerliğini müzisyen olarak yapıyordu. Tanju’nun sesinden çok etkilenmişti. Onu yetiştirmek üzere orkestraya davet etti. Kuşkusuz o anda Tanju’nun kalbi çok hızlı atıyordu. Bir süre piştikten sonra Ankara Orduevi Orkestrası’nın solisti olmuştu. Burada, ordunun dördüncü katındaki salonda, çocukluğu ve ilk gençliği boyunca annesinden dinlediği Fransızca şarkılarla günün popüler şarkılarını söylüyordu. O döneme denk düşmüş herkes için lezzetli bir deneyimdi. Kendine has yorumuyla hatırı sayılır bir dinleyici kitlesi oluşturmuştu. Şöhretin ilk zerresini tadıyordu ve zamanla orduevinin dışına, Ankara’ya kadar yayılmıştı. Durul Gence ve Erol Pekcan gibi önemli caz müzisyenlerinin de kadrosunda bulunduğu Melodi Dergisi’nin 21 Nisan 1960 tarihli ilk sayısında, Tanju Okan hakkında ilk kez bir şeyler yazıldı. Küçük çaplı şöhretinde ilerliyordu.Tanju, 2 Temmuz 1960 yılında Melodi Dergisi’nin Ankara Büyük Sinema’da düzenlediği konsere Orduevi Orkestrası’nın solisti olarak katıldı. Erol Enginer ve Arkadaşları, Erol Pekcan Triosu, Deniz Harp Okulu Vokal Grup ve Orkestrası ile bir de bunun yanında iki yabancı orkestra, Happy Boys ve Pampanini Orkestrası’yla aynı sahneyi paylaştı. Konserde “I Only Have Eyes for You”, “I Want to be Happy” gibi şarkıları seslendirerek büyük alkış toplayan Tanju için burası müthiş bir deneyimdi.
Sesi o kadar etkileyiciydi ki, hep bir adım sonrası vardı. Askerliğinin son üç ayında ordunun yanında kendisini Orhan Sezener’in orkestrasında şarkı söylerken bulmuştu. Sezener’le Göl Gazinosu ve Radyo’da çalışan Tanju, 1960 yılında askerliği bittiğinde 50 lira yevmiye karşılığında profesyonel olarak çalışmaya başladı. Önce Sun, sonra Sezener derken Tanju, müzik konusunda kendisini geliştirebileceği şanslı alanlar kazanmıştı. Ankara’da gece kulüplerinde Fransızca, İtalyanca ve İngilizce şarkılarıyla dikkat çeken genç Tanju’nun ünü İstanbul’a kadar ulaşmıştı. Bu sırada İtalya’ya giderek şan eğitimini aldı. 1961 yılında Türkiye’ye döndü ve Ankara’ya yerleşti. Müzikle günden güne daha profesyonel ilgileniyordu. İstanbul’da yayımlanan Popüler Melodi Dergisi, 29 Kasım 1962 tarihli sayısında Ela Gözlerin, Till ve Angustia gibi şarkılarla Ankaralıların gönlünü çelen Tanju Okan’ı okuyucularına tanıtıyordu. Derginin yazı kurulundaysa Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu gibi isimler vardı.
Tanju, nihayet uzun yıllar hayatında yer edecek İstanbul’a gitmişti. Müfit Kiper ve Vasfi Uçaroğlu orkestralarında solistlik yaparken Ankara Radyosu’nda şarkı okumaya da devam ediyordu. Orkestrayla yurt dışında konserlere katılıyor, adını duyuruyordu. Bu, bir ömür sürecek yolculuğun daha başlangıcı bile sayılmazdı…
1960’larda Türk Pop Müziği yeni yeni filizlenmeye başlamıştı. Erol Büyükburç, Barış Manço ve Alpay gibi sanatçılar özgün şarkılarıyla dikkat çekerken bazı orkestralar da yabancı şarkıları yorumluyorlardı. Yine bu dönemde sevilen Batı müziği eserlerine Türkçe söz yazma modası başlamıştı. Sezen Cumhur Önal ve Fecri Ebcioğlu ile ilk adımları atılan bu tarza Aranjman müzik deniyordu. Türk müziği adım adım gelişirken ona katkı sağlayan etkinlikler de düzenleniyordu. 60’lar aynı zamanda müzik festivalleri ve yarışmaların da revaçta olduğu bir dönem oldu. Özellikle 1961 yılındaki Hilton ve 1963 yılındaki Boğaziçi Festivalleri en dikkat çekici olanlarıydı.

Balkon Melodi Festivali hatırası
2 Eylül 1964 yılında o zamanki Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’da, Taş Meydan’da, Balkan Melodileri Festivali adı verilen bir festival düzenlendi. İlginçti, çünkü çok sevilen seslere sahne olmuş, dinleyenler büyülenmişti. Bunun yanında Türk müziğinin ilk kez yurt dışında tanıtılıyor olması açısından da çok önemliydi. Tanju, festivaldeki yarışmaya Erol Büyükburç ve Tülay German ile katıldı. Bu festival, Tanju Okan’ın hayatının dönüm noktalarından biriydi. Oraya gidişini ve yarışmaya katılmasını şöyle anlatıyordu:“64’te milli orkestrayı, müzisyenler sendikası ve müzisyenler seçtiler. Erol Büyükburç, Tülay German ve ben gittik. Ayrıca bir de milli orkestramız vardı tabii; Selim Özer, Vasfi Uçaroğlu, Alper Feyman, Erol Ergüner. O gece bir anımız, bir anım oldu daha doğrusu. Taş Meydan yıkılıyor, aşağı yukarı 5 bin kişilik bir tenis kortta veriliyordu konser, yarış yapılıyordu. Efendime söyleyeyim, Erol Büyükburç, çok büyük tezahürat aldı. Dediler ki, bu vaziyette ikinci bir sanatçı çıkamaz. O kadar büyük bir alkış var ki, “İhtilal!” diye bağırıyor oradaki yöneticiler. Kulakları çınlasın Şemsi Sılkım Bey, gazeteci, o da tercümanla izliyor konseri. Tanju ne diyorsun, dedi. Ben çıkıyorum efendim, dedim. Fırladım çıktım. Bir anda evvela bir uğultu oldu, ondan sonra şarkıya girince uğultu kesildi.”
Evet, şarkıya girince uğultu kesilmişti, çünkü herkes Tanju’nun sesinden büyülenmiş gibiydi. Bu şarkı, “Kundurama Kum Doldu”ydu. Elinde bir içki bardağıyla sahneye çıkan Tanju, bir de “Stasera Pago İva” adlı İtalyanca şarkıyı kendi tarzında söyledi ve şarkının sonuna geldiğinde sözlere uyarak bardağı yere çarptı. Tuz buz olmuş kadehin şahitliğinde şarkı bitince herkes ayağa fırladı ve yedi dakika boyunca durmadan alkışlamaya devam ettiler. O gün burada büyük ödülü dört şarkı söyleyen Tanju Okan aldı.

Dünya çapında söyledi ve beyaz perdedeydi
Balkan Festivali’ndeki ses getiren başarısının yankısı dünyaya yayılmıştı. Yarışmada söylediği ilk şarkı “Kunduruma Kum Doldu”, Yugoslavya’da çıkan bir EP’de (uzun çalar) yayınlandı. Bu plak, Tanju Okan’ın piyasaya sürülen ilk çalışmasıydı. “Kundurama Kum Doldu” adlı ilk plağı, 1965 yılında Sahibin Sesi şirketinden yayınlandı. Yine aynı dönemde Türkiye’nin ilk futbol plaklarından biri olan “Maça Dolmuş”u çıkardı.1967 yılında bir Frank Sinatra hiti olan “Stangers in the Night”ın üzerine yazılmış Türkçe sözlerle yorumladığı “İki Yabancı” 45’liğini çıkardı. Ancak Ajda Pekkan da aynı eseri, aynı isim fakat farklı sözlerle yorumlamıştı. Tanju, Pekkan’ın gölgesinde kalmıştı. Büyük çıkışına biraz daha zaman vardı.
Tanju, 60’ların sonunda Türkiye’de plak doldurmaya başlayan Fransız sanatçı Patricia Carli’nin dikkatini çekmişti. Fransa’ya davet edildi ve burada Fransızca kayıtlar yaptı. Onlardan “Le Sourire De Mon Amour” ve “S'il N'y Avait Que Toi Au Monde”, Fransa’da 45’lik olarak yayınlandı. Ancak bu süre öyle iki cümleyle anlatılacak kadar basit geçmemişti. Yayınlanması sırasında yaşanan sıkıntılar, plak yayınlandıktan sonra da yaşanmaya devam etti. Yurt dışındaki işleri büyük prestijdi, ancak daha çok tanıtıma ihtiyaç vardı. Yine de Türkçe plaklarının çok başarılı olması ona bir şöhret kazandırıyordu; belki de yurt dışı çalışmaları pek de üstüne düşülmesi gereken bir şey olarak görülmemişti.
En iyi mekânlarda şarkı söylemesi bir yana, filmlerde de rol almaya başlamıştı. Yurt dışında da başarısız olduğu söylenemezdi. Nihayet şöhreti Amerika’ya uzandığında Tanju, New York, Washington ve Boston’da konserden konsere koşuyordu. İşte bu zaman diliminde Türkiye’deki hayranlarının payına onu beyaz perdeden takip etmek düşmüştü.
Ölümsüzlüğü keşfedeceği pek çok adım atmıştı. Sesi kadar beyaz perdedeki oyunculuğu da çok sevilmişti. Aslında oynamıyordu; tüm doğallığıyla kameranın karşısına geçiyordu. İlk olarak 1964 yılında “Cübbeli Gelin” filmiyle beyaz perdedeydi. 1965 yılında “Yalancının Mumu” ve “İçimdeki Alev” geldi. “İçimdeki Alev”, ilk başrolüydü. Sonra 1996 yılında “Fakir Bir Kız Sevdim” ve “Aşkın Kanunu”, 1971 yılında “Ah Bir Zengin Olsam”, 1974 yılında “Şiribim Şiribom”, 1982 yılında “Gazap Rüzgârı” gibi pek çok film… Bu filmlerde hikâyedeki karakterlerin abisi, sırdaşı, dert ortağı, yaşı ilerledikçe de Tanju Baba’sı olarak rol aldı. Bu, onun gerçek hayatının bir yansımasıydı sadece...