ForumZAR.COM | Forum Sitesi

Forumzar.COM Türkiye`nin en güncel ve kaliteli genel forum sitesi`dir.
ForumZAR'a katılım zahmetsiz ve ücretsizdir!

  • “Ne garip değil mi? Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız..”
  • “Biri ölür üzülmezsiniz; sonra sandalyeye asılı hırkasını görürsünüz. O hırkanın duruşu kalbinize oturur..”
  • "En gülünç olanı da insanların sizi eskisi gibi kullanamadığında değiştiğinizi söylemeleri.."
  • "Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin."
  • Asla başka insanlar üzülmesin diye kendini üzme. Sen kaldırabiliyorsan onlar da kaldırabilir.

ŞİİRBAZ SULTANLAR (18)-KAN KOKULU OSMANLI (7)

Forumcu

Forum Üyesi
Katılım
23 Eyl 2022
Mesajlar
1,217
Tepkime puanı
0
Puanları
36
ŞİİRBAZ SULTANLAR (18)-KAN KOKULU OSMANLI (7)

Mustafa CEYLAN
Geldik kitabın sonuna.
Bizde Osmanlı tarihiyle ilgili yazıların en düğmüklü yanı nedir biliyor musunuz? Ülkeyle o ülkeyi yönetmiş olan Osmanlı ailesinin, aşırı ölçüde özdeş, daha doğrusu “aynı şey” sayılması.
Ne Rus İmparatorluğuyla, bu imparatorluğu yönetmiş olan Romanov’lar; ne Fransa İmparatorluğu’yla, onun yönetimini elinde tutmuş olan Bourbon’lar; ne Avusturya İmparatorluğu’yla, onun ünlü hanedanı Habsburg’lar; yönettikleri ülkelerle bu kadar özdeş ve bu kadar “aynı şey” olarak görülmüştür.
Rusça Romanov’ca değildi. Fransızca da Bourbon’ca değildi. Almanca da Habsburg’ca olmadığı gibi. Oysa bizim ülkemiz de Osmanlı ülkesiydi, imparatorluğumuz da Osmanlı İmparatorluğu’ydu; dilimiz de Osmanlıca’ydı.
Öyleyse bizler kimdik? Sadece bir tek ailenin kulları mı?
Her kul, kulluğunu ettiği kişilerin “Çok büyük, çok üstün, çok değerli, çok güçlü, çok bahadır, çok kutsal vs. olduğuna kendini inandırarak; neden onunla eşit değil de, ona kul olduğuna dair bir gerekçe yaratır.
Ve bu görünmez gerekçe, toplumsal bir koşullanmaya döner sonunda.
Öyle bir koşullanma ki, kullar da, kulluğunu ettikleri kişilerin başarılarından kendilerine onur payı çıkarmaya başlarlar.


Böylesi bir “kulluk” alışkanlığıyla kireçlenmesini kıramadıkça, toplumu, havasız bir mağarada kalıplaşıp kalmaktan kurtarma olanağı yoktur.
Bir toplumun yaşamsal solunumu, özgün düşünce fırtınalarının taşıdığı taze oksijenlerle güçlenip gelişebilir ancak.
Her hanedan gibi, Osmanlı hanedanı da bir aileydi. Ne var ki bu ailenin tarihi – imparatorluk tarihinden ayrı olarak hiç yazılmadı. Eğer anaları, babaları, dedeleri, nineleri, kayınpederleri, kayınvalideleri, gelinleri, damatları, torunları vs. ile kimin kim olduğunu belirleyen bir Osmanoğulları ansiklopedisi yapılmış olsa idi sanırız yoğun ilgi görürdü.

Osmanlı ailesi neden birbirini yemekten kurtulamadı ve kendini aşamadı?
Bunun analizlerini yapmak ayrı bir konu. Bana sorarsanız, “kişisel ve sınırsız bir irade hipnozu”, akılcı ve kendi kendini doğrulama kaygısı taşıyan her türlü düzenlemeyle tutarlığın ötesine taşıyordu… Ve kanlı boğuşmalarla, anlamsız bir kaosun içinde yuvarlanıp durmaktan bir türlü kurtulamıyordu. Boyuna kardeş kardeşi öldürüyor, boyuna yeniçeriler ayaklanıyor. Sık sık padişahlar devriliyor ve ekonomik yapı hiçbir şahlanma göstermiyordu. Hukuksal yapının da hiçbir gelişme göstermemesi gibi.

*

Mustafa’dan sonra kardeşi II. Mahmut çıktı tahta. 1808.
Yeniçeri yine ayaklandı. IV. Mustafa’yı devirip yerine II. Mahmut’u çıkarttıktan sonra vezir-i azamlığa getirilmiş olan Alemdar Mustafa Paşa’yı öldürdü.
Yeniçerinin asıl derdi II. Mahmut’u alaşağı etmek ve saltanata eski devrik padişah IV. Mustafa’yı bir kez daha oturtmaktı.
II. Mahmut otuz bir yıl kaldı iktidarda. Yeniçeri Ocağı’nın binlerce adamını kılıçtan geçirerek ağaçlara astı. Tarih 1826. Bu eski ve yozlaşmış ocağın ortadan kaldırılmasına “Vak’a-i Hayriye” (Hayırlı Olay) dendi.
-Sultan II. Mahmut elli beş yaşında öldü. 1839. Yerine on altı yaşındaki Sultan Abdülmecit geçti.
Bir ara saltanatın, büyük kardeşten sonra gelen kardeşe değil de, doğrudan babadan oğla geçmesini düşünmüştü.
Vezir-i azam Mehmet Paşa, böyle bir uygulama için küçük kardeşi Şehzade Abdülaziz’i boğdurtması gerektiğini ima etmişti.
Prof. Enver Ziya Karal’a göre Abdülmecit, “bu imalı teklifi nefretle karşılamıştı. “
Sultan Mecit, yirmi iki yıl kaldı iktidarda ve devrilmeden öldü. Tarih 1861.

-Sultan Abdülmecit’in yerine, kardeşi Sultan Abdülaziz geçtiği zaman otuz bir yaşında idi. On beş yıl kaldı iktidarda. Ve tahttan zorla indirildi. Böylece Sultan Aziz genel sıralamada otuz ikinci padişah, devrik padişahlar arasında da on birinci oluyordu.
Yeni ve gizli bir siyasal kuruluş olan ve “Hürriyet” isteyen “Yeni Osmanlılar” Avrupa’da eyleme geçmişlerdi. “Talebe- i ulum” da eyleme geçmişti.
Sarayın önde gelen vezir, nazır ve komutanları 30 mayıs 1876 günü bir hükümet darbesi yaparak Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdiler. Sultan Aziz, tahttan indirildiğinin dördüncü günü bilekleri kesilmiş ölü olarak bulundu. Bu bir cinayet mi, yoksa bir intihar mıydı? Hala aydınlatılmış değil.
-Sultan Aziz’in yerine, Abdülmecit’in büyük oğlu V. Murat çıkarıldı. Otuz altı yaşında idi. Mayıs’tan Ağustos’a kadar dört ay kalabildi iktidarda. 31 Mayıs 1876’da çıkmıştı tahta, 31 Ağustos 1876’da indirildi ve Çırağan Sarayı’nda gözaltına alındı.
Çevresindeki nazırlar, el altından kardeşi II. Abdülhamit ile anlaşmışlar ve V. Murat’ın ruhsal sağlığı açısından, sıkı bir kontrolden geçmesi gerektiğini düşünerek, Avrupa’dan özel doktorlar getirmişlerdi. Doktorlar V. Murat’ın akli dengesinin yerinde olmadığına dair rapor verdiler. Tahttan hemen indirilmesine güçlü bir gerekçe oldu bu rapor. Genel sıralamada otuz üçüncü padişahtı; devrik padişahlar arasında on ikinci.

-1876’da otuz dört yaşında tahta çıkan Sultan II. Abdülhamit, otuz üç yıl kaldı iktidarda.
Sonra da zorla indirildi tahtından. 1909. O da on üçüncü devrik padişah oldu.

Eski tarihle 31 Mart 1325 (yani 13 Nisan 1909) ‘da bir ayaklanma oldu İstanbul’da. Selanik’te kurulan Hareket Ordusu, 23 – 24 Nisan gecesi İstanbul’a girerek ayaklanmayı bastırdı. II. Abdülhamit bu ayaklanmayı kışkırttığı gerekçesiyle 27 Nisan’da indirildi tahtından ve Selanik’e götürüldü. Üç yıl kaldı Selanik’te. 1912’de tekrar İstanbul’a getirildi ve Beylerbeyi Sarayı’nda gözaltına alındı. 10 Şubat 1918’de orada öldü.
1909’da altmış beş yaşında tahta çıkarılan Sultan Reşat, Sultan Abdülmecit’in üçüncü oğluydu. Onu kimse devirmedi. Dokuz yıl kaldı iktidarda ve yetmiş dört yaşındayken eceliyle öldü.

-Abdülmecit’in dördüncü oğlu Sultan Vahdettin 1918’de elli yedi yaşında çıktı tahta… Dört yıl sürdü saltanatı. 17 Ekim 1922’de bir İngiliz zırhlısına binerek, saltanatından da, İstanbul’dan da ayrıldı. Böylece hem otuz altıncı son padişah oldu, hem de devrilmiş on dördüncü padişah.

*
Yıldırım Beyazıt’ın tutsak düşmesinden sonraki “kardeşler kavgası” döneminde, ayni anda saltanat sürdürmüş şehzadeler vardır. Süleyman Çelebi gibi, Musa Çelebi gibi; II. Murat döneminde (Düzmece) Mustafa Çelebi gibi.
Dış kaynaklardan bazıları, onları da Osmanlı Padişahları arasında gösteriyor. O değerlendirmeye göre de padişah sayısı otuz dokuza, devrik sayısı on yediye çıkmış oluyor. Hani neredeyse yarı yarıya…
Osmanlı egemenleriyle Osmanlı dünyası bir de psikolojik ve psiko-sosyolojik yönden ele alınarak, enine boyun dört dörtlük incelenseydi. .

Belki o zaman sanatta da, yaratıcılıkta da, düşüncede de, gözlemcilik, gerçekçilik ve yorumculukta da, evrensel ölçüleri yakalar ve beyinsellik bayrağını çağın en önünde koşturanların arasına girerdik.

İsa’dan önce 5. Yüzyılda Delfi’deki Apollon tapınağının üstünde ünlü bir yazı vardı: “Kendi Kendini Tanı” Sokrates’in ağzından düşürmediği bir sözdü bu.
Ne insanlar kendi kendilerini tam tanıyabilirler, ne de toplumlar. Ama savsaklamadan, kaytarmadan ve daha gerçeğini bulmaya çalışarak, sürekli kendini tanıma çabaları; sade geçmişte değil, her dönemde “Var olma ufuklarını avuç menzili içinde tutabilmenin tek yöntemi galiba.
Gönül ister ki bizim de avuçlarımız, her gerçeğe daha içten, daha yüreklice yaklaşsın.”



*

A oğul!

Bize "resmî tarih anlayışı" ile, sadece zaferler dolu bir Osmanlı Tarihi okuttular ve senelerce çok az kuvvetlerle, çok büyük, çok kalabalık düşmanları yenişimizin "kahramanlık türküleri" belletildi. Meselenin bir de öte yanı, bu yazıda anlatıldığı gibi, bir başka yanı, bir iç mücadele yanı olduğu asla söylenmedi.
Duvarlarımıza övünerek astığımız Osmanlı armasına, bu gerçekleri öğrendikten sonra bakışımız bile değişmekte...
Devlet için, devletin yaşaması için; elbette önemli fedakârlıklar yapılması gerekiyorsa yapılmalıdır. Cumhuriyet gibi, demokrasi gibi apaydın bir yol ve yönetim anlayışı varken, "tek adam", "sultanlık" anlayışının hasretiyle yananların Osmanlı'daki bu "kan kokusu"ndan haberleri var mıdır acaba? Yoksa, Fatih kanunnamesinin yüzyılımızda aynen uygulanmasını mı istemektedirler? Bu hususu tetkik ve dikkatlerimizden uzak tutmamamız gerekmektedir.
Bir taht uğruna, bir koltuk uğruna bir gecede bütün sülâlesini kesen, öldüren insanların "şiire dair" duyuş ve düşünüşlerinin olmasını da hayretle karşılıyorum. Çünkü, bana göre, şiiri seven cinayet işleyemez, insan öldüremez. Kendi öz kardeşini, en yakınını; kendi evlâdını bile gözünü kırpmadan öldüren bir sultanın yürek sesi olan şiirlerine bakarken, okurken, incelerken hep bu cinayetler serisini anımsayacak ve soracağız. Neden?

Devleti, oturduğu - işgal ettiği koltuk sanan ve başka hiç bir şeyi görmeyen bir anlayış, halkına huzur, refah ve mutluluk götürebilir mi?

*
Anadolu bozkırında sırtında heybesi tüm insanlığa ışık ve aşk olmaya çalışan Yunus Emrelerin felsefesi, dili, dünyaya bakışı ve insanları algılaması; kan kokulu saray koridorlarına giremezdi, girmemiştir de... Yunus anlayışı süt aklığında bir halk anlayışıdır. Entrikanın, ayak oyunlarının ve mühür savaşlarının çok çok uzağında bir anlayıştır. İyi ki de öyle olmuş diyorum... Bizi biz yapan öz değerimiz olarak tepenin haşin rüzgârlarına girmeden sevdiği "göğ ekini", sevdiği "yere tohum saçılmış" gibi olan halkının yanında, içinde, taa özünde olmuş...
 

BertaN

Forum Üyesi
Katılım
23 Eyl 2022
Mesajlar
3,520
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Konum
mersin
Cinsiyet
Erkek
Bilgi paylaşımı için teşekkürler.
 
Üst Alt