Osmanli Cihan Imparatorlugu, dünyanin en kritik bölgelerine alabildigince yayilan; üç kita, yedi iklimdeki her renk, dil ve dîndeki insan topluluklari ile iç içe yasamis, herbirine bir taragin disleri gibi esit bakmis ve esit davranmis; 400 yil boyunca böylesine karisik millet ve kültürleri huzur ve sukûnla idare edebilmis, muhtesem bir imparatorluktur.
Osmanli Devleti, Islâmiyet'in emrettigi sekilde, farkli dîn ve milletlere mensup çesitli unsurlar arasinda, saglam bir ahenk tesis etmistir. Böylece genis insan topluluklari nezdinde sosyal adaleti kurmakla, dünya tarihinde kudretli ve cihansümûl bir siyasî varlik göstermistir. Osmanli sultanlarinin idealleri, kendi tabirleri ile "Nizâm-i Âlem" fikri üzerinde toplaniyor ve devletin hikmet-i vücudu; millî, Islâmî ve insanî esaslara bagli, bir cihan hakimiyeti düsüncesine dayaniyordu.
Endonezya'dan Ispanya'ya, Kirim'dan Yemen'e kadar müslüman milletlerin hâmiligini yapan Osmanlilar, daima mazlumlarin yaninda yer almislar, fethettikleri yerlere, hizmetin en üstününü götürmüslerdir. Büyüklügü, bütün hasletleri üzerinde tasiyan Türk ordusunun fethettigi bir hristiyan köyünde, ayni gün aç ve açikta olan kalmaz, kimsesi olmayan dul kadina o gün as çikar, giyecek ve barinak temin edilirdi. Bu sebeple, hristiyan âlemi, atalarimiz Osmanli Türkünü, daima kurtarici olarak karsilamistir.
Osman Gazi'nin: "Gayemiz, kuru bir cihangirlik davasi degildir." seklindeki son sözleri, bütün sultanlara rehber olmus, bu vasiyetten ayrilmamak için gayret sarfetmislerdir.
Ölüm döseginde kendisine: "Simdi Allah'la olmak zamanidir." diyen lalasina: "Lala, Lala! Sen simdiye kadar bizi kiminle sanirdin?" diyen sultani yetistiren îmân, ahlâk, ideal ve yüksek fikri iyi tanimak, derinden kavramak lâzimdir.
Devletin çekirdegi hiç süphesiz, Ertugrul Gazi'nin 1231'de Sakarya boyunda yurt tutmasi ile tesekkül etmistir. Anadolu Selçuklulari'ndan sonra hizmet nöbeti, Kayi Boyu'na geçmistir.
Altinordu Prensi Nogay Han'in hizmetinde, Dobruca'da binlerce talebesi ile faaliyet göstermis olan meshur Saltuk (Saltik) Baba'nin halifesi Tokatli Barak Baba, Rumeli'nden Iran'a gitmis, Il-Han Gazan tarafindan büyük iltifat görmüstü. Horasanli Tapduk (Tapdik) Emre ile Azerbaycanli Geyikli Baba, Bati Anadolu'da Allah yolunda faaliyette idiler. Yunus Emre, Tapduk Emre'nin vekilidir ve 1320'de yani Osman Gazi'nin ölümünden 4 yil önce ölmüstür. Yunus, Tapduk Emre'nin, o Barak Baba'nin o da Sari Saltik Baba'nin halifeleridir.
Türkistan erenlerinin faaliyeti Osmanli Devleti'nin kurulmasinda mühim yer isgal eder. Mogollarin Türkistan'i istilâsi sirasinda, batiya dogru kaçan yüzlerce gruptan birinin de, Kayi Boyu'ndan Ertugrul Gazi'nin asireti oldugu tahmin edilmektedir. Istilâdan, Mogollarin henüz ulasamadiklari Anadolu'ya gelen bu Türkmenler, Selçuklular tarafindan kabul edilip batiya yerlestiriliyorlar ve baslarindaki reislerine "uç beyi" deniliyordu. Adlarina "Horasan Erenleri" denen tarikat ehli velîler, uç beylikleri arasinda dolasarak sohbet edip, insanlari Allah yoluna çagiriyorlardi. Göçebe kitlelerin çogu, bu erenlere samimiyetle baglaniyorlardi.
Seyh Edebali, Ahmet Yesevi'nin Uzaksark'ta yetistirip, mürsid, muallim, mübellig olarak Bati Türklügü'ne gönderdigi Horasan erenleri zincirindendir.
Kayi Boyu'nun basi Ertugrul Gazi, evliyalara büyük hürmeti olan tasavvuf ehli bir kisidir. Oglu Osman Gazi'ye vasiyet etmis:
"Bak Ogul;
Beni kir, Seyh Edebali'yi kirma. O bizim Boyumuz'un isigidir. Terazisi dirhem sasmaz. Bana karsi gel, ona karsi gelme! Bana karsi gelirsen üzülür, incinirim. O'na karsi gelirsen gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebali için degil, sencegiz içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say!..." demistir.
Allah'in bir büyük evliyasi olan Seyh Edebali'nin talebesi Osman Gazi, bir gün dergâhta uykuya dalar. Rüyasinda Seyh Edebali 'nin gögsünden bir ay çikip kendi gögsüne girdigini ve gögsünden bir büyük agacin bitip dallarinin âlemi kapladigini, altindan birçok nehirlerin çikip insanlarin sularindan istifade ettigini görür.
Seyh Edebali, Allah'in kendisine bildirmesiyle biliyordu ki; Osman Bey'in kuracagi devlet, teslim dînini bütün dünyaya yaymak için yasayacak, âleme nizam verecek, Allah için savasacakti.
Seyh Edebali, bu güzel rüyayi duyunca söyle tabir eder:
"Sen Ertugrul Gazi Oglu Osman, babandan sonra bey olacaksin. Kizim Mal Hatun'la evleneceksin. Benden çikip sana gelen nur budur. Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice padisahlar gelecek, onlar nice devletleri bir çati altinda toplayacaklar. Allahû Tealâ, nice insanin huzur ve saadete kavusmasina, Islâm dîni ile sereflenmesine, senin soyunu vesile edecektir."
Bu devletin temelini atma vakti geldigi zaman Seyh Edebali mübarek eliyle bizzat Osman Bey'e kiliç kusatir ve söyle vasiyet eder:
"Ey ogul, artik Bey'sin! Bundan sonra öfke bize, uysallik sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hos görmek sana. Anlasmazliklar bize, adalet sana. Haksizlik bize, bagislamak sana.
Ey ogul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Sunu da unutma ve insani yasat ki; devlet yasasin. Ey ogul! Isin agir, isin çetin. Allah yardimcin olsun!"
Osman Bey adina okunan ilk hutbenin besmelesini de kendisi çekip, dervislerini Anadolu'nun her tarafindaki Türk boylarina yollar.
"Demirci, kalayci, örscü, marangoz ve sanat erbabi herkes köy köy dolasacak, Türk boylari arasina dagilip, boylari kendi içlerinden fethedecektir. Böylece yillardir Türk boylari arasinda süren kavgalar, boylarin Osman Bey'in buyrugu altina girmesiyle son bulacaktir."
Seyhlerinden bu emri alan dervisler, köy köy dolasmis birlige çagirmislar, kardeslige çagirmislar, Allah'a teslime çagirmislardir. Yillardir Türk boylari arasinda süren kavgalar, Osman Bey'in buyrugu altinda son bulmustur. "Devlet-i Ebed Müddet" iste bu, kalbinde îmân yazili evliyalarin elinde, insanlari huzura ulastirmak, insanlari Allah'a teslim olmaya ulastirmak, insanlarin Allah'a ulasmalarina vesile olmak için, Allah için kurulmustur.
Dört yüz çadirla, Türkiye-Selçuklu-Bizans hududuna yerlestirilen Kayi Asireti, 1299'da Osman Gazi'nin adina izafeten, Osmanli Devleti haline geldi. Osman Gazi, Islâm dîninin esaslarini, Türk örfünü, teskilât ve müesseselerini safha safha yerlestirip, mükemmellestirdi. Vefati sirasinda, kendisinden sonra devletin topraklarini alti misli büyütecek olan oglu Orhan Gazi'ye vasiyeti, dikkate sayandir:
"Allahû Tealâ'nin emirlerine muhalif bir is eylemeyesin! Bilmedigini seriat ulemasindan sorup anlayasin. Iyice bilmeyince bir ise baslamayasin. Sana itaat edenleri hos tutasin! Askerine in'âmi, ihsani eksik etmeyesin ki; insan ihsanin kulcagizidir. Zalim olma! Âlemi adaletle senlendir ve Allah için cihadi terketmeyerek beni sâd et! Ulemaya riayet eyle ki; seriat isleri nizam bulsun! Nerede Allah'in bir evliyasi söz konusuysa, ona ragbet, ikbal ve hilm göster! Askerine ve malina gurur getirip Allah'in velî mürsidlerinden uzaklasma. Bizim meslegimiz Allah yoludur. Ve maksadimiz Allah'in dînini yaymaktir. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik davasi degildir. Sana da bunlar yarasir. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket islerini noksansiz gör! Hepinizi Allahû Tealâ'ya emanet ediyorum!"
Osmanli, Peygamber Efendimiz ve sahâbeden sonra, Kur'ân'daki Islâm'i, gerçek anlamda yasayan ikinci topluluk olmustur.
Allah ve Resûl'üne itaati en üst boyutta yasayan Osmanli, edebin timsali olmustur. Yükselme Devri boyunca, padisahtan baslayarak herkes Allah'in dostudur. Basta Allah, Allah'a bagli mürsid, mürside yüzde yüz bagli padisah; Allah'in padisahidir. Allah'in vahyiyle yönetilmesi; devleti, Nizâm-i Âlem olmaya ulastirmistir.
Nizam-i Âlem; âleme nizam veren Osmanli, dünyanin düzeni kendisinden sorulan, kim yardim istemisse yardimina kosan, nerede Islâm'a karsi bir saldiri olmussa orada yerini alan, ülkelerin zor duruma düstüklerinde müracaat ettikleri, Allah için var olan, Allah için yasayan bir devletti.
Fethedilen topraklarda Türkler, bilhassa sehirlere yerlesirlerdi. Eger sehir, sulhan teslim olursa, Islâm hukukuna göre, ahalisi hiçbir sekilde rahatsiz edilemezdi. Eger harben alinmissa, Türk kumandaninin takdir ve emrine göre, hristiyanlar cezalandirilirdi.
Sulhan alinan sehrin, yalniz en büyük kilisesi camiye tahvil edilir (Buna karsi hristiyanlara yeni bir mabet insa etme izni verilirdi.), baska bir sekilde hristiyanlarin menfaatlerine dokunulmazdi. Sehir düser düsmez, kale üzerinden ezanlar okunur, müteakiben, ilk cuma günü camiye tebdil edilmis kilisede namaz kilinip, padisahin adi hutbede anilir; bu muvaffakiyeti müyesser ettiginden dolayi Allah'a sükürler edilirdi.
Türk idaresinde yasayan yerli ve hemen hepsi hristiyan (çogu ortodoks mezhebinden) ahaliye gelince; bunlar, büyük müsamaha içerisinde hayatlarina devam ederlerdi. Harb halinde iken, hristiyanlar ile meskûn Türk topraklarindan geçen Türk askerlerinin, ahaliyi herhangibir suretle rahatsiz etmesi, idam ile cezalandirilirdi. Bu titizlik, çok kere Türk askeri, düsman topraginda iken de gösterilirdi. Kanuni devrinde, atini bir hristiyanin tarlasina birakip, ekini yedirten bir yeniçerinin idami meshurdur. Sulh zamaninda ise, hristiyan, haksizlik gördügü Türk'ü kadiya sikâyet etmek suretiyle hakkini elde ederdi. Dînî hiçbir müdahale ve tazyik yapilamazdi.
Hakk için halk ile, Halk için Hakk ile düsturundan yola çikan Osmanli, bir vakif medeniyetidir! Bir kisi, mülkiyetine sahip oldugu menkul ve gayri-menkul mallardan bir kismini veya onlarin tamamini, Allah'in rizasini kazanma niyetiyle, halkin herhangibir ihtiyacini gidermek üzere dînî, hayrî ve içtimaî bir gayeye müebbeden tahsis ederse, malini vakfetmis yani bir vakif müessesesi kurmus olurdu. Bu davranisin arkasinda, herhangibir mecburiyet veya zorlama degil; fakat insanliga karsi ferdî sorumluluk hissi, vicdanî bir hizmet duygusu, diger bir ifadeyle baskalari için yasamak, iyilik, sefkat, yardimlasma, dayanisma, herhangibir insani veya baska bir canliyi maddî ve manevî açidan huzura kavusturma yolunda haz duyma ve bu degerleri kendisine ilke edinmis kisinin hür iradesi yatmaktadir.
Alinteriyle kazanilan mal varligindan bir kisminin veya tamaminin, baska insanlarin ihtiyaçlarini gidermek üzere vakfedilmeleri konusunda ise Balkanlardan Türkistan'a kadar, Türkler tarafindan kurulmus vakiflarin vakfiyelerinde, genellikle "gönül hoslugu ile ödünç vermek", "Allah yolunda (fî sebîlillâh) mal harcamak (infâk)", malini akrabaya, yetimlere, yoksullara vermek (i'ta)", "fakiri beslemek (it'am)", "sadaka vermek" ve özellikle "hayirlarda yarismak" gibi Kur'ân mefhumlarini esas almistir.
Bu noktada, önemle isaret etmek istedigimiz diger bir konu, Osmanli Cihan Imparatorlugu'nun o günkü iletisim vasitalari ile misyonunu insanlara nasil anlatabildigidir.
Osmanlica denen bir imparatorluk dili olusturulmustur. Bu dilin karakteristik özellikleri, Arapça kelimelerin hepsinin Kur'ân kökenli olmasi, Çin'den Adriyatik'e kadar bütün topluluklarin, müsterek kullandiklari dil haline gelmesidir. En ufak bir kiskanma ve haset duygusu duymadan, Farsça'dan, Romence'den, Slav dillerinden, Rumca'dan, Ermenice'den, Yunanca'dan, Süryanice'den hatta Rusça'dan ve Imparatorlugun içindeki hemen bütün etnik lisanlardan kelimeler alarak bir Cihan Lisani vücuda getirmislerdir.
Her alanda mürsidine tâbî insanlarin olusturdugu bir teskilâtlanma sistemi, Osmanli'yi Devlet-i Âliye (Yüksek Devlet) haline getirmistir.
Lonca teskilâtina çevrilen ahilik teskilâtina, tasavvufa girmeden girilemezmis. Her sanatkâr, isini mübarek tutar; insanlara yaptigi hizmetin, aslinda Allah'a yapildigini bilirmis. En saglam mali yapabilmek, en güzel hizmeti verebilmek, yaptigi isi en iyi sekilde yapabilmek için emek verirlermis. Esnaf ustalari, islerinin kalitesiz olmasina, bozuk is çikmasina asla razi olmazlarmis. Bir çocuk bir ise, bir sanata verilmek istenirse; önce mutlaka mürside tâbî olmasi gerekirmis. Mürside tâbî olmadan çirak, ruhunu Allah'a ulastirmadan kalfa ve daimî zikir sahibi olmadan usta olunamazmis.
Insanoglunun üstüne günes dogmaz, her seher vaktinde, sehrin serin sokaklari, bir anda birbirini Allah'in selâmiyla, muhabbetle selâmlayan, birbirine dua eden, güleryüzlü insanlarla dolarmis. Çiftçi, isçi, esnaf, memur ayni taragin disleri gibi esit, ayni duvarin taslari gibi birbirine kenetlenmis olarak; ne yerli, ne yabanci, kimsenin gurbetlik çekmedigi, dükkânini besmeleyle açan esnafin, kendisi siftah ettikten sonra gelen müsteriyi siftah etmeyen komsusuna gönderdigi sehirlerde yasarlarmis.
Allah'in evliyasi olan ustalarin elinden çikan kök boyalarla yapilan kumaslarin, hâlâ renklerini ilk günkü gibi korudugunu görüyoruz. Lagârî Hasan Çelebi tarafindan bes yüz yil önce füze yapilabiliyor. Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçmayi basarabiliyor. Pirî Reis'in haritasi, dünyanin son teknolojisiyle Kahire'nin 30 km. yüksekliginden, uzaydan çekilen bir fotografla ayni olabiliyor. Erzurumlu Ibrâhîm Hakki Hazretlerine "Biz uzayi, Tillo'nun sokaklarindan daha iyi biliriz." deme imkânini, Allah veriyor.
Osmanli askerî teskilâtinda, önemli bir yer olusturan Yeniçeri Ocagi'na, hiçbir acemi oglan bir mürside bagli olmadan adim atamaz, Allah'in velâyet mertebesine ulasamayan subay olamaz, daimî zikir sahibi olmayan kisi pasa olamazdi. Dünyanin her yerindeki insanlara huzuru ulastirmak; teslim dînini yaymak; Allah'i tanitmak için; i'lay-i kelimetullah için savasilmis; her yeniçeri göklerin ordularina katilabilmek serefine ulasmak için, zikirlerle ileriye atilmistir.
Herbiri en az üç yabanci dili, ana dili gibi konusan; öncü, gönüllü, kelle koltukta çok süratli ve seri hareket eden akincilar, silâhi en iyi kullanan; canini pervasizca, yüzlerce defa ortaya atan insanlardi.Hayatlarini Allah'a vakfeden akincilara, fedai, dalkiliç, serdengeçti, deli diye de hitap edilirdi. Nasibi olanlar, ak sakal birakincaya kadar yasar; kimiyse yirmi yaslarinda sehit olurlardi. Kara ordulari böyle olan Osmanli'da, deryada da durum ayni idi. Osmanli ordusu, Allah'in yardimini da alarak zamanin getirdigi bütün teknikleri kullanmistir. Yavuz Sultan Selim ve ordusu, dünya üzerinde çölü 13 gün gibi kisa bir sürede geçebilmis tek ordudur. Savas stratejisini dünyaya ögreten Osmanli'ya, Preveze Deniz Savasi'nda gemilerin bordasina "Allah, rüzgârlari diledigi zaman baska istikametlerden estirir." âyetini yazdiran ve onlari muzaffer kilan, Allah'tir.
Esnafiyla, ordusuyla ve halkiyla tasavvufu yasayan Osmanli, adaletiyle bütün dünyaya örnek olmustur. Osmanli kadilari, adaletin atesten bir gömlek oldugunu en iyi idrak eden insanlardi. Onlarin gözünde, Allahû Tealâ'nin karsisinda, adalet açisindan herkes esitti. Eger bir padisah, halktan herhangibir kisinin hakkini haleldar etmisse; o hakki, hakkin sahibine iade etmek, kadilarin temel göreviydi. Oysa ki Avrupa'da, asillerle halk arasinda bir uçurum vardi. Eger bir asil yolda giderken kazara, halktan birini atiyla çignemisse, onun hesabini kimseye vermeye gerek görmezdi. Osmanli'da da asiller vardi. Beyler, Beylerbeyleri, asaletin temsilcileri; ama konu adalete geldigi zaman padisahla, beylerle, beylerbeyleriyle, halk arasinda en ufak bir farklilik gözetilmezdi.
Osmanli düzeninde, hemen tevzî edilmeyen adalet, adaletsizlik sayilirdi. Osmanli adaletinin bu husustaki söhreti ise bütün dünyaya yayilmistir.
Batililarin bu konudaki görüslerinden birkaç örnek:
"2 veya 3 celse nadirdir, ekseri davalar bir celsede hükme baglanir." (d'Ohsson, VI, 204-5).
"En mühim davalar, bir saat içinde hükme baglanir. Hüküm, derhal infaz edilir. Avrupa'da oldugu gibi hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri tatbik edilmez." (Sir Paul Ricaut, II, 327).
"XV. asrin sonlarinda Türk adaleti, dünyanin en liberal, sefkatli ve dogru adaleti idi." (Cantacasin,14-5).
Esir olarak birkaç yil için Istanbul'da kalan ve Türkiye'de gördüklerini Ispanya Krali II. Felipe'ye takdim ettigi eserinde anlatan bir Ispanyol müellifinin müsahedeleri, su sekildedir: (Kanuni Devrinde Istanbul, 95-102).
"Türk'ün adaleti, hristiyan olsun, yahudi olsun, müslüman olsun, herkese esit sekilde tatbik edilir. Kadi'nin kürsüsü üzerinde Kur'ân'in yaninda bir haç ve bir Tevrat bulunur. Kadi, hristiyana haçi, yahudiye Tevrat'i öptürerek yemin ettirir.
"Türkiye'de iltimas mektubu geçmez. Adaletlerinin en iyi yani, davalarin kisa sürmesidir. Ispanya'da oldugu gibi, 'nasil olsa dava bitmeyecek' diye hakli taraf, haksiz tarafla uyusmaya mecbur birakilmaz. Gerek kadi mahkemesinde, gerek Divan-i Hümayun'da davalar bitince mübasir: 'Kimin maslahati var?' diye üç defa bagirir. Davalar bitmeden kadi veya kazasker, kürsüden kalkamaz..."
Çag kapatip, çag açan Fatih Sultan Mehmet; çölü, 13 günde geçen, kulagina taktigi küpesiyle kendisini Allah'a köle sayan Yavuz Sultan Selim gibi Allah'in velîsi padisahlarin yönettigi Osmanli Devleti'ne, "hilafetin" ihsan edilmesi bosuna degildir. Misir fethedildikten sonra, Mekke'nin anahtarlarini Sultan'a gönderip, Osmanli devletine itaatini arz eden Mekke emiri, 6 Temmuz 1517'de Mekke ile Medine'deki Emanât-i Mukaddese'yi Selim Han'a sunmustur. Bu emanetlerin en mühimleri, Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) Sancak-i Serifi ile mübarek Hirka-i Saadeti'dir. Günümüzde, Topkapi Sarayi'nda özel bir dairede muhafaza edilmektedir.
Dünya yeniden yeserecek, filizlenecek ve çiçek açacaktir. Buhranlarin, zorbaliklarin sonu gelecektir. ÇÜNKÜ OSMANLI, GERI GELECEKTIR.
Yunus Emre, Osmanli'nin tohumlarini Anadolu'ya ekerken buyurmustur:
"Halet ile bana bir hal göründü.
Bir yesil sancakli sultan göründü.
Gözümün gördügünü söylerim size.
Bir yesil sancakli sultan göründü."
Hamd ve sükür Rabbimize, salât ve selâm Peygamber Efendimiz'e, hürmet ve muhabbet, Livay-i Hamd Sancagi'nin sahibi Mehdi Hazretleri'ne...
Selâm; bu sancagin altinda toplanacak Yeni Osmanlilar'a olsun.
Devlet-i Ebed Müddet'in kurulusunun 704. yili herkese kutlu olsun!
(mihr dergisinden alıntı)
Osmanli Devleti, Islâmiyet'in emrettigi sekilde, farkli dîn ve milletlere mensup çesitli unsurlar arasinda, saglam bir ahenk tesis etmistir. Böylece genis insan topluluklari nezdinde sosyal adaleti kurmakla, dünya tarihinde kudretli ve cihansümûl bir siyasî varlik göstermistir. Osmanli sultanlarinin idealleri, kendi tabirleri ile "Nizâm-i Âlem" fikri üzerinde toplaniyor ve devletin hikmet-i vücudu; millî, Islâmî ve insanî esaslara bagli, bir cihan hakimiyeti düsüncesine dayaniyordu.
Endonezya'dan Ispanya'ya, Kirim'dan Yemen'e kadar müslüman milletlerin hâmiligini yapan Osmanlilar, daima mazlumlarin yaninda yer almislar, fethettikleri yerlere, hizmetin en üstününü götürmüslerdir. Büyüklügü, bütün hasletleri üzerinde tasiyan Türk ordusunun fethettigi bir hristiyan köyünde, ayni gün aç ve açikta olan kalmaz, kimsesi olmayan dul kadina o gün as çikar, giyecek ve barinak temin edilirdi. Bu sebeple, hristiyan âlemi, atalarimiz Osmanli Türkünü, daima kurtarici olarak karsilamistir.
Osman Gazi'nin: "Gayemiz, kuru bir cihangirlik davasi degildir." seklindeki son sözleri, bütün sultanlara rehber olmus, bu vasiyetten ayrilmamak için gayret sarfetmislerdir.
Ölüm döseginde kendisine: "Simdi Allah'la olmak zamanidir." diyen lalasina: "Lala, Lala! Sen simdiye kadar bizi kiminle sanirdin?" diyen sultani yetistiren îmân, ahlâk, ideal ve yüksek fikri iyi tanimak, derinden kavramak lâzimdir.
Devletin çekirdegi hiç süphesiz, Ertugrul Gazi'nin 1231'de Sakarya boyunda yurt tutmasi ile tesekkül etmistir. Anadolu Selçuklulari'ndan sonra hizmet nöbeti, Kayi Boyu'na geçmistir.
Altinordu Prensi Nogay Han'in hizmetinde, Dobruca'da binlerce talebesi ile faaliyet göstermis olan meshur Saltuk (Saltik) Baba'nin halifesi Tokatli Barak Baba, Rumeli'nden Iran'a gitmis, Il-Han Gazan tarafindan büyük iltifat görmüstü. Horasanli Tapduk (Tapdik) Emre ile Azerbaycanli Geyikli Baba, Bati Anadolu'da Allah yolunda faaliyette idiler. Yunus Emre, Tapduk Emre'nin vekilidir ve 1320'de yani Osman Gazi'nin ölümünden 4 yil önce ölmüstür. Yunus, Tapduk Emre'nin, o Barak Baba'nin o da Sari Saltik Baba'nin halifeleridir.
Türkistan erenlerinin faaliyeti Osmanli Devleti'nin kurulmasinda mühim yer isgal eder. Mogollarin Türkistan'i istilâsi sirasinda, batiya dogru kaçan yüzlerce gruptan birinin de, Kayi Boyu'ndan Ertugrul Gazi'nin asireti oldugu tahmin edilmektedir. Istilâdan, Mogollarin henüz ulasamadiklari Anadolu'ya gelen bu Türkmenler, Selçuklular tarafindan kabul edilip batiya yerlestiriliyorlar ve baslarindaki reislerine "uç beyi" deniliyordu. Adlarina "Horasan Erenleri" denen tarikat ehli velîler, uç beylikleri arasinda dolasarak sohbet edip, insanlari Allah yoluna çagiriyorlardi. Göçebe kitlelerin çogu, bu erenlere samimiyetle baglaniyorlardi.
Seyh Edebali, Ahmet Yesevi'nin Uzaksark'ta yetistirip, mürsid, muallim, mübellig olarak Bati Türklügü'ne gönderdigi Horasan erenleri zincirindendir.
Kayi Boyu'nun basi Ertugrul Gazi, evliyalara büyük hürmeti olan tasavvuf ehli bir kisidir. Oglu Osman Gazi'ye vasiyet etmis:
"Bak Ogul;
Beni kir, Seyh Edebali'yi kirma. O bizim Boyumuz'un isigidir. Terazisi dirhem sasmaz. Bana karsi gel, ona karsi gelme! Bana karsi gelirsen üzülür, incinirim. O'na karsi gelirsen gözlerim sana bakmaz, baksa da görmez olur. Sözümüz Edebali için degil, sencegiz içindir. Bu dediklerimi vasiyetim say!..." demistir.
Allah'in bir büyük evliyasi olan Seyh Edebali'nin talebesi Osman Gazi, bir gün dergâhta uykuya dalar. Rüyasinda Seyh Edebali 'nin gögsünden bir ay çikip kendi gögsüne girdigini ve gögsünden bir büyük agacin bitip dallarinin âlemi kapladigini, altindan birçok nehirlerin çikip insanlarin sularindan istifade ettigini görür.
Seyh Edebali, Allah'in kendisine bildirmesiyle biliyordu ki; Osman Bey'in kuracagi devlet, teslim dînini bütün dünyaya yaymak için yasayacak, âleme nizam verecek, Allah için savasacakti.
Seyh Edebali, bu güzel rüyayi duyunca söyle tabir eder:
"Sen Ertugrul Gazi Oglu Osman, babandan sonra bey olacaksin. Kizim Mal Hatun'la evleneceksin. Benden çikip sana gelen nur budur. Sizin asil ve temiz soyunuzdan nice padisahlar gelecek, onlar nice devletleri bir çati altinda toplayacaklar. Allahû Tealâ, nice insanin huzur ve saadete kavusmasina, Islâm dîni ile sereflenmesine, senin soyunu vesile edecektir."
Bu devletin temelini atma vakti geldigi zaman Seyh Edebali mübarek eliyle bizzat Osman Bey'e kiliç kusatir ve söyle vasiyet eder:
"Ey ogul, artik Bey'sin! Bundan sonra öfke bize, uysallik sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hos görmek sana. Anlasmazliklar bize, adalet sana. Haksizlik bize, bagislamak sana.
Ey ogul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Sunu da unutma ve insani yasat ki; devlet yasasin. Ey ogul! Isin agir, isin çetin. Allah yardimcin olsun!"
Osman Bey adina okunan ilk hutbenin besmelesini de kendisi çekip, dervislerini Anadolu'nun her tarafindaki Türk boylarina yollar.
"Demirci, kalayci, örscü, marangoz ve sanat erbabi herkes köy köy dolasacak, Türk boylari arasina dagilip, boylari kendi içlerinden fethedecektir. Böylece yillardir Türk boylari arasinda süren kavgalar, boylarin Osman Bey'in buyrugu altina girmesiyle son bulacaktir."
Seyhlerinden bu emri alan dervisler, köy köy dolasmis birlige çagirmislar, kardeslige çagirmislar, Allah'a teslime çagirmislardir. Yillardir Türk boylari arasinda süren kavgalar, Osman Bey'in buyrugu altinda son bulmustur. "Devlet-i Ebed Müddet" iste bu, kalbinde îmân yazili evliyalarin elinde, insanlari huzura ulastirmak, insanlari Allah'a teslim olmaya ulastirmak, insanlarin Allah'a ulasmalarina vesile olmak için, Allah için kurulmustur.
Dört yüz çadirla, Türkiye-Selçuklu-Bizans hududuna yerlestirilen Kayi Asireti, 1299'da Osman Gazi'nin adina izafeten, Osmanli Devleti haline geldi. Osman Gazi, Islâm dîninin esaslarini, Türk örfünü, teskilât ve müesseselerini safha safha yerlestirip, mükemmellestirdi. Vefati sirasinda, kendisinden sonra devletin topraklarini alti misli büyütecek olan oglu Orhan Gazi'ye vasiyeti, dikkate sayandir:
"Allahû Tealâ'nin emirlerine muhalif bir is eylemeyesin! Bilmedigini seriat ulemasindan sorup anlayasin. Iyice bilmeyince bir ise baslamayasin. Sana itaat edenleri hos tutasin! Askerine in'âmi, ihsani eksik etmeyesin ki; insan ihsanin kulcagizidir. Zalim olma! Âlemi adaletle senlendir ve Allah için cihadi terketmeyerek beni sâd et! Ulemaya riayet eyle ki; seriat isleri nizam bulsun! Nerede Allah'in bir evliyasi söz konusuysa, ona ragbet, ikbal ve hilm göster! Askerine ve malina gurur getirip Allah'in velî mürsidlerinden uzaklasma. Bizim meslegimiz Allah yoludur. Ve maksadimiz Allah'in dînini yaymaktir. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik davasi degildir. Sana da bunlar yarasir. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket islerini noksansiz gör! Hepinizi Allahû Tealâ'ya emanet ediyorum!"
Osmanli, Peygamber Efendimiz ve sahâbeden sonra, Kur'ân'daki Islâm'i, gerçek anlamda yasayan ikinci topluluk olmustur.
Allah ve Resûl'üne itaati en üst boyutta yasayan Osmanli, edebin timsali olmustur. Yükselme Devri boyunca, padisahtan baslayarak herkes Allah'in dostudur. Basta Allah, Allah'a bagli mürsid, mürside yüzde yüz bagli padisah; Allah'in padisahidir. Allah'in vahyiyle yönetilmesi; devleti, Nizâm-i Âlem olmaya ulastirmistir.
Nizam-i Âlem; âleme nizam veren Osmanli, dünyanin düzeni kendisinden sorulan, kim yardim istemisse yardimina kosan, nerede Islâm'a karsi bir saldiri olmussa orada yerini alan, ülkelerin zor duruma düstüklerinde müracaat ettikleri, Allah için var olan, Allah için yasayan bir devletti.
Fethedilen topraklarda Türkler, bilhassa sehirlere yerlesirlerdi. Eger sehir, sulhan teslim olursa, Islâm hukukuna göre, ahalisi hiçbir sekilde rahatsiz edilemezdi. Eger harben alinmissa, Türk kumandaninin takdir ve emrine göre, hristiyanlar cezalandirilirdi.
Sulhan alinan sehrin, yalniz en büyük kilisesi camiye tahvil edilir (Buna karsi hristiyanlara yeni bir mabet insa etme izni verilirdi.), baska bir sekilde hristiyanlarin menfaatlerine dokunulmazdi. Sehir düser düsmez, kale üzerinden ezanlar okunur, müteakiben, ilk cuma günü camiye tebdil edilmis kilisede namaz kilinip, padisahin adi hutbede anilir; bu muvaffakiyeti müyesser ettiginden dolayi Allah'a sükürler edilirdi.
Türk idaresinde yasayan yerli ve hemen hepsi hristiyan (çogu ortodoks mezhebinden) ahaliye gelince; bunlar, büyük müsamaha içerisinde hayatlarina devam ederlerdi. Harb halinde iken, hristiyanlar ile meskûn Türk topraklarindan geçen Türk askerlerinin, ahaliyi herhangibir suretle rahatsiz etmesi, idam ile cezalandirilirdi. Bu titizlik, çok kere Türk askeri, düsman topraginda iken de gösterilirdi. Kanuni devrinde, atini bir hristiyanin tarlasina birakip, ekini yedirten bir yeniçerinin idami meshurdur. Sulh zamaninda ise, hristiyan, haksizlik gördügü Türk'ü kadiya sikâyet etmek suretiyle hakkini elde ederdi. Dînî hiçbir müdahale ve tazyik yapilamazdi.
Hakk için halk ile, Halk için Hakk ile düsturundan yola çikan Osmanli, bir vakif medeniyetidir! Bir kisi, mülkiyetine sahip oldugu menkul ve gayri-menkul mallardan bir kismini veya onlarin tamamini, Allah'in rizasini kazanma niyetiyle, halkin herhangibir ihtiyacini gidermek üzere dînî, hayrî ve içtimaî bir gayeye müebbeden tahsis ederse, malini vakfetmis yani bir vakif müessesesi kurmus olurdu. Bu davranisin arkasinda, herhangibir mecburiyet veya zorlama degil; fakat insanliga karsi ferdî sorumluluk hissi, vicdanî bir hizmet duygusu, diger bir ifadeyle baskalari için yasamak, iyilik, sefkat, yardimlasma, dayanisma, herhangibir insani veya baska bir canliyi maddî ve manevî açidan huzura kavusturma yolunda haz duyma ve bu degerleri kendisine ilke edinmis kisinin hür iradesi yatmaktadir.
Alinteriyle kazanilan mal varligindan bir kisminin veya tamaminin, baska insanlarin ihtiyaçlarini gidermek üzere vakfedilmeleri konusunda ise Balkanlardan Türkistan'a kadar, Türkler tarafindan kurulmus vakiflarin vakfiyelerinde, genellikle "gönül hoslugu ile ödünç vermek", "Allah yolunda (fî sebîlillâh) mal harcamak (infâk)", malini akrabaya, yetimlere, yoksullara vermek (i'ta)", "fakiri beslemek (it'am)", "sadaka vermek" ve özellikle "hayirlarda yarismak" gibi Kur'ân mefhumlarini esas almistir.
Bu noktada, önemle isaret etmek istedigimiz diger bir konu, Osmanli Cihan Imparatorlugu'nun o günkü iletisim vasitalari ile misyonunu insanlara nasil anlatabildigidir.
Osmanlica denen bir imparatorluk dili olusturulmustur. Bu dilin karakteristik özellikleri, Arapça kelimelerin hepsinin Kur'ân kökenli olmasi, Çin'den Adriyatik'e kadar bütün topluluklarin, müsterek kullandiklari dil haline gelmesidir. En ufak bir kiskanma ve haset duygusu duymadan, Farsça'dan, Romence'den, Slav dillerinden, Rumca'dan, Ermenice'den, Yunanca'dan, Süryanice'den hatta Rusça'dan ve Imparatorlugun içindeki hemen bütün etnik lisanlardan kelimeler alarak bir Cihan Lisani vücuda getirmislerdir.
Her alanda mürsidine tâbî insanlarin olusturdugu bir teskilâtlanma sistemi, Osmanli'yi Devlet-i Âliye (Yüksek Devlet) haline getirmistir.
Lonca teskilâtina çevrilen ahilik teskilâtina, tasavvufa girmeden girilemezmis. Her sanatkâr, isini mübarek tutar; insanlara yaptigi hizmetin, aslinda Allah'a yapildigini bilirmis. En saglam mali yapabilmek, en güzel hizmeti verebilmek, yaptigi isi en iyi sekilde yapabilmek için emek verirlermis. Esnaf ustalari, islerinin kalitesiz olmasina, bozuk is çikmasina asla razi olmazlarmis. Bir çocuk bir ise, bir sanata verilmek istenirse; önce mutlaka mürside tâbî olmasi gerekirmis. Mürside tâbî olmadan çirak, ruhunu Allah'a ulastirmadan kalfa ve daimî zikir sahibi olmadan usta olunamazmis.
Insanoglunun üstüne günes dogmaz, her seher vaktinde, sehrin serin sokaklari, bir anda birbirini Allah'in selâmiyla, muhabbetle selâmlayan, birbirine dua eden, güleryüzlü insanlarla dolarmis. Çiftçi, isçi, esnaf, memur ayni taragin disleri gibi esit, ayni duvarin taslari gibi birbirine kenetlenmis olarak; ne yerli, ne yabanci, kimsenin gurbetlik çekmedigi, dükkânini besmeleyle açan esnafin, kendisi siftah ettikten sonra gelen müsteriyi siftah etmeyen komsusuna gönderdigi sehirlerde yasarlarmis.
Allah'in evliyasi olan ustalarin elinden çikan kök boyalarla yapilan kumaslarin, hâlâ renklerini ilk günkü gibi korudugunu görüyoruz. Lagârî Hasan Çelebi tarafindan bes yüz yil önce füze yapilabiliyor. Hezarfen Ahmet Çelebi, Galata Kulesi'nden Üsküdar'a uçmayi basarabiliyor. Pirî Reis'in haritasi, dünyanin son teknolojisiyle Kahire'nin 30 km. yüksekliginden, uzaydan çekilen bir fotografla ayni olabiliyor. Erzurumlu Ibrâhîm Hakki Hazretlerine "Biz uzayi, Tillo'nun sokaklarindan daha iyi biliriz." deme imkânini, Allah veriyor.
Osmanli askerî teskilâtinda, önemli bir yer olusturan Yeniçeri Ocagi'na, hiçbir acemi oglan bir mürside bagli olmadan adim atamaz, Allah'in velâyet mertebesine ulasamayan subay olamaz, daimî zikir sahibi olmayan kisi pasa olamazdi. Dünyanin her yerindeki insanlara huzuru ulastirmak; teslim dînini yaymak; Allah'i tanitmak için; i'lay-i kelimetullah için savasilmis; her yeniçeri göklerin ordularina katilabilmek serefine ulasmak için, zikirlerle ileriye atilmistir.
Herbiri en az üç yabanci dili, ana dili gibi konusan; öncü, gönüllü, kelle koltukta çok süratli ve seri hareket eden akincilar, silâhi en iyi kullanan; canini pervasizca, yüzlerce defa ortaya atan insanlardi.Hayatlarini Allah'a vakfeden akincilara, fedai, dalkiliç, serdengeçti, deli diye de hitap edilirdi. Nasibi olanlar, ak sakal birakincaya kadar yasar; kimiyse yirmi yaslarinda sehit olurlardi. Kara ordulari böyle olan Osmanli'da, deryada da durum ayni idi. Osmanli ordusu, Allah'in yardimini da alarak zamanin getirdigi bütün teknikleri kullanmistir. Yavuz Sultan Selim ve ordusu, dünya üzerinde çölü 13 gün gibi kisa bir sürede geçebilmis tek ordudur. Savas stratejisini dünyaya ögreten Osmanli'ya, Preveze Deniz Savasi'nda gemilerin bordasina "Allah, rüzgârlari diledigi zaman baska istikametlerden estirir." âyetini yazdiran ve onlari muzaffer kilan, Allah'tir.
Esnafiyla, ordusuyla ve halkiyla tasavvufu yasayan Osmanli, adaletiyle bütün dünyaya örnek olmustur. Osmanli kadilari, adaletin atesten bir gömlek oldugunu en iyi idrak eden insanlardi. Onlarin gözünde, Allahû Tealâ'nin karsisinda, adalet açisindan herkes esitti. Eger bir padisah, halktan herhangibir kisinin hakkini haleldar etmisse; o hakki, hakkin sahibine iade etmek, kadilarin temel göreviydi. Oysa ki Avrupa'da, asillerle halk arasinda bir uçurum vardi. Eger bir asil yolda giderken kazara, halktan birini atiyla çignemisse, onun hesabini kimseye vermeye gerek görmezdi. Osmanli'da da asiller vardi. Beyler, Beylerbeyleri, asaletin temsilcileri; ama konu adalete geldigi zaman padisahla, beylerle, beylerbeyleriyle, halk arasinda en ufak bir farklilik gözetilmezdi.
Osmanli düzeninde, hemen tevzî edilmeyen adalet, adaletsizlik sayilirdi. Osmanli adaletinin bu husustaki söhreti ise bütün dünyaya yayilmistir.
Batililarin bu konudaki görüslerinden birkaç örnek:
"2 veya 3 celse nadirdir, ekseri davalar bir celsede hükme baglanir." (d'Ohsson, VI, 204-5).
"En mühim davalar, bir saat içinde hükme baglanir. Hüküm, derhal infaz edilir. Avrupa'da oldugu gibi hükmü geciktirecek oyunlardan hiçbiri tatbik edilmez." (Sir Paul Ricaut, II, 327).
"XV. asrin sonlarinda Türk adaleti, dünyanin en liberal, sefkatli ve dogru adaleti idi." (Cantacasin,14-5).
Esir olarak birkaç yil için Istanbul'da kalan ve Türkiye'de gördüklerini Ispanya Krali II. Felipe'ye takdim ettigi eserinde anlatan bir Ispanyol müellifinin müsahedeleri, su sekildedir: (Kanuni Devrinde Istanbul, 95-102).
"Türk'ün adaleti, hristiyan olsun, yahudi olsun, müslüman olsun, herkese esit sekilde tatbik edilir. Kadi'nin kürsüsü üzerinde Kur'ân'in yaninda bir haç ve bir Tevrat bulunur. Kadi, hristiyana haçi, yahudiye Tevrat'i öptürerek yemin ettirir.
"Türkiye'de iltimas mektubu geçmez. Adaletlerinin en iyi yani, davalarin kisa sürmesidir. Ispanya'da oldugu gibi, 'nasil olsa dava bitmeyecek' diye hakli taraf, haksiz tarafla uyusmaya mecbur birakilmaz. Gerek kadi mahkemesinde, gerek Divan-i Hümayun'da davalar bitince mübasir: 'Kimin maslahati var?' diye üç defa bagirir. Davalar bitmeden kadi veya kazasker, kürsüden kalkamaz..."
Çag kapatip, çag açan Fatih Sultan Mehmet; çölü, 13 günde geçen, kulagina taktigi küpesiyle kendisini Allah'a köle sayan Yavuz Sultan Selim gibi Allah'in velîsi padisahlarin yönettigi Osmanli Devleti'ne, "hilafetin" ihsan edilmesi bosuna degildir. Misir fethedildikten sonra, Mekke'nin anahtarlarini Sultan'a gönderip, Osmanli devletine itaatini arz eden Mekke emiri, 6 Temmuz 1517'de Mekke ile Medine'deki Emanât-i Mukaddese'yi Selim Han'a sunmustur. Bu emanetlerin en mühimleri, Peygamber Efendimiz'in (S.A.V) Sancak-i Serifi ile mübarek Hirka-i Saadeti'dir. Günümüzde, Topkapi Sarayi'nda özel bir dairede muhafaza edilmektedir.
Dünya yeniden yeserecek, filizlenecek ve çiçek açacaktir. Buhranlarin, zorbaliklarin sonu gelecektir. ÇÜNKÜ OSMANLI, GERI GELECEKTIR.
Yunus Emre, Osmanli'nin tohumlarini Anadolu'ya ekerken buyurmustur:
"Halet ile bana bir hal göründü.
Bir yesil sancakli sultan göründü.
Gözümün gördügünü söylerim size.
Bir yesil sancakli sultan göründü."
Hamd ve sükür Rabbimize, salât ve selâm Peygamber Efendimiz'e, hürmet ve muhabbet, Livay-i Hamd Sancagi'nin sahibi Mehdi Hazretleri'ne...
Selâm; bu sancagin altinda toplanacak Yeni Osmanlilar'a olsun.
Devlet-i Ebed Müddet'in kurulusunun 704. yili herkese kutlu olsun!
(mihr dergisinden alıntı)