Geçmişteki tutumu ile küresel iklim politikalarına damga vuran Donald Trump, yeniden siyasetin ön saflarında belirdi. Bu durum, Paris İklim Anlaşması’ndan çıkış kararından sonra başlayan "ABD iklim izolasyonu" dönemini hatırlatan bir deja vu etkisi yaratıyor. Ancak asıl soru şu: Dünya bu kez Trump’ın yeni döneminde küresel ısınma gibi bir küresel tehditle nasıl mücadele edecek?
Trump’ın önceki başkanlık dönemi, sadece Paris Anlaşması’ndan çekilmekle sınırlı kalmadı. 2017 yılında Temiz Güç Planı’nı iptal ederek kömür sektörüne yeşil ışık yaktı, otomobil üreticilerinin yakıt verimliliği standartlarını gevşetti ve petrol çıkarma faaliyetlerini koruma altındaki doğal alanlarda artırmak için yeni düzenlemeler yaptı. Alaska’daki Arctic National Wildlife Refuge’ta sondaj çalışmalarına izin verilmesi, çevre koruma politikalarının bir kez daha ekonomi uğruna feda edilmesinin simgesi haline geldi. Trump, bilimsel araştırmaları küçümseyerek, ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) gibi kurumların fonlarını kesti ve çalışanları üzerinde baskı oluşturdu. Hatta iklim değişikliğini "Çin’in uydurduğu bir oyun" olarak nitelendirerek, bilim karşıtı söylemleriyle iklim kriziyle mücadele çabalarına darbe vurdu.
Yeni bir Trump dönemi, küresel iş birliğine daha büyük zararlar verecektir. Dünya 1.5°C sınırını korumaya çalışırken ABD’nin bu mücadelede liderliği bırakması, gelişmekte olan ülkelerin mevcut taahhütlerini sorgulamasına neden olabilir. Örneğin, Hindistan gibi hızlı sanayileşen ülkeler, "Gelişmiş ülkeler emisyon azaltımında samimi değilken biz neden kalkınma hedeflerimizden vazgeçelim?" diyebilir. Fosil yakıtlara olan bağımlılığını henüz kıramamış olan Güneydoğu Asya ülkeleri, ABD’nin bu yönde attığı adımları örnek alarak kömür kullanımını artırabilir. Afrika ülkeleri ise iklim finansmanı ve teknoloji transferi vaatlerinin azalmasıyla birlikte, bölgedeki kayıp ve hasar fonu kapsamında korunmasız bölgelerdeki projeler askıya alabilir. Bu tür bir domino etkisi, sadece iklim krizini değil, küresel ekonomik eşitsizlikleri de daha derinleştirebilir.
Ancak bu senaryoda umut tamamen kararmış değil. ABD’nin federal hükümeti iklim politikasında geriye düşse bile, Trump’ın etkisinin sınırlı kalacağı alanlar da var. Kaliforniya gibi eyaletlerin bağımsız karbon nötr hedefleri ve Apple, Microsoft gibi dev şirketlerin yeşil enerjiye yönelmesi, ABD içinde çevre politikalarını bir nebze dengeleyebilir. Yine de bu çabaların bireysel düzeyde yetersiz kalacağı bir gerçek. Küresel ölçekte bir mücadele, sadece birkaç eyalet veya şirketin adımlarına bırakılamaz.
Bu noktada mesele Trump’ın kim olduğu değil, iklim krizinin ne kadar büyük bir tehdit olduğudur. Bizler, ülkeler, şirketler ve bireyler olarak tek bir kişinin politikalarını sadece seyretmek yerine, kolektif hareketin gücüne inanmalıyız. Kimi zaman büyük hedeflere ulaşmak için küçük adımlarla başlamak gerekir; ancak dünyayı kurtarmak için adımlarımızı hızlandırmanın vakti çoktan geldi. Unutmayalım ki bu gezegen, yanlış politikaların değil, doğru eylemlerin ayakta tutacağı bir evdir.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Trump’ın önceki başkanlık dönemi, sadece Paris Anlaşması’ndan çekilmekle sınırlı kalmadı. 2017 yılında Temiz Güç Planı’nı iptal ederek kömür sektörüne yeşil ışık yaktı, otomobil üreticilerinin yakıt verimliliği standartlarını gevşetti ve petrol çıkarma faaliyetlerini koruma altındaki doğal alanlarda artırmak için yeni düzenlemeler yaptı. Alaska’daki Arctic National Wildlife Refuge’ta sondaj çalışmalarına izin verilmesi, çevre koruma politikalarının bir kez daha ekonomi uğruna feda edilmesinin simgesi haline geldi. Trump, bilimsel araştırmaları küçümseyerek, ABD Çevre Koruma Ajansı (EPA) gibi kurumların fonlarını kesti ve çalışanları üzerinde baskı oluşturdu. Hatta iklim değişikliğini "Çin’in uydurduğu bir oyun" olarak nitelendirerek, bilim karşıtı söylemleriyle iklim kriziyle mücadele çabalarına darbe vurdu.
Yeni bir Trump dönemi, küresel iş birliğine daha büyük zararlar verecektir. Dünya 1.5°C sınırını korumaya çalışırken ABD’nin bu mücadelede liderliği bırakması, gelişmekte olan ülkelerin mevcut taahhütlerini sorgulamasına neden olabilir. Örneğin, Hindistan gibi hızlı sanayileşen ülkeler, "Gelişmiş ülkeler emisyon azaltımında samimi değilken biz neden kalkınma hedeflerimizden vazgeçelim?" diyebilir. Fosil yakıtlara olan bağımlılığını henüz kıramamış olan Güneydoğu Asya ülkeleri, ABD’nin bu yönde attığı adımları örnek alarak kömür kullanımını artırabilir. Afrika ülkeleri ise iklim finansmanı ve teknoloji transferi vaatlerinin azalmasıyla birlikte, bölgedeki kayıp ve hasar fonu kapsamında korunmasız bölgelerdeki projeler askıya alabilir. Bu tür bir domino etkisi, sadece iklim krizini değil, küresel ekonomik eşitsizlikleri de daha derinleştirebilir.
Ancak bu senaryoda umut tamamen kararmış değil. ABD’nin federal hükümeti iklim politikasında geriye düşse bile, Trump’ın etkisinin sınırlı kalacağı alanlar da var. Kaliforniya gibi eyaletlerin bağımsız karbon nötr hedefleri ve Apple, Microsoft gibi dev şirketlerin yeşil enerjiye yönelmesi, ABD içinde çevre politikalarını bir nebze dengeleyebilir. Yine de bu çabaların bireysel düzeyde yetersiz kalacağı bir gerçek. Küresel ölçekte bir mücadele, sadece birkaç eyalet veya şirketin adımlarına bırakılamaz.
Bu noktada mesele Trump’ın kim olduğu değil, iklim krizinin ne kadar büyük bir tehdit olduğudur. Bizler, ülkeler, şirketler ve bireyler olarak tek bir kişinin politikalarını sadece seyretmek yerine, kolektif hareketin gücüne inanmalıyız. Kimi zaman büyük hedeflere ulaşmak için küçük adımlarla başlamak gerekir; ancak dünyayı kurtarmak için adımlarımızı hızlandırmanın vakti çoktan geldi. Unutmayalım ki bu gezegen, yanlış politikaların değil, doğru eylemlerin ayakta tutacağı bir evdir.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.