Bir grup üniversiteli arkadaşla son günlerdeki hareketli gündem üzerine konuşurken söz “ne yapabiliriz ki?” sorusuna takıldı. Çoğu arkadaşım tek başına bireyin hiçbir şey yapamayacağını, suya sabuna el sürmek bir kenara, bu konular hakkında konuşmanın dahi zaman kaybı olduğunu ileri sürdü. Gençliğin genelinde böyle bir umutsuzluk söz konusudur. Bu durum karşısında bireyin neler yapabileceğini irdelemek istedim.
Çeşmelerden bardağı
Doldurmadan kor isen
Bin yılda dahi beklesen
Kendi dolası değil.
Yunus Emre
Bu şiir ve Anadolu ozanlarının bunun gibi diğer şiirleri Kurtuluş Savaşı’nı kazanmamızı sağlayan kaynağı işaret etmektedir.
Bu şiir bireyin ne anlama geldiğini anlatıyor. Birey dünyayı değiştirme gücünü barındırır. Ancak harekete geçmelidir. Yoksa boş bardak gibi anlamsızdır. Bin yıl geçse de boş kalacaktır. Ama o bardağın dolması yine insan unsuru ile mümkündür. Her şeyin temelinde insan vardır. Ancak olaylara, dönemlere müdahale etmeyen, müdahil olmayan insan anlamsızdır.
Kelebek ok yay almış
Ava şikâra çıkar.
Domuzları korkutur.
Ayı başlar kaçmaya.
Bir akçacık karınca
Kırk batman tuz yüklemiş
Gâh yorgalar, gâh seker
Şehre gider satmaya.
Kaygusuz Abdal
Kaygusuz Abdal da bir Anadolu ozanıdır. İmkânsızı şiirleştirmiştir. Bu bence Anadolu insanın olaylara bakışını da örnekliyor. Fransız diplomat Boullion’nun “kağnı kamyonu yener mi hiç?” tahlilini hatırlatıyor. Diplomata göre Türk milleti ve ordusu Yunan ordusu karşısında ancak kamyon karşısındaki kağnı olabilir. Bir kelebeğin ok ve yayla ava çıkması ve domuzları, ayıları korkutması mümkün müdür? Bir karıncanın bu kadar büyük bir kütleyi kaldırması mümkün müdür? Başka bir Anadolu Ozanı ise hamsi balinayı yutar, der. Teşbihte hata yoktur. Biz de Kurtuluş Savaşı’nda böyle değil miydik? Deyim yerindeyse emperyalizmi balinayı yutan hamsi gibi yuttuk, kelebek gibi kovaladık. Savaşı kazandıran esasen işte bu ozanların şiirleri vasıtasıyla aktardığı kültürdür. Bu kültür sayesindedir ki millet bulunduğu duruma bilgece ve sabırla bakabiliyor. Tüm bu birikimi görüp organize edecek liderle Anadolu insanı imkansız görüneni başarmıştır.
Anadolu İnsanı Tarihe Nasıl Bakar?
Tarihe günümüz politikacıları gibi 10 yıllar çerçevesinden değil 500 milyon yıllık çerçeveden bakarsak Cephelerde savaş yönetirken Çalıkuşunu okuyan Atatürk gibi bakmış oluruz, yani maddeci bakmış oluruz. Yağ, peynir dağıtarak seçim hesabı yapmayız. Kaç memuru nereye iltimasla sokacağımızın hesabını yapmayız. Atatürk gibi bakan insan, 500 milyon yıl içinde kendisinin ne denli ufak ve önemsiz olduğunu anlar. Ancak 500 milyon yıl içinde bir tek insanın koca karanlığı bir mum gibi devirebileceğini de bilir. Bunun bir sonucu da diğer insanlarla birlikte önemli olabileceğidir. Diğer insanlar olmazsa bir tek insan hiçtir. Esas olan değiştirme ve dönüştürme iradesini taşımaktır. Atatürk bu bilinçle koca milleti yeniden örgütlemiştir.
Tarihin Kuralları
Her şey değişir. Bir ırmakta iki kez yıkanılamaz. Tüm sertliğine rağmen Granit dahi aşınır. Hayat daima bir akış içindedir. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Örneğin Atatürk diyor ki: “Devrimler yalnızca başlar. Devrimlerin bitmesi diye bir şey yoktur.” Daha açık maddeci bir bakış ise bir doktrin yapmayacağız mı diye soran Yakup Kadri’ye Atatürk’ün “Donar kalırız. Biz hareket halindeyiz.” cevabındadır. Yine Atatürk “Hayat bir ilerleme, bir dinamizm kaynağıdır. İnsan kendini ona uydurmak zorundadır.” Başka bir yerde Atatürk “Devrimler, yapıldığı günlerin anılarıyla yaşatılamaz.” Diyor. Başka bir yerde ise “Devrimin yasalarının tüm yasalardan üstün olduğunu” söylüyor. Yani değişimin her yerde tüm yasaları hiçe sayarak ilerleyeceğini söylüyor. İşte bu bakış açısı maddecidir. Ve tarihe çok geniş bir açıdan bakar. Tarihi bütün olarak kavrar. Devletler için zamanın yüzyıllarla ölçülebileceğini anlar. Şimdiki politikacılar gibi seçim süresinden ibaret görmez. Mercedes Vito olarak rüşvet almaz, vermez de… Yağ ve peynirle seçim hesabı, oy hesabı yapmaz.
Mesela bir kitap vardır: Türkün Ateşle İmtihanı… Denir ki Kurtuluş Mücadelesi yıllarında “Tarih Türkü Ateşle imtihan ediyor.” Bu da tarihi bütün olarak kavramanın sonucudur. Maddeci bir bakış açısının sonucudur. Gelinen noktanın tarihte bir çizgi olacağını görenlerce söylenmiştir. Bir başka söz ise Atatürk’ün İsmet Paşa’ya “ sen orada milletin makûs talihini de yendin.” demesidir. Bu sözü diyebilen kanımca tarihi bin yıllardan gören bir insandır. Tarihi daima bir hareket içinde, değişkenlik içinde gören bir bakış açısıdır.
İşte Türklerin en büyük şansı bu noktada açıklığa kavuşmaktadır. Binlerce yıllık deneyimlerden süzülmüş akıl ve tabii ki sağduyu… Tüm bu birikimi, aklı, sağduyuyu gören bir lider… Sonuç yüzyıla damgası vuran, bir milleti bir anda 300 yıl ileri taşıyan bir devrim… Gerekirse tekrarlanır…
Türkler tarihlerinin her döneminde tarihi değiştirecek “bireyleri” yetiştirmişlerdir. Cumhuriyetin “sorun çözen insan” yetiştirme hedefi işte bu bireylerin sayısını arttırma hedefidir. Bu bireyler yetişecektir. Başka çare yok…
Alıntı yazı.
Çeşmelerden bardağı
Doldurmadan kor isen
Bin yılda dahi beklesen
Kendi dolası değil.
Yunus Emre
Bu şiir ve Anadolu ozanlarının bunun gibi diğer şiirleri Kurtuluş Savaşı’nı kazanmamızı sağlayan kaynağı işaret etmektedir.
Bu şiir bireyin ne anlama geldiğini anlatıyor. Birey dünyayı değiştirme gücünü barındırır. Ancak harekete geçmelidir. Yoksa boş bardak gibi anlamsızdır. Bin yıl geçse de boş kalacaktır. Ama o bardağın dolması yine insan unsuru ile mümkündür. Her şeyin temelinde insan vardır. Ancak olaylara, dönemlere müdahale etmeyen, müdahil olmayan insan anlamsızdır.
Kelebek ok yay almış
Ava şikâra çıkar.
Domuzları korkutur.
Ayı başlar kaçmaya.
Bir akçacık karınca
Kırk batman tuz yüklemiş
Gâh yorgalar, gâh seker
Şehre gider satmaya.
Kaygusuz Abdal
Kaygusuz Abdal da bir Anadolu ozanıdır. İmkânsızı şiirleştirmiştir. Bu bence Anadolu insanın olaylara bakışını da örnekliyor. Fransız diplomat Boullion’nun “kağnı kamyonu yener mi hiç?” tahlilini hatırlatıyor. Diplomata göre Türk milleti ve ordusu Yunan ordusu karşısında ancak kamyon karşısındaki kağnı olabilir. Bir kelebeğin ok ve yayla ava çıkması ve domuzları, ayıları korkutması mümkün müdür? Bir karıncanın bu kadar büyük bir kütleyi kaldırması mümkün müdür? Başka bir Anadolu Ozanı ise hamsi balinayı yutar, der. Teşbihte hata yoktur. Biz de Kurtuluş Savaşı’nda böyle değil miydik? Deyim yerindeyse emperyalizmi balinayı yutan hamsi gibi yuttuk, kelebek gibi kovaladık. Savaşı kazandıran esasen işte bu ozanların şiirleri vasıtasıyla aktardığı kültürdür. Bu kültür sayesindedir ki millet bulunduğu duruma bilgece ve sabırla bakabiliyor. Tüm bu birikimi görüp organize edecek liderle Anadolu insanı imkansız görüneni başarmıştır.
Anadolu İnsanı Tarihe Nasıl Bakar?
Tarihe günümüz politikacıları gibi 10 yıllar çerçevesinden değil 500 milyon yıllık çerçeveden bakarsak Cephelerde savaş yönetirken Çalıkuşunu okuyan Atatürk gibi bakmış oluruz, yani maddeci bakmış oluruz. Yağ, peynir dağıtarak seçim hesabı yapmayız. Kaç memuru nereye iltimasla sokacağımızın hesabını yapmayız. Atatürk gibi bakan insan, 500 milyon yıl içinde kendisinin ne denli ufak ve önemsiz olduğunu anlar. Ancak 500 milyon yıl içinde bir tek insanın koca karanlığı bir mum gibi devirebileceğini de bilir. Bunun bir sonucu da diğer insanlarla birlikte önemli olabileceğidir. Diğer insanlar olmazsa bir tek insan hiçtir. Esas olan değiştirme ve dönüştürme iradesini taşımaktır. Atatürk bu bilinçle koca milleti yeniden örgütlemiştir.
Tarihin Kuralları
Her şey değişir. Bir ırmakta iki kez yıkanılamaz. Tüm sertliğine rağmen Granit dahi aşınır. Hayat daima bir akış içindedir. Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Örneğin Atatürk diyor ki: “Devrimler yalnızca başlar. Devrimlerin bitmesi diye bir şey yoktur.” Daha açık maddeci bir bakış ise bir doktrin yapmayacağız mı diye soran Yakup Kadri’ye Atatürk’ün “Donar kalırız. Biz hareket halindeyiz.” cevabındadır. Yine Atatürk “Hayat bir ilerleme, bir dinamizm kaynağıdır. İnsan kendini ona uydurmak zorundadır.” Başka bir yerde Atatürk “Devrimler, yapıldığı günlerin anılarıyla yaşatılamaz.” Diyor. Başka bir yerde ise “Devrimin yasalarının tüm yasalardan üstün olduğunu” söylüyor. Yani değişimin her yerde tüm yasaları hiçe sayarak ilerleyeceğini söylüyor. İşte bu bakış açısı maddecidir. Ve tarihe çok geniş bir açıdan bakar. Tarihi bütün olarak kavrar. Devletler için zamanın yüzyıllarla ölçülebileceğini anlar. Şimdiki politikacılar gibi seçim süresinden ibaret görmez. Mercedes Vito olarak rüşvet almaz, vermez de… Yağ ve peynirle seçim hesabı, oy hesabı yapmaz.
Mesela bir kitap vardır: Türkün Ateşle İmtihanı… Denir ki Kurtuluş Mücadelesi yıllarında “Tarih Türkü Ateşle imtihan ediyor.” Bu da tarihi bütün olarak kavramanın sonucudur. Maddeci bir bakış açısının sonucudur. Gelinen noktanın tarihte bir çizgi olacağını görenlerce söylenmiştir. Bir başka söz ise Atatürk’ün İsmet Paşa’ya “ sen orada milletin makûs talihini de yendin.” demesidir. Bu sözü diyebilen kanımca tarihi bin yıllardan gören bir insandır. Tarihi daima bir hareket içinde, değişkenlik içinde gören bir bakış açısıdır.
İşte Türklerin en büyük şansı bu noktada açıklığa kavuşmaktadır. Binlerce yıllık deneyimlerden süzülmüş akıl ve tabii ki sağduyu… Tüm bu birikimi, aklı, sağduyuyu gören bir lider… Sonuç yüzyıla damgası vuran, bir milleti bir anda 300 yıl ileri taşıyan bir devrim… Gerekirse tekrarlanır…
Türkler tarihlerinin her döneminde tarihi değiştirecek “bireyleri” yetiştirmişlerdir. Cumhuriyetin “sorun çözen insan” yetiştirme hedefi işte bu bireylerin sayısını arttırma hedefidir. Bu bireyler yetişecektir. Başka çare yok…
Alıntı yazı.