Bu ölümlü dünyada, semavi dinlere inananların pek çoğu ölmeden önce mezar yerini belirler, satın alır. Alamayan da hayal eder sonsuz uykuya dalacağı yeri. Ağaçlar altında, yeşillikler içinde ve hatta manzaralı bir tepede. Bir köyü olan ise şanslıdır; ağaçlar arasında kalmış köy mezarlığıdır vasiyeti. Ağaçların hışırtısı, rüzgârın sesi ile kuş sesleri karışmış, huzur ve huşu içinde. Ama artık çok geçtir. Çünkü mis gibi kokan çam kozalaklarının kokusunu alabilmek için yaşıyor olmak gerekir. Hadi inancınız o yönde olsun, “öldükten sonra da hissediliyor”. Ama tüm bunları hissedebilmek için ağaçların, kuşların yani doğanın var olması gerekiyor.
İstanbul-Validebağ Korusu, Bolu- Gölcük Tabiat Parkı, Artvin-Ardanuç, Antalya-Beycik, Trabzon-Düzköy, Ankara-ODTÜ, Rize-İkizdere, Bartın-Amasra……
Bu liste böyle uzuyor gidiyor… bazıları iktidarın bazıları da zengin iş insanlarının ormansızlaştırmaya çalıştığı yerler buraları. Tam 20 farklı konuda 92 farklı olayda ormanlar insan eliyle yok edilmeye çalışılıyor. Altını çiziyorum insan eliyle… Bu çok önemli; çünkü bütün meselemiz bu zaten. Dünya kaynaklarının insanların yaptıklarıyla tükenmesi, insanların yaptıkları ile dünyanın zarar görmesi “İKLİM KRİZİ” ne neden oluyor.
Başta tropikal yağmur ormanları olmak üzere diğer tüm ormanlar şu açıdan çok önemli.
TEKRAR OLABİLİR AMA BUNU HER YAZIMDA HATIRLATMAK ZORUNDAYIM;
“İklim Krizi”nin sebebi SERA GAZLARININ artmasıdır. Hem de biz insanların yaptıklarıyla. Neydi onlar? fosil yakıtların kullanılması, atıklar, ormansızlaştırma…. Bunlardan bir kaçı
Eğer;
Ormanları hızlı bir şekilde kaybedersek sera gazı artışları nerede duracak bilmiyoruz. Hem insanların yaptıkları ile orman alanlarının azalması, hem değişen iklim şartlarıyla orman yangınlarının çok hızlı şekilde büyümesi ve şiddetlenmesiyle birlikte, orman alanlarını kaybedersek; ne mi olur?
Dünyanın yaşanabilir halde devam edebilmesi için yeryüzünün (havanın değil yeryüzünün) en fazla 1.5 derece ısınmaya toleransı var; bunu iklim uzmanları söylüyor. Ama ormansızlaşma bu hızla devam ederse yeryüzünü sıcaklığının 3 veya 4 derece artışlara çok kısa bir sürede çıkabileceği öngörülüyor.
Yeryüzü sıcaklığı ile ormanların ne alakası var biliyor musunuz? Yeryüzünün ısınmasında, fosil yakıtların kullanılmasından dolayı ortaya çıkan karbondioksitin çok büyük etkisi var. İşte ormanlar bu karbondioksiti yutan alanlardan en önemlisi. Ormanlar olmaz ise karbondioksitin büyük bir miktarı yok olmayacak, yeryüzü daha çok ısınacak ve dünya eski dünya olmayacak. Senin açtığın yeni maden alanlarının, yaptığın tatil köylerinin yada millet bahçelerinin hiçbir anlamı olmayacak; çünkü dünya yaşanamaz bir yer olacak.
İşte o nedenle hepimiz sorumluyuz.
Yanan ormanların yerine falan şirketin yaptığı tatil köylerini, lüks otelleri eleştirirken o tatil köyü ya da lüks otel için sunulan uygun fiyatları ve taksit imkânlarını değerlendirmek bizleri de sorumlu kılıyor maalesef. Biz gitmezsek, siz gitmezseniz onlar gitmez ise kim için yapılacak bu tesisler? Bu elbette işin küçük bir kısmı ama İşte bu birliktelik bilincine ulaşmak gerekiyor. Ve bu bilince ulaşmış insanların var olduğunu bilmek umut veriyor açıkçası.
Köyleri, tarım alanları, geçim kaynakları yok edilmek istenen insanlardan söz ediyorum. Gün geçmiyor ki, ülkenin bir köşesinden vatandaşların çığlığı yükselmesin. Bir yanda, bulundukları yörede ölüm saçan kömürlü termik santrallar, diğer yanda maden aramak isteyenlerin yok ettikleri zeytinlik alanlar, öbür yanda turizm tesisi yapmaya çalışanların talan ettikleri ormanlık alanlar.
Türkiye’nin dağları, taşları, yaylaları, meraları, ormanları maden ruhsatları adı altında satılıyor. Köyler haritadan siliniyor. Toprağı, suyu, havası, verimli tarım alanları her geçen gün daha da kirleniyor, zehirleniyor. Ormansızlaşma diye bir terim oluştu son yıllarda.
Ruhsat sahalarında milyonlarca ağaç ve çalı kesiliyor, yüzbinlerce ton patlayıcı ile dağlar, taşlar dümdüz ediliyor, fosil yakıtlı iş makinalarıyla hava, su ve toprak kirletiliyor ve iklim değişikliğine yol açılarak coğrafya alt üst edilirken tam bir doğa kırımı yaşanıyor.
Türkiye Ormancılar Derneği, orman mühendisleri ve ülkenin bir çok üniversitesinde görev yapan bir çok akademisyen ile birlikte ortak bir çalışma yapmış. “2022 Türkiye’nin Orman Durum Raporu’”nu yazmışlar. Raporun içindeki en ilginç bölümlerden biri HALK MÜCADELESİ..
Mücadele konuları dört ana grupta toplanmış. Bunlar; orman alanlarında ormancılık dışı amaçlar için yapılan tahsisler, ormanlarda ve kentsel yeşil alanlardaki ağaç kesimleri, av turizmi ile alt yapı projeleri/kentsel rant başlıkları altında incelenmiş.. İşte bu mücadele konularından bir kaçı:
Evet çok acı, o bölgenin köylüsü, yerel halkı dünyanın devamını sağlayacak bu alanları korumaya çalışırken karar alıcı konumunda olan hükümet yetkilileri ve özel sermaye denilen zenginler buraları talan etme çabasında.
İşte bu mücadelelerden biri de Akbelen Ormanlarında yapılıyor bu günlerde.. Devlet tarafından işletilen ancak işletme süresi dolmak üzereyken 2014 yılında özelleştirilen termik santrallerin olduğu orman. 35 yıldır vahşi bir şekilde linyit maden işletmeciliği yapılan bu santraller ömrünü tamamlamak ve kapatılmak üzereyken, YK Enerji, işi büyütmeye karar verir ve halkın yüzlerce yıldır tarım yaptığı bağ bahçeleri talan etmeye başlar ancak halk direnişe geçer.
Orada şu anda bir Yaşam Nöbeti tutuluyor, yaklaşık bir yıldır. Kime karşı? Devlet ve özel şirket işbirliğine karşı. Devletin kim olduğunu hepimiz biliyoruz; Özel şirketi de hatırlatalım. Tanıdığımız iki büyük şirketin Limak Holding ve İbrahim Çeçen Holding (IC İÇTAŞ)’ın ortaklığında kurulan YK Enerji (Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş)
5 köyün ortadan kaldırılarak buraya yapılan santrallerin daha da genişlememesi için yöre halkı 3 yıldır diken üzerinde yaşıyor. Ağaçlarının kesilmemesini, zeytinliklerin yok edilmemesini istiyorlar. Geçtiğimiz yıl tam bu sıralar bölgedeki köy halkı, demokratik sivil kuruluşların yardımıyla, toprakları, ağaçları oradaki hayatlarını devam ettirebilmek için “Yaşam Nöbeti” tutmaya başladılar. Çünkü şirket gelip burada ağaçları kesme girişiminde bulundu, üstelik 5 farklı davada hukuki mücadele devam ederken hiçbir hakları olmadan.
Burada, hem yöredeki tarım alanlarının ve zeytin bahçelerinin hem de tarım alanlarıyla linyit madeni arasında kalan 78 ha (yaklaşık 100 futbol sahası alanın ) ormanın (Akbelen Ormanı) yok edilmemesi için mücadele ediliyor. 17 Temmuz’da bir yıllını dolduran mücadelenin yıldönümü sebebiyle geçtiğimiz günlerde çeşitli etkinlikler yapıldı. Nöbet halen devam ediyor.
İktidarların ormanları yok etme konusunda özel sektörle yaptığı iş birlikleri çok eskilere uzanıyor aslında. Türkiye ormanlarının sermayenin hizmetine sunulmasına 1980’li yıllarda başlanmış, fakat 2000’li yıllardan sonra bu süreç oldukça hızlanmış. Ormancılık mevzuatı ve örgüt yapısı günden güne değiştirilerek ormancılık çalışmaları istenilen kalıba sokulmaya çalışılırken, ülkenin birçok yerinde demokratik kitle örgütleri ve yerel halk, orman katliamlarına karşı “ormanı devletten ve özel sektörden koruma” mücadelesini sürdürmeye devam ediyor. Eskiden devlet ormanları halkın baskısından korumaya çalışırken, artık halkın ormanları devletten korumaya çalıştığını görüyoruz.
Hükümet desteğinde özel sektör tarafından yapılan ormansızlaştırma ve yeşil alanları yok etme faaliyetleri, sanki insanlar zenginleştikçe, koltuk makam mevki sahibi oldukça yeşilden, ormandan, doğadan nefret etme oranı artıyor algısı yaratıyor.
Ve aklıma bir soru geliyor. O zeytin ağaçlarını köklerinden koparırken, onlarca, yüzlerce yıl o topraklara kök salmış yaşlı yaşlı ulvi ağaçların gücünden korkmuyorlar mı acaba?
“Bir sabah kahvaltı yaparken o zeytin tanesinin çekirdeği boğazıma takılır mı? “diye düşünmezler mi bu insanlar, ne dersiniz?
İstanbul-Validebağ Korusu, Bolu- Gölcük Tabiat Parkı, Artvin-Ardanuç, Antalya-Beycik, Trabzon-Düzköy, Ankara-ODTÜ, Rize-İkizdere, Bartın-Amasra……
Bu liste böyle uzuyor gidiyor… bazıları iktidarın bazıları da zengin iş insanlarının ormansızlaştırmaya çalıştığı yerler buraları. Tam 20 farklı konuda 92 farklı olayda ormanlar insan eliyle yok edilmeye çalışılıyor. Altını çiziyorum insan eliyle… Bu çok önemli; çünkü bütün meselemiz bu zaten. Dünya kaynaklarının insanların yaptıklarıyla tükenmesi, insanların yaptıkları ile dünyanın zarar görmesi “İKLİM KRİZİ” ne neden oluyor.
Başta tropikal yağmur ormanları olmak üzere diğer tüm ormanlar şu açıdan çok önemli.
TEKRAR OLABİLİR AMA BUNU HER YAZIMDA HATIRLATMAK ZORUNDAYIM;
“İklim Krizi”nin sebebi SERA GAZLARININ artmasıdır. Hem de biz insanların yaptıklarıyla. Neydi onlar? fosil yakıtların kullanılması, atıklar, ormansızlaştırma…. Bunlardan bir kaçı
Eğer;
Ormanları hızlı bir şekilde kaybedersek sera gazı artışları nerede duracak bilmiyoruz. Hem insanların yaptıkları ile orman alanlarının azalması, hem değişen iklim şartlarıyla orman yangınlarının çok hızlı şekilde büyümesi ve şiddetlenmesiyle birlikte, orman alanlarını kaybedersek; ne mi olur?
Dünyanın yaşanabilir halde devam edebilmesi için yeryüzünün (havanın değil yeryüzünün) en fazla 1.5 derece ısınmaya toleransı var; bunu iklim uzmanları söylüyor. Ama ormansızlaşma bu hızla devam ederse yeryüzünü sıcaklığının 3 veya 4 derece artışlara çok kısa bir sürede çıkabileceği öngörülüyor.
Yeryüzü sıcaklığı ile ormanların ne alakası var biliyor musunuz? Yeryüzünün ısınmasında, fosil yakıtların kullanılmasından dolayı ortaya çıkan karbondioksitin çok büyük etkisi var. İşte ormanlar bu karbondioksiti yutan alanlardan en önemlisi. Ormanlar olmaz ise karbondioksitin büyük bir miktarı yok olmayacak, yeryüzü daha çok ısınacak ve dünya eski dünya olmayacak. Senin açtığın yeni maden alanlarının, yaptığın tatil köylerinin yada millet bahçelerinin hiçbir anlamı olmayacak; çünkü dünya yaşanamaz bir yer olacak.
İşte o nedenle hepimiz sorumluyuz.
Yanan ormanların yerine falan şirketin yaptığı tatil köylerini, lüks otelleri eleştirirken o tatil köyü ya da lüks otel için sunulan uygun fiyatları ve taksit imkânlarını değerlendirmek bizleri de sorumlu kılıyor maalesef. Biz gitmezsek, siz gitmezseniz onlar gitmez ise kim için yapılacak bu tesisler? Bu elbette işin küçük bir kısmı ama İşte bu birliktelik bilincine ulaşmak gerekiyor. Ve bu bilince ulaşmış insanların var olduğunu bilmek umut veriyor açıkçası.
Köyleri, tarım alanları, geçim kaynakları yok edilmek istenen insanlardan söz ediyorum. Gün geçmiyor ki, ülkenin bir köşesinden vatandaşların çığlığı yükselmesin. Bir yanda, bulundukları yörede ölüm saçan kömürlü termik santrallar, diğer yanda maden aramak isteyenlerin yok ettikleri zeytinlik alanlar, öbür yanda turizm tesisi yapmaya çalışanların talan ettikleri ormanlık alanlar.
Türkiye’nin dağları, taşları, yaylaları, meraları, ormanları maden ruhsatları adı altında satılıyor. Köyler haritadan siliniyor. Toprağı, suyu, havası, verimli tarım alanları her geçen gün daha da kirleniyor, zehirleniyor. Ormansızlaşma diye bir terim oluştu son yıllarda.
Ruhsat sahalarında milyonlarca ağaç ve çalı kesiliyor, yüzbinlerce ton patlayıcı ile dağlar, taşlar dümdüz ediliyor, fosil yakıtlı iş makinalarıyla hava, su ve toprak kirletiliyor ve iklim değişikliğine yol açılarak coğrafya alt üst edilirken tam bir doğa kırımı yaşanıyor.
Türkiye Ormancılar Derneği, orman mühendisleri ve ülkenin bir çok üniversitesinde görev yapan bir çok akademisyen ile birlikte ortak bir çalışma yapmış. “2022 Türkiye’nin Orman Durum Raporu’”nu yazmışlar. Raporun içindeki en ilginç bölümlerden biri HALK MÜCADELESİ..
Mücadele konuları dört ana grupta toplanmış. Bunlar; orman alanlarında ormancılık dışı amaçlar için yapılan tahsisler, ormanlarda ve kentsel yeşil alanlardaki ağaç kesimleri, av turizmi ile alt yapı projeleri/kentsel rant başlıkları altında incelenmiş.. İşte bu mücadele konularından bir kaçı:
- İstanbul’un Anadolu yakasında bulunan yaklaşık 35 hektar büyüklüğündeki 1800 lerin başından itibaren saltanat mensuplarının av ve rekreasyon alanı için oluşturulmuş bölgenin millet bahçesine dönüştürülmesi çabası,
- Bir sabah uyandıklarında köylerinde iş makineleri ile karşılaşan kamuoyunda Cengiz İnşaatın İkizdere’de açmaya çalıştığı taş ocağı olarak bilinen, köylü kadınların kolluk kuvvetleri tarafından kimyasal gazlarla engellenmeye çalışıldığı olay.
Evet çok acı, o bölgenin köylüsü, yerel halkı dünyanın devamını sağlayacak bu alanları korumaya çalışırken karar alıcı konumunda olan hükümet yetkilileri ve özel sermaye denilen zenginler buraları talan etme çabasında.
İşte bu mücadelelerden biri de Akbelen Ormanlarında yapılıyor bu günlerde.. Devlet tarafından işletilen ancak işletme süresi dolmak üzereyken 2014 yılında özelleştirilen termik santrallerin olduğu orman. 35 yıldır vahşi bir şekilde linyit maden işletmeciliği yapılan bu santraller ömrünü tamamlamak ve kapatılmak üzereyken, YK Enerji, işi büyütmeye karar verir ve halkın yüzlerce yıldır tarım yaptığı bağ bahçeleri talan etmeye başlar ancak halk direnişe geçer.
Orada şu anda bir Yaşam Nöbeti tutuluyor, yaklaşık bir yıldır. Kime karşı? Devlet ve özel şirket işbirliğine karşı. Devletin kim olduğunu hepimiz biliyoruz; Özel şirketi de hatırlatalım. Tanıdığımız iki büyük şirketin Limak Holding ve İbrahim Çeçen Holding (IC İÇTAŞ)’ın ortaklığında kurulan YK Enerji (Yeniköy Kemerköy Elektrik Üretim ve Ticaret A.Ş)
5 köyün ortadan kaldırılarak buraya yapılan santrallerin daha da genişlememesi için yöre halkı 3 yıldır diken üzerinde yaşıyor. Ağaçlarının kesilmemesini, zeytinliklerin yok edilmemesini istiyorlar. Geçtiğimiz yıl tam bu sıralar bölgedeki köy halkı, demokratik sivil kuruluşların yardımıyla, toprakları, ağaçları oradaki hayatlarını devam ettirebilmek için “Yaşam Nöbeti” tutmaya başladılar. Çünkü şirket gelip burada ağaçları kesme girişiminde bulundu, üstelik 5 farklı davada hukuki mücadele devam ederken hiçbir hakları olmadan.
Burada, hem yöredeki tarım alanlarının ve zeytin bahçelerinin hem de tarım alanlarıyla linyit madeni arasında kalan 78 ha (yaklaşık 100 futbol sahası alanın ) ormanın (Akbelen Ormanı) yok edilmemesi için mücadele ediliyor. 17 Temmuz’da bir yıllını dolduran mücadelenin yıldönümü sebebiyle geçtiğimiz günlerde çeşitli etkinlikler yapıldı. Nöbet halen devam ediyor.
İktidarların ormanları yok etme konusunda özel sektörle yaptığı iş birlikleri çok eskilere uzanıyor aslında. Türkiye ormanlarının sermayenin hizmetine sunulmasına 1980’li yıllarda başlanmış, fakat 2000’li yıllardan sonra bu süreç oldukça hızlanmış. Ormancılık mevzuatı ve örgüt yapısı günden güne değiştirilerek ormancılık çalışmaları istenilen kalıba sokulmaya çalışılırken, ülkenin birçok yerinde demokratik kitle örgütleri ve yerel halk, orman katliamlarına karşı “ormanı devletten ve özel sektörden koruma” mücadelesini sürdürmeye devam ediyor. Eskiden devlet ormanları halkın baskısından korumaya çalışırken, artık halkın ormanları devletten korumaya çalıştığını görüyoruz.
Hükümet desteğinde özel sektör tarafından yapılan ormansızlaştırma ve yeşil alanları yok etme faaliyetleri, sanki insanlar zenginleştikçe, koltuk makam mevki sahibi oldukça yeşilden, ormandan, doğadan nefret etme oranı artıyor algısı yaratıyor.
Ve aklıma bir soru geliyor. O zeytin ağaçlarını köklerinden koparırken, onlarca, yüzlerce yıl o topraklara kök salmış yaşlı yaşlı ulvi ağaçların gücünden korkmuyorlar mı acaba?
“Bir sabah kahvaltı yaparken o zeytin tanesinin çekirdeği boğazıma takılır mı? “diye düşünmezler mi bu insanlar, ne dersiniz?