Deprem felaketinden sonra ülkece kenetlenmiştik ya. Futbolumuzun lokomotifi kulüplerimiz büyük bir dayanışma içine girmişti ya. Ve acılardan çıkardığımız derslerin barış ortamına vesile olacağını sanmıştık ya. Anladık ki tümü yalan rüzgarı imiş. O günlerde şunu söylemiştim: “Dilerim ligler yeniden başladığında aynı hoşgörü devam eder. Umarım anlık, günlük, göstermelik kalmaz bu güzellikler. Umutlu muyum? Keşke diyeceğim ama, hayır.” Son bir haftada yaşadıklarımıza bakınca, her şey ortada. Ne huylu huyundan vazgeçiyor, ne rekabetin vahşi kuralları değişiyor. Endişem, ortamın daha da sertleşmesi ve gerginliğin artması. Eski bir siyasetçi geçmiş günahlarına kılıf ararken, “Tuğladan bir taş çekse idik, duvar yıkılırdı” demişti. Şu net; Galatasaray ve Fenerbahçe arasında başlayan, Beşiktaş’ın da katılımı ile büyüyen kavganın tek nedeni “günahlara kılıf aramaktır.” Yoksa kimsenin üzerine yıkılacak duvardan tuğla çekmeye cesareti yok. Kayıkçı kavgası işte. Vurun abalıya Peki, ellerindeki argüman ne? Federasyon, Merkez Hakem Kurulu, hakemler ve hukuk kurulları. Onların zaten ne İsa’ya ne Musa’ya yaranma şansları var. Her dönem öyle olmuştur, “vurun abalıya ama, bize kimse dokunmasın” zihniyeti. Böylece hem ateşin altı sürekli harlı kalsın, hem camiaları “bakın nasıl da savunuyorlar hakkımızı” desin. Başarının tek ölçütü şampiyonluk olduğuna göre, sezon sonu yaklaşırken mazeret üretmek ve hedef şaşırtmak en kolay yöntem. Çok netim; samimiyetlerine ve ülkemizin yaşadığı büyük travmada sergiledikleri birlik gösterisine inanmadım, inanmayacağım. Erkin Koray’ın şarkısındaki gibi; “Böyle gelmiş böyle gidecek, korkarım vallah. Yok mu çaresi dostlar? Fesuphanallah.” Bence yok! Güç zehirlenmesi mi? Merkez Hakem Kurulu Başkanı Lale Orta’nın Galatasaray- Kasımpaşaspor maçında Ryan Donk ve Nicolo Zaniolo arasındaki pozisyonla ilgili yayıncı kuruluş görüntülerine müdahale etmesi çok konuşuldu. Olayın ortaya çıkmasından sonra kendini savunmaya çalışırken kullandığı uslup dikkat çekici geldi bana. Örnek vereyim: “Bütün görüntüler, benim kullanımımda. İstediğim pozisyonu her yerden isteme ve telefonuma getirme hakkım var.” “Başka bir maçta, görünmeyen pozisyon olursa aynı şekilde davranırım” “11 yıl FIFA hakemliği yaptım. Şampiyonlar Ligi maçı yönettim.” “Buraya 4 ay için gelmedim, federasyonda seçim yapıldıktan sonra da hizmet etmek istiyorum.” “MHK başkanı kurumun en üst seviyesindeki insandır.” Her cümlenin öznesinde “ben” var. Oysa MHK 9 kişilik bir kurul. Erken güç zehirlenmesi mi acaba? Lale hoca, yorumculuk koltuğu ile MHK başkanlığı arasındaki farkı, tatsız bir deneyimle öğrendi. Ligin bitmesine 12 hafta var. Yani, MHK için iyi günlerdeyiz. Başkan uzun vadeli planlarını erteleyip, sezonun sonunu nasıl getireceğini düşünmeli. Çünkü savaş yeni başlıyor! Futbolun “Yap- boz” tahtası Gelişmiş ülkelerde futbolun altyapısı genç yaş gruplarındaki milli takımlardır. Ve istikrar şarttır. Bu kategorilerde görev yapan teknik direktörlerin donanımı, deneyimi, kariyeri önemlidir. Peki bizde? Kimi teknik direktörler için iş kapısı, bazıları için kartvizit, bir kısmı için de adrestir milli takımlar. Üç gün önce Türkiye Futbol Federasyonu açıkladı; “yeniden yapılanma kapsamında yeni görevlendirmeler yapıldı.” Vay arkadaş ne yapılanma imiş şöyle iki-üç sene görevde kalan var mı acaba? Her federasyon değişikliğinde yeni isimler giriyor kapıdan. Arka kapıdan çıkanlara ise tazminatları ödenip vedalaşılıyor. Sonra bekle ki, A milli takıma oyuncu yetişsin. TFF açıklamasındaki en ilginç ifade ise “Türk futbol ekolü” oluşturulması idi. Cumhuriyetimiz ile yaşıt olan Futbol Federasyonu, bir asır sonunda “Türk ekolü” oluşturacakmış. Kimlerle? İlk teknik direktörlük deneyimini milli takımlarda yaşayacak olan genç kuşakla. Kimseye önyargım yok. Lakin bu zihniyete karşıyım. Haziran ayında yapılacak TFF seçiminde mevcut başkan ve yönetim değişirse ne olacak? Yanıtı belli; “yeniden yapılanma” diye yenilerine bakacağız elbette. Cemal ERSEN/ Milliyet