Size de iyi gelmedi mi?
Deprem anksiyetesi ile boğuşup, yediğimiz lokmanın boğazımıza takılmadan kursağa inmediği, gözlerin huzurla uykuya dalamadığı ve kalp ağrısı ile geçen bilmem kaçıncı günde sahaya atılan onca oyuncağın umutla havada uçuştuğu görüntüler size de iyi gelmedi mi?
Bir anlığına, sadece kısacık bir anlığını da olsa her şeyin düzelip de feraha çıkacağımızı düşündüren o inanç sizi de bulmadı mı?
Beni buldu sevgili okur.
Kızılay’ın bağışlarla ürettiği çadırların, Kurban Bayramında verdiklerimizle elde edilen konservelerin yine bizim paramızla ayakta duran başka bir STK’ya parayla satıldığını öğrendiğinde yediğimiz kurşun gibi sarsmadı evet. Ama yine de izleyen bütün gözleri doldurdu, bu kez umut için süzülen gözyaşlarıyla.
Evet hiçbir acımızı silmedi. Depremden günler sonra başlayan kurtarma çalışmalarına, bir türlü onarılıp da ulaşıma açılamayan havalimanına, çaresizce kurtarılmayı bekleyenler için neden bu kadar geç kalındığına dair hiçbir acımızı silmedi.
Denetimsiz yapılara, deprem için yapılamayan afet hazırlığına, sorumsuzluğa, adam kayırmaya, deniz kumundan ev yapmaya olan öfkemizin bulandırdığı zihinlerimizi susturmadı. Ama bir anlığına da olsa umuda açılmadı mı kalpleriniz?
Benim açıldı sevgili okur.
Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar futbolla ilgiliyim son 2 gündür. İlk önce Fenerbahçe tribünlerinden dakikalarca yükselen tezahüratlar, ardından dün Beşiktaş’ın taraftarlarının depremzede çocuklar için yanlarında getirdikleri onlarca oyuncağın sahaya atılması ile biranda sosyal medyada büyük ses getirdi futbolseverler. Bu belli ki bir dalga gibi diğer maçlara da taşınacak, sesler yükselecek.
Seslerin yükselmesine karşı olanlar da çıkacak elbet. Devlet Bahçeli’nin istifası gibi, belki onlarca kulüp istifası daha gelecek. Ancak şunu biliyorum ki, ne Twitter’a erişim engeli konması, ne ekşi sözlüğün kapatılması, ne Muhalif paylaşımlara yapılan trol ve spam saldırıları, ne de gelmesi muhtemel seyircisiz maç cezaları bu toplumun birlik olmasına ve yaralarını birlikte sarmasına engel olamayacak.
Ah güzel ülkem, ah benim kimselere nasip olmayacak onlarca imkanı, güzelliği, hazineyi, tarihi, coğrafyayı, kültürü, mirası, madeni, bereketi içinde barındıran güzel ülkem.
Sana bakınca yaralı bir ana görüyorum şu anda…
Her yerden yara almış, ama yine de evlatlarına kol kanat germek için yarası kanarken bile ayakta durmaya çalışan bir anne gibisin şimdi gözümde.
Darbelerin ne büyük, yıkımların, göçüklerin, yaraların...
Sana bakınca yorgun bir siluet görüyorum. Oysa dünyanın bütün başkentlerini kıskandıran bir iklimin hükümdarısın sen. Büyük zaferlerin, fetihlerin, tarih yazan muzaffer komutanların vatanısın sen.
İki kıtanın birleşmesi gibi, tarihi kucaklayan Mezapotamya gibi, asırlardır dimdik ayakta duran Ayasofya gibi; Efes’in, Tarsus’un, Nemrut’un, Harran’ın, Uzungöl’ün, Kapadokya’nın nefes kesici güzelliği gibi, gönderde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımın asaleti gibi, gökyüzündeki yıldızların boğazın suyuna yansıyan aksı gibi her bir karış toprağın destansı senin…
Sen ki kimlere vatan, kimlere yuva oldun, hangi dehaları, hangi ilim irfan sahibi hükümdarları, hangi bilim insanlarını yetiştirdi bu topraklar. Dünyaya kafa tuttu, birlik oldu, Anadolu’da ne tarihler yazıldı bugüne dek, ne afetler ne zorluklar gördü ve sen hiç yorulmadın güzel ülkem ve her seferinde nasıl büyük bir güçle doğdun yeniden küllerinden?
Ah benim güzel ülkem, sana bakınca Ata’mın tek bir sözü geliyor şuan aklıma, ve günlerdir kulaklarımda çınlıyor bir türlü beynimden asla silinmeyen felaket görüntülerinin üzerinde…
Bir tek o cümlen, bir tek o dediklerine sarılmak istiyorum şuan.
“Vaz geçenler değil, mücadele edenler tarihe geçer”
Ulu Önder, Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Deprem anksiyetesi ile boğuşup, yediğimiz lokmanın boğazımıza takılmadan kursağa inmediği, gözlerin huzurla uykuya dalamadığı ve kalp ağrısı ile geçen bilmem kaçıncı günde sahaya atılan onca oyuncağın umutla havada uçuştuğu görüntüler size de iyi gelmedi mi?
Bir anlığına, sadece kısacık bir anlığını da olsa her şeyin düzelip de feraha çıkacağımızı düşündüren o inanç sizi de bulmadı mı?
Beni buldu sevgili okur.
Kızılay’ın bağışlarla ürettiği çadırların, Kurban Bayramında verdiklerimizle elde edilen konservelerin yine bizim paramızla ayakta duran başka bir STK’ya parayla satıldığını öğrendiğinde yediğimiz kurşun gibi sarsmadı evet. Ama yine de izleyen bütün gözleri doldurdu, bu kez umut için süzülen gözyaşlarıyla.
Evet hiçbir acımızı silmedi. Depremden günler sonra başlayan kurtarma çalışmalarına, bir türlü onarılıp da ulaşıma açılamayan havalimanına, çaresizce kurtarılmayı bekleyenler için neden bu kadar geç kalındığına dair hiçbir acımızı silmedi.
Denetimsiz yapılara, deprem için yapılamayan afet hazırlığına, sorumsuzluğa, adam kayırmaya, deniz kumundan ev yapmaya olan öfkemizin bulandırdığı zihinlerimizi susturmadı. Ama bir anlığına da olsa umuda açılmadı mı kalpleriniz?
Benim açıldı sevgili okur.
Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar futbolla ilgiliyim son 2 gündür. İlk önce Fenerbahçe tribünlerinden dakikalarca yükselen tezahüratlar, ardından dün Beşiktaş’ın taraftarlarının depremzede çocuklar için yanlarında getirdikleri onlarca oyuncağın sahaya atılması ile biranda sosyal medyada büyük ses getirdi futbolseverler. Bu belli ki bir dalga gibi diğer maçlara da taşınacak, sesler yükselecek.
Seslerin yükselmesine karşı olanlar da çıkacak elbet. Devlet Bahçeli’nin istifası gibi, belki onlarca kulüp istifası daha gelecek. Ancak şunu biliyorum ki, ne Twitter’a erişim engeli konması, ne ekşi sözlüğün kapatılması, ne Muhalif paylaşımlara yapılan trol ve spam saldırıları, ne de gelmesi muhtemel seyircisiz maç cezaları bu toplumun birlik olmasına ve yaralarını birlikte sarmasına engel olamayacak.
Ah güzel ülkem, ah benim kimselere nasip olmayacak onlarca imkanı, güzelliği, hazineyi, tarihi, coğrafyayı, kültürü, mirası, madeni, bereketi içinde barındıran güzel ülkem.
Sana bakınca yaralı bir ana görüyorum şu anda…
Her yerden yara almış, ama yine de evlatlarına kol kanat germek için yarası kanarken bile ayakta durmaya çalışan bir anne gibisin şimdi gözümde.
Darbelerin ne büyük, yıkımların, göçüklerin, yaraların...
Sana bakınca yorgun bir siluet görüyorum. Oysa dünyanın bütün başkentlerini kıskandıran bir iklimin hükümdarısın sen. Büyük zaferlerin, fetihlerin, tarih yazan muzaffer komutanların vatanısın sen.
İki kıtanın birleşmesi gibi, tarihi kucaklayan Mezapotamya gibi, asırlardır dimdik ayakta duran Ayasofya gibi; Efes’in, Tarsus’un, Nemrut’un, Harran’ın, Uzungöl’ün, Kapadokya’nın nefes kesici güzelliği gibi, gönderde dalgalanan ay yıldızlı bayrağımın asaleti gibi, gökyüzündeki yıldızların boğazın suyuna yansıyan aksı gibi her bir karış toprağın destansı senin…
Sen ki kimlere vatan, kimlere yuva oldun, hangi dehaları, hangi ilim irfan sahibi hükümdarları, hangi bilim insanlarını yetiştirdi bu topraklar. Dünyaya kafa tuttu, birlik oldu, Anadolu’da ne tarihler yazıldı bugüne dek, ne afetler ne zorluklar gördü ve sen hiç yorulmadın güzel ülkem ve her seferinde nasıl büyük bir güçle doğdun yeniden küllerinden?
Ah benim güzel ülkem, sana bakınca Ata’mın tek bir sözü geliyor şuan aklıma, ve günlerdir kulaklarımda çınlıyor bir türlü beynimden asla silinmeyen felaket görüntülerinin üzerinde…
Bir tek o cümlen, bir tek o dediklerine sarılmak istiyorum şuan.
“Vaz geçenler değil, mücadele edenler tarihe geçer”
Ulu Önder, Gazi Mustafa Kemal Atatürk
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.