Tasavvuf Klasikleri
Muhib ve Mahbub
Muhabbette iki farklı makam vardır: Birisi, sevenlerin makamıdır. Bundan daha üstün olan ikincisi ise, Allah tarafından sevilenlerin makamıdır. Bu durum sufîlerin “mürid” yani Allah’ı isteyen ve “murâd” yani Allah tarafından istenen kavramlarıyla ifade edilir.
Aynı şekilde, münîb (Hakk’a yönelen) ile müctebâ (Hak tarafından seçilen); talip (Hakk’ı isteyen) ile matlup (Hak tarafından istenen); rağıb (Hakka rağbet eden) ile merğûb (Hak tarafından rağbet edilen); hâfız (ilahî hudutları koruyan) ile mahfûz (Hak tarafından korunan) ifadeleri de bu yola girenlerin farklı durum ve makamlarını anlatmak için kullanılmaktadır.
Hiç şüphesiz kendi çabasıyla ilahî yükü taşıyan kimse ile, üzerindeki yükü Allah tarafından taşınan kimse bir değildir. Yine ziyaret eden kimse ile ziyaret edilen kimse; ilahî huzura ulaşmak arzusuyla yanan kimse ile o huzurda bulunan kimse ve sevenle sevilen bir değildir.
Sevilen bir kul ile seven bir kulun makam farkını Rasulullah s.a.v.’in makamı ile Hz. Musa a.s.’ın makamı arasında görebiliriz. Hz. Musa a.s. Yüce Allah’a: “Rabbim, göğsüme genişlik ver.” (Taha, 25) diye dua ederken, Yüce Allah, Hz. Muhammed s.a.v. Efendimiz’e: “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” (İnşirah, 1) buyurmuştur. Hz. Musa a.s.: “Bana ailemden birini yardımcı yap; kardeşim Harun’u!“ (Taha, 29-30) diye dua ederken; Yüce Allah, Hz. Muhammed s.a.v. için: “Senin şanını yüceltmedik mi?” (İnşirah, 4) buyurmuştur. Bunun manası şudur: “Ey Rasulüm! Senin ismin kelime-i şehadette ve ezanda benimle beraberdir. Sana kendimden başkasını yardımcı yapmam. Çünkü sen benim sevdiğim ve en yakın dostumsun.”
Muhib ile mahbub arasındaki durum farkı, Hz. Muhammed s.a.v. ile Hz. Musa a.s.’ın Allah’a olan yakınlıkları gibidir. Gördüğü manevi tecelli karşısında sabit kalamayan, üzerine dökülen nurlar içinde kendisini kaybeden Hz. Musa a.s. ile; gördüğü ilahî tecelliler karşısında sabit kalan, kalbinin genişliğinden dolayı içinde nurların kaybolduğu Hz. Muhammed s.a.v. arasında ne kadar fark vardır! Hz. Muhammed s.a.v., makam olarak Hz. Musa a.s.’dan üstün olduğu gibi, mahbub (sevilen) bir kul da manevi halinde sabit oluşu bakımından muhib (seven) olanı geçmiştir.
İlahî İmtihanda İki Şahsiyet: Asaf ve Bel‘am
Asaf b. Berhiya, Hz. Süleyman a.s. döneminde yaşamış ve vezirliğini yapmış, Bel‘am b. Baûra ise, Hz. Musa a.s. döneminde yaşamıştır. Bu ikisi büyük lütuflara mazhar olmuş iken, ilahî imtihandan biri başarıyla geçmiş diğeri kaybetmiştir.
“O dilediğini affeder, dilediğine azap eder.” (Bakara, 284) ayeti hakkında şöyle denmiştir: “Allah Tealâ dilerse büyük günah işleyeni affeder, küçük günah işleyene ise azap eder. Yahut bir topluluk beraberce bir günah işlerler. Ona iştirak edenlerden bazılarını Allah dilerse affeder, kötülüklerini iyiliklere çevirir, o günah onlara zarar vermez. O günahı işleyenlerden bazılarına da günahlarından dolayı azap eder, onları bağışlamaz ve yaptıkları hiçbir amel kendilerine fayda vermez.”
Allah Tealâ, Asaf b. Berhiya’ya bunların hepsinden fazla müsamaha göstermiştir. O önceleri haddi aşanlardan biriydi. Kötü bir halde iken Yüce Mevlâ, onun imdadına yetişti. Onu dostluğuna seçti, ilim ve fazilet verdi. Hz Süleyman a.s.’ın veziri yaptı ve İsm-i Âzam duasını öğretti. Bütün bunlar, onun işlediği büyük kusurlarından sonra oldu. Yüce Allah bunu, kendisini seven hiç kimsenin ümitsizliğe düşmemesi ve ilahî muhabbete ermek için çırpınanların O’nun rahmetinden ümit kesmemesi için yaptı.
Ancak Yüce Allah, Asaf b. Berhiya’nın işlediği günahlardan birini işleyen Bel’am b. Baûra’ya, böyle bir müsamaha göstermedi. Çünkü Bel’am, dini dünya malı toplamak için kullanıyordu. İlmine nefsinin kötü arzularını katmıştı. Bundan dolayı hak yoldan saptı, helak oldu. Allah’ın çok şiddetli gazabına uğradı. Asaf’ın işlediği günahlar kendisiyle Rabbi arasındaydı. Rabbinden birtakım işaretler görünce yaptığı günahlardan uzaklaştı. Çünkü o hiçbir zaman işlediği günahla Allah’a isyan etmeyi murat etmemiş ve günah içinde kalmayı istememişti. O sadece nefsinin keyfine tabi olarak hatalara bulanmıştı.
Bel’am b. Baûra’ya İsm-i Âzam duası verilmişti. Hatta bunlardan çok daha üstün güçler kendisine verilmişti. Sonra o bu lütuflardan sıyrıldı, dünyaya meyletti. Kendisini helak edecek işler yaptı. Daha önce yaptığı ibadeti ve zühdü de kendisine fayda etmedi.
Bütün bunlar, hiçbir amel sahibinin Rabbinin tuzağından emin olmaması için, bir alimin davranışları üzerinden örnek göstermedir. Asaf büyük günahlar işlemiş olmasına rağmen, onlardan kurtulduktan sonra kendisine birçok kerametler verildi. Çünkü “murâd” sıfatında ve “mahbub” makamındaydı. Bütün bunlar Hz. Süleyman a.s.’ın devrinde olmuştu. Bel’am’ın hikâyesi meşhur olduğu için burada anlatmayacak, Asaf’ın kıssası hakkında ise bazı bilgileri zikredeceğiz.
Nakledildiğine göre Allah Tealâ, Hz. Süleyman a.s.’a şöyle vahyetmiştir:
“Ey âbidlerin reisinin oğlu! Ey zahidlerin önderinin oğlu! Senin teyzenin oğlu Asaf ne zamana kadar isyan edip duracak! Halbuki ben ona devamlı merhamet ile muamele ediyorum. İzzetime ve celalime yemin ederim ki, şayet onu ansızın cezalandırmak üzere yakalarsam, onu etrafındakilere ve kendisinden sonra gelenlere de ibret olacak hale getiririm.”
Hz. Süleyman a.s., Allah’ın vahyettiklerini Asaf’a anlattı. Asaf dışarı çıktı, bir kum tepesine tırmandı, ellerini göklere doğru kaldırarak şöyle yalvardı:
“Ey Allahım! Ey benim Efendim! Sen Yüce Rabbimsin, ben de senin aciz kulunum. Eğer tövbemi kabul buyurmazsan, ben nasıl tövbe edebilirim. Eğer sen beni korumazsan, ben nasıl günahlardan korunur ve onları terk ederim!”
Bunun üzerine ona şöyle hitap edildi: “Doğru söyledin. Ben Rabbinim, sen de benim kulumsun. Bana tövbe edip dön, çünkü ben senin tövbeni kabul ettim. Ben tövbe edenlerin tövbesini çok kabul edenim ve merhameti bol olanım.”
İbrahim b. Edhem ve Şevk
İbrahim b. Edhem k.s., şevk ehlinden biriydi. O, abdal diye bilinen veli kullardandı. Muhabbet meydanında yüksek bir yeri vardı. Manevi yakınlıkta üstün keşifler sahibiydi. O şunları anlatmıştır:
Günün birinde dua ederken, “Ey Rabbim! Eğer seni sevenlerden birisine, sana kavuşmadan önce kalplerinin huzur bulacağı bir şey verdinse, onu bana da lutfet. Gerçekten kalbimin ızdırabı bana sıkıntı verdi.” dedim. O gece rüyamda bana şöyle dendi:
“Ey İbrahim! Bana kavuşmadan önce, kalbinin huzur bulacağı bir şeyi benden istemeye utanmıyor musun? Hiç aşık sevgilisine kavuşmadan huzur bulur mu? Ya da sevgili sevdiğinden başkasıyla sükûnete erebilir mi?”
Ben bu ikaz karşısında, “Ey Rabbim! Sevgin içinde kendimi yitirdim, ne diyeceğimi bilmeyecek hale geldim, beni affet ve ne diyeceğimi bana öğret!” diye niyaz ettim. O zaman Yüce Allah şöyle hitap buyurdu:
“Sen şöyle dua et: ‘Ey Allahım, beni hükmüne razı et, beni senden gelen belaya karşı sabırlı yap ve senin nimetlerine karşı şükretmeye muvaffak kıl.”
Kaynak :
Semerkand Dergisi
Ali Kaya | Ekim 2014 | TASAVVUF KLASİKLERİ