Biz bu filmi görmüş müydük? Sizi bilmem ama ben gördüğümü çok iyi anımsıyorum.
1990’lı yılların ikinci yarısında, Türkiye’nin Hâşimî Ürdün Krallığı Nezdindeki Büyükelçisi olarak Amman’daydım.
Yıllarca Norveç’in başkenti Oslo’da usul usul, gizlice yürütülen temaslar sonrasında toplanan 1991 Madrid Barış Konferansı ile Ortadoğu Barış Süreci (Midde East Peace Process) başlamıştı. İkili Görüşmeler (Bilaterals) sonunda Mısır’dan sonra Ürdün de, İsrail ile Barış Antlaşması imzalamış, İkili Görüşmeler’e paralel olarak, 1992 Moskova Konferansı ile Ortadoğu Çoklu Görüşmeler (Multilaterals) süreci de rayına oturmuştu. Ortadoğu’da ilk kez barış ortamı ve gerçek barış olasılığı belirmişti.
Ve bu sürecin mimarı Yitzak Rabin, 4 Kasım 1995 tarihinde, fanatik bir İsrailli tarafından öldürüldü. Hemen arkasından da 29 Mayıs 1996 tarihinde, aşırı sağcı Binyamin (Bibi) Netanyahu, başbakan olarak iktidara geldi.
O yılların koşulları değişikti.
Varşova Pakt ve Sovyetler Birliği dağılmış, Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da, bir ölçüde Suriye dışında tüm etkisini kaybetmişti. İsrail gibi İran’ı düşman ilan eden ABD, bölgede tek hâkim güç olarak kalmıştı.
Netanyahu ve sonra gelen Ariel Şaron, ABD’yi arkalarına alıp, İsrail’in ABD adına da egemen olacağı, Atlantik Okyanusu’ndan Orta Asya’ya kadar uzanan, hani bir zamanlar Erdoğan’ın “Eş Başkanı” olduğu, Büyük Orta Doğu Projesi gibi düşlerin peşine düşmüştü.
Bibi, başbakan olduktan sonra çok kısa sürede Ortadoğu Barış Süreci’ni, taammüden (bilerek ve isteyerek) öldürdü. Varılan tüm anlaşmalardan geri adım attı. İsrail, üzerinde anlaşmaya varılan hiçbir hususta yükümlülüklerini yerine getirmedi. Filistin ile varılan ikili anlaşmaları yok sayarak hızla yeni yerleşim birimleri kurmaya başladı. Ortadoğu bir kez daha kargaşa içine düştü. Bölge, Hizbullah, (İsrail’in Filistin Kurtuluş Örgütü’nü bölmek için yarattığı) Hamas ve İsrail’in 1940’lı yıllardan beri uyguladığı, devlet terörüne teslim odu.
Sonra 2010’lu yıllarda, koşullar bir kez daha değişmeye başladı.
Büyük Ortadoğu Projesi çöktü. Arap Baharı, beklenenin aksine, ABD’nin ve İsrail’in can düşmanı, Müslüman Kardeşler’in güçlenmesiyle sonuçlandı. Suriye’deki durum nedeniyle İran, Rusya ve Çin’in de desteğiyle bölgede güç kazandı. Durumun daha da tehlikeli hale gelmesin engellemek için ABD ve İsrail, Abraham Anlaşmaları ile Ortadoğu’da, bu kez başta Körfez ülkeleri olmak üzere, Arap ülkeleri ile İsrail’in barışması hatta işbirliği yapmaları projesi üzerinde çalışmaya başladılar. Bu iyi bir gelişmeydi ama hala tek taraflı ve İsrail öncelikliydi. Filistin’i yok sayıyordu. Arap ülkelerinin Filistin’e uzun yıllar kerhen verdikleri desteğin hep böyle gideceği; Sünni Arap dünyasındaki Şii korkusu nedeniyle İran’ın daha da yalnızlaştırılabileceği; ABD’nin dünyada siyasi, askeri ve ekonomik tek süper güç olmaya devam edeceği varsayımlarına dayanıyordu.
Bu varsayımlar tek tek, hem de büyük bir hızla çökmeye başladı.
ABD’nin siyasi gücü giderek daha faza sınanmaya başladı. Dünya ekonomik sisteminin sadece ABD dolarına bağlı olarak devamını tehlikeye düşürecek gelişmeler peş peşe geliyor. Çin beklenmedik bir hızla ve büyük bir dirayetle Ortadoğu’ya girdi. İran ile Suudi Arabistan’ı bir araya getirdi. Suudi Arabistan’ın, İran’ın tam üye olduğu, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Diyalog Ortağı olarak katılmasını sağladı. Rusya, ABD’nin ve Türkiye’nin yaptıkları vahim değerlendirme yanlışları sonunda, Ortadoğu’ya, 1990 öncesinden daha da güçlü biçimde geri döndü.
Ve hemen hepsi İsrail’in beklentilerinin tersi olan bu gelişmeler olurken Bibi Netanyahu yine iktidarda. Üstelik hakkındaki ciddi yolsuzluk iddiaları, davalar, bu davalarda mahkûm olup hapse girmekten kurtulmak için kalkıştığı, yargıya el koyma girişimi nedeniyle, kendi halkı ile papaz olmuş, kendisini kurtarmaktan başka düşüncesi olmayan bir Netanyahu bu.
Son günlerde yaşanan, İsrail polisinin Mescid-i Aksa’yı basması ve sonrasındaki olaylar, Bibi’nin, iktidarda kalabilmek için tek bildiği yönteme, yeni yerleşim birimleri kurmak; devlet terörü ile Filistinlileri sindirmek; Arap ülkelerine gözdağı vermek olarak özetlenebilecek politikalarına sarıldığını gösteriyor.
Günümüzün, yukarıda kısaca değindiğim değişen koşulları, bu politikanın sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Kısacası Tarzan müşkül durumda. Çita** da korkarım kendi başının derdinde.
1990’lı yılların ikinci yarısında, Türkiye’nin Hâşimî Ürdün Krallığı Nezdindeki Büyükelçisi olarak Amman’daydım.
Yıllarca Norveç’in başkenti Oslo’da usul usul, gizlice yürütülen temaslar sonrasında toplanan 1991 Madrid Barış Konferansı ile Ortadoğu Barış Süreci (Midde East Peace Process) başlamıştı. İkili Görüşmeler (Bilaterals) sonunda Mısır’dan sonra Ürdün de, İsrail ile Barış Antlaşması imzalamış, İkili Görüşmeler’e paralel olarak, 1992 Moskova Konferansı ile Ortadoğu Çoklu Görüşmeler (Multilaterals) süreci de rayına oturmuştu. Ortadoğu’da ilk kez barış ortamı ve gerçek barış olasılığı belirmişti.
Ve bu sürecin mimarı Yitzak Rabin, 4 Kasım 1995 tarihinde, fanatik bir İsrailli tarafından öldürüldü. Hemen arkasından da 29 Mayıs 1996 tarihinde, aşırı sağcı Binyamin (Bibi) Netanyahu, başbakan olarak iktidara geldi.
O yılların koşulları değişikti.
Varşova Pakt ve Sovyetler Birliği dağılmış, Sovyetler Birliği, Ortadoğu’da, bir ölçüde Suriye dışında tüm etkisini kaybetmişti. İsrail gibi İran’ı düşman ilan eden ABD, bölgede tek hâkim güç olarak kalmıştı.
Netanyahu ve sonra gelen Ariel Şaron, ABD’yi arkalarına alıp, İsrail’in ABD adına da egemen olacağı, Atlantik Okyanusu’ndan Orta Asya’ya kadar uzanan, hani bir zamanlar Erdoğan’ın “Eş Başkanı” olduğu, Büyük Orta Doğu Projesi gibi düşlerin peşine düşmüştü.
Bibi, başbakan olduktan sonra çok kısa sürede Ortadoğu Barış Süreci’ni, taammüden (bilerek ve isteyerek) öldürdü. Varılan tüm anlaşmalardan geri adım attı. İsrail, üzerinde anlaşmaya varılan hiçbir hususta yükümlülüklerini yerine getirmedi. Filistin ile varılan ikili anlaşmaları yok sayarak hızla yeni yerleşim birimleri kurmaya başladı. Ortadoğu bir kez daha kargaşa içine düştü. Bölge, Hizbullah, (İsrail’in Filistin Kurtuluş Örgütü’nü bölmek için yarattığı) Hamas ve İsrail’in 1940’lı yıllardan beri uyguladığı, devlet terörüne teslim odu.
Sonra 2010’lu yıllarda, koşullar bir kez daha değişmeye başladı.
Büyük Ortadoğu Projesi çöktü. Arap Baharı, beklenenin aksine, ABD’nin ve İsrail’in can düşmanı, Müslüman Kardeşler’in güçlenmesiyle sonuçlandı. Suriye’deki durum nedeniyle İran, Rusya ve Çin’in de desteğiyle bölgede güç kazandı. Durumun daha da tehlikeli hale gelmesin engellemek için ABD ve İsrail, Abraham Anlaşmaları ile Ortadoğu’da, bu kez başta Körfez ülkeleri olmak üzere, Arap ülkeleri ile İsrail’in barışması hatta işbirliği yapmaları projesi üzerinde çalışmaya başladılar. Bu iyi bir gelişmeydi ama hala tek taraflı ve İsrail öncelikliydi. Filistin’i yok sayıyordu. Arap ülkelerinin Filistin’e uzun yıllar kerhen verdikleri desteğin hep böyle gideceği; Sünni Arap dünyasındaki Şii korkusu nedeniyle İran’ın daha da yalnızlaştırılabileceği; ABD’nin dünyada siyasi, askeri ve ekonomik tek süper güç olmaya devam edeceği varsayımlarına dayanıyordu.
Bu varsayımlar tek tek, hem de büyük bir hızla çökmeye başladı.
ABD’nin siyasi gücü giderek daha faza sınanmaya başladı. Dünya ekonomik sisteminin sadece ABD dolarına bağlı olarak devamını tehlikeye düşürecek gelişmeler peş peşe geliyor. Çin beklenmedik bir hızla ve büyük bir dirayetle Ortadoğu’ya girdi. İran ile Suudi Arabistan’ı bir araya getirdi. Suudi Arabistan’ın, İran’ın tam üye olduğu, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne Diyalog Ortağı olarak katılmasını sağladı. Rusya, ABD’nin ve Türkiye’nin yaptıkları vahim değerlendirme yanlışları sonunda, Ortadoğu’ya, 1990 öncesinden daha da güçlü biçimde geri döndü.
Ve hemen hepsi İsrail’in beklentilerinin tersi olan bu gelişmeler olurken Bibi Netanyahu yine iktidarda. Üstelik hakkındaki ciddi yolsuzluk iddiaları, davalar, bu davalarda mahkûm olup hapse girmekten kurtulmak için kalkıştığı, yargıya el koyma girişimi nedeniyle, kendi halkı ile papaz olmuş, kendisini kurtarmaktan başka düşüncesi olmayan bir Netanyahu bu.
Son günlerde yaşanan, İsrail polisinin Mescid-i Aksa’yı basması ve sonrasındaki olaylar, Bibi’nin, iktidarda kalabilmek için tek bildiği yönteme, yeni yerleşim birimleri kurmak; devlet terörü ile Filistinlileri sindirmek; Arap ülkelerine gözdağı vermek olarak özetlenebilecek politikalarına sarıldığını gösteriyor.
Günümüzün, yukarıda kısaca değindiğim değişen koşulları, bu politikanın sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Kısacası Tarzan müşkül durumda. Çita** da korkarım kendi başının derdinde.
- Tarzan: Binyamin (Bibi) Netanyahu
- Çita. ABD
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.