Ali Babacan’ın Baykar firmasına yönelik sözlerinin yarattığı tsunaminin etkisi geçecek gibi değil. Açıkça söyleyelim. Babacan’ın; "Şimdi seçim yaklaşıyor ve hükümetin elindeki en önemli propaganda projelerinden bir tanesi de bu. Bu projede öyle bir hale getirildi ki 'bu çok kutsal, dokunulmaz', 'dokunanı mahvederiz' falan filan ya. Kusura bakmayın ya dokunacağız tabii, doğruya doğru yanlışa yanlış diyeceğiz,” tespitine katılmamanın imkânı yok.
İktidar medyası ve trol ordusunun yarattığı; “Erdoğan olmazsa Bayraktar olmaz, Bayraktar olmazsa Türk Savunma Sanayii olmaz” saçmalığının bir seçim stratejisi olarak kullanılması bu tsunaminin asıl nedeni.
Babacan’ın konuşmasından cımbızla çekilen; "Devletin tüm imkânları tek şirkete aktarılıyor" ifadesi bu trol ordusunun temel argümanı. Bu ifadeye karşılık Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar’ın “Baykar hayatında ne devletten ne özel sektörden tek bir kuruş kredi kullanmamış bir firma,” açıklaması ise oldukça zayıf bir yanıt.
Kredi kullanımı finansman metotlarının sadece biri. Ama tek şekli değil.
Vergi muafiyetleri, yatırım katkıları, arsa tahsisleri, alım garantileri gibi pek çok başka destek söz konusu olabilir. Ya da Devlet, özellikle hassas sektörlerdeki desteğini, o grubun başka firma ve işlerine katkı sağlayarak da yapabilir. Hatta örtülü ödeneğin varlık nedenlerinden biri bu tür hassas projelerdir. Bu anlamda Baykar grubuna kredi dışı pek çok destek verilmiş olabilir. Ortaya çıkan ürün oldukça başarılı olduğuna göre bu desteklere itiraz edilecek bir durum yok.
Ama Baykar firması söz konusu olduğunda Devletin katkısının çok daha stratejik olduğunun altını çizmek gerekiyor. Sanırım Ali Babacan’ın bildiği ama açıklayamadığı konu bu. Baykar’a aktarılan bilgi ve deneyim birikimi.
* * *
Baykar’a bilgi ve deneyim desteği dediğimiz zaman aslında tarih yapraklarını epey önceye, 1996 yılına çevirmemiz gerekiyor. Türkiye ile İsrail arasında arka arkaya imzalanan askeri anlaşmalar dönemine.
Bu anlaşmaların ilki 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanan “Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması” idi. İkincisi ise 28 Ağustos 1996 tarihinde imzalanan “Savunma Sanayii İş Birliği Anlaşması.”
Bu iki imza arasında son derece önemli bir fark var. İlk anlaşmayı imzalayan Anayol Hükümeti olarak adlandırılan Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki 53. Hükümet, ikinci anlaşmayı imzalayansa Necmettin Erbakan Başbakanlığındaki REFAHYOL Hükümeti’ydi.
Erbakan’ın İsrail ile askeri anlaşma imzalaması akla hayale gelebilecek bir şey değildi. Üstelik Erbakan, Mesut Yılmaz’ın imzaladığı bu ilk anlaşmayı sert sözlerle eleştirmişti. Ama ikinci anlaşma önüne geldiğinde pek direnmedi. Bunda Başbakanlığının ilk günlerinde askerler ile büyük bir gerilim yaratmama ihtiyacı kadar, “çikolata içinde İslam” stratejisinin de payı vardı. En önemlisi, parlak bir mühendis olan Erbakan, hassas teknoloji transferini içeren böylesi bir anlaşmanın öneminin de en iyi anlayanlardan biriydi.
Ancak bazı şartları vardı.
İlk isteği gizlilikti. Ama bu isteği kabul görmedi. İmzadan bir gün önce Hürriyet anlaşmayı manşetten verdi. Sevgili arkadaşım Barçın Yinanç imzalı o haber, bizim neslin gazetecileri arasında hala kıskançlıkla anılır.
Erbakan’ın ikinci isteği ise askerlerin “kendisine yakın” bazı firmalara yönelik örtülü ambargosunun kaldırılmasıydı. Bu isteği ise kısmen yerine getirildi. Bazı firmalar güvenlik soruşturmalarını aşamadı, bazıları ise sistemin içine girebildi. Özdemir Bayraktar bu ikinci gruptaydı.
* * *
İsrail ile yapılan teknoloji transferi temelli bu anlaşmalar çok açık ki F-16 üretimi anlaşmalarıyla birlikte Türk Savunma Sanayii’nin en önemli adımlarındandı. Genç bir gazeteci olarak o yıllarda atılan bebek adımların tanıklarından biri de bendim. İsrail’de bir tesadüfle tanıştığım Türk mühendisler ile kurduğum dostluk, bana 2000’li yıllar boyunca yazılan başarı hikâyelerinin tanığı olma şansını verdi.
Özellikle Türk aviyonik sistemlerinin üretim ve İsrail İHA’larına entegre edilme çalışmaları sırasında neler yaşandığını ilk elden takip edebildim. Hatta özel izinle İsrail Heron’larına Aselsan’ın ürettiği elektronik gözün monte edilme çalışmalarını haberleştirme fırsatı bile buldum. Fabrikada mühendislerin anlattığı milimetrelik ayrıntılar karşısında duyduğum hayranlığı hala hatırlıyorum. Tabi “bunları haberde nasıl anlatacağım” diye duyduğum endişeyi de.
İsrail’le yapılan bu anlaşmalar Türk İHA/SİHA sektörünün temelini oluşurdu. Çok kritik ve zorlu teknolojik virajlar, bu ortak çalışmalarla oldukça da hızla geçildi. Edinilen bu birikim, hızla TUSAŞ bünyesinde başlatılan Türk İnsansız Hava Aracı (TİHA) Programına entegre edildi.
Ama burada kalmadı. Bu birikim “özel sektöre transfer olan” mühendisler aracılığıyla aynı dönemde yürütülen diğer özel sektör programlarına da aktarıldı. Baykar bunlardan biriydi.
* * *
Bayraktar ailesinin Türk Silahlı Kuvvetleri ile yaşadıkları sıkıntıları anlattıkları röportajları izleyince büyük üzüntü duydum. Zira savunma sanayiinde hangi firmayla konuşursanız konuşun, benzer yaşanmışlıkları anlatacaklardır. Kaldı ki TSK bünyesinde muhafazakâr/İslamcı yapılara karşı mesafeli-kuşkucu bir duruş olduğu da bir gerçektir. Bu duruşun temelsiz olmadığı 15 Temmuz süreciyle apaçık ortaya çıktığına göre bundan şikâyet etmek yerine bu davranışı anladıklarını söylemeleri daha doğru olurdu.
Özdemir Bayraktar’ın Ergenekon kumpasında yargılanan askerlere gösterdiği vefa, aslında büyük kısmı Atatürkçü bu komutanların Bayraktar projesine inanmalarının ve desteklerinin bir karşılığıydı. Bugün bu destekleri yok sayan açıklamalar, baba Bayraktar’ın çizgisinin dışına çıkıldığını gösteriyor.
Daha da ötesini yazayım. Bayraktar övgüsü yapan AKP trolleri, bu başarının temelinde, o her fırsatta sövdükleri Çevik Bir Paşa’nın bulunduğunu unutmamalı. Bu teknoloji transferi temelli anlaşmalar için ABD’yi ikna eden oydu çünkü.
* * *
Türkiye’deki muhalefetin özellikle havacılık sektöründe başka firmaların da güçlü şekilde desteklenmesi, onların vizyonları doğrultusunda farklı ürünlerle ordunun donatılması vizyonu Baykar’ı rahatsız etmemeli. Tam tersine bu rekabetin onları daha güçlü hale getireceği şeklindeki bir duruşla bu vizyonu desteklemesi daha doğru olurdu. Ama şu anda “biz olmazsak Türkiye mahvolur” söyleminin bir parçası olarak tepki çekiyorlar.
Bayraktar SİHA’ları özellikle fayda-maliyet çerçevesinde sınıfının en iyisi. Ama en etkili, en güçlü, en öldürücü SİHA klasmanında orta sıraları anca alıyor. Yerli ve milli olmak önemli ama güç ve caydırıcılık da aynı şekilde önemli.
Bayraktar SİHA’ları Libya’da, Karabağ’da, Ukrayna’da büyük başarı kazandı. Evet. Ama tüm bu bölgelerde karşı karşıya oldukları teknoloji Rus teknolojisiydi. Bayraktar’ları Amerikan, NATO, Çin ve en önemlisi birikimi üzerinde yükseldikleri İsrail teknolojileri karşısında denemedik. Bu kapsamda Yunanistan’ın İsrail’le yaptığı drone savunma sistemleri anlaşmasını dikkatle izlememiz gerekiyor.
Selçuk Bayraktar’ın insansız uçak çalışmalarını F-35’lere alternatif olarak ortaya koyması, Türkiye’nin F-35 projesinden çıkışını bir fırsat olarak değerlendirmesi de son derece yanlış bir stratejinin parçası. Kızılelma çalışmaları bugün gökyüzünde 20 kadar F-35’imiz uçarken de pekâlâ devam edebilirdi.
Öyle görünüyor ki Baykar’ın kendini yeniden konumlandırmak için çok ciddi bir iletişim stratejisine ihtiyacı var. Erdoğan’ın damadının değil Türkiye’nin şirketi olmalı, kritik seçimler öncesinde AKP trol ordusunun kendilerini malzeme yapmasının önüne geçmeli.
Türkiye’nin en önemli şirketlerinden birinin kaderini bir siyasi hareketle bütünleştirmesi yapılabilecek en büyük hatalardan biri. Üstelik ürettikleri ürünün benzerlerini ve hatta daha etkilisini yapabilen yerli ve milli alternatifler varken.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
İktidar medyası ve trol ordusunun yarattığı; “Erdoğan olmazsa Bayraktar olmaz, Bayraktar olmazsa Türk Savunma Sanayii olmaz” saçmalığının bir seçim stratejisi olarak kullanılması bu tsunaminin asıl nedeni.
Babacan’ın konuşmasından cımbızla çekilen; "Devletin tüm imkânları tek şirkete aktarılıyor" ifadesi bu trol ordusunun temel argümanı. Bu ifadeye karşılık Baykar Genel Müdürü Haluk Bayraktar’ın “Baykar hayatında ne devletten ne özel sektörden tek bir kuruş kredi kullanmamış bir firma,” açıklaması ise oldukça zayıf bir yanıt.
Kredi kullanımı finansman metotlarının sadece biri. Ama tek şekli değil.
Vergi muafiyetleri, yatırım katkıları, arsa tahsisleri, alım garantileri gibi pek çok başka destek söz konusu olabilir. Ya da Devlet, özellikle hassas sektörlerdeki desteğini, o grubun başka firma ve işlerine katkı sağlayarak da yapabilir. Hatta örtülü ödeneğin varlık nedenlerinden biri bu tür hassas projelerdir. Bu anlamda Baykar grubuna kredi dışı pek çok destek verilmiş olabilir. Ortaya çıkan ürün oldukça başarılı olduğuna göre bu desteklere itiraz edilecek bir durum yok.
Ama Baykar firması söz konusu olduğunda Devletin katkısının çok daha stratejik olduğunun altını çizmek gerekiyor. Sanırım Ali Babacan’ın bildiği ama açıklayamadığı konu bu. Baykar’a aktarılan bilgi ve deneyim birikimi.
* * *
Baykar’a bilgi ve deneyim desteği dediğimiz zaman aslında tarih yapraklarını epey önceye, 1996 yılına çevirmemiz gerekiyor. Türkiye ile İsrail arasında arka arkaya imzalanan askeri anlaşmalar dönemine.
Bu anlaşmaların ilki 23 Şubat 1996 tarihinde imzalanan “Askeri Eğitim ve İşbirliği Anlaşması” idi. İkincisi ise 28 Ağustos 1996 tarihinde imzalanan “Savunma Sanayii İş Birliği Anlaşması.”
Bu iki imza arasında son derece önemli bir fark var. İlk anlaşmayı imzalayan Anayol Hükümeti olarak adlandırılan Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki 53. Hükümet, ikinci anlaşmayı imzalayansa Necmettin Erbakan Başbakanlığındaki REFAHYOL Hükümeti’ydi.
Erbakan’ın İsrail ile askeri anlaşma imzalaması akla hayale gelebilecek bir şey değildi. Üstelik Erbakan, Mesut Yılmaz’ın imzaladığı bu ilk anlaşmayı sert sözlerle eleştirmişti. Ama ikinci anlaşma önüne geldiğinde pek direnmedi. Bunda Başbakanlığının ilk günlerinde askerler ile büyük bir gerilim yaratmama ihtiyacı kadar, “çikolata içinde İslam” stratejisinin de payı vardı. En önemlisi, parlak bir mühendis olan Erbakan, hassas teknoloji transferini içeren böylesi bir anlaşmanın öneminin de en iyi anlayanlardan biriydi.
Ancak bazı şartları vardı.
İlk isteği gizlilikti. Ama bu isteği kabul görmedi. İmzadan bir gün önce Hürriyet anlaşmayı manşetten verdi. Sevgili arkadaşım Barçın Yinanç imzalı o haber, bizim neslin gazetecileri arasında hala kıskançlıkla anılır.
Erbakan’ın ikinci isteği ise askerlerin “kendisine yakın” bazı firmalara yönelik örtülü ambargosunun kaldırılmasıydı. Bu isteği ise kısmen yerine getirildi. Bazı firmalar güvenlik soruşturmalarını aşamadı, bazıları ise sistemin içine girebildi. Özdemir Bayraktar bu ikinci gruptaydı.
* * *
İsrail ile yapılan teknoloji transferi temelli bu anlaşmalar çok açık ki F-16 üretimi anlaşmalarıyla birlikte Türk Savunma Sanayii’nin en önemli adımlarındandı. Genç bir gazeteci olarak o yıllarda atılan bebek adımların tanıklarından biri de bendim. İsrail’de bir tesadüfle tanıştığım Türk mühendisler ile kurduğum dostluk, bana 2000’li yıllar boyunca yazılan başarı hikâyelerinin tanığı olma şansını verdi.
Özellikle Türk aviyonik sistemlerinin üretim ve İsrail İHA’larına entegre edilme çalışmaları sırasında neler yaşandığını ilk elden takip edebildim. Hatta özel izinle İsrail Heron’larına Aselsan’ın ürettiği elektronik gözün monte edilme çalışmalarını haberleştirme fırsatı bile buldum. Fabrikada mühendislerin anlattığı milimetrelik ayrıntılar karşısında duyduğum hayranlığı hala hatırlıyorum. Tabi “bunları haberde nasıl anlatacağım” diye duyduğum endişeyi de.
İsrail’le yapılan bu anlaşmalar Türk İHA/SİHA sektörünün temelini oluşurdu. Çok kritik ve zorlu teknolojik virajlar, bu ortak çalışmalarla oldukça da hızla geçildi. Edinilen bu birikim, hızla TUSAŞ bünyesinde başlatılan Türk İnsansız Hava Aracı (TİHA) Programına entegre edildi.
Ama burada kalmadı. Bu birikim “özel sektöre transfer olan” mühendisler aracılığıyla aynı dönemde yürütülen diğer özel sektör programlarına da aktarıldı. Baykar bunlardan biriydi.
* * *
Bayraktar ailesinin Türk Silahlı Kuvvetleri ile yaşadıkları sıkıntıları anlattıkları röportajları izleyince büyük üzüntü duydum. Zira savunma sanayiinde hangi firmayla konuşursanız konuşun, benzer yaşanmışlıkları anlatacaklardır. Kaldı ki TSK bünyesinde muhafazakâr/İslamcı yapılara karşı mesafeli-kuşkucu bir duruş olduğu da bir gerçektir. Bu duruşun temelsiz olmadığı 15 Temmuz süreciyle apaçık ortaya çıktığına göre bundan şikâyet etmek yerine bu davranışı anladıklarını söylemeleri daha doğru olurdu.
Özdemir Bayraktar’ın Ergenekon kumpasında yargılanan askerlere gösterdiği vefa, aslında büyük kısmı Atatürkçü bu komutanların Bayraktar projesine inanmalarının ve desteklerinin bir karşılığıydı. Bugün bu destekleri yok sayan açıklamalar, baba Bayraktar’ın çizgisinin dışına çıkıldığını gösteriyor.
Daha da ötesini yazayım. Bayraktar övgüsü yapan AKP trolleri, bu başarının temelinde, o her fırsatta sövdükleri Çevik Bir Paşa’nın bulunduğunu unutmamalı. Bu teknoloji transferi temelli anlaşmalar için ABD’yi ikna eden oydu çünkü.
* * *
Türkiye’deki muhalefetin özellikle havacılık sektöründe başka firmaların da güçlü şekilde desteklenmesi, onların vizyonları doğrultusunda farklı ürünlerle ordunun donatılması vizyonu Baykar’ı rahatsız etmemeli. Tam tersine bu rekabetin onları daha güçlü hale getireceği şeklindeki bir duruşla bu vizyonu desteklemesi daha doğru olurdu. Ama şu anda “biz olmazsak Türkiye mahvolur” söyleminin bir parçası olarak tepki çekiyorlar.
Bayraktar SİHA’ları özellikle fayda-maliyet çerçevesinde sınıfının en iyisi. Ama en etkili, en güçlü, en öldürücü SİHA klasmanında orta sıraları anca alıyor. Yerli ve milli olmak önemli ama güç ve caydırıcılık da aynı şekilde önemli.
Bayraktar SİHA’ları Libya’da, Karabağ’da, Ukrayna’da büyük başarı kazandı. Evet. Ama tüm bu bölgelerde karşı karşıya oldukları teknoloji Rus teknolojisiydi. Bayraktar’ları Amerikan, NATO, Çin ve en önemlisi birikimi üzerinde yükseldikleri İsrail teknolojileri karşısında denemedik. Bu kapsamda Yunanistan’ın İsrail’le yaptığı drone savunma sistemleri anlaşmasını dikkatle izlememiz gerekiyor.
Selçuk Bayraktar’ın insansız uçak çalışmalarını F-35’lere alternatif olarak ortaya koyması, Türkiye’nin F-35 projesinden çıkışını bir fırsat olarak değerlendirmesi de son derece yanlış bir stratejinin parçası. Kızılelma çalışmaları bugün gökyüzünde 20 kadar F-35’imiz uçarken de pekâlâ devam edebilirdi.
Öyle görünüyor ki Baykar’ın kendini yeniden konumlandırmak için çok ciddi bir iletişim stratejisine ihtiyacı var. Erdoğan’ın damadının değil Türkiye’nin şirketi olmalı, kritik seçimler öncesinde AKP trol ordusunun kendilerini malzeme yapmasının önüne geçmeli.
Türkiye’nin en önemli şirketlerinden birinin kaderini bir siyasi hareketle bütünleştirmesi yapılabilecek en büyük hatalardan biri. Üstelik ürettikleri ürünün benzerlerini ve hatta daha etkilisini yapabilen yerli ve milli alternatifler varken.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.