SİTÂRE
....................................“Çeşmek be zen sitâre
.....................................Ez men mekon kenâre”
Nerden çıktın böyle karşıma Sitâre
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinden
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telâşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedim’in nigehbân nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitâre
Dün oturup hesâp ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askerî mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitâre
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Ben de onu alır anamın düşlerine kaçardım
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlyamıyorum
Seninle konuşurken Sitâre
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çâresiz Zühre oluyorsun Bâbil caddelerinde
Ateş gözlü kâhinler konuşuyorlar arkadan
Binlerce meşâlenin aydınlığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi
Kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitâre
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime
Imrül Kays’ı Antere’yi A’şâ’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitâre
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada nârin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Huysuz çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi ince bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr’in Suâd’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye güneyden kuzeye
Hey gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdâma
Geviş getiriyorlar ufuklara bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum
Yesrib bahâne bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, bâdiye okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitâre sineme elif çekiyorum
“Âh minel aşkı ve hâlâtihi...”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
Sinsi bir yağmur altında berâber yürüyoruz
Ve ikimiz de ısınıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitâre
Ben kaç kere iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep kurşun bir kubbe gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Birgün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşgar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi
Iğıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitâre
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç yıldan beri kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
Güçlü ol ey kalbim güçlü ol
Daha çok işimiz var diyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
Dilaver CEBECİ
(Bütün Şiirleri)
....................................“Çeşmek be zen sitâre
.....................................Ez men mekon kenâre”
Nerden çıktın böyle karşıma Sitâre
Efsaneler dökülüyor gülüşlerinden
Kirpiklerin yüreğime batıyor
Telâşlı bir kalabalığın ortasında
Ayaküstü konuşuyoruz
Nedim’in nigehbân nergisleri gibi
Üstümüzde bütün nazarlar
Çok utanıyorum Sitâre
Dün oturup hesâp ettim
Sen doğduğun zaman
Ben bir askerî mektepte talebeymişim
Sen bilmezsin Sitâre
Burada gündüzler çekip durduğumuz bir mercan tesbih
Geceler içinde uyuduğumuz birer siyah buluttu
Her akşam dokuzda yat borusu çalardı
Yat borusu baştan aşağı hüzün çalardı
Bir derin uykuya atardım kendimi
Siyah benli bir kız düşlerime kaçardı
Ben de onu alır anamın düşlerine kaçardım
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlyamıyorum
Seninle konuşurken Sitâre
Aklıma yıldızlar dökülüyor
Bir çâresiz Zühre oluyorsun Bâbil caddelerinde
Ateş gözlü kâhinler konuşuyorlar arkadan
Binlerce meşâlenin aydınlığı kımıldıyor saçlarında
Gökyüzü salkım salkım
Zigguratlar tıklım tıklım
Dönüp dolaşıp dudaklarına takılıyor aklım
Ah benim bu akıldan sıyrılmış aklım
Kimi gün boşlukta konacak yer bulamayan
Kimi gün inatçı yosunlar gibi
Kepez diplerine yapışan aklım
Gözlerine baktığım zaman Sitâre
Bütün çöllere ay doğuyor
Yoldaş ediyorum kendime
Imrül Kays’ı Antere’yi A’şâ’yı
En kuytu vahaları dolaşıyorum
Hangi vahaya gitsem çadırlar sökülmüş Sitâre
Çadırla su arasında bir cılga var
O cılgada nârin ayak izlerin var
Durgun suya düşüp kalmış gözlerin var
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
Bazan sapsarı bir benizle geliyorsun
Huysuz çizgileri alnında uykusuzluğun
Biliyorum içinde bir sızı var
Bıçak ağzı gibi ince bir sızı var
Bu sızıdır işte seni verimsiz kılan
Züheyr’in Suâd’ı gibi keremsiz kılan
Kuzeyden güneye güneyden kuzeye
Hey gidip geliyorum bu çöllerde
Kureyş’in heybetli ve inatçı develeri
Hiç aldırmadan benim esmer sevdâma
Geviş getiriyorlar ufuklara bakarak
Ben kaçıp Yesrib’e sığınıyorum
Yesrib bahâne bir kitaba sığınıyorum
Dağda, ovada, bâdiye okuduğum hep elif
Elif diyorum Sitâre sineme elif çekiyorum
“Âh minel aşkı ve hâlâtihi...”
Çok eski bir gerçektir bu biliyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
Sinsi bir yağmur altında berâber yürüyoruz
Ve ikimiz de ısınıyoruz
Ben ne yağmurlar gördüm Sitâre
Ben kaç kere iliklerime kadar ıslandım
Bilmiyorum sen kaç yaşındaydın
Ben göğü hep kurşun bir kubbe gibi ağır
O şehirde sırılsıklam gezerdim
Bölük bölük insanlar boşanırdı tapınaklardan
Tapınaklar insanları safra gibi atardı
Sonra hepsi bir yere toplanıp bana bakarlardı
Birgün bu şehrin kirli yağmurları alıp götürürdü beni
Gidip bir Uygur çadırında göğü dinledim
Kara bulutlar kükrerken bir Kaşgar sabahında
Oturup Aprunçur Tigin ile seni konuştuk
Bakışlarımı sunuyorum tereddütsüz alıyorsun
Gizli bir tebessümle çağırıyorum geliyorsun
Kaşı karam, gözü karam, saçı karam
Umay gibi yumuşak huylum
Nerden çıktın karşıma böyle
Sesin ılık bir bahar güneşi gibi
Iğıl ığıl akıyor içime
Asya’nın bozkırlarında ordular düşüyor peşime
Yığılıp kalmışım bu Anadolu toprağına Sitâre
Adam akıllı yorulmuşum
Ellerin böyle olmamalıydı ellerine acıyorum
Ve kim bilir kaç yıldan beri kalbimi öğütlüyorum
Durup durup ıssız yerlerde
Güçlü ol ey kalbim güçlü ol
Daha çok işimiz var diyorum
Bu azgın kalabalıkta seni tam duyamıyorum
Gözlerin mi daha sıcak gülüyor
Yoksa dudakların mı anlıyamıyorum
Dilaver CEBECİ
(Bütün Şiirleri)