İsrail'in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in endişeyle beklenen Mescid-i Aksa ziyareti sürpriz bir zamanlamayla gerçekleşti ve neyse ki korkulan olmadı. Ben-Gvir herkesi ters köşeye yatırdı ve sürpriz bir şekilde sabahın erken saatlerinde kısa bir turla hem zevahiri kurtardı hem de yeni İsrail Hükümetini. Zira pek çok kişi Ben-Gvir’in ziyaretinin 2000 yılında 2. İntifada’yı tetikleyen Ariel Şaron’un ziyaretinin bir benzeri olabileceğinden korkuyordu.
Ben-Gvir’in bu provokatif ziyaretinin ya da Filistin yönetiminin tanımıyla “provokatif baskınının” incelikle hesaplandığı ortada. Aşırı sağcı lider önce ziyaretinin Perşembe ya da Cuma günü yapılacağı beklentisini yarattı. Sonra geri adım attığı yolunda haberler fısıldandı ve aniden, yerleşkenin içinde ve etrafında çok az sayıda Müslüman varken 15 dakikada adeta gir çık yaptı.
Son derece başarılı bir operasyon olduğunu teslim etmeliyiz. Ben-Gvir hem kendi seçmenine Hamas’ın “kırmızı çizgi” uyarısına boyun eğmediğini gösterdi, hem de içinde yer aldığı koalisyonu daha ilk haftada çatışmaların göbeğinde bırakmamış oldu. Bu baskına ilişkin şu ana kadar sadece kınama mesajları geldi, ki uluslararası kamuoyunun bu mesajlarının İsrail Hükümetleri için pek de önemli olmadığını zaten biliyoruz.
Peki, Ben-Gvir’in Mescid-i Aksa ziyareti neden bu kadar hassas? Bunun yanıtı için hem tarihe hem de Ben-Gvir’in söylemi ve yetiştiği politik iklime bakmak lazım.
* * *
Öncelikle kritik bir kavramı biraz derinleştirelim. “Statükoyu korumak,” ya da en çok kullanılan haliyle; “statükoyu bozacak tek taraflı hamlelerden kaçınmak.” Peki nedir bu statüko?
Mescid-i Aksa yerleşkesinin bulunduğu Doğu Kudüs 1967'den beri İsrail işgali altında. İşgal, uluslararası hukuka göre yasa dışı. Yerleşke şu anda Ürdün’ün himayesindeki bir Vakıf tarafından yönetiliyor. Bu Vakıf’la İsrailliler arasında uzun süredir devam eden anlaşma uyarınca, Mescid-i Aksa’da yalnızca Müslümanların ibadet etme hakkı var. Gayrimüslimlerin turistik ziyaretine yalnızca belirli zamanlarda izin veriliyor. İbadet etmeleri ise kesinlikle yasak.
Bu anlaşmayı bugüne kadar ayakta tutan şey tarafların iyi niyeti değil aslında. İlginç şekilde Yahudilerin katı inanç ve ibadet sistemi sayesinde devam ettirilen bir statüko bu.
Biraz ayrıntı verelim.
Harem-i Şerif yerleşkesinin Yahudilerin daha önce 2 kez yıkılan Tapınakları üzerine kurulduğunu hemen herkes biliyor. Çok az bilinen ise bu Tapınaktaki kurallar. Tapınağın en önemli yeri “Kutsalların Kutsalı” denilen ve içinde Musa Peygambere gönderilen On Emir tabletlerinin de bulunduğu sandukanın korunduğu oda. Yahudi inancının bu en kutsal noktasına Baş Haham dışında birinin girme yetkisi yok. Baş Haham bile sadece “Yom Kipur” yani kefaret gününde bu odaya girebiliyor. Yine tapınakta pek çok bölüme sadece izinli bazı kişilerin girmesi ön görülmüş.
İşte Yahudi hahamlar bu Kutsalların Kutsalı odasının nerede olduğunun bilinmediği, dolayısıyla buraya yanlışlıkla da olsa bir Yahudi’nin ayak basmaması gerektiği düşüncesinden hareketle Mescid-i Aksa’ya girişi yasaklamış durumdalar. Mescid-i Aksa altında yapılan kazıların bir nedeni de bu, kutsal odanın yerinin belirlenmesi. Bu kazılarda özellikle Dürzi işçilerin kullanılmasının nedeni de yine bu. Baş haham dışında birinin yanlışlıkla bu odanın kutsallığını bozmaması. Zaman zaman Kudüs üzerinde uçarken kendini naylona saran Ortodoks Yahudilerin de bu davranışının temel nedeni bu. Kutsalların Kutsalı üzerinde olmamak.
Yerleşik inanç bu odanın Kubbetü’s Sahra’nın (Altın Kubbeli Camii) üzerine yapıldığı Muallak Taşı’nın (Yahudilere göre Temel Taşı’nın) altında olduğu şeklinde. Pek çok aşırı sağcı İsrailli Kubbetü’s Sahra’ya girilmedikçe bir sıkıntı olmayacağını düşünüyor. Bu nedenle özellikle aşırı sağcı yerleşimciler her yıl artan sayılarla Mescid-i Aksa’ya giriş yapıyor. Geçen yıl 48 binden fazla Yahudi yerleşimcinin Mescid-i Aksa'yı ziyaret ettiği belirtiliyor.
Mescid-i Aksa’nın girişinde uzun yıllar varlığını sürdüren “Tevrat'a göre kutsallığından dolayı hiç kimse Mescid-i Aksa bölgesine giremez" yazılı tabelanın yerini "Tapınak Tepesi'ne (Mescid-i Aksa’nın Yahudi inancındaki adı) hoş geldiniz" yazan bir levhaya bırakması, bu aşırı sağ yorumun giderek daha kabul görmesinden kaynaklanıyor.
* * *
“E, 48 bin kişi girmiş, Ben-Gvir de girsin ne olacak ki?” denebilir elbette. Ya da “bırakın bu büyük günahı işlesin de görsün gününü” demek de mümkün. Bu noktada ise aşırı sağcı Bakan’ın ideolojisi ve söylemi ön plana çıkıyor.
Ben-Gvir, Araplara karşı ırkçı tahrik ve "terörizme" destek vermekten suçlu bulunmuş biri. İsrail’in en ünlü teröristi Meir Kahane’nin “Kah” örgütünün tedrisatından geçmiş bir “terörist”. İşi Mayıs 1980'de Mescid-i Aksa'ya patlayıcı yerleştirme noktasına kadar götüren Meir Kahane İsrail’in koşulsuz destekçisi ABD’nin bile terörizm listesine koymak zorunda kaldığı biri. Kahane’nin takipçilerinden birinin, hem de Mescid-i Aksa’da görevli polis güçleri üzerinde söz sahibi bir Bakan olarak orada gezmesinin anlamı çok derin. İsrail'in işgal gücüyle Mescid-i Aksa'daki mevcut tarihi ve hukuki statüyü değiştirmeyi amaçladığını iddia eden Müslüman kamuoyu için açık bir gözdağı.
* * *
Peki, Mescid-i Aksa’nın statükosu değiştirilebilir mi?
İslam Dünyası bu endişesinin yersiz olmadığını ispat için verdiği örnek İbrahim Camii. Ben-Gvir’in adı bu noktada da önümüze çıkıyor.
İbrahim Camii (ya da uluslararası alanda daha çok bilinen adıyla Patrikler Mağarası) işgal altındaki El Halil’de yer alıyor. Camii altındaki mağaralarda İbrahim Peygamber ve eşi Sare ile çocukları İshak, Yakup ve Yusuf Peygamberlerin mezarlarının bulunduğuna inanılıyor. Hatta oğlu İshak’ı çok ileri yaşta doğurduğuna inanılan Sare’nin gömüldüğü düşünülen mağara, özellikle çocuk sahibi olmak isteyen kadınların adak adadığı en önemli yerlerden biri.
İbrahim Camii Müslümanların en kutsal 4. ibadethanesi sayılıyor. İslam Peygamberinin Mekke'den Kudüs'e yaptığı miraç yolculuğunda türbeye uğradığına inanılıyor. Hatta "İbrahim'in Mezarını ziyaret edenin Allah günahlarını siler" şeklinde bir hadisten de bahsediliyor.
İşte bu önemli türbenin yapısı İsrail’in 1967'deki işgalinin ardından hızla değiştirildi. Bugün İbrahim Camii’nin yaklaşın 3’te 2’si Yahudilerin kullandığı bir sinagog. Kalan 3’te 1’inde Müslümanlar ibadet ediyor.
İbrahim Camii, Filistin tarihindeki en kanlı olaylardan biriyle de hatırlanıyor. 1994 günü, tıpkı Ben-Gvir gibi Kahanist akımının bir üyesi olan Baruch Goldstein adlı bir Yahudi otomatik silahlarla daldığı türbede 29 Filistinliyi öldürmüş, 125'ini de yaralamıştı. Ben-Gvir, bu teröristin resmini uzun yıllar çalışma odasının duvarlarında sergiledi.
* * *
Ben-Gvir ırkçı, aşırı dinci ve terör övücü bir İsrailli Bakan değil sadece. İçinde yetiştiği kültür bizzat Filistin’deki kutsalların statükosunu tehdit eden ve bu uğurda kan dökmeyi normal gören bir bakışa sahip. Yani Ben-Gvir’in ziyareti bir İsrailli Bakanın ziyaretinden çok daha öte. Mescid-i Aksa’nın güvenliğinden sorumlu polis teşkilatından sorumlu olması bu tabloyu daha da dramatikleştiriyor.
Dediğimiz gibi bu çok ciddi provokatif baskın şimdilik ucuz atlatıldı. Filistin sokakları şimdilik soğukkanlı kalabildi. Yanı sıra ne İsrail’in yakın zamanda diplomatik ilişki kurduğu Arap ülkeleri, ne ilişkilerini ilerletmeyi planladığı Suudi Arabistan, ne de normalleşme sürecine girdiği Türkiye’de ciddi bir tepki doğurmadı. Türk Dışişleri Bakanlığı ziyareti “provokatif bir eylem” olarak tanımladı ve kınadı. İsrail’le normalleşme adımlarının gölgesinde yapılan bu açıklamanın kısa ve hayli yumuşak olduğunu söylemek lazım.
Ama bu baskın, önümüzdeki sıkıntılı günlerin de bir habercisi.
İsrail’in eski Başbakanı Yair Lapid’in eleştirisi konuyu çok güzel özetliyor.
“Zayıf bir başbakan (Netanyahu), Orta Doğu'nun en sorumsuz adamına Orta Doğu'nun en patlayıcı yerini emanet etmek zorunda kaldı.”
Ateşle barut birbirine değmeden ne kadar süre yaşabilecek, izleyip göreceğiz.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ben-Gvir’in bu provokatif ziyaretinin ya da Filistin yönetiminin tanımıyla “provokatif baskınının” incelikle hesaplandığı ortada. Aşırı sağcı lider önce ziyaretinin Perşembe ya da Cuma günü yapılacağı beklentisini yarattı. Sonra geri adım attığı yolunda haberler fısıldandı ve aniden, yerleşkenin içinde ve etrafında çok az sayıda Müslüman varken 15 dakikada adeta gir çık yaptı.
Son derece başarılı bir operasyon olduğunu teslim etmeliyiz. Ben-Gvir hem kendi seçmenine Hamas’ın “kırmızı çizgi” uyarısına boyun eğmediğini gösterdi, hem de içinde yer aldığı koalisyonu daha ilk haftada çatışmaların göbeğinde bırakmamış oldu. Bu baskına ilişkin şu ana kadar sadece kınama mesajları geldi, ki uluslararası kamuoyunun bu mesajlarının İsrail Hükümetleri için pek de önemli olmadığını zaten biliyoruz.
Peki, Ben-Gvir’in Mescid-i Aksa ziyareti neden bu kadar hassas? Bunun yanıtı için hem tarihe hem de Ben-Gvir’in söylemi ve yetiştiği politik iklime bakmak lazım.
* * *
Öncelikle kritik bir kavramı biraz derinleştirelim. “Statükoyu korumak,” ya da en çok kullanılan haliyle; “statükoyu bozacak tek taraflı hamlelerden kaçınmak.” Peki nedir bu statüko?
Mescid-i Aksa yerleşkesinin bulunduğu Doğu Kudüs 1967'den beri İsrail işgali altında. İşgal, uluslararası hukuka göre yasa dışı. Yerleşke şu anda Ürdün’ün himayesindeki bir Vakıf tarafından yönetiliyor. Bu Vakıf’la İsrailliler arasında uzun süredir devam eden anlaşma uyarınca, Mescid-i Aksa’da yalnızca Müslümanların ibadet etme hakkı var. Gayrimüslimlerin turistik ziyaretine yalnızca belirli zamanlarda izin veriliyor. İbadet etmeleri ise kesinlikle yasak.
Bu anlaşmayı bugüne kadar ayakta tutan şey tarafların iyi niyeti değil aslında. İlginç şekilde Yahudilerin katı inanç ve ibadet sistemi sayesinde devam ettirilen bir statüko bu.
Biraz ayrıntı verelim.
Harem-i Şerif yerleşkesinin Yahudilerin daha önce 2 kez yıkılan Tapınakları üzerine kurulduğunu hemen herkes biliyor. Çok az bilinen ise bu Tapınaktaki kurallar. Tapınağın en önemli yeri “Kutsalların Kutsalı” denilen ve içinde Musa Peygambere gönderilen On Emir tabletlerinin de bulunduğu sandukanın korunduğu oda. Yahudi inancının bu en kutsal noktasına Baş Haham dışında birinin girme yetkisi yok. Baş Haham bile sadece “Yom Kipur” yani kefaret gününde bu odaya girebiliyor. Yine tapınakta pek çok bölüme sadece izinli bazı kişilerin girmesi ön görülmüş.
İşte Yahudi hahamlar bu Kutsalların Kutsalı odasının nerede olduğunun bilinmediği, dolayısıyla buraya yanlışlıkla da olsa bir Yahudi’nin ayak basmaması gerektiği düşüncesinden hareketle Mescid-i Aksa’ya girişi yasaklamış durumdalar. Mescid-i Aksa altında yapılan kazıların bir nedeni de bu, kutsal odanın yerinin belirlenmesi. Bu kazılarda özellikle Dürzi işçilerin kullanılmasının nedeni de yine bu. Baş haham dışında birinin yanlışlıkla bu odanın kutsallığını bozmaması. Zaman zaman Kudüs üzerinde uçarken kendini naylona saran Ortodoks Yahudilerin de bu davranışının temel nedeni bu. Kutsalların Kutsalı üzerinde olmamak.
Yerleşik inanç bu odanın Kubbetü’s Sahra’nın (Altın Kubbeli Camii) üzerine yapıldığı Muallak Taşı’nın (Yahudilere göre Temel Taşı’nın) altında olduğu şeklinde. Pek çok aşırı sağcı İsrailli Kubbetü’s Sahra’ya girilmedikçe bir sıkıntı olmayacağını düşünüyor. Bu nedenle özellikle aşırı sağcı yerleşimciler her yıl artan sayılarla Mescid-i Aksa’ya giriş yapıyor. Geçen yıl 48 binden fazla Yahudi yerleşimcinin Mescid-i Aksa'yı ziyaret ettiği belirtiliyor.
Mescid-i Aksa’nın girişinde uzun yıllar varlığını sürdüren “Tevrat'a göre kutsallığından dolayı hiç kimse Mescid-i Aksa bölgesine giremez" yazılı tabelanın yerini "Tapınak Tepesi'ne (Mescid-i Aksa’nın Yahudi inancındaki adı) hoş geldiniz" yazan bir levhaya bırakması, bu aşırı sağ yorumun giderek daha kabul görmesinden kaynaklanıyor.
* * *
“E, 48 bin kişi girmiş, Ben-Gvir de girsin ne olacak ki?” denebilir elbette. Ya da “bırakın bu büyük günahı işlesin de görsün gününü” demek de mümkün. Bu noktada ise aşırı sağcı Bakan’ın ideolojisi ve söylemi ön plana çıkıyor.
Ben-Gvir, Araplara karşı ırkçı tahrik ve "terörizme" destek vermekten suçlu bulunmuş biri. İsrail’in en ünlü teröristi Meir Kahane’nin “Kah” örgütünün tedrisatından geçmiş bir “terörist”. İşi Mayıs 1980'de Mescid-i Aksa'ya patlayıcı yerleştirme noktasına kadar götüren Meir Kahane İsrail’in koşulsuz destekçisi ABD’nin bile terörizm listesine koymak zorunda kaldığı biri. Kahane’nin takipçilerinden birinin, hem de Mescid-i Aksa’da görevli polis güçleri üzerinde söz sahibi bir Bakan olarak orada gezmesinin anlamı çok derin. İsrail'in işgal gücüyle Mescid-i Aksa'daki mevcut tarihi ve hukuki statüyü değiştirmeyi amaçladığını iddia eden Müslüman kamuoyu için açık bir gözdağı.
* * *
Peki, Mescid-i Aksa’nın statükosu değiştirilebilir mi?
İslam Dünyası bu endişesinin yersiz olmadığını ispat için verdiği örnek İbrahim Camii. Ben-Gvir’in adı bu noktada da önümüze çıkıyor.
İbrahim Camii (ya da uluslararası alanda daha çok bilinen adıyla Patrikler Mağarası) işgal altındaki El Halil’de yer alıyor. Camii altındaki mağaralarda İbrahim Peygamber ve eşi Sare ile çocukları İshak, Yakup ve Yusuf Peygamberlerin mezarlarının bulunduğuna inanılıyor. Hatta oğlu İshak’ı çok ileri yaşta doğurduğuna inanılan Sare’nin gömüldüğü düşünülen mağara, özellikle çocuk sahibi olmak isteyen kadınların adak adadığı en önemli yerlerden biri.
İbrahim Camii Müslümanların en kutsal 4. ibadethanesi sayılıyor. İslam Peygamberinin Mekke'den Kudüs'e yaptığı miraç yolculuğunda türbeye uğradığına inanılıyor. Hatta "İbrahim'in Mezarını ziyaret edenin Allah günahlarını siler" şeklinde bir hadisten de bahsediliyor.
İşte bu önemli türbenin yapısı İsrail’in 1967'deki işgalinin ardından hızla değiştirildi. Bugün İbrahim Camii’nin yaklaşın 3’te 2’si Yahudilerin kullandığı bir sinagog. Kalan 3’te 1’inde Müslümanlar ibadet ediyor.
İbrahim Camii, Filistin tarihindeki en kanlı olaylardan biriyle de hatırlanıyor. 1994 günü, tıpkı Ben-Gvir gibi Kahanist akımının bir üyesi olan Baruch Goldstein adlı bir Yahudi otomatik silahlarla daldığı türbede 29 Filistinliyi öldürmüş, 125'ini de yaralamıştı. Ben-Gvir, bu teröristin resmini uzun yıllar çalışma odasının duvarlarında sergiledi.
* * *
Ben-Gvir ırkçı, aşırı dinci ve terör övücü bir İsrailli Bakan değil sadece. İçinde yetiştiği kültür bizzat Filistin’deki kutsalların statükosunu tehdit eden ve bu uğurda kan dökmeyi normal gören bir bakışa sahip. Yani Ben-Gvir’in ziyareti bir İsrailli Bakanın ziyaretinden çok daha öte. Mescid-i Aksa’nın güvenliğinden sorumlu polis teşkilatından sorumlu olması bu tabloyu daha da dramatikleştiriyor.
Dediğimiz gibi bu çok ciddi provokatif baskın şimdilik ucuz atlatıldı. Filistin sokakları şimdilik soğukkanlı kalabildi. Yanı sıra ne İsrail’in yakın zamanda diplomatik ilişki kurduğu Arap ülkeleri, ne ilişkilerini ilerletmeyi planladığı Suudi Arabistan, ne de normalleşme sürecine girdiği Türkiye’de ciddi bir tepki doğurmadı. Türk Dışişleri Bakanlığı ziyareti “provokatif bir eylem” olarak tanımladı ve kınadı. İsrail’le normalleşme adımlarının gölgesinde yapılan bu açıklamanın kısa ve hayli yumuşak olduğunu söylemek lazım.
Ama bu baskın, önümüzdeki sıkıntılı günlerin de bir habercisi.
İsrail’in eski Başbakanı Yair Lapid’in eleştirisi konuyu çok güzel özetliyor.
“Zayıf bir başbakan (Netanyahu), Orta Doğu'nun en sorumsuz adamına Orta Doğu'nun en patlayıcı yerini emanet etmek zorunda kaldı.”
Ateşle barut birbirine değmeden ne kadar süre yaşabilecek, izleyip göreceğiz.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.