Mülk Suresi 8. Ayet : Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorarlar.
Her akıl sahibi insan sadece biraz düşünme ile peygamber denen insanların tarihi kaynaklar ile kesin olarak yaşamış olduklarını, hayata yansıttıkları ahlakları ile normal insanlardan farklı olduklarını, gösterdikleri mucizeler ile peygamberliklerini ispatladıklarını, davalarında hiç bir şekilde şahsi menfaat olmamasından dolayı samimiyetlerini ve farklı zamanlarda, farklı bölgelerde yaşamış olmalarına rağmen aynı şeyleri söylemelerinin aksi düşünülemeyecek şekilde davalarının hak olduğunu ve öldükten sonra yaşamın 2×2=4 seviyesinde bir kesinlik ile kanıtladığını anlayacaklardır. İşte bu sebep ile ayet-i kerime de, size peygamber gelmedi mi? sorusu soruluyor. Yani insanların cehenneme haksız yere atılmadığı kendilerinin de kabul etmeye mecbur kalacağı bir soru ile yüzlerine çarpılıyor. Ayrıca ayette karşılaşılacak olan sahne insan aklında canlandırılarak, ister istemez bu hususta bir sorgulama sürecine girilmesi ve o gün için hazırlık yapılması telkin ediliyor.
Peygamberler nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi en net biçimde bizlere bildirmişken, insanoğlunun hiçbir delili olmayan teorilerin ve sadece kendi kendini oyalama sayılacak inançların peşinden gitmesi hiç şüphesiz affedilmez bir hata olacaktır.
HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem birgün Safâ Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabîlesine seslendi. Onlar da bu çağrıya icâbet ederek Safâ Tepesi’ne geldiler. Allâh Rasûlü (s.a.v), yüksek bir kayanın üzerinden onlara şöyle hitâb etti:
“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”
Onlar da hiç düşünmeden:
“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Seni hep doğru olarak bulduk. Senin yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.
Oraya gelmiş bulunan herkesten bilâ-istisnâ bu tasdîki alan Allâh Rasûlü (s.a.v), onlara şu ilâhî hakîkati bildirdi:
“–O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allâh’a inanmayanların o çetin azâba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim.
Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve âilesine zarar vereceğinden korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir.
Ey Kureyş cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allâh’ın huzûruna varmanız, dünyâdaki her hareketinizin hesâbını vermeniz muhakkaktır. Netîcede hayır ve ibâdetlerinizin mükâfâtını, kötü işlerinizin de cezâ ve şiddetli azâbını göreceksiniz! Mükâfât ebedî bir cennet; mücâzât da dâimî bir cehennemdir.” (Buhârî, Müslim)
Tahrim Suresi 6. Ayet : Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.
Her akıl sahibi insan sadece biraz düşünme ile peygamber denen insanların tarihi kaynaklar ile kesin olarak yaşamış olduklarını, hayata yansıttıkları ahlakları ile normal insanlardan farklı olduklarını, gösterdikleri mucizeler ile peygamberliklerini ispatladıklarını, davalarında hiç bir şekilde şahsi menfaat olmamasından dolayı samimiyetlerini ve farklı zamanlarda, farklı bölgelerde yaşamış olmalarına rağmen aynı şeyleri söylemelerinin aksi düşünülemeyecek şekilde davalarının hak olduğunu ve öldükten sonra yaşamın 2×2=4 seviyesinde bir kesinlik ile kanıtladığını anlayacaklardır. İşte bu sebep ile ayet-i kerime de, size peygamber gelmedi mi? sorusu soruluyor. Yani insanların cehenneme haksız yere atılmadığı kendilerinin de kabul etmeye mecbur kalacağı bir soru ile yüzlerine çarpılıyor. Ayrıca ayette karşılaşılacak olan sahne insan aklında canlandırılarak, ister istemez bu hususta bir sorgulama sürecine girilmesi ve o gün için hazırlık yapılması telkin ediliyor.
Peygamberler nereden geldiğimizi ve nereye gideceğimizi en net biçimde bizlere bildirmişken, insanoğlunun hiçbir delili olmayan teorilerin ve sadece kendi kendini oyalama sayılacak inançların peşinden gitmesi hiç şüphesiz affedilmez bir hata olacaktır.
HAZRET-İ MUHAMMED MUSTAFÂ -sallâllâhu aleyhi ve sellem birgün Safâ Tepesi’ne çıkarak Kureyş kabîlesine seslendi. Onlar da bu çağrıya icâbet ederek Safâ Tepesi’ne geldiler. Allâh Rasûlü (s.a.v), yüksek bir kayanın üzerinden onlara şöyle hitâb etti:
“–Ey Kureyş cemâati! Ben size, şu dağın eteğinde veya şu vâdide düşman atlıları var; hemen size saldıracak, mallarınızı gasbedecek desem, bana inanır mısınız?”
Onlar da hiç düşünmeden:
“–Evet inanırız! Çünkü şimdiye kadar Seni hep doğru olarak bulduk. Senin yalan söylediğini hiç işitmedik!” dediler.
Oraya gelmiş bulunan herkesten bilâ-istisnâ bu tasdîki alan Allâh Rasûlü (s.a.v), onlara şu ilâhî hakîkati bildirdi:
“–O hâlde ben şimdi size, önünüzde şiddetli bir azap günü bulunduğunu, Allâh’a inanmayanların o çetin azâba uğrayacaklarını haber veriyorum. Ben sizi o çetin azaptan sakındırmak için gönderildim.
Ey Kureyşliler! Size karşı benim hâlim, düşmanı gören ve âilesine zarar vereceğinden korkarak hemen haber vermeye koşan bir adamın hâli gibidir.
Ey Kureyş cemâati! Siz uykuya dalar gibi öleceksiniz. Uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allâh’ın huzûruna varmanız, dünyâdaki her hareketinizin hesâbını vermeniz muhakkaktır. Netîcede hayır ve ibâdetlerinizin mükâfâtını, kötü işlerinizin de cezâ ve şiddetli azâbını göreceksiniz! Mükâfât ebedî bir cennet; mücâzât da dâimî bir cehennemdir.” (Buhârî, Müslim)
Tahrim Suresi 6. Ayet : Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O ateşin başında gayet katı, çetin, Allah'ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine emredilen şeyi yapan melekler vardır.