*
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.
(Dosya Boyutu: 465.09 KB / İndirme Sayısı: 5) Öyle bir maneviyat sultanı oldu ki, dünya sultanları unutuldu, fakat o unutulmadı.
Din ve dünya sultanı olan İbrahim b. Edhem hazretleri, bugün Afganistan’ın kuzey bölgesinde bulunan Belh şehrinde doğdu. Onun hayatı hakkında kaynaklarda pek çok muhtelif rivayet mevcuttur. Ancak tövbe edip zühd yoluna girmeden evvel, Belh padişahı olduğu rivayeti meşhurdur. Önceleri tahtta oturur ve pahalı elbiseler giyerdi. Ata biner, avlanmayı severdi. Onu bu düşkünlükten kurtanp ahiretini de ihya edebilmesi için, devrin ârif ve sûfîlerinden zaman zaman kendisine ibretli ikazlar yapılıyordu. Nitekim meşhur rivayete göre bir gece sarayında tahtı üzerinde uyuyakalmıştı. Gece bir gürültü ile uyandı. Tavandan tıkırtılar, gürültüler geliyordu.
– Kim o? Sarayın damında ne işiniz var, neden oraya çıktınız, diye seslendi. Sarayın damındaki zat,
– Yabancı değilim, devemi kaybettim de onu arıyorum, dedi. İbrahim b. Edhem bu cevaba çok kızdı, sert bir sesle,
– Be hey şaşkın adam, damda hiç deve aranır mı, deyince, damdaki zat şu karşılığı verdi:
– Ey gafil! Sen Allah Teâlâ’yı ipek ve atlas döşekler içinde, inci ve altın tahtlar üzerinde arıyorsun ya? Bunun damda deve aramaktan ne farkı var?
ibrahim b. Edhem hemen yerinden fırladı ve adamlarını çağırıp her tarafı arattı; fakat ne sarayın damında ne de bahçesinde hiç kimseyi bulamadı. Tabii içine bir ateş düştü ve bu olayı düşünmekten sabaha kadar uyuyamadı.
Ertesi gün saray erkânı toplanmış ve divan kurulmuştu. İbrahim b. Edhem de geldi, geçip tahtına oturdu; ama hâlâ bu olayı düşünüyor, olayın mahiyetini kavramaya çalışıyordu. Birtakım devlet meseleleri istişare edilirken aniden heybetli bir adam çıkageldi. Ona ne nöbetçiler ne de muhafızlar engel olabilmişti. İbrahim b. Edhem, gelip karşısında duran bu adama kim olduğunu, burada ne işi olduğunu ve ne istediğini sordu. Adam,
– Ben bir yolcuyum. Bu handa birkaç gün kalmak istiyorum, dedi. ibrahim b. Edhem bu söze kızarak,
– Be adam, burası han mıdır ki kalacaksın? Burası bana ait olan bir saraydır, diye cevap verdi. O zat,
– Peki, bu saray senden evvel kimindi, diye sorunca ibrahim b. Edhem,
– Babamındı.
– Ondan önce kimindi, diye tekrar sordu, ibrahim b. Edhem, (Sf.17)
– Dedemindi.
– Peki, ondan önce kimindi, diye sorunca, İbrahim b. Edhem,
– Filan zatın, dedi.
– Ondan evvel kimindi, diye sorduğunda, İbrahim b. Edhem,
– Filan oğlu filanın, cevabını verdi. O zatın,
– Bunlara ne oldu, diye sordu. İbrahim b. Edhem,
– Öldüler, cevabını verdi. Adam,
– O halde bu saray nasıl senindir ki, biri gidiyor biri geliyor, dedi ve geldiği gibi geri çıktı. O anda İbrahim b. Edhem’in aklı başına geldi. Belli ki, akşam damda “deve arıyorum” diyen adam, bu adamdı. Hemen o zatın peşine düştü ve sordu:
– Sen kimsin, nereden geliyorsun? O zat da,
– Ben karada, denizde, yerde ve gökte bulunur ve Hızır olarak bilinirim, dedi.
Böylece meselenin iç yüzü de anlaşılmıştı. Bunun üzerine İbrahim,
– Biraz bekle, eve kadar gidip geleyim, dedi. Adam,
– Bu kadar bekleyemem, iş bundan daha acele, dedi ve kayıplara karıştı.
İbrahim’in gönlündeki ateş daha da arttı, derdi fazlalaştı. Gece işittiklerine, gündüz gördüklerine bir anlam veremedi. Bir gün,
– Atı eğerleyin, avlanmaya gideceğim, bakalım bu hal nereye varacak, diye emir verdi. Ata bindi, sahranın yolunu tuttu.(Sf.18) Sahrada şaşkın şaşkın dolaşıyor ve ne yapacağını bilmez bir halde bulunuyordu. Bir ara muhafızlarından ayrı düşüp uzaklaştı. Bu sırada “Uyan!” diye bir ses işitti, duymazlıktan geldi. Bu sesi ikinci, üçüncü defa işitti. Ancak her defasında işitmezlikten geldi. Dördüncü seferinde, “Başkaları seni uyandırmadan kendin uyan!” diye bir ses duydu. Bu hitabı işiten İbrahim b. Edhem, iradesi kesildi. O anda bir av peyda oldu. Onu yakalamak için atını sürdü. Bu esnada gaipten,
– Ey İbrahim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emir olunmadın, diyen bir ses işitti. Durdu, sağına soluna baktı hiç kimseyi göremedi; “Allah lânet etsin! Bu iblîs’tir!” dedi. Atını tekrar sürdü. Biraz öncekinden daha kuvvetli ve daha açık bir sesle,
– Ey İbrahim! Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın, dendi.
İbrahim durdu, sağına soluna baktı, hiç kimseyi göremedi; “Allah Teâlâ lânet etsin! Bu İblîs’tir!” dedi ve atını tekrar sürdü. Ancak bu sefer aynı sözleri atının eyeri altından işitti. İçinde bir üzüntü ve korku zuhur etti. Kendi kendine,
– Âlemlerin Rabbin’den bana bir ikaz geldi. Allah’a yemin ederim ki bu günden sonra O’na isyan etmeyeceğim. Rabbim, salih insan olmamı istiyor, dedi.
Bu hadise üzerine pek fazla ağladı, öyle ki elbiseleri göz yaşlarıyla ıslandı. Samimi bir şekilde tövbe etti. Sonra geri döndü. Bir çobana rastladı. Dikkat edince bunun, kendi çobanlarından biri olduğunu anladı. Üzerindeki altın sırmalı kaftanı çıkarıp ona verdi. Onun abasını ve başlığım kendisi giydi. Koyunlan da ona bağışladı. Tacını, tahtını bıraktı, zühd yolunu seçti ve evliyanın reislerinden oldu.
Artık İbrahim b. Edhem, gözlerini bambaşka bir âleme açmış, ilâhî bir iklimin temaşasına dalmıştı, işte bu temaşa, ondaki diğer güzellik telakkilerini tamamen silivermişti. Böylece her sabah ihtimamla giydiği saltanat elbiseleri ve göğsünü kabartan Belh sultanlığı, bütün ihtişam ve süsünü kaybetmişti. Öyle bir maneviyat sultanı oldu ki, dünya sultanları unutuldu, fakat o unutulmadı.
Kaynak:
Sufilerden Tövbe Menkıbeleri, Siraceddin Önlüer, Hacegan Yayınları.