• Forumzar.COM Türkçe içerikli genel forum sitesi ve paylaşım platformu olarak eğlenceli ve interaktif bir forum deneyim sunar.

    Foruma üye olmak için BURAYA TIKLAYINIZ

Osmanlı'dan Cumhuriyete Türkiye'de Merkeziyetçilik

SiyahLi

Süper Moderatör
Bayan Üye
Katılım
24 Ağu 2022
Mesajlar
4,474
Puanları
38
Konum
Forumzar
Cinsiyet
Bayan
OSMANLI'DAN CUMHURİYET'E TÜRKİYE'DE

MERKEZİYETÇİLİK- ADEM-İ MERKEZİYETÇİLİK PRATİĞİ ÜZERİNE NOTLAR

Mustafa ÖKMEN*

GİRİŞ

Toplumların, bugünkü devlet, siyaset ve yönetim anlayışlarının, yapılanmalarının, geçmişin mirasından etkilenmediğini söylemek oldukça zordur ve bu anlamda toplumlar, önceki nesillerden miras olarak aldıkları kurumların, değerlerin ve davranış biçimlerinin yükünü taşırlar. Diğer bir deyişle, ekonomik, sosyal, siyasal, idarî ve kültürel anlayış ve yapılanmalar, insanlık ve toplumların tarihi içinde, kümülatif nitelikli olarak ve tarihi süreklilik seyrini izleyerek var olagelirler. Devletler, milletler ya da başka parametreleri esas alarak yapılan toplum ayrımlarının hepsi için geçerli olan bu nitelikler, aynı zamanda belirli bir değişimi ve dönüşümü de içerir ya da içermesi gerekir.

Bu çalışmada, işte bu süreklilik, değişim, dönüşüm ya da tam tersi anlayış ve yapılanmaların belirli çizgiler itibariyle Osmanlı'dan Cumhuriyet'e aktarılan temel nitelikleri, özellikle merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik ilişkileri bağlamında ele alınacaktır.

I- KLASİK DÖNEMDEN TANZİMAT'A SİYASİ-İDARİ SİSTEM VE YÖNETİM YAPISINDA SORUNLAR

Gerek coğrafî alan ve siyasî otorite, gerekse ekonomik zenginlikler bakımından, Kanuni Sultan Süleyman döneminde gücünün zirvesine ulaşan Osmanlı Devleti, aynı dönemde, duraklama ve gerileme tohumlarının yeşermesine elverişli bir sürecin içine de girmiş bulunuyordu. Fatih döneminde ulaşılan ekonomik, sosyal ve idarî boyutlu olgunlaşma, Kanunî döneminde zirveye ulaşmakla birlikte, belki de gelişmenin ortaya koyduğu imkanlar nedeniyle, bir gevşeme ve bozulmayı da beraberinde getirmiştir. Ekonomik, sosyal, askerî, siyasal, idarî ve iç-dış olmak üzere birçok nedeni bulunan bu sürecin ayrıntılarına girmemekle birlikte, Tanzimat'ı getiren yolda, konumuzla ilgili bazı temel noktalara değinmek gerekir.

Klasik dönemden Tanzimat'a uzanan çizgide Osmanlı devleti bir gevşemeyle birlikte gerileme ve bozulmayı da içeren yaşama sürecine girmiştir. “İçte ve dışta hayranlık uyandıran Klasik Osmanlı Sistemi, XVI. Yüzyılın sonlarından itibaren değişen iç ve dış dinamiklere ayak uydurmakta yetersiz kalmış ve bu durum buhran döneminin başlangıcının habercisi olmuştur. Dönemin önde gelen kişilerinin durumun ıslahına ilişkin görüşlerine rağmen, bürokratik kadroların henüz böyle bir kanaati kabullenmeye hazır olmadıkları görülmüştür. Bu kadrolara göre ülkenin çeşitli bölgelerinde meydana gelen sathî problemler, köklü temellere dayalı sistem bozukluğunun bir sonucu değildi. Bunlar geçici arızalardı ve Müslümanların Franklardan öğrenebilecekleri hiçbir şey olamazdı. Buna karşılık yer yer ortaya çıkan huzursuzluklar ve sıkıntılar Osmanlı aydın ve bürokratının bu konular üzerinde düşünmelerine sebep oldu.” Bu bağlamda, gelişmeler eski klasik sistemin terk edilmesi, rüşvet ve kayırmacılığın yaygınlaşması gibi nedenlere bağlanırken diğer yandan da dönemin bazı aydın ve bürokratlarınca yöneticilere sunulmak üzere ortaya konan çözüm önerilerini içeren siyasetnamelerin hazırlanılması yoluna gidildi. Bunların farklı ve çeşitli içerikleri bulunmakla birlikte özellikle tımar sisteminin işleyişine ilişkin değerlendirmeler dikkat çekicidir. Halil İnalcık'a göre, “XVII. Asır başlarında İmparatorluğun çöküşünü haber veren Osmanlı siyaset-nüvislerinin, bilhassa tımar sistemi üzerinde durmaları da sebepsiz değildir. Çıkışından itibaren tımar sisteminin tarihî tekamülü gösterilmekle, Osmanlı İmparatorluğunun asıl çatısı ve tarihinin esas amillerinden biri meydana çıkarılmış olacaktır.”[ii] Kemal Karpat da geleneksel Osmanlı toplumundaki toprak sistemini, elitlerin doğuşunu etkileyen ve bu sınıfların hem geniş halk kitleleri, hem de resmî devlet kurumlarıyla ilişkilerinde onlara bazı güçler sağlayan temel ekonomik kurum olarak[iii] ele almaktadır. Toprak sistemi, Osmanlı Devleti’nde ekonomik, siyasî ve idarî yapılanmanın odak noktasını oluşturmaktadır denilebilir.

Osmanlı Devleti’nin Tanzimat'la sonuçlanan yozlaşma ve gerileme sürecinin birçok nedeni bulunmakladır ve bunların hepsi birbiri ile yakından ilgilidir. “XVII. yüzyıla gelindiğinde, hem merkezi idarenin hem de eyalet ve sancak yönetimini klasik şeklinden tamamen ayrılmış olduğu görülmektedir. Bunun temel nedeni ise tımar sisteminin niteliğindeki değişme ile ilgilidir. Harp güçlerinin oluşturulmasında artık eyalet askerleri içinde tımarlı sipahilerin yerini, valilerin kapılarında besledikleri ve çeşitli adlarla anılan askerler almışlardır.

Bu yüzyıldan itibaren ülke yönetiminin temel birimi sayılan sancaklarda da önemli değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Tımar sisteminin bozulup yerini iltizamla yönetime bırakması yanı sıra vezir rütbesini almış kimselerin çoğalması, bunlar için unvanlarına uygun görevlerin bulunmamasına yol açmıştı. Daha önceleri ulema sınıfı için başvurulan uygulamaya yönetimde de yer verilmiştir. Vali olması gerekirken boş eyalet bulunmadığı için atanması yapılamayanlara duruma göre bir veya birkaç sancağın geliri arpalık olarak verilmiştir. XVIII. yüzyılda bu sistem iyice yer etmiş, birçok sancak arpalık olarak vekillerce yönetilir olmuştur. Bunun yanında XVII. Yüzyıldan itibaren Osmanlılarda toprak, devletin denetiminden çıkarak fiilen beylerin yerli güçlü ailelerin malîkaneleri durumuna gelmeye başlamıştı. XVIII. Yüzyılın bitiminde Doğu Anadolu'nun yanı sıra batıda da derebeyleşme eğilimleri artmıştı. XIX. Yüzyılın başlarından itibaren İmparatorluk gün geçtikçe her bakımdan kötü duruma düşmekteydi."[iv] Bu süreç beraberinde çözüm arayışlarını ve bir takım önlemlerin alınması zorunluluğunu da getirmekteydi. III. Selim ve II. Mahmut’un çabalarını bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Ancak, bu dönemde ortaya konan bütün reform ve ıslah çalışmaları bu gidişi durdurmaya yetmemiştir.

Osmanlı Devleti’nin ve toplumunun 1600'lü yıllardaki sarsıntılardan sonra belirginleşen değişimi, XVIII. Yüzyıla varıldığında, çok daha değişik bir yapı ve yeni anlayışlar ortaya çıkardı. “Artık ne ülke içinde padişahın mutlak gücünden söz etmek mümkündü, ne de dışa dönük genişleme siyasetinden. XVIII. Yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti bambaşka bir değişim içine girdi; bir zamandır baş edemediği Avrupa'nın karşısında tutunabilmek için gittikçe Avrupalılardan daha çok şey öğrenmeye, Avrupa kurumlarını kendine mal etmeye, kısacası Avrupalılaşmaya, Batılılaşmaya başladı. Burada vurgulamamız gereken, batılılaşma sürecine giren Osmanlı devletinin XVI. Yüzyıldaki devlet yapısından çok uzak olduğu, hatta bir bakıma eski güçlülüğünün arayışı içinde batılılaşma yoluna girdiğidir. Yine, Osmanlı kurumlarının iç düzende ve dış genişlemedeki etkinliği birbiriyle ilişkili olduğu gibi bu kurumların değişiminde de iç ve dış etkenler karşılıklı rol oynamıştır.”[v] Bu etkenlerin gösterdiği ya da zorladığı ortak hedef ise, birtakım reform ve ıslahat çalışmalarının yapılması yönündeydi.

Bu yönde ortaya konan reform çalışmalarının ortak amacını, imparatorluğu yeniden canlandırmak ve Avrupa'nın gücü ile uygarlığının giderek artan biçimde egemen olduğu bir dünyada kendini korumak düşüncesi oluşturuyordu. Bir tür meydan okuma niteliğinde ortaya çıkan bu değişim süreci askerî ve ekonomik bir altyapıyı ve aynı zamanda bu yönde ortaya konacak birtakım çabaları gerekli kılıyordu. İlber Ortaylı’ya göre, Osmanlı İmparatorluğu, Batı Avrupa karşısındaki geri kalmışlığını XVIII. yüzyıldan beri askerî-teknik reformlarla kapatmağa çalışmıştır. Ancak modernleşme ile idarî, hukukî, malî reformların kaçınılmazlığı da anlaşılmıştır.[vi] Aynı konuda Davison da, eğitim sisteminde, adaletin sağlanmasında, hukukun modern yaşamın ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde yenileştirilmesinde ve kamu yönetiminin örgütlenmesiyle etkinliğinin sağlanmasında da ilerleme kaydedilmesinin önemine dikkat çekmektedir. O’na göre Reform hareketlerinin arkasındaki temel dürtü, Avrupa'nın gözünü boyamak değil, tersine, çeşitli alanlarda bazı Batılı fikir ve kurumların benimsenmesini ya da uyarlanmasını içeren iç reorganizasyon tedbirleriyle imparatorluğu yeniden canlandırmaktı.

Osmanlı yaşamının çeşitli alanlarındaki reformlar birbirine bağlı bulunmasına ve herhangi bir alanda kaydedilecek ilerleme mutlaka diğer alanlara da yansıyacak olmasına rağmen, yönetimin reform sürecinin merkezinde yer aldığı ve bu yüzden yönetim yapısıyla idarî sistemin etkinliğinde yapılacak reformların diğer alanlarda başarılabilecek reformları büyük ölçüde etkilediği gerçeği değişmez. Her değişikliğin diğer değişikliklere bağlı olduğu bu dönüşlü süreçte, bütün alanlardaki reformların planlayıcısı ve yürütme aracı daima hükümettir. Otokratik Osmanlı geleneği ile Osmanlı toplumunun XIX.yüzyıldaki yapısı göz önüne alındığında başka türlüsü de olamazdı. Eski idare sisteminin XVI. yüzyılın sonlarından itibaren çürümesi ve o tarihten sonra imparatorluğun iç bünyesindeki baskılar karşısında yetersiz kalması, Osmanlıların zayıflığını başlıca nedenlerinden birini oluşturur. Bu bağlamda reformlar da yukardan gelmek zorundaydı. Yukarıdan aşağıya reform Tanzimat döneminin ayırt edici özelliğiydi; kaldı ki bu özelliğe o dönemden önce de daha sonra da sıkça rastlanmaktadır. İnisiyatif merkezî hükümetten gelmiştir, halktan değil. Reformu yapan kurum hükümetin kendisi olduğu için, yönetim yapısını ve idarî uygulamaları düzeltmekte atılan adımlar burada üzerinde durulmayı hak eden konulardır.”[vii] Bu anlamda, hem Tanzimat'ın kendisi yönetim merkezli bir reform girişimi olduğu için hem de çalışmamızın temel konusunu yönetim oluşturduğu için, burada ağırlıklı olarak Tanzimat'ın yönetim konusunda getirdiği değişikliklere ve özellikle de merkeziyetçi adem-i merkeziyetçi anlayış ve yapılanmalara değinilecektir.

A) Sanayi Toplumuna Geçen Batı, Osmanlı-Türk Toplumu ve Modernleşme

Geleneksellikten modernliğe geçiş anlamında en az dört yüzyıllık bir gelişme ve değişme sürecinin sonunda Batı, XVIII. yüzyıla gelindiğinde yepyeni bir döneme girerken aynı zamanda kendi iç dinamiklerinin ortaya koyduğu bir modernleşmeyi de yaşamıştır. Batı Avrupa'da XVII. Yüzyıldan başlayarak bilim ve teknolojide meydana gelen gelişmelerin neden olduğu ekonomik büyüme, toplumları, adına modernleşme denilen yeni bir yaşam tarzına, kültürel ve kurumsal değişim sürecine sokarak, etkileri dünya çapında hissedilen bir sosyal ve siyasal örgütlenme biçimi yarattı. Bu süreçle insanlık, modernite denilen yeni bir yaşam biçimine ve modernizm denilen ve düne ait olmayan bir dünyada yeniden şekillenmeye başladı.

Kökeninde Batının tarihsel ve toplumsal gelişim ve değişim sürecinin bulunduğu bu yeni durumu konumuz açısından tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş olarak nitelendirebiliriz. Teknolojik, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasî-idarî bütün yönleriyle bu noktada Batı, dinamiklerini ve kontrolünü kendisinin belirlediği bir çerçeve içerisinde, Batı-dışı toplumlara fark atmış, bu farklılaşma ve öncülük pozisyonu nedeniyle de modernleşme ya da Batılılaşma gibi bir kavramı Batı-dışı toplumların gündemine yerleştirmiştir. Bu yeni durumu ve gelişmeyi gelişmiş ve azgelişmiş ülkeler-toplumlar ayrımı şeklinde de ifadelendirmek mümkündür. Artık, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçen Batı, yönlendiren ve kendisine benzenilmeye çalışılan, Batı-dışı toplumlar da bu yeni durum karşısında kendine bir yer ve yön belirlemeye çalışan bir başka deyişle yeni durumu intibak etmeye çalışan konumundadır.

Bu çerçevede ve yukarda ele alınan durumu ile Osmanlı-Türk devletine baktığımızda, modernleşme, batılılaşma çabalarını anlamak mümkün olabilir. Ancak burada, Osmanlı devleti ve toplumunun kendi iç dinamikleri ve zaman içinde bu bağlamda ortaya çıkan değişmeleri de göz ardı etmemek gerekir. Hem, Avrupa karşısında güçlü olmak, eski halini tekrar istirdat etmek gibi savunma ve kurtarma çabalarını hem de, güçlü hale gelen Avrupa'ya benzeyerek kurtulma gibi farklı saiklerle ortaya konan ve daha çok Tanzimat'la belirginleşen ıslahat hareketlerine tekabül eden bu çabalar, iç ve dış dinamikleriyle birlikte, bu dönem Osmanlı-Türk toplumunun ve ağırlıklı olarak siyasî-idarî sisteminin tepkilerini dile getirmektedir. Sonuç ve yaşanmakta olan, ekonomiden sosyal ve kültürel yapıya ve oradan da siyasî-idarî yapıya kadar bir modernleşme, batılılaşma sürecidir.

Bu süreçte, konumuz açısından ortaya çıkan iki noktayı açmakta yarar vardır. Bunlardan birincisi, bu dönemin hem Avrupa hem de Osmanlının kendi dinamikleri açısından bir merkeziyet çağı olmasına rağmen uygulamada ortaya konan ve bir zorunluluğu içeren adem-i merkeziyet anlayışıdır. Diğeri ise, resmi Batılılaşma sürecine dönüşen Tanzimat ve sonrasında ortaya çıkan tepkiler ve bu tepkilerin Osmanlıdan Cumhuriyete uzanan bir çizgi oluşturur nitelikteki pozisyonu ile ilgilidir. Bu anlayışların özellikle siyasî-idarî sistem içindeki ağırlıklı konumu bağlamında Tanzimat'tan Cumhuriyete ve günümüze kadar oluşan yerel yönetim ve merkeziyetçi-adem-i merkeziyetçi anlayışlar ile yapılanmalar üzerindeki etkisi yadsınamaz.

B) Yönetimde Modernleşme Çabaları ve Merkeziyetçilik Çağında Adem-i Merkeziyetçilik

Klasik Osmanlı idaresinin zaaf ve çöküşünün her alanda iyice belirgin hale gelmesi ve reform ihtiyacını tartışmasız öncelikli sorun niteliğini kazanmasıyla birlikte, XIX. yüzyıl, Osmanlı toplumu için tam bir dönüşüm ve reform çağı olarak tarihte yerini almıştır. Bu anlamda XVIII. yüzyılda başlayan askerî alandaki yenilik girişimleri, XIX. yüzyıla gelindiğinde, malî, idarî, sosyal ve kültürel yeni içerikler kazanmıştır. III. Selimle giderek belirginleşen yenileştirme hareketleri II. Mahmut’la kendini ağırlıklı olarak belli etmeye başlamıştır. “III.Selim’in ferormları pek başarılı olmamışsa da, halefleri için gedikler açmış yol göstermişti. Lale döneminde eski demir perdeyi yıkma süreci devam etmiş, Osmanlılarda bir batı düşüncesi yerleşmeye başlamıştı.”[viii]

Bu dönemde özellikle yönetim alanında atılan adımlar Osmanlı kamu yönetiminin modern anlamda kurumlaşmasını beraberinde getirmiştir. Bu anlamda adem-i merkeziyetçiliğin temel kurumları olan yerel yönetimlerin ayrı ve önemli bir yeri vardır. III. Selimden sonra iktidarı devralan II. Mahmut'un diğer bir çok önemli konularda olduğu gibi yerel yönetimin meydana getirilmesi sürecinin de başlatıcısı olduğu söylenebilir. “Bu çağda yeni bir dönemi başlatan Tanzimat Fermanı ile padişah, halka kanun önünde eşitlik; mal, can ve namus güvencesi; malî, idarî, askerî ve sosyal alanlarda da yeniliklerin yapılmasını, yeni kurumların tesisi ve yeni kanunların yapılmasını vaad ediyordu.

İdarenin yeniden düzenlenmesi ve modernleştirilmesi için öncelikle malî kaynaklara olan ihtiyaç reform zorunluluğunu daha da arttırıyordu. Zaten Osmanlı devletinin çöküşünün en önemli sebeplerinden biri malî sistemdeki bozukluktu. Vergilerin toplanması, tespiti ve yönetiminde ciddî sıkıntılar yaşanmaktaydı. İltizam usulü bir çözüm olmamış tam tersine yeni sıkıntılara sebep olmuştu. Bunun içindir ki Tanzimat Fermanı özellikle iltizam sisteminin yerini alacak muntazam bir vergilendirme sistemi sözü vermekteydi. Bu amaçla Bab-ı ali taşraya vali derecesinde yetkili muhassıllar gönderdi. Malî yenilikler ve iltizam usulünün kaldırılması meyanında vilayetlere gönderilen muhassıllara burada yardımcı olacak Muhassıllık Meclisleri adında kurullar tesis edildi. Daha önce II. Mahmut döneminde valilere yardımcı olması amacıyla oluşturulan Meşveret Divanı örnek alınmıştı.”[ix] Muhassıllık meclislerinde meclis başkanlığını muhassıl yerine getirirken, eyaletlerde bu görev valiye verilmiştir. Ancak beklenen sonuca ulaşılamadığı için kısa bir süre sonra muhassıllık kaldırılmış, ülke yönetimi yeniden ele alınırken meclisler de bir değişime uğramıştır. “Muhassllık meclislerinin adları Memleket Meclisine dönüştürülürken ,yapısında ve işleyişinde önemli bir değişiklik olmamakla birlikte, sancak merkezlerinde kaymakamlar, eyaletlerde ise valiler meclislerin doğal başkanları oldular. Bu yapılanma ile, 1842- 1849 yılları arasında Tanzimat'ın taşrada uygulanmasında memleket meclislerinin önemli etkinlikleri oldu.”[x]

Muhassıllık meclisleri ve iltizam sistemi ile ilgili gelişmeleri Halil İnalcık ise, Sened-i İttifak-Gülhane Hattı ikiliği çerçevesinde ele almaktadır. Ona göre, siyasî tarih bakımından Sened-i İttifak, büyük ayanın devlet iktidarını kontrol altına alma teşebbüsünü ifade etmektedir; Gülhane Hattı ise ona karşı Padişahın mutlak otoritesini savunarak merkeziyetçi devlet idaresinin, başka deyimle bürokrasinin işlere mutlak bir şekilde el koymasını ifade eder. Bir başka açıdan bakılırsa, birincisi gelenekçi, diğeri moderndir. Biri o zaman eyaletlerde hakim kuvvetlerin menfaatlerinin ve hayat görüşünün ifadesi ise, diğeri merkezi devleti ve onun o zamanki iç ve dış şartlar karşısında menfaatlerini en iyi temsil ettiğine hükm edilen batıcı idarecilerin idealini ifade eder. Tarihî oluş içerisinde bu iki hareket birbirine sıkı bir şekilde bağlıdır. Sened-i İttifak ve Gülhane Hattı siyasî bir mücadelenin birbirini kovalayan iki safhasından başka bir şey değildir. Bu itibarla ölü bir vesika olarak kalmış olmakla beraber, sened-i ittifakın büyük bir tarihî manası vardır.[xi] İlber Ortaylı ise, Sened-i İttifakı çok gecikmiş Magna Carta olarak nitelendirmekte ve modern devlet yapısı ve ideolojisi ile uyuşmaz bir belge olduğunu belirtmektedir. Sened-i İttifak, Osmanlı devletinde hürriyetlerin ve parlamentarizmin gelişmesini sağlayamayacağı gibi güçlü bir merkezî devletin varlığını da tehdit etmiş, padişahın ve merkezi devlet bürokrasisinin tepkisine neden olmuştur.[xii] Bu belgenin Magna Carta niteliğine İdris Küçükömer de dikkat çekmektedir; Ona göre, Osmanlı toplumunda büyük toprak mülkiyetine bağlı yeni bir sınıf olarak beliren ayan gerçeği karşısında eğer, İngilizlerde olduğu gibi bir Magna Carta aranacaksa, bu olsa olsa Sened-i İttifakta bulunabilir."[xiii]

Vergilerin tespiti ve cezalandırmada hukuk devleti arayışı noktasındaki benzerliklere rağmen bu konuda, karşı görüşte olan Niyazi Berkes'e göre ise, bu iki belge arasında benzerlik aramak doğru değildir. Başlangıçta lordlara da hak tanıyan Magna Carta zaman geçtikçe burjuvaları da bir heyet, bir sınıf veya etat anlamında kapsamına alan bir anlayış ve uygulamaya vardırılabilmişti. Osmanlı devletinde ise, böyle bir feodalizmden bahsetmek söz konusu olmadığı gibi, Sened-i İttifak da, feodal hakları olan beyler sınıfı ile beylerin en üstünde yer alan hükümdar arasında yapılmış bir sözleşme niteliğinde ortaya çıkmamıştır. Ne İslam, ne de Osmanlı hukukunda ulema, umera ve reaya hukuk karşısında bir heyet, bir sınıf olarak görülmüşlerdir. Haklar ancak bireyler için söz konusudur. Bu temel farklar nedeniyledir ki, İngiltere'de Magna Carta demokratik bir gelişmenin kapılarını aralarken, Osmanlı devletinde Sened-i İttifakın böyle bir işlevi olmamıştır.[xiv] Bu işlevsel farklılık, Batı-Batı-dışı ayrımı bağlamında, Avrupa ve Osmanlı-Türk toplumunun merkeziyetçilik-adem-i merkeziyetçilik ilişkileri ile yerel yönetim-kent yapılanmalarının ortaya çıkıp, gelişmesinde önemli bir noktayı oluşturmaktadır. Ahmet Davutoğlu ise böyle bir karşılaştırmayı anlamsız bulmaktadır. Buna göre, iki farklı sosyal, siyasî ve ekonomik birikime sahip iki toplumda yaşanan iki tarihî olgu arasında asırları aşan bir mukayese zemini oluşturmaya çalışmak ancak ve ancak böylesi bir zemini anlamlı kılacak büyük ölçekli bir teorik çerçeve ile mümkündür. Halbuki bu tür mukayeseler genellikle evrenselliğine inanılan bazı olguların büyük genellemelerle her toplumda farklı dönemlerde tezahür ettiği varsayımından kaynaklanmaktadır.[xv] Bu ise önyargılı ve yanlış sonuçlara yol açmaktadır.

Alıntı yazı.
 

Genel Forum Sitesi

Forum Sitesi - Forumzar.COM

Forumzar.COM olarak, Türkçe forum sitesi denildiğinde akla gelen ilk adres olarak, geniş kapsamlı genel forum platformumuzda buluşuyoruz. Türkiye'nin en büyük Türkçe forum siteleri arasında yer almanın gururunu yaşıyoruz. Çeşitli konu başlıklarında aktif bir şekilde paylaşımların yapıldığı, her konuda interaktif ve bilgilendirici tartışmalara katılmak için bizi takip edin! ve bir dakikanızı ayırarak forum sitemize üye olun!

Forum Siteleri

Bilgi paylaştıkça çoğalır sloganı ile ilerleyen forum sitesi platformumuza, siz de üye olarak forum sitemizde açılan konulara katılabilir ve ilgi alanınıza uygun konular açarak siz de paylaşımda bulunabilirsiniz.