500 yıldan uzun bir süre yönettiğimiz bir bölge.
Güvenliğimiz için yaşamsal bir alan.
Ekonomimiz için en önemli “yaşam alanımız” diye tanımlanmasının yanlış olmayacağı bir coğrafya parçası.
Değişen ve yeniden şekillenen dünya düzeninde, bugünkünden farklı bir konuma girebileceğinin işaretlerini veren bir bitişik bölge.
Ülkemizin bulunduğu bu coğrafyada, sürekli sorun kaynağı olan, arkasında her zaman, bugün hala dünyada en güçlü oyun kurucu (veya bozucu) konumundaki ülkeyi bulan veya o ülkeyi, burnuna taktığı halka ile peşinden sürükleyen, İsrail gibi “yaratılmış” bir devletin bulunduğu, sorunlar yumağı bir bölge.
Yakın geçmişte yıkılmış olsa da tasfiyesi henüz tamamlanmamış olması nedeniyle bu sorunların kaynağı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak görülen, bu nedenle de olabildiğince bölgeden dışarıda tutulmaya çalışılan bir Türkiye.
Kuruluşundan bugüne Türkiye Cumhuriyeti’ni meşgul eden, dış dünyanın kışkırttığı, beslediği ayrılıkçı hareketin yerleştiği, korunduğu, palazlandığı sınır ötesi bölge.
Kadim tarihten bugüne liderlik iddiasında bulunan üç devletin, Türkiye, İran ve Mısır, oyun alanı. AKP’nin ve Erdoğan’ın bu liderlik iddiasını en olmadık biçimde gündeme getirip, bölgeye kabul ettirme acemilikleri.
Evet yanılmadınız. Orta Doğu’dan söz ediyorum.
Yukarıdaki girişi okuyan en bilgisiz ve ilgisiz bir kişinin bile bir bakışta fark edebileceği gibi, Orta Doğu Türkiye için önemlidir, önceliklidir hatta yaşamsaldır.
Öyledir de Orta Doğu’da olup bitene, bir de Türkiye’nin 2002’den bu yana içine düşürüldüğü kaosa, uluslararası alanda kaybettiği ağırlığa ve yere bakınca, bölgeden büyük ölçüde dışlandığımız ve seccadenin hızla altımızdan çekildiği görülüyor.
Çin’in arabuluculuğu ile gerçekleşen, İran-Suudi Arabistan yakınlaşması, nasıl sonuçlanacağı bugünden kesin olarak kestirilemese de, çoğu kişinin fark etmediği kadar önemli bir gelişmedir. Orta Doğu’nun, diğer bir değişle İslam dünyasının en büyük korkusu Şii’lik ve onun güçlü temsilcisi İran’dır. Bu korkuyu yaşayan geniş Arap coğrafyasının karşı duruşu olan Sunni’liğin lideri ise Vahabi Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan’ın İran’la yakınlaşması, bütün Arap dünyasının binbeşyüz yıllık algısını ve duruşunu değiştirebilecek kadar temel bir tutum değişikliğidir.
Suudi Arabistan’ın, bu yakınlaşmayı takiben Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) “Diyalog Ortağı” olma kararı alması, gidişatın çarpıcı bir diğer göstergesidir. Hemen arkasından aynı Suudi Arabistan’ın, İran’ın “kankası” Suriye’yi, yıllar sonra Arap Birliği’ne davet etmesi, ayrıca göz açıcı bir adımdır.
Türkiye’nin, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne, çok da bilinçli olmadığı izlenimi veren, üye olma isteğinin henüz kabul edilmemesi, buna karşın İran’ın örgüte kısa sürede üye olabilmesi önemi bir diğer işarettir. Suudi Arabistan’ın Örgüt’le ilişkisi konusunda aldığı son karar, Türkiye’nin ŞİÖ ile daha kurumsal bir ilişki içine girmesini -daha çok söz sahibi olmasını- kolaylaştıracak değil zorlaştıracak bir gelişmedir.
Bütün bu gelişmelere, Türkiye’nin İran ve Suriye ile ilişkilerinin, özellikle 2011’den bu yana, ancak Rusya’nın vesayeti altında yürütülebildiği gerçeğini de eklediğimizde, önümüzdeki resim pek iç açıcı değildir.
Öyle görünüyor ki, Avrupa Birliği gibi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne de tam üye olamayacağız ama dışarıda kalmamız da uygun görülmediği için, “çıpalanacağız”.
Doğrusu, Tanzanya, Zambiya, Honduras’ın bile davet edildiği, Dünya Demokrasi Zirvesi’ne davet dahi edilmeyecek kadar itibar yitirmiş; bir ay sonra yapılacak seçimlerle ilgili en önemli tartışma konusu, seçim ve sandık güvenliği olan; diğer taraftan 600 milyar dolar borcu olup, Suudi Arabistan’ın göndereceği 5 milyar doları, hacı bekler gibi bekleyen Erdoğan ve AKP yönetimindeki Türkiye’nin daha fazlasını yapabilmesini ummak da düş dünyasında yaşamaktır.
Ne diyeyim? Tanrılar encamımızı hayretsin!
Güvenliğimiz için yaşamsal bir alan.
Ekonomimiz için en önemli “yaşam alanımız” diye tanımlanmasının yanlış olmayacağı bir coğrafya parçası.
Değişen ve yeniden şekillenen dünya düzeninde, bugünkünden farklı bir konuma girebileceğinin işaretlerini veren bir bitişik bölge.
Ülkemizin bulunduğu bu coğrafyada, sürekli sorun kaynağı olan, arkasında her zaman, bugün hala dünyada en güçlü oyun kurucu (veya bozucu) konumundaki ülkeyi bulan veya o ülkeyi, burnuna taktığı halka ile peşinden sürükleyen, İsrail gibi “yaratılmış” bir devletin bulunduğu, sorunlar yumağı bir bölge.
Yakın geçmişte yıkılmış olsa da tasfiyesi henüz tamamlanmamış olması nedeniyle bu sorunların kaynağı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak görülen, bu nedenle de olabildiğince bölgeden dışarıda tutulmaya çalışılan bir Türkiye.
Kuruluşundan bugüne Türkiye Cumhuriyeti’ni meşgul eden, dış dünyanın kışkırttığı, beslediği ayrılıkçı hareketin yerleştiği, korunduğu, palazlandığı sınır ötesi bölge.
Kadim tarihten bugüne liderlik iddiasında bulunan üç devletin, Türkiye, İran ve Mısır, oyun alanı. AKP’nin ve Erdoğan’ın bu liderlik iddiasını en olmadık biçimde gündeme getirip, bölgeye kabul ettirme acemilikleri.
Evet yanılmadınız. Orta Doğu’dan söz ediyorum.
Yukarıdaki girişi okuyan en bilgisiz ve ilgisiz bir kişinin bile bir bakışta fark edebileceği gibi, Orta Doğu Türkiye için önemlidir, önceliklidir hatta yaşamsaldır.
Öyledir de Orta Doğu’da olup bitene, bir de Türkiye’nin 2002’den bu yana içine düşürüldüğü kaosa, uluslararası alanda kaybettiği ağırlığa ve yere bakınca, bölgeden büyük ölçüde dışlandığımız ve seccadenin hızla altımızdan çekildiği görülüyor.
Çin’in arabuluculuğu ile gerçekleşen, İran-Suudi Arabistan yakınlaşması, nasıl sonuçlanacağı bugünden kesin olarak kestirilemese de, çoğu kişinin fark etmediği kadar önemli bir gelişmedir. Orta Doğu’nun, diğer bir değişle İslam dünyasının en büyük korkusu Şii’lik ve onun güçlü temsilcisi İran’dır. Bu korkuyu yaşayan geniş Arap coğrafyasının karşı duruşu olan Sunni’liğin lideri ise Vahabi Suudi Arabistan’dır. Suudi Arabistan’ın İran’la yakınlaşması, bütün Arap dünyasının binbeşyüz yıllık algısını ve duruşunu değiştirebilecek kadar temel bir tutum değişikliğidir.
Suudi Arabistan’ın, bu yakınlaşmayı takiben Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) “Diyalog Ortağı” olma kararı alması, gidişatın çarpıcı bir diğer göstergesidir. Hemen arkasından aynı Suudi Arabistan’ın, İran’ın “kankası” Suriye’yi, yıllar sonra Arap Birliği’ne davet etmesi, ayrıca göz açıcı bir adımdır.
Türkiye’nin, Şanghay İşbirliği Örgütü’ne, çok da bilinçli olmadığı izlenimi veren, üye olma isteğinin henüz kabul edilmemesi, buna karşın İran’ın örgüte kısa sürede üye olabilmesi önemi bir diğer işarettir. Suudi Arabistan’ın Örgüt’le ilişkisi konusunda aldığı son karar, Türkiye’nin ŞİÖ ile daha kurumsal bir ilişki içine girmesini -daha çok söz sahibi olmasını- kolaylaştıracak değil zorlaştıracak bir gelişmedir.
Bütün bu gelişmelere, Türkiye’nin İran ve Suriye ile ilişkilerinin, özellikle 2011’den bu yana, ancak Rusya’nın vesayeti altında yürütülebildiği gerçeğini de eklediğimizde, önümüzdeki resim pek iç açıcı değildir.
Öyle görünüyor ki, Avrupa Birliği gibi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne de tam üye olamayacağız ama dışarıda kalmamız da uygun görülmediği için, “çıpalanacağız”.
Doğrusu, Tanzanya, Zambiya, Honduras’ın bile davet edildiği, Dünya Demokrasi Zirvesi’ne davet dahi edilmeyecek kadar itibar yitirmiş; bir ay sonra yapılacak seçimlerle ilgili en önemli tartışma konusu, seçim ve sandık güvenliği olan; diğer taraftan 600 milyar dolar borcu olup, Suudi Arabistan’ın göndereceği 5 milyar doları, hacı bekler gibi bekleyen Erdoğan ve AKP yönetimindeki Türkiye’nin daha fazlasını yapabilmesini ummak da düş dünyasında yaşamaktır.
Ne diyeyim? Tanrılar encamımızı hayretsin!
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.