O'na Rağbet, O'nun Rağbetiyle Başladı Makale by Senai Demirci
Yâkub’un Yûsuf’unu sessizce ve kesintisiz bekleyişi dikkatle okunmayı bekleyen bir tablodur. Yâkub’un Yûsuf’un dönüşünden bir an bile şüpheye düşmemesi, Allah’ın kuluna her şeye rağmen rağbetinin temsilidir.
Elimizdeki en temel veri, şu andaki varlığımız. Zamanın akışında bir yerde bir kırılmadan ibaret doğumumuz. Yok iken var edilmişiz. Varlığımız yokluğumuza tercih edilmiş bizden habersiz. Varlığımız yokluğumuza tercih edildiğine göre, bir rağbetin sonucuyuz her birimiz. Bir beğeninin meyvesiyiz.
Mâlum rağbet, bir şeyin başka şeylere tercih edilmesi demek. Bir şeyin başka şeylerden üstün görülmesi, beğenilmesi.
Kim rağbet ederdi ki bize yokluğumuzda? Yokluğumuzu kim fark edebilirdi ki? Eksikliğimize kim razı olmaz ki? İllâ ki O… Başka kimseler değil, illâ Allah.
Şimdi ve burada bir ‘kul’ olarak var olan ben, Yaratıcımın, yokluğumda bile bana rağbet ettiğine şahidim. Var olmamı bile şart koşmayan benzersiz rağbetinin canlı belgesiyim, şefkatli beğenisinin sıcak imzasıyım. Buradayım ve varım; sadece Bir, “Sensiz olmaz!” dediği için. O’nun seçimidir varlığım, başkasının değil. Şimdi O’nun bana rağbetini dillendirmeyi de O’nun bana rağbetine borçluyum. Yokluğuma razı olmayışına borçluyum. Eksikliğimi eksiklik bilmesine... Yeryüzü yalnızlığıma sözüyle eğilmesine... Dudağıma söz koymasına… Her düşüşümde beni kaldırmak için rahmet elini uzatışına... Yanıldığımda dönüşümü sabırla bekleyişine... Unuttuğumda, yeniden hatırlamamı bekleyişine.
Bu cümleler Yûsuf Kıssası boyunca Yâkub tarafından ‘beklenen’ Yûsuf’un ağzına yakışır. Hep dönüşü beklenen Yûsuf adına söylense yeridir. (Kur’ân’ın böyle latif sürprizleri vardır. Bir insanın haline refakat edecek sözleri, başka bir insanın ağzından duyurur insana. Yâkub’un ağzından söyler ki, Yâkubça bir bekleyişin konusu olduğumuzu bilelim.) Yûsuf’unun kuyuya atıldığını anladığında, “Artık bana düşen sabr-ı cemîldir” der Yâkub. Çok sonraları Bünyamin’in de rehin alındığını duyduğunda, “Kınamayın beni ama ben Yusûf’umun kokusunu alıyorum…” der. Yûsuf’unun görünmez olduğu bir âlemde, başka her şeye kör olur. “Yûsuf’u göstermiyorsa âlem, hiçbir şey görmeye değmez…” demek ister.
Yâkub’un Yûsuf’unu sessizce ve kesintisiz bekleyişi dikkatle okunmayı bekleyen bir tablodur. Yâkub’un Yûsuf’un dönüşünden bir an bile şüpheye düşmemesi, Allah’ın kuluna her şeye rağmen rağbetinin temsilidir. Cesaret isteyen bu yorumu, evvelâ İsmail Hakkı Bursevî’nin Ruh’ül Beyan’ında ‘Yûsuf’ kelimesine atfettiği ‘Yâ esefâ…” anlamının açılımına, sonra da Elmalılı Hamdi Yazır ve Said Nursî’nin Yûsuf’u insanın yeryüzündeki serüveninin sembolü olarak okumalarına borçluyum. Bursevî’ye göre, “Yâ esefâ…” demeye denktir “Yûsuf” kelimesi: “Kaybettiğimiz için üzüldüğümüz, uzak kaldığımız için eseflendiğimiz” neyse onu temsil eder.
Yûsuf Suresi’nin 84. ayetinde “Yâ esefâ alâ Yûsufe…” sözünü Yâkub’un ağzından bize duyuran Rabbimiz, Yâkub’un Yûsuf’unu sabırla bekleyişindeki insanî çırpınışla simgeler, kendisinin biz kullarını bekleyişini. Bir tenezzüldür bu. Bizi nasıl eşsiz bir rağbetle beklediğini, nasıl akıl almaz bir sabırla yolumuzu gözlediğini, bizim yanımızdaki, bizim seviyemizdeki iç çekişlerle hissettirmek ister. Yâkub’un bekleyişinin anlamını yitirir gibi olduğu son kertede,“Ben tükenmişliğimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ederim…” sözünü duyurur Yâkub’un ağzından. Yâkub’un Yûsuf’a dair ümidinin cevabı olarak duyurulur bu cümle.
Yâkub’un Yûsuf’undan ümit kesmeyişi, Allah’ın kulundan ümit kesmeyişine denk gelir. Bu yüzden sadece Allah’ı ‘dert ortağı’ bilir Yâkub. Bu yüzden, sadece Allah’ı derdine şahit tuttuğuna şahit tutar bizi Allah, Yâkub’un başkalarından yüz çevirişini bize duyurarak.
Bünyamin’in de kaybolduğu haberini alır almaz, “Allah şahit olsun ki, Yûsuf’umun kokusunu alıyorum” demesine şaşıran oğullarına söyler bu cümleyi Yâkub. Derdini sadece Allah’a açtığını söyler. Zımnen “Benim derdimi ancak Allah anlar!” demeye getirir. Yani “Allah’ın beklemesinden öğrendim ben bu bekleyişi” demek ister. “Çünkü”sünü de ekler: “Ben Allah hakkında sizin bilmediğinizi biliyorum.” Bu gerekçe, Yâkub’un ağzından, Allah’ın kuluna rağbetini açık eder. Allah’ın kulunu başkalarının hiç bilmediği bir ısrarla beklediğini, başkalarının hiç anlayamayacağı merhametle yolunu gözlediğini ima eder. “Yâkub’un bildiği Allah” böyle yapar. Oğulları bu kadar bilmiyordur Allah’ı belli ki. Onların Allah hakkında [min Allahi] bilmediği ama Yâkub’un bildiği gerçek şudur: Allah, kulundan ümit kesmez.
Yâkub’un Yûsuf’undan ümit kesmeyişi, Allah’ın kulundan ümit kesmeyişine denk gelir. Bu yüzden sadece Allah’ı ‘dert ortağı’ bilir Yâkub. Bu yüzden, sadece Allah’ı derdine şahit tuttuğuna şahit tutar bizi Allah, Yâkub’un başkalarından yüz çevirişini bize duyurarak.
Hemen ardından Yâkub’un oğullarına şöyle seslendiğini duyarız: “Ey oğullarım, haydi gidin de Yusuf ile kardeşi hakkında tahassüste bulunun. Allah’ın revhinden ümitsiz olmayın, çünkü Allah’ın revhinden ümit kesen ancak kâfirler kavmidir.” [Yûsuf, 87]
Bu cümlelerdeki ‘revh’ kelimesine çoğu kez ‘rahmet’ diye meal verilir. Revh, ‘koku’ anlamında ‘rayiha’ olarak da, rüzgâr olarak da, ‘yol’ anlamındaki ‘râh” olarak da okunmaya müsait bir kelime. Rahmet anlamıyla okusak da, Kendine gelen ‘yol’u sonuna kadar açık tutar Allah. Kulunun cesedine her an üflediği ‘ruh’la yanında olduğunu hissettirir, uzaklaşmasını ister. Bu gerçeği bilen, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez; kesiyorsa Allah’ın rahmetsizliğinden değil, Allah’ın rahmetini yok saymasından ötürü keser. Ümit kesen Allah değil, kuldur.
Bir üst okumayla, Yâkub’un ağzından bu cümleyi bize duyurmayı tercih eden Allah, “sizin bildiğiniz Allah, Yâkub’un bildiği Allah olunca anlayacaksınız Yâkub’u” demek ister. Biraz daha ilerlersek, Yâkub’un bildiği Allah, yani Yâkub’un sözleriyle bize kendini bildiren Allah, her kulunu ‘Yûsuf’ diye bilir, ‘Yûsuf’ diye bildiği kuluna rağbetini hatırlatır. Kulu, günahın kuyusuna düşse de, şehvetine köle olsa da, ayıplarının zindanında mahpus olsa da, Allah, sevenin sevdiğini “Yâ esefâ…” çığlığına dayanan şefkatin üslubunca arar. “Sensiz olmaz!” diye tercüme edebileceğimiz bir ümitle bekler. “Ben Yûsuf’umun kokusunu duyuyorum” diye hasrete düşün kulları gibi dönüş yolunu hep açık tutar. “Rabbin seni terk etmedi, sana küsmedi de…” sözünü bekleyen Muhammedî mahcubiyetimizi ‘Dûha’nın teselli rüzgârında avutur.
Regaib’in ertesine düştüğümüz bugünlerde, Yâkub’un bir ömürlük bekleyişini Allah’ın bize rağbetinin şahidi olarak kaydetmek istedim. “Ben tükenmişliğimi ve hüznümü sadece Allah’a söylerim…” yönelişinde, Allah’ın bize eşsiz rağbetinin nefesini duyalım, bizden hiç kesmediği ümidinin kokusunu alalım.
Yâkub’un‘Yûsuf’u diye arandığımızı Yâkub’un ağzından bize müjdeleyen Allah’ı Yâkub kadar ümit bilmek duasıyla…
Makale by Senai Demirci
Yâkub’un Yûsuf’unu sessizce ve kesintisiz bekleyişi dikkatle okunmayı bekleyen bir tablodur. Yâkub’un Yûsuf’un dönüşünden bir an bile şüpheye düşmemesi, Allah’ın kuluna her şeye rağmen rağbetinin temsilidir.
Elimizdeki en temel veri, şu andaki varlığımız. Zamanın akışında bir yerde bir kırılmadan ibaret doğumumuz. Yok iken var edilmişiz. Varlığımız yokluğumuza tercih edilmiş bizden habersiz. Varlığımız yokluğumuza tercih edildiğine göre, bir rağbetin sonucuyuz her birimiz. Bir beğeninin meyvesiyiz.
Mâlum rağbet, bir şeyin başka şeylere tercih edilmesi demek. Bir şeyin başka şeylerden üstün görülmesi, beğenilmesi.
Kim rağbet ederdi ki bize yokluğumuzda? Yokluğumuzu kim fark edebilirdi ki? Eksikliğimize kim razı olmaz ki? İllâ ki O… Başka kimseler değil, illâ Allah.
Şimdi ve burada bir ‘kul’ olarak var olan ben, Yaratıcımın, yokluğumda bile bana rağbet ettiğine şahidim. Var olmamı bile şart koşmayan benzersiz rağbetinin canlı belgesiyim, şefkatli beğenisinin sıcak imzasıyım. Buradayım ve varım; sadece Bir, “Sensiz olmaz!” dediği için. O’nun seçimidir varlığım, başkasının değil. Şimdi O’nun bana rağbetini dillendirmeyi de O’nun bana rağbetine borçluyum. Yokluğuma razı olmayışına borçluyum. Eksikliğimi eksiklik bilmesine... Yeryüzü yalnızlığıma sözüyle eğilmesine... Dudağıma söz koymasına… Her düşüşümde beni kaldırmak için rahmet elini uzatışına... Yanıldığımda dönüşümü sabırla bekleyişine... Unuttuğumda, yeniden hatırlamamı bekleyişine.
Bu cümleler Yûsuf Kıssası boyunca Yâkub tarafından ‘beklenen’ Yûsuf’un ağzına yakışır. Hep dönüşü beklenen Yûsuf adına söylense yeridir. (Kur’ân’ın böyle latif sürprizleri vardır. Bir insanın haline refakat edecek sözleri, başka bir insanın ağzından duyurur insana. Yâkub’un ağzından söyler ki, Yâkubça bir bekleyişin konusu olduğumuzu bilelim.) Yûsuf’unun kuyuya atıldığını anladığında, “Artık bana düşen sabr-ı cemîldir” der Yâkub. Çok sonraları Bünyamin’in de rehin alındığını duyduğunda, “Kınamayın beni ama ben Yusûf’umun kokusunu alıyorum…” der. Yûsuf’unun görünmez olduğu bir âlemde, başka her şeye kör olur. “Yûsuf’u göstermiyorsa âlem, hiçbir şey görmeye değmez…” demek ister.
Yâkub’un Yûsuf’unu sessizce ve kesintisiz bekleyişi dikkatle okunmayı bekleyen bir tablodur. Yâkub’un Yûsuf’un dönüşünden bir an bile şüpheye düşmemesi, Allah’ın kuluna her şeye rağmen rağbetinin temsilidir. Cesaret isteyen bu yorumu, evvelâ İsmail Hakkı Bursevî’nin Ruh’ül Beyan’ında ‘Yûsuf’ kelimesine atfettiği ‘Yâ esefâ…” anlamının açılımına, sonra da Elmalılı Hamdi Yazır ve Said Nursî’nin Yûsuf’u insanın yeryüzündeki serüveninin sembolü olarak okumalarına borçluyum. Bursevî’ye göre, “Yâ esefâ…” demeye denktir “Yûsuf” kelimesi: “Kaybettiğimiz için üzüldüğümüz, uzak kaldığımız için eseflendiğimiz” neyse onu temsil eder.
Yûsuf Suresi’nin 84. ayetinde “Yâ esefâ alâ Yûsufe…” sözünü Yâkub’un ağzından bize duyuran Rabbimiz, Yâkub’un Yûsuf’unu sabırla bekleyişindeki insanî çırpınışla simgeler, kendisinin biz kullarını bekleyişini. Bir tenezzüldür bu. Bizi nasıl eşsiz bir rağbetle beklediğini, nasıl akıl almaz bir sabırla yolumuzu gözlediğini, bizim yanımızdaki, bizim seviyemizdeki iç çekişlerle hissettirmek ister. Yâkub’un bekleyişinin anlamını yitirir gibi olduğu son kertede,“Ben tükenmişliğimi ve hüznümü sadece Allah’a arz ederim…” sözünü duyurur Yâkub’un ağzından. Yâkub’un Yûsuf’a dair ümidinin cevabı olarak duyurulur bu cümle.
Yâkub’un Yûsuf’undan ümit kesmeyişi, Allah’ın kulundan ümit kesmeyişine denk gelir. Bu yüzden sadece Allah’ı ‘dert ortağı’ bilir Yâkub. Bu yüzden, sadece Allah’ı derdine şahit tuttuğuna şahit tutar bizi Allah, Yâkub’un başkalarından yüz çevirişini bize duyurarak.
Bünyamin’in de kaybolduğu haberini alır almaz, “Allah şahit olsun ki, Yûsuf’umun kokusunu alıyorum” demesine şaşıran oğullarına söyler bu cümleyi Yâkub. Derdini sadece Allah’a açtığını söyler. Zımnen “Benim derdimi ancak Allah anlar!” demeye getirir. Yani “Allah’ın beklemesinden öğrendim ben bu bekleyişi” demek ister. “Çünkü”sünü de ekler: “Ben Allah hakkında sizin bilmediğinizi biliyorum.” Bu gerekçe, Yâkub’un ağzından, Allah’ın kuluna rağbetini açık eder. Allah’ın kulunu başkalarının hiç bilmediği bir ısrarla beklediğini, başkalarının hiç anlayamayacağı merhametle yolunu gözlediğini ima eder. “Yâkub’un bildiği Allah” böyle yapar. Oğulları bu kadar bilmiyordur Allah’ı belli ki. Onların Allah hakkında [min Allahi] bilmediği ama Yâkub’un bildiği gerçek şudur: Allah, kulundan ümit kesmez.
Yâkub’un Yûsuf’undan ümit kesmeyişi, Allah’ın kulundan ümit kesmeyişine denk gelir. Bu yüzden sadece Allah’ı ‘dert ortağı’ bilir Yâkub. Bu yüzden, sadece Allah’ı derdine şahit tuttuğuna şahit tutar bizi Allah, Yâkub’un başkalarından yüz çevirişini bize duyurarak.
Hemen ardından Yâkub’un oğullarına şöyle seslendiğini duyarız: “Ey oğullarım, haydi gidin de Yusuf ile kardeşi hakkında tahassüste bulunun. Allah’ın revhinden ümitsiz olmayın, çünkü Allah’ın revhinden ümit kesen ancak kâfirler kavmidir.” [Yûsuf, 87]
Bu cümlelerdeki ‘revh’ kelimesine çoğu kez ‘rahmet’ diye meal verilir. Revh, ‘koku’ anlamında ‘rayiha’ olarak da, rüzgâr olarak da, ‘yol’ anlamındaki ‘râh” olarak da okunmaya müsait bir kelime. Rahmet anlamıyla okusak da, Kendine gelen ‘yol’u sonuna kadar açık tutar Allah. Kulunun cesedine her an üflediği ‘ruh’la yanında olduğunu hissettirir, uzaklaşmasını ister. Bu gerçeği bilen, Allah’ın rahmetinden ümit kesmez; kesiyorsa Allah’ın rahmetsizliğinden değil, Allah’ın rahmetini yok saymasından ötürü keser. Ümit kesen Allah değil, kuldur.
Bir üst okumayla, Yâkub’un ağzından bu cümleyi bize duyurmayı tercih eden Allah, “sizin bildiğiniz Allah, Yâkub’un bildiği Allah olunca anlayacaksınız Yâkub’u” demek ister. Biraz daha ilerlersek, Yâkub’un bildiği Allah, yani Yâkub’un sözleriyle bize kendini bildiren Allah, her kulunu ‘Yûsuf’ diye bilir, ‘Yûsuf’ diye bildiği kuluna rağbetini hatırlatır. Kulu, günahın kuyusuna düşse de, şehvetine köle olsa da, ayıplarının zindanında mahpus olsa da, Allah, sevenin sevdiğini “Yâ esefâ…” çığlığına dayanan şefkatin üslubunca arar. “Sensiz olmaz!” diye tercüme edebileceğimiz bir ümitle bekler. “Ben Yûsuf’umun kokusunu duyuyorum” diye hasrete düşün kulları gibi dönüş yolunu hep açık tutar. “Rabbin seni terk etmedi, sana küsmedi de…” sözünü bekleyen Muhammedî mahcubiyetimizi ‘Dûha’nın teselli rüzgârında avutur.
Regaib’in ertesine düştüğümüz bugünlerde, Yâkub’un bir ömürlük bekleyişini Allah’ın bize rağbetinin şahidi olarak kaydetmek istedim. “Ben tükenmişliğimi ve hüznümü sadece Allah’a söylerim…” yönelişinde, Allah’ın bize eşsiz rağbetinin nefesini duyalım, bizden hiç kesmediği ümidinin kokusunu alalım.
Yâkub’un‘Yûsuf’u diye arandığımızı Yâkub’un ağzından bize müjdeleyen Allah’ı Yâkub kadar ümit bilmek duasıyla…
Makale by Senai Demirci
Moderatör tarafında düzenlendi: