Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.
Dünya üzerinde yaşayan hemen her kadın gibi ben de ataerkil düzenin adaletsizliklerinden büyük ölçüde nasibimi aldım.
Belki de bu nedenle günün birinde bir çocuğun büyümesine eşlik edebileceksem şayet; bunun bir kız çocuğu olmasını istedim hep. Çünkü onu büyütme tarzım bu başıbozuk düzene verilebilecek en güzel yanıt olur diye düşündüm.
Anne olacağımı öğrendiğim ilk andan itibaren ise cinsiyet konusu benim için tamamen önemini yitirdi ve bebeğime sağlıkla kavuşabilmek elbette ilk isteğimdi. Fakat oğlum doğduktan ve ben onunla vakit geçirmeye başladıktan sonra yıllar önceki bu isteğimden dolayı büyük bir utanç duydum. Çünkü asıl meselenin cinsiyetler olmadığını, oğlum bana öğretmişti.
Ataerkil düzenden nasibini almış kadınlar, çocuklarını cinsiyetçilik olmadan yetiştirerek, cinsiyetçilikle savaşmaya ihtiyaç duyulmayan bir dünya yaratmayı umut ettiler. Fakat çocuklar söz konusu olduğunda odak noktası daima kız çocukları oldu. Oğlan çocukları ise çoğunlukla es geçildi.
Anneliğimin ilk zamanlarını hatırlıyorum da; hem genel olarak çocuklara yaklaşım konusunda hem de cinsiyetçi yaklaşımlar konusunda; insanlara sıklıkla müdahale etme isteği duyuyordum. Sanki bu şekilde davranırsam oğlumu; hatalı tavır, söz ve davranışlardan koruyabilirdim. Zamanla bu durumun benim enerjimi fazlasıyla tükettiğini fark ettim ve gerçekten gerekli olduğunu hissetmediğim müddetçe oğluma durumu açıklamakla yetindim sadece.
Tüm dünyaya yetişemezdim..
Yetişkin erkeklerin daha duyarlı, hassas ve ince fikirli olmalarını bekleyen toplum küçük erkek çocuklarına ‘‘Erkek adam ağlamaz!’’, ‘‘Erkek adam pembe renkli kıyafet giyinmez’’, ‘‘Aslanım, Paşam’’ vb sözleri sarf etmekten geri durmuyor. Toplumun bu konuda bilinçlenmesi anne ve babaların omuzlarındaki yükü de büyük oranda hafifletecektir. Bu konuda tüm yükü ebeveynlere özellikle de annelere yüklemek ise onların yaşadığı zorlukları misli misli artıracaktır.
Kabil’i Yetiştirmek kitabının yazarları Kindlon ve Thompson; erkek şiddetinin tohumlarının çocuklukta atıldığını ve bunun nedeninin de ‘‘oğlan doğası’’, ‘‘biyoloji’’, ‘‘testosteron’’ veya ‘‘anne kabahatleri’’ değil, oğlanlara verdiğimiz hatalı, eksik ve toplumsal yönden yıkıcı duygusal eğitim olduğunu söylüyorlar. Oğlan yaşamındaki sosyal ve duygusal güçlüklerin tanımlanması gerektiğini, bunların yarattığı baskıyı kaldırabilmeleri için oğlanlara duygusal farkındalık ve empati becerilerinin kazandırılması gerektiğini vurgulayan yazarlar çözümün ise ‘‘duygusal okuryazarlık’’ olduğunu belirtiyorlar.
Oğlan yaşamına etkide bulunan hemen herkesin bu gerçeğin farkına varmasının, içinde yaşıyor olduğumuz dünyayı bambaşka bir boyuta taşıyacağı inancındayım. Bugün içinde yer aldığımız bu korkunç tablonun en büyük nedeninin de oğlanlara sunmuş olduğumuz yıkıcı duygusal eğitim olduğunu düşünüyorum.
Son yıllarda toplumdan yana umudumu yitiriyorum. Ve yaşama yürekten inanan ebeveynlerin değişimin ve dönüşümün öncüsü olacaklarına inanıyorum. Ve böyle olduğu zaman çocuklar toplumun değil, anne ve babalarının bakış açılarını ölçüt olarak alacaklardır diye umut ediyorum.