Koronavirüs furyası, bazılarınca yeni bir dünya düzeninin provası olarak görülüyor. Masonların çok sevdiği tabirle “ordo ab chaos”. Eski tabirle “Sular bulanmadan durulmaz!”
Sâri hastalıklar bugün bir terör faaliyetine dönüşmüş gibidir. Hemen duyulması iyidir, tedbir alınmasını temin eder; kötüdür, halkı paniğe sevk eder, terör tesiri yapar. Bugün, zararı az olsa bile, halkın gözünü öyle korkutmaktadır ki, ekonomi başta olmak üzere hemen her sahada büyük tesirler doğurmaktadır.
Yaşlı nüfus, ağır yük
Harpler, tabii afetler nüfusu kırdığı gibi; sâri hastalıklar hepsinden fazla nüfusu eritir. Hatta bugün global güçlerin, giderek artan ve gençler için bir yük hâlini alan yaşlı nüfusu yok etmek istediği; onun için hastalıklardan medet umduğu kanaati vardır. Nitekim koronavirüs, daha çok yaşlıları vurmuştur.
Hastalıklar kıtlığa ve pahalılığa yol açmış; nüfusu eritmiş ve göçlere yol açmıştır. Vurduğu yerin sosyal, ekonomik, siyasi bünyesini değiştirmiştir. Harplerin bitmesine, hükûmet değişikliklerine sebebiyet vermiştir. Tıbbi çalışmalara sürat ve revaç vermiştir. Sâri hastalıklara aşılar bulunmuştur.
Çin oyunu
Koronavirüs çok can almadı ama, kitle muhabere vasıtaları sebebiyle yaygarası fazla oldu. Zaten maksat bu değil midir? Bazıları, koronavirüs gibi hastalıkların, yeni dünya düzeni için kullanılan bir proje olduğu kanaatindedir. Sayısı giderek artan ve kapitalist cemiyete yük olarak görülen yaşlılar feda edilecek; sonra aşısı bulunarak yeni düzenin kurulması safhası başlayacaktır.
Kimine göre ticaret hacmi son birkaç yılda birkaç misli büyüyen, öte yandan vatandaşlarına çip takan, onları sosyal puan vererek fişleyen Çin, bunun için elverişli bir platodur. Vuhan, dünyanın en büyük 500 şirketinin 300’üne ev sahipliği yapıyor.
Dünya ekonomisindeki payı %4’ten, 15 senede %16’ya çıkan; dünya ekonomisini sorgulayan ve ABD karşısına farklı bir ekonomik modelle dikilen Çin’e haddi bildirilmiş; kurmak istediği Çin-Rusya-İran-Türkiye ekseni kırılmış olacaktır. Bu, Çinli turistleri, Çin’den ithalatı ve global şirketlerin tedarik zincirini kıracaktır ama, Çin’i dize getirmek uğruna göze alınacak risklerdir.
Kimine göre işin altında global liderliğe oynayan Çin vardır. Virüsü 2 ay saklamış; rejim muhaliflerinin merkezi Vuhan’ı hizaya getirmiş; sonra da hiçbir şey olmamış gibi başa dönmüş bir Çin yok mudur ortada? Bir yandan Avrupa’ya, öte yandan Rusya’ya ağır bir darbe vurulmaktadır. Bu senaryoya göre, en az Mao kadar güçlü komünist lider Şi Cinping, nüfusu dengelemiş; havasını temizlemiş; muhalifleri sindirmiş; krizden güçlenmiş olarak çıkacaktır.
Tarih yazan salgınlar
XIV. asırdaki Kara Ölüm, yani veba salgını bütün Avrupa’nın düzenini değiştirmişti. Köylü nüfusun çoğunun ölümü, geride kalan köylülere pazarlık gücü kazandırdı. Feodal sistem zayıfladı. Bu da ticaret merkezli ekonomiyi doğurdu. Açık denize çıkmaktan korkan Avrupalılar, ilk defa bu hastalıktan sonra Atlas Okyanus’una açıldılar. Bu, keşiflerin başlangıcı oldu.
Salgın hastalıklar, orduların yapamadığını yapmıştır. Çin’in kuzeyinde 164’te çıkan veba salgını muazzam can kaybına sebep oldu. Halkın %20-40’ı öldü. Geri kalan halk açlık sebebiyle ölülerin cesetlerini yediler. Bu kaos, 300 yıl Çin’i idare eden Ming hanedanını yıktı. Kuzeyden gelen haydutlar iktidarı ele geçirdi.
Haiti’de 1801’de meydana gelen sarıhumma, Fransız sömürgecilere karşı isyanı doğurdu. İsyanı bastırmaya gelen 50 bin subay, asker, doktor salgından öldü; ancak 3500’ü kurtulup geri dönebildi. Böylece Fransa sadece Haiti’yi değil, bugün ABD eyaletlerinden olan Louisiana da dâhil, Amerika kıtasındaki bütün sömürgelerini kaybetti.
1888’de başlayan sığır vebası, Afrika’yı sardı. Kıtlık ve açlık, kıtayı mahvetti. Bu da Avrupalıların Afrika’yı sömürgeleştirmesini kolaylaştırdı.
Ordo ab chaos
Alvin Toffler’in Üçüncü Dalga kitabında da anlatıldığına gör, insanlık üç safha geçirmiştir: Ziraat cemiyeti, su kenarlarında, köylük yerlerde yaşamıştır. Sanayi cemiyeti, şehirlere dolmuştur. Üçüncü safha, bilgi çağıdır. Artık insanlar taşraya göçecekler. Bir yandan da şehirlerde trafik, hava kirliliği ve gürültü azalacaktır.
İnsan hayatında robotların yeri giderek artıyor. Robotik depolar sayesinde, el değmeden mal yerleştirme ve sevkiyatı mümkün oluyor. Artık insanlar ofislerde değil, evlerinde çalışacak; dijital şirketlerin yıldızı iyice parlayacaktır.
Bu vesileyle, kripto para parlayacaktır. Zira virüs daha çok kâğıt paradan yayılıyor. Kripto para, bir cihetten bankaları by-pass ederek, ekonomik faaliyetleri hızlandıracaktır. Globalleşme, klasik bankacılıktan rahatsızdır.
Bu çerçevede koronavirüs furyası, bazılarınca yeni bir dünya düzeninin provası olarak görülüyor. İster komplo olsun, isterse bazı global güçler vaziyetten vazife çıkarmış olsun, bu hastalığın dünya düzenini esaslı şekilde değiştireceğine şüphe yoktur. Masonların çok sevdiği tabirle “ordo ab chaos”, eski tabirle “Sular bulanmadan durulmaz!”
Veba olan yere girmeyin
Hazreti Peygamber, “Bir yerde sâri hastalık olduğunu duyarsanız, oraya girmeyin. Olmuşsa, oradan çıkmayınız” buyurmuştur. Bu, karantina demektir. Suriye’de iken Hazret-i Ömer’e Şam’da tâun (veba) olduğu söylendi de hemen geri döndü. “Allahın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyenlere, “Allahın kaderinden Allahın kaderine kaçıyorum” diye cevap verdi. Nitekim tevekkül, tedbire mâni değildir. Mekke’de çocukları sâri hastalıktan korumak için bâdiyedeki (kırlık yerlerdeki) sütannelere verirlerdi.
Eceli gelmeyen ölmez. Hastalık mutlaka bulaşacak diye bir şey de yoktur. Hatta hastaya bakan, eğer sağlamsa, temizliğe de dikkat ederse antikorlar inkişaf eder (aşılama), hasta olmaz; olsa bile kolay geçirir. Aksi hâlde intaniye doktorlarının hepsinin ölmesi lazımdı.
Hastaların iyileşip de, kaçanların hastalanıp öldüğü çok vâkidir. Kur’ân-ı kerimde, eski zamanlarda tâun (veba) bulunan şehirden kaçanların hepsinin yolda öldüğü anlatılır (Bakara suresi, 243). Hadis-i şeriflerde, “Tâundan kaçan, harp meydanından kaçan gibidir” ve “Tâundan ölen, şehit olur” buyurulmuştur. Önceki cemiyetlere azap ve ceza olan tâun, Müslümanlar için rahmete dönüşmüştür.
Bu sebeple Türkler öteden beri karantina usulünü takip ettiler. Dışarıdan gelenler limanlarda veya gümrüklerinde tahaffuzhanede karantinaya alınırdı. Mesela Kız Kulesi karantina yeridir. Eşya ve elbiseler “tebhirhane”de buhara tâbi tutulur; evler dezenfekte edilirdi. Denizaşırı mektuplar postanelerde “etüv”den geçirilirdi.
1831’de karantina nizamnamesi çıkarıldığı için, Osmanlılarda karantina usulünün bu zamanda başladığını zannedenler çoktur. Bu tedbirler sayesinde İstanbul ve taşrada salgınlar büyümeden önlenmiştir.
Salgında cuma namazı
Eski Müslümanlar temizliğe dikkat ettiği için, sâri hastalıklar ya az görülmüş ya da az tahribat vermiştir. Yakında Avrupa’da yapılan bir istatistiğe göre, heladan sonra el yıkayanların başında Boşnak, Arnavut ve Türkler geliyor ki hepsinin müşterek noktası Müslümanlıktır. İslâm dini hem sıhhatin muhafazasına ehemmiyet vermiş hem de tedavi olmayı emretmiştir.
Güneş ve ay tutulması, şiddetli rüzgâr, gündüz şiddetli karanlık ve gece şiddetli aydınlık olduğu, korku galebe çaldığı ve buna benzer korkunç alametlerden zelzele, yıldırım, kesilmeyen kar, yağmur ve umumi hastalıklar zuhurunda cuma ve cemaatle namazın terkine cevaz vardır. (Reddü’l-Muhtar)
Her duada tâun-u vebadan koruması için Allah’a sığınılır; Kureyş suresi, salgın gibi korkulu hallerin ilacı olarak görülür; sabah ve akşam namazlarının son rek’atinde rükûdan doğrulunca kunut duaları okunur; halka “salâten tüncinâ” okuması tamim edilirdi.
Evliya Çelebi der ki: “Bayezid Hamamı’nın zemininde bin parçalı dört köşeli bir sütunun şehri vebadan koruduğuna inanılırdı. Hamam yapılırken bu sütunun kırılmasıyla şehir veba salgınlarına uğramıştır.”
Vebalı cesetler düşman siperlerinde
Sâri hastalıklar, biyolojik harp vasıtası olarak kullanıldı. Kartacalı Hannibal’in ME 190’da Bergama donanmasını alt etmek için yılan zehri kullandığı biliniyor. Harplerde vebalıların elbiseleri, örtüleri, hatta cesetleri düşman tarafına atılır; sular mikroplarla zehirlenirdi. 1347’de Moğollar, Kırım’da Kefe’yi kuşattılar. Cenevizlilerin üzerine vebalı cesetleri mancınıkla attılar. Dünya nüfusunun dörtte birini yok eden Kara Ölüm böyle yayıldı.
Amerikan yerlilerine tatbik edildiğinde, tifo, çiçek, tifüs, kızamık gibi hastalıklara hiç mukavemeti olmayan yerlilerin hepsi kırıldı; nüfusun %85’i öldü. İngiltere-Fransa arasındaki "7 Yıl Harpleri"nde (1756-1763) birbirlerinin siperlerine çiçek hastalığı bulaşmış battaniyeleri atmışlardı. I. Cihan Harbi’nde Almanlar, düşmanın at ve sığırlarına şarbon ve ruam bulaştırdı.
Biyolojik silahla en çok meşgul olan Japonlardır. 1932-1945 arasında üzerinde tetkik yaptığı on binlerce harp esiri, şarbon, menenjit, kolera ve vebadan öldü. Onlarca Çin şehrine biyolojik taarruzda bulundu. Tifo, kolera ve veba salgınları; ayrıca suların ve gıdaların zehirlenmesi suretiyle on binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Veba mikrobu taşıyan pirinç tayyarelerle Mançurya’ya atıldı. Bunu yiyen fareler, taşıyıcı hâle geldi.
Bunu tetkik için Mançurya’ya gelen Milletler Cemiyeti heyetinin yiyeceklerine de Japonlar kolera bulaştırmaya teşebbüs etti. II. Cihan Harbi’nden sonra Japonya biyolojik silah programını bitirdi, tesisleri imha etti ve üzüntülerini bildirdi. Ama bu sefer ABD bu işe el attı; 1969’a kadar da sürdürdü.
1972 Biyolojik Silahlar Anlaşması ile yasaklanmasına rağmen Rusya gizliden gizliye sürdürdü. 1979’da bir askerî üste yanlışlıkla şarbon sporu havaya yayılıp 70 kişi ölünce, iş ortaya çıktı. Şimdi terör saldırılarında kullanılıyor.
Ekrem Buğra Ekinci
Sâri hastalıklar bugün bir terör faaliyetine dönüşmüş gibidir. Hemen duyulması iyidir, tedbir alınmasını temin eder; kötüdür, halkı paniğe sevk eder, terör tesiri yapar. Bugün, zararı az olsa bile, halkın gözünü öyle korkutmaktadır ki, ekonomi başta olmak üzere hemen her sahada büyük tesirler doğurmaktadır.
Yaşlı nüfus, ağır yük
Harpler, tabii afetler nüfusu kırdığı gibi; sâri hastalıklar hepsinden fazla nüfusu eritir. Hatta bugün global güçlerin, giderek artan ve gençler için bir yük hâlini alan yaşlı nüfusu yok etmek istediği; onun için hastalıklardan medet umduğu kanaati vardır. Nitekim koronavirüs, daha çok yaşlıları vurmuştur.
Hastalıklar kıtlığa ve pahalılığa yol açmış; nüfusu eritmiş ve göçlere yol açmıştır. Vurduğu yerin sosyal, ekonomik, siyasi bünyesini değiştirmiştir. Harplerin bitmesine, hükûmet değişikliklerine sebebiyet vermiştir. Tıbbi çalışmalara sürat ve revaç vermiştir. Sâri hastalıklara aşılar bulunmuştur.
Çin oyunu
Koronavirüs çok can almadı ama, kitle muhabere vasıtaları sebebiyle yaygarası fazla oldu. Zaten maksat bu değil midir? Bazıları, koronavirüs gibi hastalıkların, yeni dünya düzeni için kullanılan bir proje olduğu kanaatindedir. Sayısı giderek artan ve kapitalist cemiyete yük olarak görülen yaşlılar feda edilecek; sonra aşısı bulunarak yeni düzenin kurulması safhası başlayacaktır.
Kimine göre ticaret hacmi son birkaç yılda birkaç misli büyüyen, öte yandan vatandaşlarına çip takan, onları sosyal puan vererek fişleyen Çin, bunun için elverişli bir platodur. Vuhan, dünyanın en büyük 500 şirketinin 300’üne ev sahipliği yapıyor.
Dünya ekonomisindeki payı %4’ten, 15 senede %16’ya çıkan; dünya ekonomisini sorgulayan ve ABD karşısına farklı bir ekonomik modelle dikilen Çin’e haddi bildirilmiş; kurmak istediği Çin-Rusya-İran-Türkiye ekseni kırılmış olacaktır. Bu, Çinli turistleri, Çin’den ithalatı ve global şirketlerin tedarik zincirini kıracaktır ama, Çin’i dize getirmek uğruna göze alınacak risklerdir.
Kimine göre işin altında global liderliğe oynayan Çin vardır. Virüsü 2 ay saklamış; rejim muhaliflerinin merkezi Vuhan’ı hizaya getirmiş; sonra da hiçbir şey olmamış gibi başa dönmüş bir Çin yok mudur ortada? Bir yandan Avrupa’ya, öte yandan Rusya’ya ağır bir darbe vurulmaktadır. Bu senaryoya göre, en az Mao kadar güçlü komünist lider Şi Cinping, nüfusu dengelemiş; havasını temizlemiş; muhalifleri sindirmiş; krizden güçlenmiş olarak çıkacaktır.
Tarih yazan salgınlar
XIV. asırdaki Kara Ölüm, yani veba salgını bütün Avrupa’nın düzenini değiştirmişti. Köylü nüfusun çoğunun ölümü, geride kalan köylülere pazarlık gücü kazandırdı. Feodal sistem zayıfladı. Bu da ticaret merkezli ekonomiyi doğurdu. Açık denize çıkmaktan korkan Avrupalılar, ilk defa bu hastalıktan sonra Atlas Okyanus’una açıldılar. Bu, keşiflerin başlangıcı oldu.
Salgın hastalıklar, orduların yapamadığını yapmıştır. Çin’in kuzeyinde 164’te çıkan veba salgını muazzam can kaybına sebep oldu. Halkın %20-40’ı öldü. Geri kalan halk açlık sebebiyle ölülerin cesetlerini yediler. Bu kaos, 300 yıl Çin’i idare eden Ming hanedanını yıktı. Kuzeyden gelen haydutlar iktidarı ele geçirdi.
Haiti’de 1801’de meydana gelen sarıhumma, Fransız sömürgecilere karşı isyanı doğurdu. İsyanı bastırmaya gelen 50 bin subay, asker, doktor salgından öldü; ancak 3500’ü kurtulup geri dönebildi. Böylece Fransa sadece Haiti’yi değil, bugün ABD eyaletlerinden olan Louisiana da dâhil, Amerika kıtasındaki bütün sömürgelerini kaybetti.
1888’de başlayan sığır vebası, Afrika’yı sardı. Kıtlık ve açlık, kıtayı mahvetti. Bu da Avrupalıların Afrika’yı sömürgeleştirmesini kolaylaştırdı.
Ordo ab chaos
Alvin Toffler’in Üçüncü Dalga kitabında da anlatıldığına gör, insanlık üç safha geçirmiştir: Ziraat cemiyeti, su kenarlarında, köylük yerlerde yaşamıştır. Sanayi cemiyeti, şehirlere dolmuştur. Üçüncü safha, bilgi çağıdır. Artık insanlar taşraya göçecekler. Bir yandan da şehirlerde trafik, hava kirliliği ve gürültü azalacaktır.
İnsan hayatında robotların yeri giderek artıyor. Robotik depolar sayesinde, el değmeden mal yerleştirme ve sevkiyatı mümkün oluyor. Artık insanlar ofislerde değil, evlerinde çalışacak; dijital şirketlerin yıldızı iyice parlayacaktır.
Bu vesileyle, kripto para parlayacaktır. Zira virüs daha çok kâğıt paradan yayılıyor. Kripto para, bir cihetten bankaları by-pass ederek, ekonomik faaliyetleri hızlandıracaktır. Globalleşme, klasik bankacılıktan rahatsızdır.
Bu çerçevede koronavirüs furyası, bazılarınca yeni bir dünya düzeninin provası olarak görülüyor. İster komplo olsun, isterse bazı global güçler vaziyetten vazife çıkarmış olsun, bu hastalığın dünya düzenini esaslı şekilde değiştireceğine şüphe yoktur. Masonların çok sevdiği tabirle “ordo ab chaos”, eski tabirle “Sular bulanmadan durulmaz!”
Veba olan yere girmeyin
Hazreti Peygamber, “Bir yerde sâri hastalık olduğunu duyarsanız, oraya girmeyin. Olmuşsa, oradan çıkmayınız” buyurmuştur. Bu, karantina demektir. Suriye’de iken Hazret-i Ömer’e Şam’da tâun (veba) olduğu söylendi de hemen geri döndü. “Allahın kaderinden mi kaçıyorsun?” diyenlere, “Allahın kaderinden Allahın kaderine kaçıyorum” diye cevap verdi. Nitekim tevekkül, tedbire mâni değildir. Mekke’de çocukları sâri hastalıktan korumak için bâdiyedeki (kırlık yerlerdeki) sütannelere verirlerdi.
Eceli gelmeyen ölmez. Hastalık mutlaka bulaşacak diye bir şey de yoktur. Hatta hastaya bakan, eğer sağlamsa, temizliğe de dikkat ederse antikorlar inkişaf eder (aşılama), hasta olmaz; olsa bile kolay geçirir. Aksi hâlde intaniye doktorlarının hepsinin ölmesi lazımdı.
Hastaların iyileşip de, kaçanların hastalanıp öldüğü çok vâkidir. Kur’ân-ı kerimde, eski zamanlarda tâun (veba) bulunan şehirden kaçanların hepsinin yolda öldüğü anlatılır (Bakara suresi, 243). Hadis-i şeriflerde, “Tâundan kaçan, harp meydanından kaçan gibidir” ve “Tâundan ölen, şehit olur” buyurulmuştur. Önceki cemiyetlere azap ve ceza olan tâun, Müslümanlar için rahmete dönüşmüştür.
Bu sebeple Türkler öteden beri karantina usulünü takip ettiler. Dışarıdan gelenler limanlarda veya gümrüklerinde tahaffuzhanede karantinaya alınırdı. Mesela Kız Kulesi karantina yeridir. Eşya ve elbiseler “tebhirhane”de buhara tâbi tutulur; evler dezenfekte edilirdi. Denizaşırı mektuplar postanelerde “etüv”den geçirilirdi.
1831’de karantina nizamnamesi çıkarıldığı için, Osmanlılarda karantina usulünün bu zamanda başladığını zannedenler çoktur. Bu tedbirler sayesinde İstanbul ve taşrada salgınlar büyümeden önlenmiştir.
Salgında cuma namazı
Eski Müslümanlar temizliğe dikkat ettiği için, sâri hastalıklar ya az görülmüş ya da az tahribat vermiştir. Yakında Avrupa’da yapılan bir istatistiğe göre, heladan sonra el yıkayanların başında Boşnak, Arnavut ve Türkler geliyor ki hepsinin müşterek noktası Müslümanlıktır. İslâm dini hem sıhhatin muhafazasına ehemmiyet vermiş hem de tedavi olmayı emretmiştir.
Güneş ve ay tutulması, şiddetli rüzgâr, gündüz şiddetli karanlık ve gece şiddetli aydınlık olduğu, korku galebe çaldığı ve buna benzer korkunç alametlerden zelzele, yıldırım, kesilmeyen kar, yağmur ve umumi hastalıklar zuhurunda cuma ve cemaatle namazın terkine cevaz vardır. (Reddü’l-Muhtar)
Her duada tâun-u vebadan koruması için Allah’a sığınılır; Kureyş suresi, salgın gibi korkulu hallerin ilacı olarak görülür; sabah ve akşam namazlarının son rek’atinde rükûdan doğrulunca kunut duaları okunur; halka “salâten tüncinâ” okuması tamim edilirdi.
Evliya Çelebi der ki: “Bayezid Hamamı’nın zemininde bin parçalı dört köşeli bir sütunun şehri vebadan koruduğuna inanılırdı. Hamam yapılırken bu sütunun kırılmasıyla şehir veba salgınlarına uğramıştır.”
Vebalı cesetler düşman siperlerinde
Sâri hastalıklar, biyolojik harp vasıtası olarak kullanıldı. Kartacalı Hannibal’in ME 190’da Bergama donanmasını alt etmek için yılan zehri kullandığı biliniyor. Harplerde vebalıların elbiseleri, örtüleri, hatta cesetleri düşman tarafına atılır; sular mikroplarla zehirlenirdi. 1347’de Moğollar, Kırım’da Kefe’yi kuşattılar. Cenevizlilerin üzerine vebalı cesetleri mancınıkla attılar. Dünya nüfusunun dörtte birini yok eden Kara Ölüm böyle yayıldı.
Amerikan yerlilerine tatbik edildiğinde, tifo, çiçek, tifüs, kızamık gibi hastalıklara hiç mukavemeti olmayan yerlilerin hepsi kırıldı; nüfusun %85’i öldü. İngiltere-Fransa arasındaki "7 Yıl Harpleri"nde (1756-1763) birbirlerinin siperlerine çiçek hastalığı bulaşmış battaniyeleri atmışlardı. I. Cihan Harbi’nde Almanlar, düşmanın at ve sığırlarına şarbon ve ruam bulaştırdı.
Biyolojik silahla en çok meşgul olan Japonlardır. 1932-1945 arasında üzerinde tetkik yaptığı on binlerce harp esiri, şarbon, menenjit, kolera ve vebadan öldü. Onlarca Çin şehrine biyolojik taarruzda bulundu. Tifo, kolera ve veba salgınları; ayrıca suların ve gıdaların zehirlenmesi suretiyle on binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Veba mikrobu taşıyan pirinç tayyarelerle Mançurya’ya atıldı. Bunu yiyen fareler, taşıyıcı hâle geldi.
Bunu tetkik için Mançurya’ya gelen Milletler Cemiyeti heyetinin yiyeceklerine de Japonlar kolera bulaştırmaya teşebbüs etti. II. Cihan Harbi’nden sonra Japonya biyolojik silah programını bitirdi, tesisleri imha etti ve üzüntülerini bildirdi. Ama bu sefer ABD bu işe el attı; 1969’a kadar da sürdürdü.
1972 Biyolojik Silahlar Anlaşması ile yasaklanmasına rağmen Rusya gizliden gizliye sürdürdü. 1979’da bir askerî üste yanlışlıkla şarbon sporu havaya yayılıp 70 kişi ölünce, iş ortaya çıktı. Şimdi terör saldırılarında kullanılıyor.
Ekrem Buğra Ekinci