Menfur İstiklal Caddesi terör saldırısının ardından beklenen oldu ve hava kuvvetlerimiz bugüne kadar alışılanın ötesinde bir operasyonu Suriye ve Irak sınırlarının ötesinde başlattı. Operasyon ne kadar sürer, kara operasyonu yapılır mı bilemeyiz. Ancak çok açık olarak görülen Rusya hava sahasını Türk savaş uçaklarına açtı, ABD ile sıcak çatışma riski ortaya çıktı. Ümidimiz bu terör belasının bir ar önce bitmesi ve bölgemize istikrar gelmesi.
Tabi bu arada Katar’da başlayan Dünya Futbol Kupası için sayın Cumhurbaşkanı’nın Sisi ile el sıkışması, belki de bu Dünya Kupası’nın bizi ilgilendiren tek unsuruydu. Bu arada göz ucuyla seyrettiğim bir iki maç, bundan sonraki maçları seyretmeme kararı almama yetti.
Sisi demişken yıllarca kavga edip, bu noktaya geri dönmek bir uluslararası başarı mıdır? Yoksa bunca kayıp yılın faturasının sorgulanmasını mı gerektirir? Bu soruları sormaya da devam edeceğiz.
Bu yazımı aslında ekonomi ve empati üstüne kurgulamak için klavyenin başına geçmiştim. İster istemez gündemin öne çıkan gelişmeleri kurgulamanın şeklini değiştiriyor.
Son yazımda Türk insanından özür dileyerek Türk Lirası’nın şu aralar aşırı değer kazandığından bahsetmiştim. Evet ekonomimizin girdiği hale bakınca Türk Lirası diğer dövizlere karşı aşırı değerli. Diğer dövizleri de basite indirgeyerek ABD Doları ve Euro özelinde anlatmaya çalışalım.
Türkiye’de ihracata dayalı reel sektörün girdileri (diğer ifadesi ile harcamaları) Dolar, ihracat gelirleri ise Euro bazındadır. Dolar değer kazanıp, Euro değer yitirdikçe kura bağlı olarak kar marjları düşer ve üretmek yerine başka işlere yönelmek kaçınılmaz hale gelir. Geçtiğimiz ay bunu yaşadık. FED’in 75’er baz puanlık artışları, Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımına uzun süre yanaşmaması bu duruma yol açmıştı. Şu sıralarda FED’in yeni faiz artırımına gitse bile bu artırımı düşük tutacağına yönelik algı sayesinde denge tekrar eski yerine döndü, ihracatçımız biraz nefes aldı.
Bununla birlikte olup biteni sadece kurdaki oynamalarla açıklayamayız. Geçtiğimiz yıldan bu yana bütün dünyanın tersine faiz indirmelerle ekonomiyi yolundan çıkartan siyasi irademizin en büyük savı, Türkiye’nin artan ihracatı sayesinde cari fazla vermesi ve sonuçta yeni bir Çin modeli ile kalkınmaydı. İyi de şu anda öngörülen ihracat hedeflerine AB ülkelerinde yaşanan resesyon ve Türk Lirası’nın aşırı değer kazanmasından ötürü ulaşmak pek mümkün değil. Çin’e sadece çalışanların ücretleri açısından benzediğimiz söylenebilir. O da şu an ki Çin değil, 20 yıl öncesi Çin olarak düşünülebilir.
Öte yandan yeni yılla birlikte asgari ücrete, seçim atmosferine girdiğimiz için önemli bir zam geleceği kaçınılmaz. Zaten üretim zorlukları yaşayan binlerce üretici bu zamlarla birlikte çalışma piyasasından çekilebilir. Bu koşullarda işsizlik oranlarında hızlı bir yükselme beklemek de cabası olabilir.
Bütün bu kötü senaryoların başında ise hiç kuşkusuz başta ekonomi yönetimine, ardından Sisi’ye kadar uzanan yoldaki dış politika hatalarına bağlı güven erozyonu meselesi geliyor. 2023 seçimlerinin ardından Türkiye’ye duyulan güven tekrar tesis edilebilir mi? Sadece umuyoruz.
Tabi bütün bu kötümser satırları sıraladıktan sonra, biraz da tedarik zinciri meselesine değinelim.
Resesyona girdiğini belirttiğimiz başta AB’nin lokomotif ülkesi Almanya olmak üzere bütün AB ülkelerinin en fazla önem verdiği sorun tedarik zincirinin kırılması. Covid 19 salgını ile ortaya çıkan tedarik zincirinin kırılması ile ilgili sorunlar, Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte daha da vahim hale geldi. AB ülkelerinden başlayıp Çin’e kadar uzanan ya da Çin’den başlayıp AB ülkelerine kadar uzanan kuşak yolun Kuzey ulaşım hattı kesildi. Bütün yollar (kara yolu ve demir yolu) Türkiye üzerinden geçiyor. Bu gerçeğe rağmen AB ülkeleri hala Türkiye’den yapılan taşımaları türlü bahanelerle kısıtlıyor, mal taşımacılığının olmazsa olmazı Türk şoförlerine vize uygulamaya devam ediyor.
Yapılan bu uygulamalar 1 Ocak 1996 itibarı ile yürürlüğe giren Türkiye-AT gümrük birliğinin son dönemini tesis eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararının dayattığı hukuka aykırı. Yapılan bu uygulamaların hukuki adı “ticarette teknik engel”.
Hukuku bir yana bırakalım, bu uygulamalar AB’nin kendi çıkarlarına da aykırı.
Denilebilir ki; AB Türk TIR’larına ve şoförlerine karşı, taşımacılığı AB menşeli TIR’lar ve şoförlerle yapmak istiyor.
Bu durumda vize meselesi ile ilgili olarak, uygulamada kasıt olduğunu saptayarak “mütekabiliyet” uygulanması gerektiğinin altını çizen Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’nun sözlerini hatırlıyoruz.
Acaba mütekabiliyeti Türk taşımacılarına bugüne kadar uyguladıkları kısıtlamaları biz de uygularız noktasına getirirsek “AB’nin reaksiyonu nasıl olur?” sorusunda mı arasak. En basit haliyle diğer AB vatandaşlarına vize uygulamamızın imkansız olduğunun bilincinde olarak sadece Türkiye topraklarına gelen ya da transit olarak geçen AB şoförlerine vize zorunluluğu getirip, bu vizeleri de hem fahiş fiyatla, hem de türlü bahanelerle kısıtlayıp versek nasıl olur?
Uluslararası ilişkilerde aşk, nefret yoktur, sadece çıkarların dayattığı uygulamalar vardır.
Kalın sağlıcakla…
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Tabi bu arada Katar’da başlayan Dünya Futbol Kupası için sayın Cumhurbaşkanı’nın Sisi ile el sıkışması, belki de bu Dünya Kupası’nın bizi ilgilendiren tek unsuruydu. Bu arada göz ucuyla seyrettiğim bir iki maç, bundan sonraki maçları seyretmeme kararı almama yetti.
Sisi demişken yıllarca kavga edip, bu noktaya geri dönmek bir uluslararası başarı mıdır? Yoksa bunca kayıp yılın faturasının sorgulanmasını mı gerektirir? Bu soruları sormaya da devam edeceğiz.
Bu yazımı aslında ekonomi ve empati üstüne kurgulamak için klavyenin başına geçmiştim. İster istemez gündemin öne çıkan gelişmeleri kurgulamanın şeklini değiştiriyor.
Son yazımda Türk insanından özür dileyerek Türk Lirası’nın şu aralar aşırı değer kazandığından bahsetmiştim. Evet ekonomimizin girdiği hale bakınca Türk Lirası diğer dövizlere karşı aşırı değerli. Diğer dövizleri de basite indirgeyerek ABD Doları ve Euro özelinde anlatmaya çalışalım.
Türkiye’de ihracata dayalı reel sektörün girdileri (diğer ifadesi ile harcamaları) Dolar, ihracat gelirleri ise Euro bazındadır. Dolar değer kazanıp, Euro değer yitirdikçe kura bağlı olarak kar marjları düşer ve üretmek yerine başka işlere yönelmek kaçınılmaz hale gelir. Geçtiğimiz ay bunu yaşadık. FED’in 75’er baz puanlık artışları, Avrupa Merkez Bankası’nın faiz artırımına uzun süre yanaşmaması bu duruma yol açmıştı. Şu sıralarda FED’in yeni faiz artırımına gitse bile bu artırımı düşük tutacağına yönelik algı sayesinde denge tekrar eski yerine döndü, ihracatçımız biraz nefes aldı.
Bununla birlikte olup biteni sadece kurdaki oynamalarla açıklayamayız. Geçtiğimiz yıldan bu yana bütün dünyanın tersine faiz indirmelerle ekonomiyi yolundan çıkartan siyasi irademizin en büyük savı, Türkiye’nin artan ihracatı sayesinde cari fazla vermesi ve sonuçta yeni bir Çin modeli ile kalkınmaydı. İyi de şu anda öngörülen ihracat hedeflerine AB ülkelerinde yaşanan resesyon ve Türk Lirası’nın aşırı değer kazanmasından ötürü ulaşmak pek mümkün değil. Çin’e sadece çalışanların ücretleri açısından benzediğimiz söylenebilir. O da şu an ki Çin değil, 20 yıl öncesi Çin olarak düşünülebilir.
Öte yandan yeni yılla birlikte asgari ücrete, seçim atmosferine girdiğimiz için önemli bir zam geleceği kaçınılmaz. Zaten üretim zorlukları yaşayan binlerce üretici bu zamlarla birlikte çalışma piyasasından çekilebilir. Bu koşullarda işsizlik oranlarında hızlı bir yükselme beklemek de cabası olabilir.
Bütün bu kötü senaryoların başında ise hiç kuşkusuz başta ekonomi yönetimine, ardından Sisi’ye kadar uzanan yoldaki dış politika hatalarına bağlı güven erozyonu meselesi geliyor. 2023 seçimlerinin ardından Türkiye’ye duyulan güven tekrar tesis edilebilir mi? Sadece umuyoruz.
Tabi bütün bu kötümser satırları sıraladıktan sonra, biraz da tedarik zinciri meselesine değinelim.
Resesyona girdiğini belirttiğimiz başta AB’nin lokomotif ülkesi Almanya olmak üzere bütün AB ülkelerinin en fazla önem verdiği sorun tedarik zincirinin kırılması. Covid 19 salgını ile ortaya çıkan tedarik zincirinin kırılması ile ilgili sorunlar, Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte daha da vahim hale geldi. AB ülkelerinden başlayıp Çin’e kadar uzanan ya da Çin’den başlayıp AB ülkelerine kadar uzanan kuşak yolun Kuzey ulaşım hattı kesildi. Bütün yollar (kara yolu ve demir yolu) Türkiye üzerinden geçiyor. Bu gerçeğe rağmen AB ülkeleri hala Türkiye’den yapılan taşımaları türlü bahanelerle kısıtlıyor, mal taşımacılığının olmazsa olmazı Türk şoförlerine vize uygulamaya devam ediyor.
Yapılan bu uygulamalar 1 Ocak 1996 itibarı ile yürürlüğe giren Türkiye-AT gümrük birliğinin son dönemini tesis eden 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi kararının dayattığı hukuka aykırı. Yapılan bu uygulamaların hukuki adı “ticarette teknik engel”.
Hukuku bir yana bırakalım, bu uygulamalar AB’nin kendi çıkarlarına da aykırı.
Denilebilir ki; AB Türk TIR’larına ve şoförlerine karşı, taşımacılığı AB menşeli TIR’lar ve şoförlerle yapmak istiyor.
Bu durumda vize meselesi ile ilgili olarak, uygulamada kasıt olduğunu saptayarak “mütekabiliyet” uygulanması gerektiğinin altını çizen Dışişleri Bakanı Sayın Çavuşoğlu’nun sözlerini hatırlıyoruz.
Acaba mütekabiliyeti Türk taşımacılarına bugüne kadar uyguladıkları kısıtlamaları biz de uygularız noktasına getirirsek “AB’nin reaksiyonu nasıl olur?” sorusunda mı arasak. En basit haliyle diğer AB vatandaşlarına vize uygulamamızın imkansız olduğunun bilincinde olarak sadece Türkiye topraklarına gelen ya da transit olarak geçen AB şoförlerine vize zorunluluğu getirip, bu vizeleri de hem fahiş fiyatla, hem de türlü bahanelerle kısıtlayıp versek nasıl olur?
Uluslararası ilişkilerde aşk, nefret yoktur, sadece çıkarların dayattığı uygulamalar vardır.
Kalın sağlıcakla…
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.