“Etrafımda olup biten başka hiçbir şeyle ilgilenmiyorum. Sadece ve doğruca sana bakıyorum. Oysa yanı başımdan kamyonlar geçiyor ve durmadan kavun taşıyor. Taksiler kurşun gibi gelip geçiyor, troleybüsler salınıyor. Ben sana bakıyorum.
Akşamın alacakaranlığı çökmüş bile. Birazdan tek tük kadınlar caddeyi aydınlatacak. Genç kızlar beyaz neonlar gibi, ortancalar gül renkli ışıklar saçacak. On beşine varmamışların saçtığı ışık ise masmavidir, biliyorsun.
Ben de yalnızlık saçıyorum. Yine efkar basacak diye içmeye korkuyorum. Ayıplarlar diye ağlayamıyorum. Hiç anlatmış mıydım, sana benzeyen bir sevgilim vardı. Gözlerinde rüzgarlar eserdi. Halden anlardı. Sevecen bir İstanbul’da yaşardık o zamanlar. Bütün Şehzadebaşı, Gülhane parkı, yaşlı gemiler hikayemizi bilirdi. Gelip geçen herkes bize bakardı. Baharda, gariptir, saçları uzardı. Şimdi adını bile unuttum. Bazen asfalt caddelerde yüzü aklıma geliyor, hepsi o kadar.
Öylece, kımıltısızca sana bakıp duruyorum. Senin ellerin beyaz ve dudakların pembe. Benimkilerse kapkara. Otsuz ağaçsız, çorak kurak yerlerde büyüdüm ben. Oralarda sert ve haşin kuzey rüzgarları eserdi. İşte hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır. Öp biraz…”
Adam bu son sözleri alabildiğine utanarak ve fısıldar gibi söyledi. Biraz önce de ellerinden bahsederken, “al tut ellerimi, tut biraz” diye fısıldamıştı ama durmadan kavun taşıyan kamyonların uğultusu, boğazdan geçen yorgun şileplerin pervane vınlaması ve kanatlarında yalnızlık uçuran tayyarelerin motor homurtuları nedeniyle bu sözleri duyulmamıştı.
Sabahtan, günbatımına kadar öylece oturup durmuşlardı. Adam ara sıra bir şeyler anlatmış, kadın ise hiç ağzını açmamıştı. Adam karaşın ve iriyarıydı. Pembe dudaklı, elleri bir inci kadar beyaz olan kadına, “ben serinliğe hasretim, yüzümü okşa biraz” diye fısıldamayı düşünüyor ama utancından fısıldayamıyordu.
Akşam enikonu bastırıp insan ve ağaç suretlerinin gölgeleri ortalıktan çekilince, adam biraz daha yüreklendi. Boğazın yukarı yanlarından gelen Karadeniz kokulu bir rüzgar, tıpkı köyündeki gibi gelip dudaklarını sızlattı. Vızır vızır geçen kamyonlara tepeleme yüklenmiş, kandil sarısı, yavruağzı, balköpüğü renkli kavunları gördü. İlk söylediğinden biraz daha duyulur bir sesle konuştu. “Benim doğduğum köylerde / Kuzey rüzgarları eserdi / Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır / Öp biraz”…
Hikaye adlı şiirindeki “tut ellerimi bebek, tut biraz” dizesiyle tanınan, bu dizesi birçok kere müzik eserlerinde kullanılan şair Cahit Külebi, 2 Ocak 1917’de Tokat’ın Zile ilçesi yakınlarındaki Çeltek köyünde doğdu. İlköğrenim hayatı Zile, Artova ve Niksar’da geçen Külebi, Bursa’da ortaokulu bitirdikten sonra Sivas’a geçti ve liseyi burada bitirdi. Pamukpınar Yüksek Öğretmen Okulu’na girdi. 1938 yılında şiir yazmaya başlayan Külebi’nin ilk şiirleri ‘Nazmi Cahit’ imzasıyla Gençlik Dergisi’nde yayımlandı. Çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptıktan sonra emekliye ayrılan Külebi, şiirden de hiç kopmadı. 1950 başlarında asıl adıyla yazdığı şiirler Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış ve Kültür Dünyası dergilerinde yayımlanmaya başladı. İlk şiir kitabı olan Adamın Biri büyük ilgi gördü. İkinci kitabı olan Rüzgar, Orhan Veli ve ‘Garip’ akımından etkilenmiş görünüyordu ama Külebi bunu hep reddetti.
Külebi, şiirdeki ‘garip’ akımına katılmadı ama Orhan Veli ve arkadaşlarının yazdıklarından çok daha çarpıcı dizeler de yazdı. Külebi’nin şiirlerinde kullandığı, “Kamyonlar kavun taşır ve ben / Boyuna onu düşünürdüm / Herkes beni aldattı gitti / Yine kamyonlar kavun taşır / Fakat içimde şarkı bitti” gibi dizeler, Orhan Veli’nin şiirlerinden daha ‘yeni bir söyleyiş’ olarak nitelendirildi.
Cahit Külebi’nin en tanınmış eseri olan Hikaye, ya da “tut ellerimi, tut biraz” diye başlayan şiirinin, kime yazıldığı da uzun süre tartışıldı. Yaşamı boyunca kadınlarla arası iyi olan, onlardan “üçüncü ustamdı kadınlar” diye söz eden Külebi, yıllarca bu şiiri hangi kadın için yazdığını söylemedi. Derken, 1997 yılında Ankara Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde kendisini tedavi eden doktorların ısrarlarına dayanamadı ve anlattı. Külebi aslında bu şiiri bir kadın için değil, bir erkek için yazmıştı. Trakya’da süvari alayında görev yaparken, çok sevdiği Nahif adlı emir eri, kendisinden köyündeki nişanlısına göndermek üzere bir şiir yazmasını istemiş ve Külebi de kendi köyündeki anılarını düşünerek bu şiiri kaleme almıştı.
Cemal Süreya’nın, “Hiçbir şair, şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilemez” dediği Cahit Külebi, 20 Haziran 1997’de yaşam şiirini bitirdi…
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Akşamın alacakaranlığı çökmüş bile. Birazdan tek tük kadınlar caddeyi aydınlatacak. Genç kızlar beyaz neonlar gibi, ortancalar gül renkli ışıklar saçacak. On beşine varmamışların saçtığı ışık ise masmavidir, biliyorsun.
Ben de yalnızlık saçıyorum. Yine efkar basacak diye içmeye korkuyorum. Ayıplarlar diye ağlayamıyorum. Hiç anlatmış mıydım, sana benzeyen bir sevgilim vardı. Gözlerinde rüzgarlar eserdi. Halden anlardı. Sevecen bir İstanbul’da yaşardık o zamanlar. Bütün Şehzadebaşı, Gülhane parkı, yaşlı gemiler hikayemizi bilirdi. Gelip geçen herkes bize bakardı. Baharda, gariptir, saçları uzardı. Şimdi adını bile unuttum. Bazen asfalt caddelerde yüzü aklıma geliyor, hepsi o kadar.
Öylece, kımıltısızca sana bakıp duruyorum. Senin ellerin beyaz ve dudakların pembe. Benimkilerse kapkara. Otsuz ağaçsız, çorak kurak yerlerde büyüdüm ben. Oralarda sert ve haşin kuzey rüzgarları eserdi. İşte hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır. Öp biraz…”
Adam bu son sözleri alabildiğine utanarak ve fısıldar gibi söyledi. Biraz önce de ellerinden bahsederken, “al tut ellerimi, tut biraz” diye fısıldamıştı ama durmadan kavun taşıyan kamyonların uğultusu, boğazdan geçen yorgun şileplerin pervane vınlaması ve kanatlarında yalnızlık uçuran tayyarelerin motor homurtuları nedeniyle bu sözleri duyulmamıştı.
Sabahtan, günbatımına kadar öylece oturup durmuşlardı. Adam ara sıra bir şeyler anlatmış, kadın ise hiç ağzını açmamıştı. Adam karaşın ve iriyarıydı. Pembe dudaklı, elleri bir inci kadar beyaz olan kadına, “ben serinliğe hasretim, yüzümü okşa biraz” diye fısıldamayı düşünüyor ama utancından fısıldayamıyordu.
Akşam enikonu bastırıp insan ve ağaç suretlerinin gölgeleri ortalıktan çekilince, adam biraz daha yüreklendi. Boğazın yukarı yanlarından gelen Karadeniz kokulu bir rüzgar, tıpkı köyündeki gibi gelip dudaklarını sızlattı. Vızır vızır geçen kamyonlara tepeleme yüklenmiş, kandil sarısı, yavruağzı, balköpüğü renkli kavunları gördü. İlk söylediğinden biraz daha duyulur bir sesle konuştu. “Benim doğduğum köylerde / Kuzey rüzgarları eserdi / Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır / Öp biraz”…
Hikaye adlı şiirindeki “tut ellerimi bebek, tut biraz” dizesiyle tanınan, bu dizesi birçok kere müzik eserlerinde kullanılan şair Cahit Külebi, 2 Ocak 1917’de Tokat’ın Zile ilçesi yakınlarındaki Çeltek köyünde doğdu. İlköğrenim hayatı Zile, Artova ve Niksar’da geçen Külebi, Bursa’da ortaokulu bitirdikten sonra Sivas’a geçti ve liseyi burada bitirdi. Pamukpınar Yüksek Öğretmen Okulu’na girdi. 1938 yılında şiir yazmaya başlayan Külebi’nin ilk şiirleri ‘Nazmi Cahit’ imzasıyla Gençlik Dergisi’nde yayımlandı. Çeşitli yerlerde öğretmenlik yaptıktan sonra emekliye ayrılan Külebi, şiirden de hiç kopmadı. 1950 başlarında asıl adıyla yazdığı şiirler Sokak, İnsan, Türk Dili, Yaratış ve Kültür Dünyası dergilerinde yayımlanmaya başladı. İlk şiir kitabı olan Adamın Biri büyük ilgi gördü. İkinci kitabı olan Rüzgar, Orhan Veli ve ‘Garip’ akımından etkilenmiş görünüyordu ama Külebi bunu hep reddetti.
Külebi, şiirdeki ‘garip’ akımına katılmadı ama Orhan Veli ve arkadaşlarının yazdıklarından çok daha çarpıcı dizeler de yazdı. Külebi’nin şiirlerinde kullandığı, “Kamyonlar kavun taşır ve ben / Boyuna onu düşünürdüm / Herkes beni aldattı gitti / Yine kamyonlar kavun taşır / Fakat içimde şarkı bitti” gibi dizeler, Orhan Veli’nin şiirlerinden daha ‘yeni bir söyleyiş’ olarak nitelendirildi.
Cahit Külebi’nin en tanınmış eseri olan Hikaye, ya da “tut ellerimi, tut biraz” diye başlayan şiirinin, kime yazıldığı da uzun süre tartışıldı. Yaşamı boyunca kadınlarla arası iyi olan, onlardan “üçüncü ustamdı kadınlar” diye söz eden Külebi, yıllarca bu şiiri hangi kadın için yazdığını söylemedi. Derken, 1997 yılında Ankara Başkent Üniversitesi Hastanesi’nde kendisini tedavi eden doktorların ısrarlarına dayanamadı ve anlattı. Külebi aslında bu şiiri bir kadın için değil, bir erkek için yazmıştı. Trakya’da süvari alayında görev yaparken, çok sevdiği Nahif adlı emir eri, kendisinden köyündeki nişanlısına göndermek üzere bir şiir yazmasını istemiş ve Külebi de kendi köyündeki anılarını düşünerek bu şiiri kaleme almıştı.
Cemal Süreya’nın, “Hiçbir şair, şiiri bitirmeyi Cahit Külebi gibi bilemez” dediği Cahit Külebi, 20 Haziran 1997’de yaşam şiirini bitirdi…
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.