28-30 Haziran 2022 tarihleri arasında İspanya’nın başkenti Madrid’de gerçekleşen NATO Zirvesi, sadece İttifakın yeni güven(siz)lik ortamına adaptasyonu açısından değil; aynı zamanda Türkiye’nin gelecekteki güvenlik ve savunma stratejisi açısından da mihenk taşı niteliğindedir. Zirve, NATO’nun üç temel misyonu olan "savunma ve caydırıcılık", "kriz yönetimi ve önleme" ile "iş birlikçi güvenlik" alanlarında daha güçlendirilmiş, adaptif, esnek, caydırıcı ve uzlaştırıcı bir metodolojiyi benimserken; aynı zamanda NATO’nun alan dışılığı ve genişlemesi gibi hususlarda üye ve partner ülkeler arasında yeni bir diyalog mekanizmasını devreye soktu.
Bu bağlamda Türkiye, iş birlikçi güvenlik misyonu çerçevesinde NATO’nun 1990’lı yıllardan beri partneri konumunda bulunan İsveç ve Finlandiya ile güvenlik ve savunma alanında yeni bir sayfa açmış görünüyor. Zira terörle mücadelesi 40 yılı aşkındır devam eden Türkiye, İskandinav ülkelerine PKK terör örgütüne sundukları siyasallaşma, finansman ve iletişim alanlarındaki imkan ve destekten ötürü uzunca süredir serzenişte ve ikazda bulunuyor. Örneğin, Danimarka merkezli yayın yapan PKK terör örgütünün televizyon kanalları ROJ TV, NUÇE TV ve MMC’nin lisanslarının iptali için sürdürdüğü diplomatik ve siyasi mücadeleyi ancak 2013 yılında nihayete erdirebildi. Keza Danimarka gibi İsveç ve Finlandiya da PKK ve diğer terör örgütlerine doğrudan ya da dolaylı destek veren iki İskandinav ülkesi olarak Türkiye’nin siyasi ve diplomatik açmaz yaşadığı ülkeler olmuşlardır.
Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı'nın, Avrupa'nın güvenlik ve savunma mimarisinin kırılganlığını açığa çıkarması NATO'yu, İsveç ve Finlandiya’nın hem öz-savunma imkan ve kabiliyetlerini güçlendirme hem de bu iki ülkeyi bünyesine dahil ederek İttifakı teritoryal olarak genişletme arayışına yöneltti. Bu bağlamda hem Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumunun sunduğu imkan ve fırsatlardan istifade edilmesi hem de İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya kabulü için onayı icap etti. Söz konusu müzakere süreci, Genel Sekreter Jens Stoltenberg’ın eşliğinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson’ın deklare ettiği üçlü mutabakat ile nihayete erdi.
Şüphesiz Türkiye’nin terörle mücadelesinde, İsveç ve Finlandiya’dan talep ettiklerinin karşılanacağına yönelik kendisine verilen güvence ve NATO garantörlüğü "Ankara’nın diplomatik zaferinin" açık ve somut bir tezahürü. Lakin burada hızlı ve aceleci bir olumlama ve çıkarıma varmak; salt Türkiye açısından değil, genelde NATO özelde ise İsveç ve Finlandiya açısından da yanıltıcı olabilir.
Öncelikli olarak belirtilmesi gereken husus, Türkiye'nin üçlü mutabakat metni kapsamında İsveç ve Finlandiya’nın üyelik müzakere sürecine yönelik vetosunu kaldırmış olması bu iki ülkenin günün sonunda otomatik olarak NATO’ya üye olacağı anlamı taşımıyor. Bu nedenle mutabakat metninde verilen taahhütlerin yerine getirilmesi son derece önemli. Bu noktada önümüzde dikkatli bir şekilde yürütülmesi gereken bir süreç mevcut. Başarılı bir şekilde sonuçlanabileceği gibi başarısızlıkla da neticelenebilecek bu süreçte dört senaryonun varlığından bahsedilebilir.
En iyimser ve en hızlı senaryoda İsveç ve Finlandiya’nın, Türkiye’nin mutabakatta yer alan taleplerini harfiyen yerine getirerek üyelik süreçlerinin bir yıl içerisinde tamamlanması ve NATO'ya üye olmaları mevzubahistir. Bu hususta, mutabakat metninde varılan uzlaşının detaylarına bakılması mühimdir. Özellikle 4'üncü maddede yer alan "Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı PKK, YPG/PYD ve FETÖ’ye verilen desteğin tamamen kesilmesi" şartı, İsveç ve Finlandiya’nın söz konusu örgütlere desteğini kesmesi ve bu terör örgütleriyle iltisaklı bulunan kişi ve yapıların faaliyetlerinin engellenmesi anlamındadır. Aslında 4 ve 5'inci maddeler iyimser bir senaryoyla bir arada ele alındığında, iki ülkenin önümüzdeki bir yıl içerisinde özellikle PKK’nın İsveç’teki yapılanmasını çökertip tasfiye etme beklentisi hakimdir.
Diğer taraftan, mutabakatın 6'ncı maddesinde yer aldığı üzere İsveç ve Finlandiya’nın ceza kanunlarında terörle mücadele bağlamında yapması gereken değişiklikler 1 Temmuz (İsveç) itibarıyla devreye girmiş olmakla birlikte, bunun PKK ve FETÖ’ye ve Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı gruplara nasıl uygulanacağı muğlaklığını koruyor. İlaveten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Madrid’deki basın toplantısında sayı vererek tekrarladığı üzere Türkiye’nin iadesini talep ettiği 73 kişi konusu da belirleyici olacaktır. Nitekim Türkiye’ye yönelik silah ambargolarının kalktığı, teröristlerin iadesinin gerçekleştiği, İsveç ve Finlandiya’nın PKK ve FETÖ’nün kendi ülkelerindeki faaliyetlerine daha katı davranmaya başladığı bir senaryoda üyelikle ilgili bir sorun olmayacaktır.
İkincisi, ihtiyatlı iyimser senaryodur. Yukarıda zikredilen hususlardan bazılarının karşılanıp bazılarının ise yerine getirilmemesi durumunda Türkiye, üyelik sürecini uzatarak taleplerinin yerine getirilmesi konusunda ısrarcı davranabilir. Bu noktada iyimser olmamızı sağlayan hususlar, İsveç’in terörle mücadele kanununu değiştirmiş olması, silah ambargosunu kaldıracağına yönelik güçlü emareler vermesi ve PYD’ye verdiği desteği keseceğini açıklamasıdır. Ayrıca bu sürecin kurulacak olan daimi ortak mekanizma ile yönetilecek olmasıdır. Dolayısıyla süreç yönetiminde dalgalanmalar olabilecek ve bu süreç İsveç ve Finlandiya’nın iç siyasi gelişmelerine göre şekillenebilecektir. Kısaca bu senaryoda Türkiye’nin taleplerinin zamana yayılarak karşılanabileceği ölçüde, Ankara’nın da üyeliğe yeşil ışık yakması gecikmeli şekilde gerçekleşebilecektir. Burada ihtiyatlı iyimser olunmasının bir başka sebebi de NATO üyeliğinin her iki ülke için akut hale gelmiş olmasıdır. Zira Rusya-Ukrayna Savaşı’nın uzaması bu durumu perçinleyerek günün sonunda Türkiye’nin taleplerinin yerine getirilmesini sağlayacak ortamı yaratıyor.
Üçüncü senaryo Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya müzakere sürecini tamamlasa bile nihai kertede üyelik onayını Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) taşımaması ihtimaline dayandığı için kötümserdir. Mutabakat metninde varılan uzlaşının, İsveç ve Finlandiya tarafından bir oyalama taktiği olarak hukuki metinlere yansırken öte yandan eyleme geçirilmemesi, yahut son derece kısıtlı ve dar bir alanda tatbik edilmesi, Ankara’daki siyasanın, özellikle güvenlik ve savunma bürokrasisinin uzunca süredir yaşadığı güvensizlik duygusunun derinleşmesine yol açacaktır. Böyle bir durumda da iki senaryonun karşımıza çıkma ihtimali vardır. İlki, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurularının Meclise intikal ettirilmemesi; ikincisi ise Meclisin siyasi, askeri ve güvenlik endişelerini ve çekincelerini göz önüne alarak İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine ret kararı vermesidir. Bu noktada iadesi istenen kişilerin hukuki süreçler tamamlandıktan sonra Türkiye’ye teslim edilmesi son derece kritik bir konu olarak öne çıkıyor. Eğer bu kişilerin iadesi konusunda bir ilerleme olmazsa Türkiye’nin veto kartını kullanmaya devam ederek her iki ülkenin üyeliğine hayır demesi kuvvetle muhtemel.
Sonuncu senaryo ise İsveç ve Finlandiya’dan sadece birinin Türkiye'nin taleplerini yerine getirmesi ihtimalidir. İsveç’in durumu Finlandiya ile karşılaştırıldığında daha hassas ve kırılgan görünüyor. Bu noktada Türkiye, talepleri yerine getirene evet, getirmeyene ise hayır cevabı verebilir.
Sonuç olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri mutabakat metnindeki hususların yerine getirilmesiyle ancak açıklığa kavuşacaktır. Bu üyeliğin NATO ve Rusya arasındaki rekabet açısından ne tür yenilikler ve mücadele biçimlerini ortaya çıkaracağı ise ayrı bir soru işareti olarak ortada duruyor.
İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri mutabakat metnindeki hususların yerine getirilmesiyle ancak açıklığa kavuşacaktır. Bu üyeliğin NATO ve Rusya arasındaki rekabet açısından ne tür yenilikler ve mücadele biçimlerini ortaya çıkaracağı ise ayrı bir soru işareti olarak ortada duruyor.
Bu bağlamda Türkiye, iş birlikçi güvenlik misyonu çerçevesinde NATO’nun 1990’lı yıllardan beri partneri konumunda bulunan İsveç ve Finlandiya ile güvenlik ve savunma alanında yeni bir sayfa açmış görünüyor. Zira terörle mücadelesi 40 yılı aşkındır devam eden Türkiye, İskandinav ülkelerine PKK terör örgütüne sundukları siyasallaşma, finansman ve iletişim alanlarındaki imkan ve destekten ötürü uzunca süredir serzenişte ve ikazda bulunuyor. Örneğin, Danimarka merkezli yayın yapan PKK terör örgütünün televizyon kanalları ROJ TV, NUÇE TV ve MMC’nin lisanslarının iptali için sürdürdüğü diplomatik ve siyasi mücadeleyi ancak 2013 yılında nihayete erdirebildi. Keza Danimarka gibi İsveç ve Finlandiya da PKK ve diğer terör örgütlerine doğrudan ya da dolaylı destek veren iki İskandinav ülkesi olarak Türkiye’nin siyasi ve diplomatik açmaz yaşadığı ülkeler olmuşlardır.
Ancak Rusya-Ukrayna Savaşı'nın, Avrupa'nın güvenlik ve savunma mimarisinin kırılganlığını açığa çıkarması NATO'yu, İsveç ve Finlandiya’nın hem öz-savunma imkan ve kabiliyetlerini güçlendirme hem de bu iki ülkeyi bünyesine dahil ederek İttifakı teritoryal olarak genişletme arayışına yöneltti. Bu bağlamda hem Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik konumunun sunduğu imkan ve fırsatlardan istifade edilmesi hem de İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya kabulü için onayı icap etti. Söz konusu müzakere süreci, Genel Sekreter Jens Stoltenberg’ın eşliğinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson’ın deklare ettiği üçlü mutabakat ile nihayete erdi.
Üçlü mutabakat sonrası farklı senaryolar
Şüphesiz Türkiye’nin terörle mücadelesinde, İsveç ve Finlandiya’dan talep ettiklerinin karşılanacağına yönelik kendisine verilen güvence ve NATO garantörlüğü "Ankara’nın diplomatik zaferinin" açık ve somut bir tezahürü. Lakin burada hızlı ve aceleci bir olumlama ve çıkarıma varmak; salt Türkiye açısından değil, genelde NATO özelde ise İsveç ve Finlandiya açısından da yanıltıcı olabilir.
Öncelikli olarak belirtilmesi gereken husus, Türkiye'nin üçlü mutabakat metni kapsamında İsveç ve Finlandiya’nın üyelik müzakere sürecine yönelik vetosunu kaldırmış olması bu iki ülkenin günün sonunda otomatik olarak NATO’ya üye olacağı anlamı taşımıyor. Bu nedenle mutabakat metninde verilen taahhütlerin yerine getirilmesi son derece önemli. Bu noktada önümüzde dikkatli bir şekilde yürütülmesi gereken bir süreç mevcut. Başarılı bir şekilde sonuçlanabileceği gibi başarısızlıkla da neticelenebilecek bu süreçte dört senaryonun varlığından bahsedilebilir.
İki ülkenin bir sene içerisinde üyelik sürecinin tamamlanması
En iyimser ve en hızlı senaryoda İsveç ve Finlandiya’nın, Türkiye’nin mutabakatta yer alan taleplerini harfiyen yerine getirerek üyelik süreçlerinin bir yıl içerisinde tamamlanması ve NATO'ya üye olmaları mevzubahistir. Bu hususta, mutabakat metninde varılan uzlaşının detaylarına bakılması mühimdir. Özellikle 4'üncü maddede yer alan "Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı PKK, YPG/PYD ve FETÖ’ye verilen desteğin tamamen kesilmesi" şartı, İsveç ve Finlandiya’nın söz konusu örgütlere desteğini kesmesi ve bu terör örgütleriyle iltisaklı bulunan kişi ve yapıların faaliyetlerinin engellenmesi anlamındadır. Aslında 4 ve 5'inci maddeler iyimser bir senaryoyla bir arada ele alındığında, iki ülkenin önümüzdeki bir yıl içerisinde özellikle PKK’nın İsveç’teki yapılanmasını çökertip tasfiye etme beklentisi hakimdir.
Diğer taraftan, mutabakatın 6'ncı maddesinde yer aldığı üzere İsveç ve Finlandiya’nın ceza kanunlarında terörle mücadele bağlamında yapması gereken değişiklikler 1 Temmuz (İsveç) itibarıyla devreye girmiş olmakla birlikte, bunun PKK ve FETÖ’ye ve Türkiye’nin terör örgütü olarak tanımladığı gruplara nasıl uygulanacağı muğlaklığını koruyor. İlaveten, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Madrid’deki basın toplantısında sayı vererek tekrarladığı üzere Türkiye’nin iadesini talep ettiği 73 kişi konusu da belirleyici olacaktır. Nitekim Türkiye’ye yönelik silah ambargolarının kalktığı, teröristlerin iadesinin gerçekleştiği, İsveç ve Finlandiya’nın PKK ve FETÖ’nün kendi ülkelerindeki faaliyetlerine daha katı davranmaya başladığı bir senaryoda üyelikle ilgili bir sorun olmayacaktır.
Sürecin beklenenden daha uzun sürdüğü bir senaryo
İkincisi, ihtiyatlı iyimser senaryodur. Yukarıda zikredilen hususlardan bazılarının karşılanıp bazılarının ise yerine getirilmemesi durumunda Türkiye, üyelik sürecini uzatarak taleplerinin yerine getirilmesi konusunda ısrarcı davranabilir. Bu noktada iyimser olmamızı sağlayan hususlar, İsveç’in terörle mücadele kanununu değiştirmiş olması, silah ambargosunu kaldıracağına yönelik güçlü emareler vermesi ve PYD’ye verdiği desteği keseceğini açıklamasıdır. Ayrıca bu sürecin kurulacak olan daimi ortak mekanizma ile yönetilecek olmasıdır. Dolayısıyla süreç yönetiminde dalgalanmalar olabilecek ve bu süreç İsveç ve Finlandiya’nın iç siyasi gelişmelerine göre şekillenebilecektir. Kısaca bu senaryoda Türkiye’nin taleplerinin zamana yayılarak karşılanabileceği ölçüde, Ankara’nın da üyeliğe yeşil ışık yakması gecikmeli şekilde gerçekleşebilecektir. Burada ihtiyatlı iyimser olunmasının bir başka sebebi de NATO üyeliğinin her iki ülke için akut hale gelmiş olmasıdır. Zira Rusya-Ukrayna Savaşı’nın uzaması bu durumu perçinleyerek günün sonunda Türkiye’nin taleplerinin yerine getirilmesini sağlayacak ortamı yaratıyor.
Kötümser senaryoda son söz TBMM'nin
Üçüncü senaryo Türkiye’nin, İsveç ve Finlandiya müzakere sürecini tamamlasa bile nihai kertede üyelik onayını Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne (TBMM) taşımaması ihtimaline dayandığı için kötümserdir. Mutabakat metninde varılan uzlaşının, İsveç ve Finlandiya tarafından bir oyalama taktiği olarak hukuki metinlere yansırken öte yandan eyleme geçirilmemesi, yahut son derece kısıtlı ve dar bir alanda tatbik edilmesi, Ankara’daki siyasanın, özellikle güvenlik ve savunma bürokrasisinin uzunca süredir yaşadığı güvensizlik duygusunun derinleşmesine yol açacaktır. Böyle bir durumda da iki senaryonun karşımıza çıkma ihtimali vardır. İlki, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik başvurularının Meclise intikal ettirilmemesi; ikincisi ise Meclisin siyasi, askeri ve güvenlik endişelerini ve çekincelerini göz önüne alarak İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine ret kararı vermesidir. Bu noktada iadesi istenen kişilerin hukuki süreçler tamamlandıktan sonra Türkiye’ye teslim edilmesi son derece kritik bir konu olarak öne çıkıyor. Eğer bu kişilerin iadesi konusunda bir ilerleme olmazsa Türkiye’nin veto kartını kullanmaya devam ederek her iki ülkenin üyeliğine hayır demesi kuvvetle muhtemel.
Sonuncu senaryo ise İsveç ve Finlandiya’dan sadece birinin Türkiye'nin taleplerini yerine getirmesi ihtimalidir. İsveç’in durumu Finlandiya ile karşılaştırıldığında daha hassas ve kırılgan görünüyor. Bu noktada Türkiye, talepleri yerine getirene evet, getirmeyene ise hayır cevabı verebilir.
Sonuç olarak İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri mutabakat metnindeki hususların yerine getirilmesiyle ancak açıklığa kavuşacaktır. Bu üyeliğin NATO ve Rusya arasındaki rekabet açısından ne tür yenilikler ve mücadele biçimlerini ortaya çıkaracağı ise ayrı bir soru işareti olarak ortada duruyor.