Merhaba. Hepimizin bildiği gibi İstanbul kültür ve sanat hayatımızın her zaman kalbi olmuş bir şehir. Edebiyat için de bu böyledir. İstanbul’un kültür ve sanat hayatının hızına ayak uydurmak olan biten her şeyi takip etmek mümkün değil. Aslında bu bütün büyük şehirler için geçerlidir. İzmir ya da Ankara’da yaşıyorsanız oralarda da kültür ve sanat hayatının yoğunluğuna tanık olursunuz ya da yurtdışına giderseniz Londra, Paris, Milano vb. gibi büyük şehirler için de aynı şey söz konusudur. Toplumu toplum yapan , kişinin bireyselleşmesine, gelişmesine, özgürleşmesine hizmet eden kültür ve sanat hayatı, bir ülkenin, bir şehrin de aynı zamanda vizyonudur. Bu anlamda ekonomik ve sosyal hayatla bütünleşen sanat ve kültür dünyası, şehrin dinamizminin de vazgeçilmez bir parçasıdır. Bunları yazmamın sebebi de sizlere, zaman zaman, dünyanın herhangi bir şehrinden kültür ve sanat haberlerini verebilecek olmamdan dolayıdır.
Hepimiz, özellikle İstanbul’da yaşayanlar festivallerle büyümüş bir nesildir: IKSV çatısı altına yıllardır devam eden İstanbul Film, Müzik, Caz, Tiyatro festivalleri ve Bienali örneğin, hayatımızı zenginleştiren, yıllardır bizi heyecanlandıran festivallerdir. Son 10-15 yılda İstanbul’da Şiir festivalleri de bunlara eklendi. Bunların sayısı bazen ağır aksak aralıklarla devam etse de , bazıları tam tersi bugün devam etmese de genelde sayıca arttılar. Buna sevinmemiz gerekir. Bunlardan biri de- Feminİstanbul- şiir festivali. Bu yıl 6.sı düzenlenen ve 6-9 Ekim tarihleri arasında Kartal Belediyesi’nin desteğiyle yapılan festival adından da anlaşılacağı üzere, kadın sorunlarının ve haklarının, kadının toplumdaki yerinin, şiirsel ve sanatsal bir platformda evrensel olarak altını çizmek ve ön plana çıkarmak amacında. Festivalin yöneticileri de sadece kadınlardan oluşuyor (Hilal Karahan, Emel Koşar, Dilruba Nuray Erenler ve Ayça Erdura) ama kendilerinin de altını çizdiği gibi cinsiyetçi olmadan toplumun her kesimden din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin herkesi kucaklıyorlar. Bu yıl yerli yabancı pek çok şairi konuk eden festivalde, yabancı şairler olarak Donya Mirzaei (İran), Elvira Kujovic (Sırbistan-Almanya), Gihan Omar (Mısır), Lucilla Trappazzo (İtalya-İsviçre), Rokiah Binti Hashim (Malezya), Tahereh Mirzayi Saeidabad (İran)ı ağırladılar. Festivalde İranlı Kadınlara destek amaçlı ekinlikler de düzenlendi: Bunlardan biri de Açık Şiir Hareketi’nin İranlı Kadınlara adanan “Çünkü Ev Kadınlarından Bir Ordu Kuracağım” adlı , video-enstalasyon ve dansın da kullanıldığı performansı idi. Bu destek bağlamında İranlı şairlerin çokluğu da festivale renk kattı. Küresel şiir için küresel şiir manifestosunu yayınladılar. Lucilla Trappazzo ve Maria Francesca Palli’nin Dante’den yola çıkarak sundukları Şiir tiyatrosu ve Şiirde çeviri sorunları üzerine Mehmet Hakkı Suçin, Volkan Hacıoğlu ve Haşim Hüsrevşahi’nin katıldığı konferans da ilgi çekici diğer etkinlikler arasındaydı.
Bir başka şiir festivali de bu yıl 5. si düzenlenen ve dün başlayan (3 Kasım) ve cumartesi (5 Kasım) sona erecek olan İstanbul-Offline Şiir Festivali, 12 ülkeden toplam 22 şairi konuk ediyor bu yıl festival. Gökçenur Ç. Ve Efe Duyan’ın öncülüğünde organize edilen ve pek çok kurumun destek verdiği festival bu yıl "Zaman Yolcusu Kalmasın, Geçmişe mi Geleceği mi, siz ne tarafa gidiyorsunuz?" temasıyla yola çıkıyor. Festivalin bu yılki onur konuğu Hilmi Yavuz’un yanı sıra Türkiye’den Altay Öktem, Haydar Ergülen, Emrullah Alp, Nilay Özer gibi isimlerin yanı sıra İda Börjel (isveç), Sonet Mondal (Hindistan), Leonard Schwartz (Amerika), Athena Farrokhzad (İsveç), Patrick Cotter (Ireland) gibi yabancı katılımcılarla birlikte daha pek çok yerli ve yabancı şair festivalde yer alıyor. İlgilenenler için Festivalin bugünkü etkinlikleri Boğaziçi ve Yeditepe Üniversitelerinde düzenlenecek ve akşamda Kadıköy-YayKoop’da bir şiir dinletisi ile bugünkü program sona erecek. Yarın akşam ise 19.30’da Beyoğlu DAM daki kapanış partisi ve şiir dinletisi ile festival son bulacak.
Son olarak size geçenlerde okuduğum bir şiir kitabından bahsetmek istiyorum. Nilgün Emre’nin SOLO adlı yeni ve son şiir kitabı. 212 adet olarak THE POET HOUSE tarafından Nisan-2022 de özel olarak basılan kitap numaralandırmış olarak, kare bir formatta, elde kolay taşınabilen bir boyutta 32 sayfalık bir kitap. Nilgün Emre dikkat çeken genç şairlerimizden; Eskişehir’de yaşıyor ve hemşirelik yapıyor. Edebiyat dünyamızda Orlando adlı çıkardığı edebiyat dergisiyle dikkat çekmişti; farklı kuşaklardan hem yerleşik hem yeni şairleri dergide bir araya getirdi. Pandemi döneminde yayın hayatına ara veren Orlando, pandemi sonrası farklı bir formatta yeniden yayın hayatına döndü. Eskiden dergi formatında çıkan Orlando, artık tek büyük bir sayfa formatında (Birinci Yeni’nin Yaprak Dergisi gibi) yayın hayatına devam ediyor. Yenilikçi, deneysel ve görsel çalışmalara ağırlık veren dergi, şiir üzerine soruşturma özel sayıları da hazırlamakta. Bu yenilikçi, deneysel şiir anlayışı Nilgün Emre’nin “Solo” adlı şiir kitabına da yansımış. Genç bir şair olarak, kendi şiir sesinin ve anlayışının peşinde olan bir şair aynı zamanda. Her yeni kitabında bir basamak daha çıkıyor, üstüne bir şeyler koyarak ilerliyor. Merkezi ve geleneksel şiir kanonlarının çerçeveleri içinde yazan ve kabul gören genç bir kuşak da olduğu düşünülürse, Nilgün Emre, bu sınırları zorlayan, dışına çıkmaya çalışan, yeni şeyler deneyen bir tutum sergiliyor. Bu bağlamda hem içerik hem biçim hem de deneysellik bağlamında sıkılmadan merakla okuduğum bir kitap oldu SOLO ve bana gelecek genç şiirimizin çeşitlenip, gelişmesi, dallanıp budaklanması bağlamında umut verdi. Kitapta Lale Müldür’e adanmış Melankolik Kahkaha adlı bir şiir de var. Nilgün Emre’nin şiirinde Hristiyanlıkla ilintili dinsel, hermetik motifler ve mitoloji baskın bu kitapta. Tanrı imgesini şiirde yeniden yeniden yaratıp içselleştirmeye, metafizik bir boyuta taşımaya çalışırken bir bakıma başarılı oluyor ama bir yandan da dinsel kitapların üst diliyle konuşma ve tekrara düşmekten kendini alamamış görünüyor ama bu konuda başarılı olduğu iyi bir örneği burada aktarmak istiyorum: “Siyah: sessizliğin kıyamıdır /Üç kez Tanrının adıyla:/ Black black black… (Black adlı şiirden). Tabi şair aynı zamanda sağlıkçı da olduğu için tıpla ve psikiyatri ile ilgili terimlere; göndermelere sıkça yer vermiş kitabında. Örneğin reçete formunda yazılmış bir şiir çıkıyor karşımıza ama bu şiirin içi çok terimsel bir düzlemde kalmış, okurken araya şiirsel bir şeyler girmesini, metnin harmanlanmasını tercih ederdim. Nilgün Emre, Batıda “Concrete Poetry” denen deneysel akımın çokça denenen tekrarlı kelime formatını da şiirinde kullanmış, geçmişteki bu tür denemeler şiirimizde genelde çok klişe olarak kalmış ve bize pek bir şey katmamıştır, bunu tekrar deneyen şair “Bir Bedellinin Günlüğü” adlı şiirinde, bu kullanımı doğru bir yer ve anlama oturtmuş. “İçimize saklanırdık salyangozlar gibi” (Krep elbise ,sayfa 8), kitabın en sevdiğim mısralarından biri oldu. Bu kitabı farklı bir şiiri keşfetmek isteyen herkese tavsiye ediyorum.
Çok değil birkaç gün önce Cumhuriyetimizin dile kolay 99. Yıldönümünü coşkuyla kutladık. Önümüzdeki yıl bir asırlık bir Cumhuriyet’i geride bırakmış nesiller olarak geriye dönüp baktığımızda bugün geldiğimiz noktada, 1923’ den 1938’e kadar Atatürk’ün yaptığı atılımlarla Modern bir Cumhuriyet’in sağlam temellerinin atılmasının üzerine bu geçen yüz yılda neler koyduğumuzu, nasıl bir Cumhuriyet inşa ettiğimizi ve bunun dışarıdan ve içeriden nasıl göründüğünü, algılandığını ve yaşandığını oturup bir kez daha düşünmek, Atatürk’ü daha iyi anlayarak, eksik ve yanlışlarımızı bir an evvel gidermek zorundayız. Özellikle Atatürk’ün dilimiz, siyaset, bilim ve kültür hayatımız için koyduğu hedeflerin bugün ne kadarını başarabildik? Kadın haklarında dünyaya örnek olduğumuz bir noktadan bugün nerelere geldik? Bunları tekrar düşünmemiz, Cumhuriyetimizi en doğru zeminler üzerinde yeniden yeşertmemiz ve yükseltmemiz gerekiyor. Tam bağımsızlık benim karakterimdir diyen bir lider olarak, bugün ne kadar bağımsız ne kadar boyunduruk altında olduğumuzu yeniden derinlemesine düşünme zamanı! Her şeye rağmen yaşasın Cumhuriyetimiz!!
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Hepimiz, özellikle İstanbul’da yaşayanlar festivallerle büyümüş bir nesildir: IKSV çatısı altına yıllardır devam eden İstanbul Film, Müzik, Caz, Tiyatro festivalleri ve Bienali örneğin, hayatımızı zenginleştiren, yıllardır bizi heyecanlandıran festivallerdir. Son 10-15 yılda İstanbul’da Şiir festivalleri de bunlara eklendi. Bunların sayısı bazen ağır aksak aralıklarla devam etse de , bazıları tam tersi bugün devam etmese de genelde sayıca arttılar. Buna sevinmemiz gerekir. Bunlardan biri de- Feminİstanbul- şiir festivali. Bu yıl 6.sı düzenlenen ve 6-9 Ekim tarihleri arasında Kartal Belediyesi’nin desteğiyle yapılan festival adından da anlaşılacağı üzere, kadın sorunlarının ve haklarının, kadının toplumdaki yerinin, şiirsel ve sanatsal bir platformda evrensel olarak altını çizmek ve ön plana çıkarmak amacında. Festivalin yöneticileri de sadece kadınlardan oluşuyor (Hilal Karahan, Emel Koşar, Dilruba Nuray Erenler ve Ayça Erdura) ama kendilerinin de altını çizdiği gibi cinsiyetçi olmadan toplumun her kesimden din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin herkesi kucaklıyorlar. Bu yıl yerli yabancı pek çok şairi konuk eden festivalde, yabancı şairler olarak Donya Mirzaei (İran), Elvira Kujovic (Sırbistan-Almanya), Gihan Omar (Mısır), Lucilla Trappazzo (İtalya-İsviçre), Rokiah Binti Hashim (Malezya), Tahereh Mirzayi Saeidabad (İran)ı ağırladılar. Festivalde İranlı Kadınlara destek amaçlı ekinlikler de düzenlendi: Bunlardan biri de Açık Şiir Hareketi’nin İranlı Kadınlara adanan “Çünkü Ev Kadınlarından Bir Ordu Kuracağım” adlı , video-enstalasyon ve dansın da kullanıldığı performansı idi. Bu destek bağlamında İranlı şairlerin çokluğu da festivale renk kattı. Küresel şiir için küresel şiir manifestosunu yayınladılar. Lucilla Trappazzo ve Maria Francesca Palli’nin Dante’den yola çıkarak sundukları Şiir tiyatrosu ve Şiirde çeviri sorunları üzerine Mehmet Hakkı Suçin, Volkan Hacıoğlu ve Haşim Hüsrevşahi’nin katıldığı konferans da ilgi çekici diğer etkinlikler arasındaydı.
Bir başka şiir festivali de bu yıl 5. si düzenlenen ve dün başlayan (3 Kasım) ve cumartesi (5 Kasım) sona erecek olan İstanbul-Offline Şiir Festivali, 12 ülkeden toplam 22 şairi konuk ediyor bu yıl festival. Gökçenur Ç. Ve Efe Duyan’ın öncülüğünde organize edilen ve pek çok kurumun destek verdiği festival bu yıl "Zaman Yolcusu Kalmasın, Geçmişe mi Geleceği mi, siz ne tarafa gidiyorsunuz?" temasıyla yola çıkıyor. Festivalin bu yılki onur konuğu Hilmi Yavuz’un yanı sıra Türkiye’den Altay Öktem, Haydar Ergülen, Emrullah Alp, Nilay Özer gibi isimlerin yanı sıra İda Börjel (isveç), Sonet Mondal (Hindistan), Leonard Schwartz (Amerika), Athena Farrokhzad (İsveç), Patrick Cotter (Ireland) gibi yabancı katılımcılarla birlikte daha pek çok yerli ve yabancı şair festivalde yer alıyor. İlgilenenler için Festivalin bugünkü etkinlikleri Boğaziçi ve Yeditepe Üniversitelerinde düzenlenecek ve akşamda Kadıköy-YayKoop’da bir şiir dinletisi ile bugünkü program sona erecek. Yarın akşam ise 19.30’da Beyoğlu DAM daki kapanış partisi ve şiir dinletisi ile festival son bulacak.
Son olarak size geçenlerde okuduğum bir şiir kitabından bahsetmek istiyorum. Nilgün Emre’nin SOLO adlı yeni ve son şiir kitabı. 212 adet olarak THE POET HOUSE tarafından Nisan-2022 de özel olarak basılan kitap numaralandırmış olarak, kare bir formatta, elde kolay taşınabilen bir boyutta 32 sayfalık bir kitap. Nilgün Emre dikkat çeken genç şairlerimizden; Eskişehir’de yaşıyor ve hemşirelik yapıyor. Edebiyat dünyamızda Orlando adlı çıkardığı edebiyat dergisiyle dikkat çekmişti; farklı kuşaklardan hem yerleşik hem yeni şairleri dergide bir araya getirdi. Pandemi döneminde yayın hayatına ara veren Orlando, pandemi sonrası farklı bir formatta yeniden yayın hayatına döndü. Eskiden dergi formatında çıkan Orlando, artık tek büyük bir sayfa formatında (Birinci Yeni’nin Yaprak Dergisi gibi) yayın hayatına devam ediyor. Yenilikçi, deneysel ve görsel çalışmalara ağırlık veren dergi, şiir üzerine soruşturma özel sayıları da hazırlamakta. Bu yenilikçi, deneysel şiir anlayışı Nilgün Emre’nin “Solo” adlı şiir kitabına da yansımış. Genç bir şair olarak, kendi şiir sesinin ve anlayışının peşinde olan bir şair aynı zamanda. Her yeni kitabında bir basamak daha çıkıyor, üstüne bir şeyler koyarak ilerliyor. Merkezi ve geleneksel şiir kanonlarının çerçeveleri içinde yazan ve kabul gören genç bir kuşak da olduğu düşünülürse, Nilgün Emre, bu sınırları zorlayan, dışına çıkmaya çalışan, yeni şeyler deneyen bir tutum sergiliyor. Bu bağlamda hem içerik hem biçim hem de deneysellik bağlamında sıkılmadan merakla okuduğum bir kitap oldu SOLO ve bana gelecek genç şiirimizin çeşitlenip, gelişmesi, dallanıp budaklanması bağlamında umut verdi. Kitapta Lale Müldür’e adanmış Melankolik Kahkaha adlı bir şiir de var. Nilgün Emre’nin şiirinde Hristiyanlıkla ilintili dinsel, hermetik motifler ve mitoloji baskın bu kitapta. Tanrı imgesini şiirde yeniden yeniden yaratıp içselleştirmeye, metafizik bir boyuta taşımaya çalışırken bir bakıma başarılı oluyor ama bir yandan da dinsel kitapların üst diliyle konuşma ve tekrara düşmekten kendini alamamış görünüyor ama bu konuda başarılı olduğu iyi bir örneği burada aktarmak istiyorum: “Siyah: sessizliğin kıyamıdır /Üç kez Tanrının adıyla:/ Black black black… (Black adlı şiirden). Tabi şair aynı zamanda sağlıkçı da olduğu için tıpla ve psikiyatri ile ilgili terimlere; göndermelere sıkça yer vermiş kitabında. Örneğin reçete formunda yazılmış bir şiir çıkıyor karşımıza ama bu şiirin içi çok terimsel bir düzlemde kalmış, okurken araya şiirsel bir şeyler girmesini, metnin harmanlanmasını tercih ederdim. Nilgün Emre, Batıda “Concrete Poetry” denen deneysel akımın çokça denenen tekrarlı kelime formatını da şiirinde kullanmış, geçmişteki bu tür denemeler şiirimizde genelde çok klişe olarak kalmış ve bize pek bir şey katmamıştır, bunu tekrar deneyen şair “Bir Bedellinin Günlüğü” adlı şiirinde, bu kullanımı doğru bir yer ve anlama oturtmuş. “İçimize saklanırdık salyangozlar gibi” (Krep elbise ,sayfa 8), kitabın en sevdiğim mısralarından biri oldu. Bu kitabı farklı bir şiiri keşfetmek isteyen herkese tavsiye ediyorum.
Çok değil birkaç gün önce Cumhuriyetimizin dile kolay 99. Yıldönümünü coşkuyla kutladık. Önümüzdeki yıl bir asırlık bir Cumhuriyet’i geride bırakmış nesiller olarak geriye dönüp baktığımızda bugün geldiğimiz noktada, 1923’ den 1938’e kadar Atatürk’ün yaptığı atılımlarla Modern bir Cumhuriyet’in sağlam temellerinin atılmasının üzerine bu geçen yüz yılda neler koyduğumuzu, nasıl bir Cumhuriyet inşa ettiğimizi ve bunun dışarıdan ve içeriden nasıl göründüğünü, algılandığını ve yaşandığını oturup bir kez daha düşünmek, Atatürk’ü daha iyi anlayarak, eksik ve yanlışlarımızı bir an evvel gidermek zorundayız. Özellikle Atatürk’ün dilimiz, siyaset, bilim ve kültür hayatımız için koyduğu hedeflerin bugün ne kadarını başarabildik? Kadın haklarında dünyaya örnek olduğumuz bir noktadan bugün nerelere geldik? Bunları tekrar düşünmemiz, Cumhuriyetimizi en doğru zeminler üzerinde yeniden yeşertmemiz ve yükseltmemiz gerekiyor. Tam bağımsızlık benim karakterimdir diyen bir lider olarak, bugün ne kadar bağımsız ne kadar boyunduruk altında olduğumuzu yeniden derinlemesine düşünme zamanı! Her şeye rağmen yaşasın Cumhuriyetimiz!!
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.