CEMAATA YETİŞMEK BAHSi
(Eğer bir kimse öğle namazından bir rekât kıldıktan sonra cemaat, namaza başlarsa) kılmakta olduğu bir farz namazı bozulmaktan korumak için (o kimse bir rekât daha kılar ve) cemaatla namaz kılma sevabını kaçırmamak için (cemaata katılır. Eğer bu kimse ilk rekâtta henüz secdeye varmamış ise -sahih olan kavle göre- hemen namazını keser ve imamın arkasında namaza durur.) Zira daha secde yapmadığı için rekât tamam olmamıştır. Onun için kişi namazını kesebilir. Kaldı ki kişinin bu namazını kesmesi, aynı namazı daha üstün bir şekilde kılmak içindir. Fakat eğer kişi sünnet olan bir namazı kılmakta iken cemaat namaza başlarsa, öyle değildir. Çünkü bu durumda kişinin namazını kesmesi, aynı namazı daha üstün bir şekilde kılmak için değildir.
Eğer kişi, öğle veya Cumanın ilk sünnetini kılmakta iken, cemaat öğle namazına veyahut imam hutbeye başlarsa -İmam Ebû Yûsuf tan rivayet olunduğuna göre- iki rekat kıldıktan sonra sünnetini keser. Kimisi de: »Tamamlar, demiştir. (Eğer bir kimse, öğle namazından üç rekât kıldıktan sonra cemaat namaza başlarsa, o kimse namazını tamamlamak zorundadır.) Çünkü bu kimse namazının çoğunu kılmıştır ve bir şeyin çoğu tamamı hükmünde olduğu için artık namazını tamamlamış sayılır. Bunun için yarıda bırakamaz. Fakat eğer daha üçüncü rekâtın secdesine varmamışken cemaat namaza başlarsa, üçüncü rekât tamamlanmamış olduğu için kişi daha namazının yarısını kılmış sayılır. Bunun için namazını kesebilir. Bu kimse isterse oturup selâm verdikten sonra kalkıp cemaata katılır, iste,rse hemen ayakta imama uyar. (Cemaat başlarken öğle namazından üç rekât kılmış olan kimse, eğer namazını tamamladıktan sonra cemaata katılırsa cemaatla kıldığı namaz kendisi için nafile olur.) Çünkü bir vakitte, farz olan namaz tekerrür etmez. (Cemaat başlarken sabah namazından bir rekât kılan kimse, namazını yanda bırakıp cemaate katılır.) Çünkü eğer bir rekât daha kılarsa cemaatı kaçırmış olur.
(Cemaat başlarken sabah namazının ikinci rekâtında olan kimse de, eğer daha secdeye varmamış ise namazını bırakıp cemaata katılır.) Cemaat başlarken sabah namazını bitirmiş olan kimse ise, cemaatla bir daha kılamaz. Zira eğer kılarsa onun için nafile olur. Nafile ise sabah namazından sonra mekruhtur. İkindi namazından sonra da nafile mekruh olduğu için ikindi namazı da öyledir. Zahir olan rivayete göre akşam namazı da öyledir. Çünkü üç rekâthk nafile yoktur ve dört rekât da kılınsa, imama uyulmamış olur.
(Ezanı okunmuş olan bir camiye giren kimsenin namaz kılmadan camiden çıkması mekruhtur) Zira Peygamber Efendimiz (Aley-hi"s-salâtü ve´s-selâm) -Ezan okunduktan sonra camiden ancak münafık ofan bir kimse çıkar. Meğer ki kişi zorunlu bir işi için ve bir daha dönmek üzere çıksın...» ([1]) buyurmuştur.
(Ancak eğer çıkmasında bir başka topluluk için maslahat bulunan bir kimse ise, o zaman çıkması mekruh değildir.) Zira bu kimsenin çıkması her ne kadar birlikten aynlmak gibi görünüyorsa da, gerçekte birliği korumak içindir. (Eğer ezam okunan camiye giren kimse, daha önce namaz kılmış ve namaz da öğle veyahut yatsı namazı) olup müezzin de daha kamet getirmeye başlamamış (ise çıkmasında bir sakınca yoktur.) Zira bu kimse Allah´ın çağmasına daha Önce icabet etmiştir. (Fakat eğer müezzin kamet getirmeye başlamış ise çıkması mekruhtur.) Zira açıkça birlikten ayrıldığı kuşkusunu doğurmuş olur.
(Eğer namaz, ikindi, akşam veyahut sabah namazı ise -müezzin kamet getirmeye başlamış olsa bile- çıkması mekruh değildir.) Zira bu namazlardan sonra nafile kılmak mekruhtur.
(Eğer kişi sabah namazı için, sünnet kılmadan evinden çıkar ve camiye vardığında imamın namaza başladığını görürse, eğer sünnet kıldığı takdirde ikinci rekâtta imama yetişeceğini umarsa hemen sünnetini kapıda kılar ve ondan sonra içeri girer.) Çünkü böyle yapması halinde, hem sünnetini bırakmamış ve hem de cemaata yetişmiş olur. -Sünnetini kapıda kılar» dedik. Çünkü imam cemaatla naraaz kılarken cami içinde imamdan ayrı olarak namaz kılmak mekruhtur. (Eğer sünnet kıldığı takdirde imama ikinci rekâtta da yetişemi-yeceğinden korkarsa, hemen içeri girip cemaata katılır.) Zira hem cemaatın sevabı daha büyüktür ve hem de cemaata gitmemeyi yeren hadisler daha ağırdır. Fakat öğle namazının sünneti öyle değildir. Çünkü öğle namazının sünneti için cemaatin bir rekâtı bile feda edilmez. Zira öğle namazının sünneti farzdan sonraya da bırakılsa, yine vaktin içinde kılındığı için -sahih olan kavle göre- caizdir. Ancak farzdan sonraya bırakıldığı zaman, son sünnetten önce mi sonra mı kılınır diye İmam Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed ihtilâf etmişlerdir. Sabah namazının, sünneti ise Allah´ın izniyle biraz sonra anlatacağımız üzere- öyle değildir. Teravih namazıyla Tahiyyet-ül Mescid dışında, bütün sünnetler evde kılınsa daha iyidir. Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) gelen bütün rivayetler bu yoldadır. (Sabah namazının sünnetini kaçıran kimse, güneş doğmadan onu kaza edemez.) Çünkü eğer kılacak olursa mutlak nafile olur. Mutlak nafilede sabah namazından sonra mekruhtur.
(İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre güneş doğup yükseldikten sonra da kaza edilemez. İmam Muhammed ise: -Güneş yükseldikten sonra öğleye kadar kaza edilebilir, ondan sonra edilemez- demiştir.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) uykuda kalarak sabah namazını kaçırdığı gecenin sabahında güneş yükseldikten sonra onu kaza etmişti. îmam Ebü Hanife ile imam Ebû Yûsuf: «Sünnette asıl olan, kaza edilmemesidir. Çünkü kaza vacibe mahsustur. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu kaza etmesi, farzı da beraberinde kaza ettiği içindir» demişlerdir. Buna göre ancak, eğer sabah namazının farzı da kazaya kalır ve daha öğle vakti girmeden tek başına veyahut cemaatle kaza edilirse, sünneti de beraberinde kaza edilir. Sabah namazı farzının kazası öğleden sonraya kaldığı takdirde, beraberinde sünneti de kaza edilir mi edilemez mi diye ihtilaf vardır. Diğer namazların sünnetlerine gelince: tek başına kaza edilmezler. Farzlanyla birlikte kaza edilip edilmediğinde ise ihtilâf etmişlerdir. (Dört rekâth namazın yalnız bir rekâtına yetişerek üç rekâtım kaçıran kimse, cemaatla namaz kılmış sayılmaz İmam Muhammed Cemaatle kılmış sayılmıyorsa da, cemaatın sevabına ermiş olur» demiştir.) Çünkü bir şeyin sonuna yetişen kimse, o şeye yetişmiş olur ve yetişmiş olunca da sevabından mahrum kalmaz. Bunun için eğer bu kimse daha önce: -Ben cemaata yetişmiyeceğim» diye yemin ettiğini farz edersek yemininde durmamış olur. Fakat eğer: «Ben öğle namazını cemaatle kılmayacağım» diye yemin ettiğini farz edersek yemininde durmuştur.
(İçinde vaktin cemaati kılınmış olan bir camiye giden kimse, vakit içinde istediği kadar sünnet kılabilir.) Yani eğer daha vakit varsa sünnet kılabilir, vakit darsa farza başlaması gerekir. Kimisi: -Sabah ve öğle namazının sünnetleri, vakit dar da olsa, bırakılmaz. Çünkü bu iki sünnetin diğer sünnetlerden ayrı bir üstünlüğü vardır.
Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) t>abah namazının iki rekât sünneti hakkında; -Düşman süvarileri bile arkanızda olsa onları kılın-, ([2]) diğeri hakkında da: -öğleden önceki dörtrekat sünneti kılmayan kimseye şefaatim ermez- ([3]) buyurmuştur- demiştir. Kimisi de : «Bütün sünnetler böyledir. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) farz namazları eda ederken bu sünnetlerden hiç birini terk etmemiştir ve terk edilen hiçbir sünnet yoktur. Zira eğer ara sıra terk edilse sünnet değil, tatavvu olur- demiştir. Kimine göre de, hangi durumda olursa olsun evla, sünnetin birakılmamasıdır. Zira sünnet farzın tamamlayıcısıdir. Ancak eğer vakit çok dar olup da, sünnet kılmmcaya kadar farzın kazaya kalma endişesi bulunsa, o zaman sünnet bırakılır.
(İmam rûkûda iken niyet edip tekbir alan ve fakat eğilmeyip imam rükûdan kalkıncaya kadar ayakta bekliyen kimse, rekâta yetişmiş olmaz.) İmam Züfer (Allah rahmet eylesin) : «Yetişir. Çünkü imam daha rükûda iken namaza girmiştir. Rükûda olmak da ayakta olmak hükmünde olduğu için, imam ayakta iken namaza girmiş gibidir» demiştir. Biz diyoruz ki: Namazın hareketlerinde imama uymak şart olduğuna göre, bu kimse imamın ne ayakta ve ne de rükûa varma hareketlerine katılmamıştır. (İmamın arkasında olan kimse, eğer imamdan önce rükûa va-nr ve daha rükûda iken imam da rükûa varırsa caizdir.) İmam Züfer: «Caiz değildir. Çünkü bu kimsenin vardığı rükûun ilk kısmı imamın rükûundan önce olduğu için muteber değildir. Son kısmı da muteber olmayan bir hareketin devamı olduğu için muteber değildir- demiştir. Biz diyoruz ki: Hareketlerde imam ile beraberlik, hareketin bir kısmında da olsa kâfidir. Bu kimse de rüküunun son kısmını imam iie beraber yapmıştır. İmam ile beraber rükûa va-np´ da imamdan önce rükûdan kalkan kimsenin rükûu, ilk kısmında imam ile beraber olduğu için nasıl sahih ise, bununki de son kısmı imam ile beraber olduğu için sahihtir.[4]
Geçmiş Namazların Kazası
(Herhangi bir sebeple bir namazını kaçıran kimse, kaçırdığı namazı hatırladığı anda ve içine girdiği vaktin namazından önce kılmak zorundadır.) Zira kaza namazı ile vakit namazı arasında sıra gözetimi gerekir.
î m a m-ı Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Gerekmez, ancak müstahaptır. Çünkü her farz kendi başına bir asıl olduğu için başka bir farzın sıhhati için şart olamaz- demiştir. Biz ise, Peygamber Efendimizin (Aleyhi´s-salâtü ve´s-seîâm) : -Kim ki uykuda kalıp veyahut unutup bir namazını kaçırır ve ancak İmam ile birlikte bir namazda iken onu hatırlarsa, içinde bulunduğu namazı tamamladıktan sonra, hatırladığı namazı kaza etsin ve ondan sonra imam ile birlikte kıldığı namazı bir daha kılsın- ([5]) hadisine dayanıyoruz.
(Şayet kaçırdığı namazı kaza edinceye kadar vakit namazının kazaya kalacağından endişe ediyorsa, o zaman vakit namazını önce kılar.) Eğer bu durumda da kaza namazını önce kıiarsa sahihtir. Zira bu durumda kaza namazım vakit namazından önce kılmaktan nehyedilmesi, vakit namazının kazaya kalmaması İçindir. Bu ise, kaza namazı ile ilgili bir vasıf olmadığı için onun sıhhatına mâni değildir. Fakat vakit dar olmadığı halde kaza namazından önce kılınan vakit namazı sahih değildir. Zira hadis ile belirtilmiş vaktinden önce kılınmış olur.
(Eğer geçmiş namazlar birden fazla olursa onlan sıra ile kaza etmek gerekir.) Zira Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem), Hendek günü kılmaya imkân bulamadığı dört namazı kaza ederken onlan sıra ile kılmış; «Beni nasıl namaz kılar görüyorsanız siz de öyle küm» ([6]) buyurmuştur. (Ancak eğer geçmiş namazların sayısı beşi aşarsa o zaman sıra İle kılma zorunluğu kalkar.) Çünkü farz namazlar beş tane olduğu için eğer geçmiş namazların sayısı beşten fazla olursa, altıncısı beş farzdan birinin tekrarı olur ve tekrar olunca da çokluk sınırı içine girer. Cami-üssağiri «Eğer kişinin geçmiş namazları bir gece ile gündüzün namazlarından fazla olursa, hangisiyle kazaya başlarsa caizdir- sözü ile bunu kasdetmiştir.
İmam Muhammed1 den -Geçmiş namazlar beş tane olursa onları sıra ile kaza etmek gerekmez» diye söylediği rivayet olunuyorsa da, sahih olan görüş birincisidir. Zira çokluk ancak tekrar ile hasıl olur. Tekrar ise beşte yoktur. Eğer bir kimsenin hem eski, hem yeni kazaları bulunur ve yeni kazaları altıdan az olursa, kimisi: «Eskileriyle birlikte eğer altıyı bulursa, onları kaza etmeden vakit namazını kılabilir-, kimisi de: «Eskileri yokmuş gibi sayarak yeni olanları kaza etmedikçe vakit namazını kılamaz. Zira eğer «Kılabilir» diyecek olursak kazalarını kılmakta gevşeklik göstermesine yol açmış oluruz- demiştir.
Eğer bir kimse kazalarını kıla kıla nihayet kazalarının sayısı altıdan aşağıya düşerse, kimine göre bu kimse için sura ile kılmak zorunluğu tekrar dönmüş olur, ki zahir olan görüş budur. Zira rivayet olunmaktadır ki imam Muhammed, bir gün her beş vakit namazını kılmayan ve ertesi gün kıldığı her bir vakit namazı ile birlikte kazaya kalmış aynı vaktin namazını kaza eden kimse hakkında:
. Kaza namazları -ister vakit namazlarından önce, ister sonra kılmış olsun- sahihtir. Vakit namazları ise, eğer kaza namazlarından önce kılmış ise -kaza namazlarının sayısı altıdan az olduğu için- hepsi fasittir. Eğer kaza namazlarından sonra kılmış ise, yalnız yatsı namazı sahih olup diğer namazları fasittir. Çünkü yatsı namazını kılarken -kıldığı vakit namazlarının sahih olmadığı için- her ne kadar yine sayısı altıdan az kazalan var idiyse de, hiçbir kazasının kalmadığı znnıyla kıldığı için yatsı namazı sahihtir.- demiştir.
(Öğle namazmı kılmadığı ve kılmadığını da hatırladığı halde ve vakit de dar değilken ikinci namazını kılan bir kimsenin namazı fasittir. Ancak İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre kökten fasit olmayıp farziyeti fasittir. İmam Muhammed ise . «Kökten fasittir» demiştir.) Çünkü namaza farz niyetiyle başlandığı için farziyeti gidince kökten gitmiş olur. imam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf: «Namaza namaz niyetiyle başlanmıştır. Farziyet, başlanmış olan namazın bir vasfıdır. Herhangi bir şeyden, o şeyde bulunan bir vasfın gitmesi ise o şeyin kökten gitmesini gerektirmez- demişlerdir. Metni yukarıda geçen hadis bu görüşü teyid etmektedir. Çünkü eğer namaz kökten fasit olsa -fasit olan namaz sürdürülemediği için Peygamber Efendimiz tamamlanmasını emretmezdi. (Sonra, fasit olduğunu söylediğimiz bu ikindi namaza iki imama göre kesin, İmam Ebû Hanife´ye göre geçici olarak fasittir. Zira bu kimsenin öğle namazını kaza etmeden kıldığı bundan sonraki diğer namazlarda fasittir. Ancak ne zaman ki altıncı namazı da kılarsa, İmam Ebû Hanife´ye göre o zaman hepsi sıhhat kazanmış olurlar. Diğer iki imama göre ise, bu namazların hepsi kesin olarak fasittirler. Ancak altıncı namazdan sonraki namazlar sahihtir.) (Eğer bir kimse sabah namazını kılarken vitir namazını kılmadığını hatırlarsa, İmam Ebü Hanife´ye göre namazı fasittir.) Diğer iki imama göre fasit değildir. Çünkü Vitir namazı î m a m Ebû H anife´ye göre vaciptir. Diğer iki imam: «Sünnettir, demişlerdir. Farz ile sünnetler arasında ise, sıra ile kılma zorunluğu yoktur. Buna göre eğer bir kimse, yatsı namazını kıldıktan sonra ab-dest alıp sünnet ve vitir namazlarım kılar ve ondan sonra, yatsı namazını kılarken abdestsiz olduğunu hatırlarsa İmam Ebû Hani f e´ ye göre bu kimse yatsının farzı ile sünnetini bir daha kılar. Fakat vitir namazını bir daha kılması gerekmez. Zira î m a m Ebû Hanife´ye göre vitir namazı başlı basma farz kılınmış bir namazdır. Diğer iki İmama göre ise, vitir namazmı da bir daha kılması gerekir. Çünkü onlara göre vitir namazı yatsının farzına tabı bir sünnettir.[7]
Sehîv (Yanılma) Secdesi
Kşi namazda yanlışlıkla gereksiz bir harekette bulunduğu veyahut bir eksiklik bıraktığı zaman, selâm verdikten sonra iki kez secde eder ve ondan sonra oturup bir daha teşehhüt okur ve tekrar selam verir.) İm a m -ı Şafii (Allah rahmet eylesin) :-Selâm vermeden secde eder- demiştir. Zira rivayet olunmaktadır ki. Peygamber Efendimiz tSallallahü Aleyhi ve Sellem) selâmdanönce secde etmiştir. ([8]) Biz ise; «Herbir sehiv İçin selâmdan sonra iki kez secde edilir» ([9]) hadisine dayanıyoruz. Zira Peygamber Efendimizin, sehvi için selâmdan sonra secde ettiği de rivayet olunmaktadır. ([10]) Bu itibarla Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) in fiili hakkındaki iki rivayet birbirleriyle çatıştığı için elimizde sağlam delil olarak yalnız Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)´in kavli hadisi kalır. Kaldı ki namazda edilen sehiv birden fazla da olsa sehiv secdesi tekerrür etmez. Bunun için namazdan sonraya bırakılması daha uygundur. İmam-ı Şafii ile aramızdaki bu görüş ayrılığı «Sehiv secdesi selâmdan önce mi yapılsa daha iyidir yoksa sonra mı » konusundadır. Yoksa bize göre de selâmdan önce yapılması caizdir.
Namazın normal olan selâmı iki kez oîduğu için, sehiv secdesinden önce -ahih olan kavle göre-iki kez selâm verilir ve -ine sahih olan kavle göre-Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salâvat ile dualar, sehiv secdesinden sonraki oturuşta okunur. Zira bunların yeri namazın sonudur. Namazın sonu ise, sehiv secdesi yapıldığı zaman bu oturuştur.(Kişiye, namazda namazın cinsinden olan bir şeyi fazladan yaptığı zaman sehiv secdesi lâzım gelir.) Bu ifadeden sehiv secdesinin vacip olduğu anlaşılmaktadır, ki sahih olan görüş de budur. Zira sehiv secdesi, namazda husule gelen herhangi bir eksikliğin yerine geçtiği için vacip olması lâzım gelir. Nasıl ki Haccda bir sakatlık yapıldığı zaman kurban kesmek gerekir. Vacip olunca da, namazda ya bir vacibin yanlışlıkla yapılmasından veyahut bir vacip veya rüknün tehir edilmesinden lâzım geldiği gerekir. Sehiv secdesinin namazda bir fazlalık yapıldığı zaman lâzım gelmesi ise, yapılan fazlalığın mutlaka bir vacibin ya terk veya tehirine yol açtığı içindir. (Sehiv secdesi, namazda yapılması sünnet olan bir hareketin yapılmaması halinde de lazım geür.h Burada «Sünnet- tabiri İle herhalde, vücubu sünnet ile sabit olan vacip kasdedilmiştir. Yoksa, namazda herhangi bir sünneti yapmamaktan ötürü sehiv secdesi lâzım gelmez.
(Kişi namazda yanlışlıkla Fatiha, kunut duası veya teşehhütten birini okumadığı veya bayram namazı tekbirlerini getirmediği zaman, kendisine sehiv secdesi lâzım gelir.) Zira Peygamber Efendimizin {Sallallahü Aleyhi ve Sellem.) bunlardan hiç birini -bir kere olsun- terketmediği için bunların vacip olduğu anlaşılmaktadır. Vacibin terki ise -yukarıda da geçtiği üzere- sehiv secdesini gerektirir. (İmam, gizli olan bir namazda sesli veyahut sesli olan bir namazda gizli okursa sehiv secdesi lazım gelir.) Çünkü gizli olan namazlarda gizli ve sesli olan namazlarda da sesli okumak vaciptir. Ancak sehiv secdesini gerektiren gizli veya sesli okumanın miktarı hakkında değişik rivayetler bulunmaktadır. En sahihi şudur ki: eğer gizli veya sesli okunan âyet veya âyetler namazda okunması gerekli olan miktarda ise, sehiv secdesi lâzım gelir, yoksa gelmez. Çünkü gizli veya sesli okumanın azından sakınmak mümkün değil, çoğundan mümkündür. Namazda okunması gerekli olan miktar da çoktur, ki îmam Ebü Hanife´ye göre bir, diğer iki îmama göre üç âyet miktarıdır. Bu da eğer gizli veya sesli okuyan kimse imam ise böyledir. Tekbaşına namaz kılan kimseye ise, gizli veya sesli okumakla sehiv secdesi lâzım gelmez.
(İmamın sehvi yüzünden arkasındaki kimselere de sehiv secdesi lâzım gelir.) Çünkü imamın arkasındaki kimse her ne kadar sehiv etmemiş ise de, imama uyarken onun bütün sorumluluklarını üstlenmiştir. Bunun içindir ki yolculukta olup imam ikamet niyetini getirirse kendisi de yolculukta olmayan kimsenin hükmüne tabi olur.
(Sehiv etmiş olan imam şayet sehiv secdesini yapmasa da, arkasındaki kimse secde eder.) Çünkü eğer etmezse, başlangıçta imamın bütün sorumluluklarını üstlendiği halde bundan dönmüş olur. (Fakat imamın arkasındaki kimsenin sehvi yüzünden ne İmama, ne kendisine sehiv secdesi lâzım gelmez.) Çünkü eğer kendisi yalnız secde ederse imama uymamış olur ve eğer imam da kendisiyle birlikte secde ederse kendinin imama uyması gerekli iken imam ona uymuş olur. (Eğer bir kimse birinci teşehhüde oturmayı unutup ayağa kalkar ve fakat daha tam ayağa kalkmamışken´ farkına varırsa, eğer daha oturmaya yakın bir durumda ise hemen oturur.) Çünkü daha oturmaya yakın bir durumdan olduğu için hiç kalkmamış gibidir. Ancak bu kimseye sehiv secdesinin lâzım gelip gelmediğinde ihtilâf etmişlerdir. Kimisi: «Vacip olan teşehhüdü tehir ettiği için lâzım gelir» demiş ise de, en sahihi şudur ki bu kimseye, hiç kalkmamış gibi olduğu için hiç bir şey lâzım gelmez.
(Eğer bu kimse, teşehhüde oturmadığı farkına varırken ayağa kalkmaya yakın bir duruma gelmiş ise artık oturmaz.) Zira ayağa kalkmaya yakın bir duruma gelmiş olan bir kimse artık ayakta sayılır. (Ancak) bir vacibi terkettiği için selâm verdikten sonra (sehiv secdesini yapar.)
(Eğer bir kimse ikinci teşehhüde oturmayı unutup beşinci rekâta kalktıktan sonra farkına varırsa, eğer daha secdeye varmamış ise rekâtı sürdürmekten vazgeçip hemen oturuşa döner ve) bir vacibi tehir ettiği için (sehiv secdesini yapar. Eğer secdeye vardıktan sonra farkına varırsa, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebü Yûsuf´a göre namazının farzlık vasfı bozulup namaza sünnete dönüşür.) Çünkü bu kimse farz olan namazının rükünlerinden bir kısmını daha yapmamışken sünnet kılmaya başlamış sayıldığından farz olan namazdan çıkmış olması lâzım gelir. Zira rekâtın birinci secdesi yapılınca rekât tamam olur. Tam rekât da namazın bütün rükünlerini ta2am-mün ettiği için hakikî bir namazdır. Nitekim eğer bir kimse; -Ben namaz kılmayacağım» diye yemin ettiği halde bir rekât namaz kılarsa yeminini bozmuş olur. (Bunun için bu kimse bir rekât daha ekleyip altıncı rekâtın sonunda selâm verir. Şayet bir rekât daha eklemese de ona bir şey lâzım gelmez.) Çünkü bu kimse beşinci rekâta kasten başlamamıştır.
İmam Muhammed ise: -Bu kimse farz niyetiyle namaza başladığı için namazının farzıyeti bozulunca namazın kendisi de bozulmuş olur. Bunun için hemen kesmesi gerekir. Çünkü fasit olan bir namaz sürdürülemez» demiştir.
1 m a m -1 Şafiî de: -Bu kimse, namazında bir eksiklik bırakmamış, sadece bir rekât fazla kılmıştır. Bunu da bilerek yapmadığı için -secdeye varmadan farkına varması halinde nasıl namazına bir halel gelmiyorsa, secdeye vardıktan sonra da farkına varması halinde yine- namazına bir halel -gelmez. Zira bir rekâtın tamamı ile bir kısmı arasmda fark yoktur. Bunun için bu kimse -ister secdeye varmadan, ister vardıktan sonra farkına varmış olsun- hemen oturur ve teşehhüt okuduktan sonra sehiv secdesini yapar» demiştir.
Sonra İma.m Ebû Yûsuf ile îmam Muhammed arasmda bu kimsenin namazı hakkında bir diğer yönden de ihtilâf vardır s îmam Ebû Yûsuf: «Bu kimse alnını yere koyar koymaz namazının farziyeti bozulur. Çünkü secde, kişinin başını yere koyması demektir» demiştir.
îmam Muhammed de: -Bu kimse başını yerden kaldırmadıkça namazı bozulmaz. Çünkü bir şeyin sonu gelmedikçe o şey tamam olmuş sayılmaz. Secdenin sonu da, ancak kişinin başını yerden kaldırması ile gelir. Nitekim bir kimse, eğer başı daha secdede iken abdesti bozulursa, başını yerden kaldırırken abdestsiz olduğu için abdest aldıktan sonra o secdeyi bir daha yapmak zorundadır» demiştir. Bu ihtilâfın semeresi -Bu kimse eğer beşinci rekâtın secdesinde abdesti bozulursa, abdest aldıktan sonra namazını ta marnlayabilir mi tamamlayamaz mı » meselesinde ortaya çıkar. Çünkü,eğer ru kimse, alnını yere koymakla secde etmiş sayılıyorsa —ki îmam Ebû Yûsuf bu görüştedir— beşinci rekâtı tamamlamış olduğundan namazının farziyeti bozulmuş olur. Bunun için bu kimse abdest aldıktan sonra yeni baştan namaz kılması lâzımdır. Eğer başını yere koymakla secde etmiş sayılmıyorsa —ki îmam Muhammed de buna kaildir— henüz secde yapmamışken abdesti bozulduğu için secdeye varmadan farkına varan kimsenin hükmündedir. Bunun için bu kimse abdest aldıktan sonra oturup teşehhüt okur ve selâm verdikten sonra sehiv secdesini yapmak suretiyle namazını tamamlar.
(Eğer bir kimse dördüncü rekâtın sonunda bir teşehhüt miktarı oturduktan sonra unutup ayağa kalkarsa, eğer farkına vardığı zaman daha beşinci rekâtın secdesine varmamış ise hemen oturur ve selâm verir.) Zira ayakta selâm vermek meşru olmadığı gibi, oturup selâm vermek mümkündür. Çünkü kılınan miktar bir rekâttan az olduğu için bırakılabilir. (Eğer beşinci rekâtı secde ile bağladıktan sonra farkına varırsa, bir rekât daha ekler ve farzı tamam olur.) Zira beşinci rekâta kalkarken, yapılması gerekli olan şeylerden yalnız selâm kalmıştı. Selâm da farz olmadığı için onu terk etmekle namaz fesada gitmez. Bir rekât daha eklemeye gelince : Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir rekât nafile kılmaktan nehyetmiştir. Eğer bir rekât daha eklemezse, ona nafile olarak yalnız kıldığı beşinci rekât kalmış olur, ki bir rekât olduğu için kâfi gelmez. Sonra farz ettiğimiz bu namaz eğer öğlenin farzı olursa, nafile olduğunu söylediğimiz bu iki rekât -sahih olan görüşe göre- öğlenin son sünneti yerine geçmez. Zira Peygamber
Efendimiz (SallaUahü Aleyhi ve Sellem} öğlenin, son sünnetini, daima farzı bitirip selâm verdikten sonra ve yeni bir iftitah tekbiresini almak suretile kılmıştır. Bunun için (bu kimsenin sehiv secdesini yapması istihsali edilmiştir.) Çünkü bu kimse, farzın sonunda selâm vermediği ve nafileye de yeni bir iftitah tekbiresile başlamadığı için hem farzında, hem nafilesinde eksiklik hâsıl olmuştur. Eğer bu kimse, kendisi için nafile olduğunu söylediğimiz son iki rekâtı bozarsa ona bu iki rekâtın kazası lâzım gelmez. Çünkü her ne kadar başlamış olduğu bir nafileyi bozmuş ise de, bu nafileye kasten başlamamıştır. Eğer bir kimse bu iki rekâtta ona iktida ederse - î m a m Muhammed´e göre- imamı altı rekât kıldığı için o kimseye de altı rekât kılmak gerekir.
îmam Ebû Hanife ile imam Ebû Yûsuf ise : -Yalnız iki rekât kılar. Zira imâmı o iki rekâtı kılarken hükmen farzdan çıkmış sayılırdı- demişlerdir. Eğer muktedi o iki rekâtı bozarsa. İmam Muhammed onu da imamına kıyas ederek i ■Ona kaza lâzım gelmez- İmam Ebû Yûsuf ise: «Lâzım gelir. Zira imamına lâzım gelmemesi, o iki rekâta kasten başlamamış olmasmdandı. Bu ise kasten başlamıştır» demişlerdir.
(Eğer bir kimse iki rekât nafile kılmak isterken sehiv eder ve selâm verip sehiv secdesini yaptıktan sonra iki rekât daha kılmak isterse, bu iki rekâtı ayn bir iftitah tekbiresile kılması gerekir.! Zira eğer onları daha önce kıldığı iki rekâta eklerse sehiv secdesi namazın ortasına düşmüş olacağından namazı fesada gider. Fakat yolculukta olan bir kimse dört rekâthk bir namazı iki rekât olarak kılarken sehiv eder ve selâm verip sehiv secdesini yaptıktan sonra ikâmet niyetini getirirse, kalan iki rekâtı da ekliyebilir. Çünkü eğer ekle-yemezse, artık yolculukta olmadığı için namazının tamamı fesada gider. Bununla beraber eğer yukanda sözü geçen kimse de eklerse, secdeden sonra selâm vermediği için namazı sahihtir. Çünkü selâm vermediği için namazı daha tamamlanmamıştır.
(Eğer namazında sehiv eden bir kimse selâm verdikten sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken bir başkası ona iktida ederse) îmam Ebü Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre (eğer bu kimse sehiv secdesini yaparsa ona iktida eden kimsenin namazı sahihtir, yapmazsa sahih değildir.) îmam Muhammed ise: «Bu kimse sehiv secdesini yapmasa da ona iktida eden kimsenin namazı sahihtir- demiştir. Çünkü îmam Muhammed´e göre namazında sehiv eden kimsenin selâmı, onu namazdan çıkarmaz. Zira sehiv secdesi kişinin sehvi yüzünden nama-
zında husule gelen eksikliği gidermek için vacip olmuştur. Bunun için, namazında sehiv eden kimse secdesini yapmadıkça hükmen namazdadır, îmam Ebû Hanife ile îmam Ebû Yûsuf´a göre ise, namazında sehiv eden kimsenin selâmı, geçici olarak onu namazdan çıkarır. Yani eğer sehiv secdesini yapmazsa, selâm ile namazdan çıkmış olur, yaparsa verdiği selâm onu namazdan çıkarmış olmaz. Üç imamın bu görüş ayrılığı «Eğer namazında sehiv eden bir kimse, selâm verdikten sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken sesli olarak gülerse abdesti bozulur mu bozulmaz mı ve «eğer namazında sehiv eden bir yolcu, iki rekât kılıp selâm verdikten sonra ve fakat daha sehiv secdesini yapmamışken ikamet niyetini getirirse iki rekât daha kılması gerekir mi gerekmez mi » meselelerinde de caridir. (Namazında sehiv eden kimse, namazdan kesin olarak çıkmak niyetiyle dahi selâm verse, yine de sehiv secdesini yapması gerekir.) Zira namazdan, sehiv secdesinden önceki selâm ile çıkılmaz ve bu kimsenin niyeti de, şer´î olan bir usulü değiştirmek olduğu için hükümsüzdür. (Eğer bir kimse namaz içinde «üç rekât mı kıldım dört mü » diye tereddüde düşer ve onun bu tereddüde düşmesi de ilk kez ise, namazını bozup yenibaştan kılması gerekir.) Zira Peygamber Efendimiz (SallaUahü Aleyhi ve Sellem); Herhangi biriniz namazında, kaç rekât kıldığında tereddüde düştüğü zaman, namazını yeni baştan kılsın- ([11]) buyurmuştur. (Eğer bu kimse zaman zaman böyle tereddütlere düşüyorsa, kendisince hangi ihtimal, daha kuvvetli ise onu tutar.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi"s-salâtü ve´s-selâm) :-Namazında şüpheye düşen kimse, kanaatmca doğru olam seçsin- ([12]) buyurmuştur. (Şayet bir tarafı ağır basan herhangi bir kanatı yoksa, o zaman azı tutar.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :
«Namazında tereddüde düşüp üç rekât mı dört mü kıldığını bilemeyen kimse, az olan tarafı tutsun» ([13]) buyurmuştur.
Herhangi bir namazda tereddüde düşülüp onu yeni baştan kılmak gerektiği zaman, içinde bulunulan namazı ya selâm vermek veyahut konuşmak gibi namaz bozucu bir şeyle bozduktan sonra yeniden namaza başlamak lâzımdır. Çünkü yalnız niyet kâfi değildir. Fakat selâm vermek daha iyidir. Kişi azı tuttuğu zaman da, namazının sonu olduğuna ihtimal verdiği her yerde oturur, ki farz olan ikinci oturuşu kesin olarak yerinde yapmış olsun.[14]
Hasta Olan Kimsenin Namazı
(Hasta olduğu için ayakta namaz kilamayan kimse -rükû ve secdeleri yapmak şartı ile- oturarak kılar.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hasta olan 1 m r a n b. H u s a y n (Radıyallâhü anhümâ) ´a: Ayakta namaz kıl. Ayakta kılamazsan oturarak kıl. Oturarak da kılamazsan yatarken ve işaretler yaparak kıl- ([15]) buyurmuştur. Hem de kişi, ancak gücünün yettiği kadar kendisine verilen emri yerine getirebilir. (Eğer rükû ve secdeleri yapamazsa işaretlerle kılar.) Yani oturarak işaretler yapar. Çünkü işaretler rükû ve secdelerin yerine geçer. (Ancak secde işaretinde, rükû işaretinden fazla eğilmek gerekir.) Çünkü işaretler rükû ve secdelerin yerine geçtiği için onların hükmündedirler.
(Secdede başını yere koyamayan kimse, yerden herhangi bir şeyi kaldırıp alnını o şeyin üzerine koyamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâmî; «Eğer yer üzerinde secde edebiliyorsan et. Edemiyorsan başmla işaret et» ([16]) buyurmuştur. Baş işaretinde başı eğmek kâfi gelir. Zira başla işaret etmek başı eğmek demektir. Kişinin yerden herhangi bir şeyi kaldırıp alnını o şeyin üzerine koymasının kâfi gelmeyişi de, bu durumda baş eğil-mediği içindir. (Eğer kişi oturarak da namaz kılamıyorsa, o zaman sırtüstü yatarak ve ayaklanın kıbleye doğru uzatarak namaz kılar. Rükû ve secdeleri de işaretlerle yapar.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :
«Hasta olan kişi ayakta namaz kılar. Eğer ayakta kılamazsa oturarak kılar. Oturarak da kılamazsa sırtüstü ve işaretler yaparak kılar. Bunu da yapamazsa o zaman Cenâb-ı Allah onun mazeretini kabulde ondan daha lâyıktır- ([17]) buyurmuştur. (Hasta olan kimsenin yan yatarak ve yüzünü kıbleye vererek işaretler yapması da) yukarıda geçen hadise binaen (caizdir.) Ancak sırtüstü yatıp ayaklarını kıbleye doğru uzatması daha iyidir. Çünkü sırtüstü yatan kimse işaret yaparken başını kıbleye karşı eğer, yan yatan kimse ise, başını ayaklarına karşı eğmiş olur. Yatarak kılınan namazda da baş eğmekten başka bir hareket yoktur. imam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Yan yatarak namaz kılabilen kimse sırtüstü kılamaz» demiştir. (Başı ile işaret etmeye de gücü yetmiyen kimse için ise, namaz ertelenmiş olur. Bu kimse ne gözü ile, ne kalbi ile ve ne de kaşları ile işaret edemez.) Çünkü -yukarıda geçtiği üzere- -Eğer yer üzerine secde edemiyorsan başmla işaret et» diye Duyurulmuştur. Namazın bir rüknü olan secde de, başı yere koymak demek olduğundan -göz, kalp ve kaşlar gibi- başka şeyleri başa kıyas edemeyiz. -Başı ile işaret etmeye de gücü yetmiyen kimse için namaz ertelenmiş olur» tâbirinden, kişinin bu durumunda bile, hatta -sahiolan kavle göre- onun bu durumu yirmi dört saattan fazla da sürse, ayık olduğu sürece namazın vücufcu kendisinden sakıt olmaz diye anlaşılmaktadır. Fakat baygın düşen kimse öyle değildir. Baygın düşen kimsenin baygınlığı eğer yirmi dört saati aşarsa namazın vü-cubu kendisinden sakıt olur. (Eğer kişi ayakta durabilir, fakat rükû ve secdeleri yapamıyorsa, oturarak ve işaretler yapmak suretile namaz kılar.) Çünkü ayakta namaz kılmanın farz olması ayakta iken secdeye varmak içindir. Zira ayakta iken yere kapanmada daha fazla saygı gösterisi vardır. Secde yapamayan kimse için ise, bu imkân bulunmadığı için ayakta namaz kılmasına gerek yoktur. Bunun için bu kimse muhayyerdir : Ayakta da, oturarak da namaz kılabilir. Fakat oturarak işaret yapmak secdeye daha yakın olduğu için oturarak namaz kılması daha iyidir.
(Eğer sağlam olan bir kimse, ayakta namaz kılarken hastalanıp ayakta duramaz bir duruma gelirse, eğer yapabiliyorsa oturarak ve rükû ile secdeleri yaparak, eğer rükû ile secdeleri yapamıyorsa işaretler yaparak ve eğer oturarak da kılamıyorsa sırtüstü yatarak namazım tamamlar.l Zira bu da, ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana iktida etmesi gibi zaif olan namazı kuvvetli olan namazın üstüne bina kılmak kabilindendir.
(Eğer bir kimse, hasta olduğu İçin oturarak ve fakat rükû ve secdeleri yaparak namaz kılarken iyileşip ayakta durabilecek bir duruma gelirse, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre ayakta namazını tamamlar. İmam Muhammed ise: -Namazını bozup yeni-baştan kılması gerekir» demiştir.) Bu ihtilâf -yukarıda geçtiği üzere- bu üç imamın, ayakta namaz kılanın oturarak namaz kılana iktidası hakkındaki ihtilâflarından kaynaklanmaktadır.
(Eğer bir kimse namazım işaretlerle kılarken, iyileşip rükû ve secdeleri yapabilir bir duruma gelirse -her üç İmama göre de- bu kimsenin namazını bozup yeni baştan kılması gerekir.) Zira rükû ve secdeleri yapan kimsenin işaretlerle namaz kılan kimseye iktidası nasıl caiz değilse, namazdan rükû ve secdeleri yapılan kısmın, işaretlerle kılınan kısma bina kılınması da caiz değildir.
(Nafile namazını ayakta kılarken yorulan bir kimsenin, bir baston veya duvara dayanarak namazım tamamlamasında bir sakınca yoktur.) Çünkü bu kimse mazurdur. Fakat özürsüz olarak herhangi bir şeye dayanıp kılmak, saygısızlık olduğu için mekruhtur. Kimisi: «İmam Ebû Hanife´ye göre mekruh değildir. Çünkü İmam Ebû Hanife´ye göre bir kimsenin nafile namazını ayakta kılarken oturması caiz olduğuna göre, bunu da mekruh görmemesi lâzımdır. Diğer iki İmama göre ise mekruhtur. Çünkü onlara göre nafile namazını ayakta kılan kimsenin oturması caiz değildir» demiştir.
(Eğer nafile namazını ayakta kılan kimse özürsüz olarak oturursa ittifak ile mekruhtur.) Nafile namazı bahsinde geçtiği üzere bu namaz mekruh ise de İmam Ebû Hanife´ye göre sahihtir. Diğer iki imama göre ise sahih değildir.
(İmam Ebû Hanife´ye göre bir zorunluk bulunmasa da, gemide oturarak namaz kılmak caizdir. Diğer iki imam ise ı -Zorunluk bulunmazsa caiz değildir» demişlerdir.) Çünkü bir zorunluk bulunmadığı zaman ayakta kılmak mümkündür.
İm am Ebü Hanife: «Çünkü gemi çoğunlukla baş dönmesi yapar. Şayet kişinin başı o anda dönmese de, heran için dönebilir. Bununla beraber caiz olmadığı şüphesi bulunduğu için ayakta kılmak daha iyidir. Hatta eğer imkân bulursa, dışarı çıkıp kılsa daha da iyidir. Çünkü o zaman kalbinde hiç bir şüphe kalmaz» demiştir. Bu ihtilâf da kıyıda bağlı olmayan gemi hakkındadır. Bağlı olan gemi ise, karadan farklı değildir. (Eğer bir kimse baygın düşüp baygınlığı yirmi dört saat veya daha az bir zaman sürerse, bu kimsenin geçen namazlarım kaza etmesi gerekir. Baygınlığı daha uzun süren kimse ise geçen namazlarını kaza etmekle mükellef değildir.) Bu bir istihsandır. Yoksa kıyas, baygınlığın bir namaz vaktinin tamamında sürmesi halinde bile kazanın lâzım gelmemesini gerektirmektedir. Çünkü kişi o namaz vaktinin başından sonuna kadar ayık olmadığı için -delilik halinde olduğu gibi- namaz kılabüme gücünde değildi. İstihsanın dayanağı da şudur: Baygınlık uzun sürdüğü zaman, geçen namazlar çok olduğu için kazaları güç olur. Geçen namazlar da ancak, ne zaman ki sayısı bir gün ile bir gecenin namazlarından fazla olursa çok olur. Çünkü sayısı beşi aştığı için tekrarın sınırına girer. Bu hükümde delilik de baygınlık gibidir. Ebû Süleyman (Allah rahmet eylesin) böyle söylemiştir. Bir gün ile bir geceden fazla olmak da, İmam Muhammed´e göre namaz vakitleri itibariyledir. İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: «Saatler itibariyledir» demişlerdir, ki Hz. Ali ile Abdullah İbn-i ö m e r (Radıyallâhü anhümâ)´dan gelen nakil de bu yoldadır.[18]
Tilâvet Secdesi
(Kur´an´da tilâvet secdeleri.) A´ r a f sûresinin sonu, Raad, Nahil, Isra, Meryem, Hacc sûresinin birinci secdesi, Furkan, Nemil, Elif lâmmim, Tenzil, Sâd, Hamim, el-Secde, Necim, î z e s s e m aü n ş e k k a t ve I k r a sûrelerinin secdeleri olmak üzere (on dört tanedir.) H z . Osman (Radıyallâhü anhJ ´in mushafinda böyledir ve mutemed olan görüş de budur. Hacc sûresinin ikinci secdesi ise, biz Ha-nefiler´e göre namaz secdesi hakkındadır. Hamim el-Secde sûresinde secde yeri, Hz. Ömer (Radıyallâhü anh)´m görüşüne göre LÂ YESEMUN´dır. Ulema da ihtiyatan bu görüşü tutmuşlardır.
(Bu on dört tane yerin hepsinde secde etmek hem okuyana ve hem de) ister dinlemek kasdiyle olsun, ister olmasın (işitene vaciptir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm); «Secde» onu okuyana da işitene de vaciptir» ([19]) buyurmuştur. Çünkü bu ifade vücup içindir ve onda «Eğer dinlemek kasdı île işitirse» diye bir kayıt da yoktur.
(İmam secde âyetini okuduğu zaman hem kendisi ve hem de kendisi ile birlikte arkasındakiler secde ederler.) Zira imamın arkasında namaz kılan kimse, imamın her hareketine uymayı üstlenmiştir.
(İmamın arkasında olan kimse ise, eğer secde âyetini okusa, ne imam ve ne de kendisi! İmam Ebü Hanife ile tmam Ebü Yûsuf´a göre (namaz bittikten sonra bile secde etmezler.) Çünkü imamın arkasında namaz kılan kimse, imamın tasarrufu altında olduğu için okumaktan menedilmiştir. Bunun için okusa bile tilâveti hükümsüzdür.
tmam Muhammed ise: -Namazdan sonra secde ederler. Çünkü secdenin nedeni olan secde âyetini işitmişler ve secdeye mâni olan hal de ortadan kı´kmıştır. Namaz içinde isa, secde edemezler. Zira eğer ederlerse ya okuyan eder de imam ona uyar, ki o zaman imamlığın gereğine aykırı olur, ya da imam eder de okuyan ona uyar, o zaman da tilâvetin gereğine aykırı olur- demiştir.
Aybaşı halindeki kadın ile cünüp olan kimse de okumaktan men edildikleri için tilâvetleri hükümsüzdür. Bunun için aybaşı halindeki kadın, secde âyetini ister okusun, ister işitsin, namaza ehil olmadığı için secde edemez. Cünüp de ancak secde âyetini işittiği zaman secde kendisine vacip olur. Çünkü namaza ehildir.
(Namazda olmayan bir kimse ise, imamın arkasındaki kimseden secde âyetini işitince) sahih olan görüşe göre {secde eder.) Çünkü nehiy yalnız namazda olanlar hakkında olup onların dışında kalan kimselere geçmez.
(Eğer namazda olan bir kimse, kendisi ile birlikte aynı namazda olmayan bir kimseden secde âyetini işitse, namaz içinde secde edemez.) Çünkü bu secde onun için namazın hareketlerinden değildir. (Fakat namaz bittikten sonra secde eder.) Zira secdeyi gerektiren secde âyetini işitmiştir. (Şayet namaz içinde secde ederse, o secde ona kâfi gelmez. Namaz bittikten sonra bir daha secde etmesi gerekir.) Çünkü ona kâmil bir secde vacip olmuştur. O ise namaz içinde secde ettiği için ettiği secde nakıstır. (Kimisi: -Bir daha etmesi gerekmez.) Çünkü secde bizatihi namazın hareketlerindendir (demiştir.) Nevadir adındaki kitapta -Eğer namaz içinde secde ederse namazı bozulur. Çünkü namazdan olmayan bir şeyi namaza katmış olur- diye kayıtlıdır ve İmam Muhammed de bu görüştedir.
(Eğer imam secde âyetini okur, namazda imamla beraber olmayan bîr başkası da işitir ve imam secde ettikten sonra, işiten o kimse imama uyarsa, o kimseye secde etmek gerekmez.) Zira rekâta yetişmiş olan kimse imamın yaptığı secdeye de yetişmiş sayılar. (Eğer bu kimse, imam henüz secde etmemişken imama uyarsa, imamla birlikte secde etmek zorunda olur.) Çünkü eğer imama uymamış da olsaydı, secde âyetini işittiği için secde etmesi gerekirdi. Kaldı ki imamın arkasında olduğu için imamın meşru olan her hareketine katılmak zorundadır.
(Namaz içinde kişiye lâzım gelen herhangi bir tilâvet secdesi, eğer kişi onu namaz içinde yapmazsa, namazdan sonra kaza edemez.) Çünkü bu secde namaz içinde ona lâzım geldiği için kâmil bir secdedir. Namaz dışında kaza edilen secde ise nakıs olduğu için onun yerine geçemez. [Eğer secde âyetini okuyan bir kimse, secde etmeden namaza başlar ve namaz içinde aynı âyeti tekrarlarsa, her iki tilâvet için de bir secde ona kâfi gelir.) Zira ikinci tilâvet için ona lâzım gelen secde namaz içinde olduğu için kâmil olup nakıs olan birinci secdenin yerine geçer. Navadir´de «Namazdan sonra bir daha secde etmesi gerekir. Çünkü birinci tilâvetle kendisine lâzım gelen secde ikincisine göre nakıs ise de, daha önce lâzım geldiği için onunla aynı kuvvettedir. Bunun için ikisini de yapmak gerekir» diye kaydedilmektedir. Biz diyoruz ki: İkincisi tilâvetin hemen ardında yapıldığı için ayrıca bir üstünlüğü daha vardır. Bunun için yine de diğerinden kuvvetlidir. (Eğer secde âyetini okuyan kimse secde ettikten sonra namaza başlar ve namazda da aynı âyeti okursa, bir daha ona secde lâzım gelir.) Zira birinci secde yapılırken ikinci secde daha lâzım gelmemişti. Bunun için eğer i «Birinci secde ona kâfidir» diyecek olursak, daha ikinci secde lâzım gelmemişken lâzım geldiğine hükmetmiş oluruz. (Aynı yer ve oturuşta bir secde âyetini tekrarlayan kimseye bir kez secde etmek kâfidir. Eğer secde ettikten sonra kalkıp yerinden ayrılır ve bir daha dönüp aynı yerde ve aynı âyeti tekrarlarsa, ona bir daha secde lâzım gelir. Eğer secde etmeden yerinden ayrılır ve bir daha dönüp aynı âyeti tekrarlarsa, o zaman iki kez secde etmesi gerekir.) Tilâvet secdesinde kaide böyledir : Tilâvet secdesini gerektiren sebepler mütaaddit olunca tedahül ederler. Yani bir secde âyeti bir defadan fazla okunduğu zaman, bir defa okunmuş gibi yalnız bir secde lâzım gelir. Zira Kur´an-ı Kerim öğretmek, öğrenmek veyahut hıfzına çalışmak istiyen bir kimse bir âyeti birkaç kez tekrarlamak zorundadır. Eğer her defasında secde lâzım gelirse öğrenim veya hıfzı çok zor olur. Bunun için böyle durumlarda bir secde âyeti bir defadan fazla dahi okunsa, bir defa okunmuş gibi yalnız bir secde lâzım gelir. Bu da, eğer aynı yer ve aynı oturuşta olursa böyledir. Değişik yerlerde veyahut aynı yerde ve fakat değişik oturuşlarda tekrarlanması halinde ise, sebepler tedahül etmez. Yani kaç defa okunursa o kadar kez secde lâzım gelir. Kişinin bir secde âyetini okuduktan sonra ayağa kalkıp bir daha oturması tedahüle mâni değildir. Ağacın bir dalından bir diğer dala geçmek veyahut harman döven kimsenin harman üstünde dolaşması gibi hareketler ise, tedahülö mânidir.
(Eğer secde âyetini tekrarlayan kimse hep aynı yerde tekrarlar ve fakat işiten kimse yerini değiştirirse, onun hakkında vücup tekerrür eder.) Çünkü işitene tilâvet secdesini gerektiren sebep, okumak değil, işitmektir. Kimisi:
İşiten kimse yerini değiştirmese de, eğer tekrarlayan kimse değiştirirse işiten hakkında´ hüküm yine böyledir) demiş ise de, en sahihi şudur ki: Bu durumda, okuyan için vücup tekerrür ediyorsa da işiten için tekerrür etmez. Zira -yukarda da anlattığımız üzere- işitene tilâvet secdesi, secde âyetini işittiği için lâzım gelir. (Tilâvet secdesini yapmak istiyen kimse), namaz secdesinde nasıl ellerini kaldırmıyorsa (ellerini kaldırmadan tekbir alır ve secdeye vardıktan sonra bir daha tekbir alıp başmı kaldırır.) Abdullah İbn-i Mesud (Radıyallâhü anhümâ)´dan bu şekilde rivayet olunmuştur.
(Tilâvet secdesinde ne teşehhüt ve ne de selâm yoktur.) Çünkü selâm taharrum tekbiresi ile girilen namazdan çıkmak içindir. Tilâvet secdesinde ise taharrum tekbiresi yoktur.. (içinde secde âyeti bulunan herhangi bir sûre veya âyetleri okurken, secde âyeti üzerinden atlayıp okumamak) secde etmek istenmediğini andırdığı için (mekruhtur. Diğer âyetleri okumayıp da, yalnız secde âyetini okumakta ise bir sakınca yoktur.) Çünkü böyle yapmak, secde etmeyi emreden âyeti bir an Önce okuma isteğini gösterir. İmam Muhammed: «Kur´an âyetleri arasında üstünlük bakımından fark bulunduğu zannını doğurmamak için, bence secde âyetinden önce bir iki âyet okuduktan sonra, secde âyetini okumak daha iyidir» demiştir. Kur"an-ı Kerim´i sesli okuyan kimseye -işitenleri secde etmek mecburiyetine sokmamak için- secde âyetine gelince gizli okumayı istihsan etmişlerdir.[20]
Yolculuk Halinde Olan Kimsenin Namazı
(Namazın kısaltılması gibi, birtakım özel hükümleri bulunan yolculuk, kişinin develer veyahut ayak yürüyüşü ile yolculuk yapmak istediği zaman yolu en az üç gün üç gece süren yolculuktur.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :«Yolculukta olmayan kimse bir gün bir gece, yolculukta olan kimse de üç gün üç gece mestlerini mesih edebilir» ([21]) buyurmuştur. Çünkü tabiidir ki «Yolculukta olan kimse- tâbirinden maksat, belli bir şahıs olmayıp ondan cins murattır. Yâni, yolculukta olduktan sonra kim olursa olsun, mestlerini üç gün üç gece meshedebüir. Bundan ise, bu yolculuğun en az üç gün üç gece sürmesi lâzım gelir. Zira eğer daha az olursa, her yolculukta olan kimse nasıl üç gün üç gece mesih yapabilir İmam Ebü Yûsuf: -En az iki gün ile üçüncü günün yansından biraz fazladır.- İmam-ı Şafii de bir kavlinde: «En az bir gün bir gecedir- demişlerse de, bu hadis onların görüşlerine karşı yeterli bir delildir.
(Sözü geçen yürüyüş de normal bir yürüyüştür.) î m a m E b û Hanif e´ den, yolculuğun en azını konaklarla da takdir ettiği rivayet olunmaktadır, ki bu da birincisine yakındır. Sahih olan görüşe göre yolun kaç fersah olduğuna bakılmaz, kaç gün sürdüğüne veyahut kaç konak olduğuna bakılır.
(Sudaki yürüyüşün daha kısa veya uzunluğuna bakılmaz.) Yani kişi -biri karada, diğeri denizde olmak üzere- iki yolu bulunan bir yere gitmek istediğinde, hangi yoldan giderse o yolun hükmüne tâbidir. Nasıl ki dağ yolu ile ova yolundan da hangisinden gidilirse o yolun hükmüne tâbi olunur. Hatta eğer biri kısa, diğeri uzun olan yolların ikisi de ya deniz, ya karada olursa, yine de kişi hangisinden giderse onun hükmüne tâbidir.
(Yolculukta olan kimse için dört rekâtlı namazları iki rekât olarak kılmak farzdır.) İmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) oruca kıyas ederek: -Farz olan dört rekâttır. Fakat kolaylık olsun diye yolculukta kısaltılmasına izin verilmiştir- demiştir. Biz diyoruz ki: Bununla oruç arasında fark vardır. Çünkü oruç yolculukta tutulmadığı zaman sonradan kaza edilmesi gerekir. Dört rekâttı namazların yolculukta kılınmayan son iki rekâtı ise kaza edilmez.
(Şayet kişi yolculukta dört rekât kılarsa, eğer ikinci rekâttan sonra bir teşehhüt miktarı oturmuşsa) namazın bir vacibi olan selâmı tehir ettiği için iyi bir şey yapmamış olmakla beraber (ilk iki rekât onun için farz yerine geçer ve) yanlışlıkla dört rekât olarak kılınan sabah namazına kıyasa (son İki rekât ona nafile olur. Eğer ikinci rekâttan sonra bir teşehhüt miktarı oturmamıssa) henüz farz olan kısmı tamamlanmamışken nafile ona karıştığı için namazı (fesada gider.)
(Yolculuğa çıkmak isîiyen kimse, oturduğu şehrin binaları içinden çıkar çıkmaz namazlarım iki rekât olarak kılmaya başlar.) Çünkü yolculuktan dönüldüğü zaman da oturulan yerin binaları içine giril-
mekle yolculuk bitmiş olur. Hatta bu konuda H z. Ali (Radı-yallâhü anh)´dan da bir nakil vardır. Rivayete göre H z. Ali (Radıyallâhü anh) yolculuğa çıkmak üzere bir gün Basra´dan ayrılırken namaz vakti girmiş ve namazı dört rekât olarak kıldıktan sonra önünde duran bir kulübeye bakarak: -Eğer biz bu.kulübeyi de geçmiş olsaydık namazımızı kısaltarak kılacaktık» demiştir. (Yolculukta olan kimse, herhangi bir şehir, kasaba veya köyde onbeş gün veya daha fazla bir zaman için kalmaya niyet etmedikçe yolculukta sayılır. Eğer bundan az bir süre için kalmaya niyet ederse, yine de yolcu olup namazlarını kısaltmak zorundadır.) Zira geçici olarak bir yerde kalmak istiyen kimse, o yerde kalması geçici olduğu için yine yolculuk vasfmı taşır. Ancak bu vasıf ne zamana kadar devam eder. Bunun için ona bir süre lâzımdır, işte bu süreyi biz Hanefiler, kadının iki aybaşı hali arasındaki temizlik süresine kıyas ederek onbeş gün diye takdir ediyoruz. Çünkü kadının temizlik hali ile yolculukta olan kimsenin bir yerde kalmaya niyet etmesi hali arasında müşterek bir vasıf vardır: Aybaşı halindeki kadın namaz kılamazken, temizlenince namaz kılma yetkisine, yolculukta olan kimse de namazlarını tam olarak kılamazken, bir yerde kalmaya niyet edince namazlarım tam olarak kılma yetkisine sahip olurlar. Bu sürenin kadının temizlik süresi kadar olduğu, Abdullah îbn-i Abbâs ile Abdullah îbn-i Ömer (Radıyallâhü anhümâ)´dan da nakledilmektedir. Şer´i miktarların tayini gibi konularda ise, Sahâbi´nin sözü de hadis hükmündedir.
Metindeki -Şehir, kasaba veya köy» kaydı, çölde, kalmaya niyet etmenin bir hükmü bulunmadığına işaret etmek içindir. Zira her ne kadar tmam Ebû Yûsuf tan: -Çoban ve hayvancılıkla uğraşanlar, çölün herhangi bir yerinde onbeş gün kalmaya niyet ettikleri zaman namazlarını tam olarak kılarlar» diye söylediğine dair bir rivayet varsa da, mezhepten açık olarak anlaşılan şudur ki: Çölde ne kadar uzun zaman da kalınsa ve ne kadar uzun zaman kalmaya niyet de edilse, hüküm değişmez.
(Bir şehre, bir iki gün kalmak niyetiyle giden bir kimse, orada kalmaya niyet etmedikçe yıllarca da kalsa, namazlarını tam olarak kılamaz.) Zira Abdullah tbn-i Ömer (Radıyallâhü anh) Azerbaycan´da altı ay kaldığı halde namazlarını hep iki rekât olarak kılmıştır. ([22]) Bunun benzeri diğer Ashabın bir çoğundan da rivayet olunmaktadır.
Bir savaş ülkesine girip orada kalmaya niyet eden askerler, namazlarını iki rekât olarak kılarlar. Bir şehir veya kaleyi kuşattıkları zaman da hüküm böyledir.} Çünkü düşman ülkesine giren askerlerin durumu belli olmaz. Bakarsın düşmanı yenerler de kalırlar, bakarsın yenilgiye uğrayıp kaçarlar. Bunun için savaş ülkeleri ikamet yeri olamaz.
(Askerler İslâm ülkesinde de devlete karşı baş kaldıranlarla savaştıkları zaman, eğer bir şehrin içinde olmasalar veyahut baş kaldıranları denizde kuşatsatar namazlarım iki rekât olarak kılarlar.)
Çünkü onbeş gün için durmaya niyet etseler bile durumları durmaya müsait değildir. Buna göre bir şehrin içinde olmamaları şartı manasızdır. Zira bir yerleşim merkezinde de olsalar yine böyledir, îmam Züfer1 den, «Askerlerin savaş ülkesinde de, İslâm ülkesinde devlete karşı baş kaldıranlarla savaşmalan halinde de onbeş gün kalmaya niyet etmelerinin hükmü yoktur- diye söylendiği rivayet olunmaktadır. îmam Ebû Yûsuf da: «Eğer binalarda kalıyorlarsa muteberdir. Çünkü binalar sabit meskenlerdir» demiştir.
(Çadırlarda oturan göçebe ve hayvancılıkla uğraşanların bir yerde onbeş gün kalmaya niyet etmeleri, kimisi: «Muteber değildir» demiş ise de, en sahihi şudur ki) her ne kadar otlaktan otlağa yer de-ğiştiriyorlarsa da, bir otlakta kaldıkları sürece onlara yolcu denmediği için (niyetleri muteberdir.) îmam Ebû Yûsuf tan böyle rivayet olunmuştur.
(Yolculukta olan kimse, namazını yolculukta olmayan kimseye ihtida ederek eda ettiği zaman dört rekât olarak kılar.) Zira henüz namaz vakti geçmemişken yolculukta olmayan kimseye iktida ettiği için namazının hükmü değişir. Nasıl ki henüz namaz vakti geçmemişken bir yerde onbeş gün durmaya niyet edince de değişir. (Fakat kazaya kalmış namazım, yolculukta olmayan kimseye iktida ederek kuması caiz değildir.) Çünkü kazaya kalmış olan namazın vakti geçtiği için artık hükmü değişmez. Yani eğer yolculukta olmayan kimseye iktida da etse, yine iki rekât olarak kılması gerekir. O zaman da imamın ya birinci, ya ikinci iki rekatında imama iktida eder. Birinci iki rekâtta, iktida ederse imamın oturuşu vacip, onun oturuşu farz olduğu için farzı vacibin arkasmda kılmış olur. ikinci iki rekâtta iktida ederse, imamın okuyuşu sünnet, onun okuyuşu farz olduğu için farzı sünnetin arkasında kılmış olur. Bunun her iki ihtimalde de caiz değildir.
(Eğer yolculukta olan kimse, yolculukta olmayan kimseye îmam olursa, iki rekât kıldıktan sonra selâm verir ve arkasındaki yolculukta olmayan kimse kalkıp namazını tamamlar.) Zira sonradan gelip üçüncü rekâtta imama yetişen kimse nasü imam selâm verdikten sonra cemaatle bir ilgisi kalmaz ve son iki rekâtını tek başına kılıyorsa, bu kimse de öyledir. Ancak şu var ki: Bu kimse tek başına kıldığı rekâtlarda da Fatihayı okumaz. Çünkü imam ile beraber namaza başladığı için hükmen imamın arkasında sayılır. Kaldı ki onun için farz olan okuyuş edâ edilmiştir- Bunun için ihtiyaten okumaması iyidir. Fakat üçüncü rekâtta imama yetişen kimse öyle değildir. Çünkü üçüncü rekâtta imama yetişen kimse farz olan okuyuş edâ edildikten sonra imama yetiştiği için ona farz olan okuyuş edâ edilmemiştir. Bunun için ona okumak daha iyidir.
(Yolculukta olmayan kimselere imamlık eden yolcu için, selâm verdikten sonra arkasındakilere: -Ben yolcuyum. Siz namazınızı tamamlayınız» demek m üst a haptır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) M e k k e ´ de misafir iken selâm verdikten sonra Mekke halkına öyle söylemişti. ([23])
(Yolculukta olan kimse, yurduna döndüğü zaman kalmak niyetiyle olmasa biie namazını tam olarak kılar.) Çünkü Peygamber Efendimizle tSallallahü Aleyhi ve Sellem) Ashabı yurdlarma döndükleri zaman bazan kalmak niyetinde olmadıkları halde yine de namazlarım tam olarak kılarlardı. ([24])
(Oturmakta olduğu yurdunu bırakıp bir başka yeri yurd edinen kimse, eski yurduna misafir olarak gittiğinde namazını kısaltarak kılar.) Zira eski yurdu onun için artık yurd sayılmaz. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) M e d i n e´ ye göç buyurduktan sonra, Mekke onun asıl yurdu olduğu halde kendini orada misafir saymıştır. Zira kişinin asıl yurdu, ancak eskisi gibi asıl olan bir diğer yeri yurd edinmekle bozulur. Ne yolculuğa çıkmakla ve ne de bir başka yerde geçici olarak kalmakla bozulmaz. Geçici olarak kalınan yurd ise hem yolculuğa çıkmakla, hem geçici olarak bir başka yerde kalmakla ve hem asıl yurda dönmekle bozulur. Hac yolculuğunda olan kimse, Mekke ile Minâ´da onbeş gün kalmaya niyet etse bile namazını kısaltarak kılar.) Çünkü Mekke ile M i n â ayn ayn yerlerdir. Eğer iki yerde kalmaya edilen niyet muteber olursa, bir çok yerlerde kalmaya edilen niyet de muteber olur. Halbuki öyle değildir. Zira hiçbir yolculuk yoktur ki onda -istirahat ve benzeri gibi işler için- bir çok yerlerde kalınmasın. Ancak eğer geceleri Mekke ile Minâ´ dan birinde kalmaya niyet ederse, o zaman hangisinde geceleri kalmaya niyet etmiş ise oraya girmekle yolculuktan çıkmış olur. Çünkü kişi geceleri nerede kalıyorsa, onun için kalma yeri orasıdır.
(Eğer kişi yolculukta iken namazı kazaya kalırsa, onu kaza ederken yolculukta olmasa bile iki rekât olarak kılar. Yolculukta olmayan kimsenin kazaya kalan namazı ise, kaza edilirken -kişi yolculukta bile olsa- onu dört rekât olarak kılar.) Zira namazın edası ne şekilde gerekiyorsa kazası da o şekilde gerekir. Ancak bunda muteber olan vaktin sonudur. Yani kazaya kalan namaz, eğer kişi bir İftitah tekbiresini alabilecek kadar daha vakit varken yolculuğa çıkarsa yolculukta kazaya kalmış sayılır. Eğer bu kadarcık vakit kalmamışken yolculuğa çıkar veyahut bu kadarcık vakit daha varken yolculuktan dönerse, yolculukta kazaya kalmış sayılmaz. Zira vaktinde kılınmayan namaz, vaktin hepisi bitmedikçe kazaya kalmış olmaz. (Yolculukta olan kimse, yolculuğa çıkması ne gaye ile olursa olsun namazlarını kısaltarak kılar.) îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) .
«Kötü niyetle yolculuğa çıkan kimse namazlarını kısaltamaz. Zira namazın rekâtlarını dörtten ikiye indirmek, yolculuğun zorluklarını çekmekte olan kimseye bir kolaylık göstermektedir. Kötü niyetle yolculuğa çıkmak ise, cezayı gerektiren bir suç iken, bu kimseye kolaylık tanınırsa ona suç işlemekte kolaylık gösterilmiş olur» demiştir.
Biz diyoruz ki: Bu hususta varit olan nasslar mutlak olup onlarda herhangi bir kayıt yoktur. Kaldı ki yola çıkmak bizatihi suç değildir. Suç ancak kişinin kötülük işlemesidir. Nitekim eğer bu kimse, amaçladığı kötülüğü işlemeye muvaffak olamazsa herhangi bir cezayı hakketmiş olmaz. Bunun için bu kimse dahi, yolculukta olduğu sürece namazlarını kısaltmak zorundadır.[25]
Cuma Namazı
(Cuma namazı ancak, kalabalıktı bir şehirde veyahut bu şehrin meydanında kılınabilir. Köylerde sahih değildir.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :-Cuma namazı, Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler ve Ramazan ile Kurban bayramı namazları, kalabalık» şehirlere mahsustur- ([26]) buyurmuştur. İmam Ebû Yûsuf´a göre -Kalabalık şehir» Yöneticisi ile, hükümleri yürüten ve cezalan. uygulayan hâkimi bulunan şehirdir, imam Ebû Yûsuf tan: -Kalabahkh şehir, en büyük camisi halkını sığdı´ramayan yerdir» diye tarif ettiği de rivayet olunmuştur. Kerhi, birinci tarifi benimsemiş ve mezhepten açık olarak anlaşılan da odur. S e 1 c i de ikinci tarifi benimsemiştir.
Cuma namazının cami veyahut namazgahta kılınması şart değildir. Şehrin elverişli herhangi bir meydanında da kıhnabilir. (İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre, cuma namazı Minâ´da -eğer hacc işlerini yürüten zat bizzat Hicaz valisi olur veyahut Halife orada misafir bulunuyorsa- caizdir. İmam Muhammed ise,: -Caiz değildir- demiştir.» Çünkü M j n â köydür. Bunun içindir ki orada bayram namazı kılınmaz. İmam Ebû Hanife ile İmam E,bü Yûsuf, -Her ne kadar köy ise de Hacc mevsiminde şehir durumuna gelir. Bayram namazı da orada, köy olduğu için değil, zorluk olmasın diye kılınmıyor» demişlerdir. Arafat´ta ise her üç imama göre de cuma namazı olamaz. Çünkü Arafat çöldür. M i n a ´ da ise binalar vardır. Hicaz valisi veyahut Halife´nin M i n a ´ da bulunmasının şartına gelince : çünkü Hacc işlerini yürüten kimsenin orada olması yeterli gelmez. Zira memleket yönetimi vali ve Halife´nin görevidir. Hacc işlerini yürüten kimsenin görevi İse, yalnız Hacc işlerini yönetmektir. (Cuma namazını ya bizzat devlet reisi ya da devlet başkanının izin verdiği kimse kıldırabüir.) Çünkü cuma namazı büyük bir kalabalık tarafından kılındığı için bazan kimin imamlık, yapması veyahut bir başka konuşma cemaat arasmda anlaşmazlık başgösterir. Bunun için yöneticinin izni gerekir. (Cuma namazının sıhhat şartlarından biri de vakittir. Bunun için cuma namazı ancak öğle vaktinde kıhnabilir. öğle vaktinden sonra kılınamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Seüem) M e d i n e´ ye hicret buyurmazdan önce Mus´ab b. Umeyr´i oraya gönderirken; «Güneş semanın ortasından sağa kayınca cuma namazını kıldır- ([27]) buyurmuştur. Eğer cuma namazı henüz tamamlanmamışken ikindi vakti girerse, cuma namazını bozup öğleyi kılmak gerekir. Cuma namazı Öğle namazı olarak tamamlananı az.) Çünkü ikisi ayrı ayrı namazlardır.
(Cuma namazının şartlarından biri de hutbedir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) cuma namazını Ömrü boyunca bir kez olsun hutbesiz kıldırmamıştır. ([28])
(Hutbe de cuma namazı gibi Öğle vakti girdikten sonra ve fakat namazdan önce okunur.) Sünnet bu şekilde varid olmuştur. (Hutbe iki. tane olup aralarında hafif bir oturuş yapılır.) Başlangıçtan beri hep bu şekilde devam edegelmiştir.
(Hutbe ayakta ve abdestli olarak okunur.) Çünkü bu güne kadar hep ayakta okunagelmiştir. Kaldı ki ayakta ve abdestli olarak kılmak namazın sıhhati için şarttır. Bunun için ezanda olduğu gibi abdestli ve ayakta okumak müstahaptır.
(Şayet oturarak veyahut abdestsiz olarak okunsa) Gaye hasıl olduğu için (Caizdir.) Ancak devam edegelen ananeye aykırı olduğu ve hutbe ile namazın biribirinden ayrılmasına yol açtığı için mekruhtur.
(Hutbede yalnız, Allah´m adını anmakla yetinerek başka bir şey eklememek İmam Ebü Hanife´ye göre caizdir. Diğer iki imam ise -Hutbe denilebilecek kadar uzun bir zikir gerekir» demişlerdir.) Çünkü hutbe vaciptir. Yalnız teşbih veyahut Allah´a hamd etmek ise hutbe olamaz. îmam-ı Şafiî´de: «Aralarında oturmak şartıyla iki hutbe okunmazsa caiz olamaz. Çünkü hep o şekilde devam edegelmiştir» demiştir. îmam Ebû Hanife´ nin dayanağı;
Ey iman etmiş olanlar, cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah´ı anmaya koşun, alım satımı bırakın» ([29]) buyurmuştur. Zira bu âyette Allah´ı anmanın hutbe denilebilecek kadar uzun olması şart koşulmamıştır. Ayrıca rivayet olunmaktadır ki H z . Osman (Radayallâhü anh) hilâfete seçildikten sonra ilk hutbeye çıktığında ELHAMDÜ LİLLAHİ dedikten sonra bir titreme onu tutmuş ve hemen minberden inip namaza başlamıştır.
(Cuma namazının sıhhat şartlarından biri de cemaatla kılmaktır.) Çünkü cuma kelimesi cemaatten müştaktır.
(İmam Ebü Hanife´ye göre cuma namazı imamdan başka en az, üç kişi ile kılmabilir. Diğer iki imam ise s «İmamdan başka iki kişi daha olursa kâfi gelir» demişlerdir.) En sahihi şudur ki bunu söyleyen yalnız imam Ebû Yûsuf tur. îmam Ebû Yûsuf: «Çünkü cuma kelimesinin lügat anlamı toplantı demektir. Cuma namazında ise, imamdan başka iki kişi daha olunca toplantı hâsıl olur» demiştir. îmam Ebû Hanife ile İmam Muhammed ise -her ne kadar böyleyse de yukarıda metni geçen; «Ey îman etmiş olanlar, cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah´ı anmaya koşun» mealindeki âyeti kerimede hitap, cemi sığasıyle yapıldığı İçin en az üç kişiyledir. Bu üç kişiye de namaz kıldıracak bir imam gerektiğine göre, demek oluyor ki cuma namazının kılınabilmesi için imamdan başka en az üç kişi daha gerekir» demişlerdir. (Eğer imam daha rükû ve secdeye varmamışken, cemaat dağılıp çocuk ve kadınlardan başka kimse kalmazsa, İmam Ebû Hanife´ye göre cuma namazını bozup Öğle namazını kılmak gerekir. Diğer iki imam ise t «İmam iftitah tekbiresini aldıktan sonra eğer cemaat da-ğılırsa, cuma namazı tamamlanır.» demişlerdir. İmam rükû ve secdeleri yaptıktan sonra cemaatın dağılması halinde ise. her üç İmama göre de cuma namazı tamamlanır.) İmam Z ü f e r: «Cuma namazının sonuna kadar öğle vaktinin çıkmamış olması nasıl şart ise, cuma namazında cemaat da şart olduğuna göre namazın sonun kadar cemaatın devamı şarttır- demiştir. İki îmam ise: «Cuma namazında cemaat, hutbe gibi namaz başlayıncaya kadar şarttır. Bunun için namazın sonuna kadar cemaatın devamı gerekmez- demişlerdir. İmam Eb´û Hanifede Namaza başlansa bile bir rekât kılınmadan cemaat dağılırsa, namaza başlanmamışken cemaat dağılmış gibi olurlar. Çünkü bir rekâttan daha aza namaz denilemez. Bunun için hiç değilse bir rekât tamamlanıncaya kadar cemaatın devamı gerekir. Hutbe ise öyle değildir. Çünkü hutbeyi de imam okuduğu için namaza başladıktan sonra sürdüremez. Bunun için hutbenin devamı şart değildir. Yalnız kadınların kalması da bir şey ifâde etmez. Çünkü kadınlarla cuma namazı tamam olmaz. Çocuklar da öyledir.(Cuma namazı yolculukta olan kimseye, kadına, hastaya, köleye ve iki gözden kör olan kimseye vacip değildir.) Çünkü yolculukta olan kimsenin cuma namazına gitmesinde güçlük vardır. Hasta ile iki gözden kör olan kimse de öyledirler. Köle de efendisinin hizmetiyle uğraşmaktadır. Kadın da ev işiyle meşguldür. Bunun için bunların hepsi mazurdurlar.(Şayet bunlar cuma namazına gidip cemaatla birlikte kılarlarsa, kendileri için öğlenin farzı yerine geçer.l Çünkü kendi istekleriyle güçlüğe katlanmış olurlar. Nasıl ki yolculukta olan kimse, kendi isteğiyle güçlüğe katlanıp oruç tuttuğu zaman tuttuğu oruç da onun için farzın yerine geçer.
IKöle, hasta ve yolculukta olan kimse cuma namazında imam olabilirler.) İmam Züfer: -Olamazlar. Çünkü cuma namazı onlara farz olmadığı için onlar da kadın ve çocuk gibidirler» demiştir.
Biz diyoruz ki: Cuma namazının onlara farz olmaması, güçlük çekmesinler diyedir. Şayet kendi istekleriyle güçlüğe katlanıp kılarlarsa -yukarıda da belirttiğimiz üzere- onlar için farzın yerine geçer. Bunun için bunlar kadın ve çocuk gibi değillerdir. Çünkü çocuk, namaz kendisine farz olmadığı için imamlığa yetkili değildir. Kadın da erkeklere imam olamaz. Bunlar ise, imamlığa yetkili oldukları için arkalannda kılman cuma namazı sahih olduğu gibi, cuma namazının cemaatı için gerekli olan sayı da bunlarla tamam olur. Çünkü cuma namazında imam olmaları muteber İken, iktida etmelerinin muteber olması evleviyetle lâzım gelir.
(Eğer mazur olmayan bir kimse, imam daha cuma namazım kaldırmamışken evinde öğle namazını kılarsa, tahrimen mekruh olmakla beraber sahihtir.) İmam Züfer: -Caiz değildir. Çünkü bu kimse İçin asıl farz cumanamazıdır. öğle namazı onun için asıl farz olmayıp farza bedeldir. Asıl farz dururken ise onun bedeline geçilemez» demiştir. Biz diyoruz ki: Mezhepten açık olarak anlaşılan şudur ki: herkese teker teker farz olan, öğle namazıdır. Çünkü herkes teker teker ancak Öğle namazını kılabilir. Cuma namazı ise, kişinin elinde olmayan birtakım şartlan vardır. Kişi de ancak gücünün yettiği kadar ibadetlerle mükellef olur. (Eğer bir kimse, evinde öğle namazını kıldıktan sonra pişmanlık duyarak cuma namazına katılmak için davranırsa, eğer imam daha namazın içinde ise, İmam Ebû Hanife´ye göre bu kimsenin kıldığı öğle namazı, namazgaha gitmek üzere evinden çıkması ile bozulur. Diğer iki İmam ise: -Bu kimse, imam ile birlikte cuma namazına girmedikçe namazı bozulmaz- demişlerdir.) Çünkü namaza gitmenin sevabı kılınmış oîan namazın sevabından az olduğu için, bu kimsenin kılmış olduğu öğle namazı cuma namazına gitmekle değil, ancak kendisi kadar sevaptı olan cuma namazını kalmakla bozulur. Cuma namazı da ancak imam ile birlikte namaza girmekle kılınmış olur. İmam Ebû Hanife: -Cuma namazı daha üstün ve faziletli olduğu için ona gitmek dahi, bilfiil kılınmış olan öğle namazı kadar sevaplıdır. Bu da eğer kişi evinden çıkarken cuma namazı daha kılınmamış ise böyledir. Kılındıktan sonra ise, kişinin ona gidip gitmemesi arasında fark yoktur» demiştir.
(Özürlü olan kimselerin şehirde öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur. Hapiste olanlar için de öyledir.) Çünkü eğer cemaatla kılarlarsa, hem bütün cemaatları içinde toplayan cuma namazına halel gelmiş olur ve hem de eğer özürlü olan bir kimse onlan görürse, cuma namazını kıldıklarını sanarak onlara iktida edebilir. (Bununla beraber eğer kılarlarsa) cemaatin herhangi bir şartı eksik olmadığı için (sahihtir.) Köyde ise, cuma namazı vacip olmadığı için öğle namazını cemaatla kılmak mekruh değildir.
(Cuma günü imam daha namazda iken imama yetişen kimse, yetiştiği miktarı imam ile birlikte kılar.) Geri kalanını da sonradan tamamlar. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-selâm) :
«Namaz kılınmaya başladığı zaman ona koşarak gelmeyin. Ağır ağır ve yürüyerek gelin. Yetiştiğiniz miktarı kılın, kaçırdığınız miktarı kaza edin- ([30]) buyurmuştur. (Eğer kişi İmama, teşehhüt veya sehiv secdesinde İken bile yetişirse, İmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf´a göre cuma namazını tamamlar. İmam Muhammed ise: «İkinci rekâtın çoğunu imam İle birlikte kılamayan kimse Öğle namazını tamamlar» demiştir.! Çünkü bu namaz her ne kadar cuma namazı ise de, cuma namazım cemaatla kılmak şart olduğu ve bu kimse de onu cemaatla kılmak şartını yerine getiremediği için onun hakkında öğle namazıdır. Bunun için bu kimse dört rekât kılmak zorundadır. Ancak cuma namazı olması ihtimaline binaen ikinci rekâttan sonra mutlaka oturmak ve ilk iki rekâtta olduğu gibi, son iki rekâtta da fatiha ile zammi sûreyi okumak gerekir. Zira eğer cuma namazı olursa son iki rekât ona nafile olur.
îmam Ebû Hanife ile İmam Ebû Yûsuf ise: -Teşehhüt veya sehiv secdesinde bile cemaata yetişen kimse, cuma namazına yetişmiş olur. Nitekim bu kimse iktida ederken cuma namazı niyetini getirir. Cuma namazı ise iki, öğîe namazı da dört rekât olduğuna göre biribirinden ayrı namazlardır. Bunun için birinin niyetini getirip diğerini kılmak caiz olamaz demişlerdir. (Cuma namazına gidenler için, imam minbere çıktıktan sonra hutbesini bitirinceye kadar nafile kılmak ve konuşmak mekruhtur.) Ben diyorum ki: Bu, İmam EbûHanife´ye göredir. Diğer iki İmam: «İmam minbere çıktıktan sonra henüz hutbeye başlamamışken ve minberden indikten sonra da henüz namaza başlamamışken konuşmanın bir sakıncası yoktur. Çünkü imam minbere çıktıktan sonra konuşmaktan, hutbe dinlensin diye nehyedilmiştir. Bu iki durumda ise konuşmanın mekruh olması için bir sebep yoktur. Fakat namaz öğle değildir. Çünkü namaz, imam hutbe veya namaza başlayıncaya kadar uzayabilir.» demişlerdir. İmam Ebû Hanife ise, -îmam minbere çıktıktan sonra artık, ne namaz ve ne de konuşma yoktur» ([31]) hadisine dayanmıştır. Çünkü hadiste namaz ile konuşma arasında ayırım yapılmamıştır. Hem de imam hutbe veya namaza başlayıncaya kadar nasıl namaz uzayabiliyorsa, konuşma da bazan tabiatiyle uzar. Bunun için ikisi arasında bu hükümde fark yoktur.
(Müezzinler birinci ezanı okumaya başlayınca, hemen alım satımı bırakıp namazgah yolunu tutmak gerekir.) Zira metni yukarıda geçen âyet-i kerimede «Cuma günü namaz için ezan okunduğu zaman Allah´ı anmaya koşun, alım satımı bırakın» diye buyurulmaktadır. (İmam minbere çıktıktan sonra oturur ve müezzin minberin karşısında durup tekrar ezan okur.) îslâmiyetin başlangıcından bu güne kadar böylece süregelmiştir. Ancak Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellem) zamanında bu ezandan başka bir ezan yoktu. Bunun için alım. satımı bırakıp namazgah yolunu tutmanın vücubunda muteber olan, bu ezandır. Fakat -Allah bilir- en sahihi şudur ki: eğer öğle olduktan sonra okunursa, muteber olan ezan birincisidir.[32]
Bayram Namazı
(Kendisine cuma namazı vacip olan kimseye bayram namazı da vaciptir.) el-Camiussağıyr´de «Bayram, cuma gününe rastladığı zaman birinci namaz sünnet, ikincisi farz olmasına rağmen ikisi de terkedilemez- diye kayıtlıdır. Biz diyoruz ki: Bu ifade bayram namazının sünnet olduğunda nasstır, ki İmam Ebü Hanife´-den bu yolda da bir rivayet vardır. Vacip olmasının delili, Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onu hiç bir bayramda terk etmemiş olmasıdır. Sünnet olduğunun delili de Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine: «Bu söylediklerin dışına bana farz olan başka bir şey var mı » diye soran Arabi´ye «Hayır. Meğer ki kendi isteğinle yapsan» ([33]) diye cevap vermesidir. Bununla beraber en sahihi şudur ki s Bayram namazı vacip olup ona sünnet denmesinin sebebi vücubunun sünnet ile sabit olmasıdır. (Ramazan bayramında namazgaha çıkmazdan önce bir şey yemek, yıkanıp temizlenmek, dişleri misvâklamak, güzel kokular sürmek ve ondan sonra çıkmak rnüstahapür.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ramazan bayramında namazgaha çıkmadan bir şey yer ve her iki bayramda da yıkanır, mübarek ağzını misvaklar ve güzel kokular sürerdi. ([34])Hem de bayram, toplantı günü olduğu için -cuma gününde olduğu gibi- yıkanıp temizlenmek ve güzel kokular sürmek sünnettir. (Bayramda aynca en güzel elbiseyi giymek de müstahapür.) Çünkü Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) tilki postu veyahut yünden mamul bir cübbesi vardı. Bayramlarda da onu giyerdi. ([35])(Ramazan bayramında Fitre) fakirlerin karın tokluğu ve gönül rahatlığı ile namaza gidebilmeleri için (namazdan önce verilir.)
(İmam Ebû Hanife ye göre Ramazan bayramında namazgaha gidilirken yolda tekbir getirilmez. Diğer iki İmam isel Kurban bayramına kıyas ederek (Getirilir, demişlerdir.) İmam Ebü Hani f e : «Senada asıl olan, gizliliktir. Ancak Kurban bayramı tekbir getirme günleri olduğu için, şeriat ancak o gün namazgaha giderken tekbir getirmeyi uygun görmüştür. Ramazan .bayramı ise öyle değildir» demiştir.
(Bayram günü namazdan önce nafile namaza kılınmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namaza karşı hevesli olmasma rağmen hiç kılmamıştır. ([36]) Ancak kimisi: -Kerahet namazgaha mahsustur-, kimisi de: «Mutlaka mekruhtur. Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) evde de kılmamıştır» demiştir.
(Bayram namazı vakti güneş yükselince başlar ve tepeden sağa doğru kayıncaya kadar devam eder.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bayram namazını hep güneş bir iki mızrak boyu kadar yükseldikten sonra kılardı. ([37]) Bir sefer de şahitler öğleden sonra, hilali gördüklerine şahitlik edince bayram namazını ertesi gün aynı vakte bırakmıştır. ([38]) (Bayram namazı iki rekâttır. İmam birinci rekâtta iftitah tek-biresinden sonra üç kez daha tekbir alır ve ondan sonra Fatiha ile zammı sûreyi okur. İkinci rekâtta ise önce Fatiha ile zammi sûreyi okur, ondan sonra yine üç kez tekbir alır ve dördüncü tekbirde rükûa varır.) Abdullah Ibn-i Mesûd (Radıyallâhü anh) bayram namazını bu şekilde tarif etmiş ve biz Hanefiler bayram namazının bu şekilde olduğu görüşündeyiz. Abdullah İbn-i A b b â s (Radıyallâhü anh) ise: -Birinci´rekâtta iftitah tekbirinden sonra beş ve ikinci rekâtta da yine beş kez» bir rivayette -Dört kez tekbir aldıktan sonra Fatiha ile zammi sûre okunur» demiştir. Abdullah îbn-i Abbas´ın torunlan olan halifelerin emriyle bugün halk arasında bununla âmel edilmekte ise de, mezhep birinci görüştür. Çünkü namaz içinde tekbir getirip elleri kaldırmak bayram namazından başka bir yerde yoktur. Bunun için azı tutmak ihtiyata daha uygundur. Sonra, tekbirler dinin şiarı olduğu için her rekâtın kıyammdaki tekbirlerin hepsini bir arada getirmek daha uygundur. Bunun için, birinci rekâtın tekbirlerini iftitah tekbiresinden, ikinci rekâtın tekbirlerini de rükûa varış tekbire-sinden ayırmamak gerekir. Çünkü birinci rekâtın kıyamında her ne kadar -iftitah ve rükûa varış tekbirleri olmak üzere- iki tekbir varsa da, iftitah tekbiresi hem vacib ve hem de daha öncedir. İkinci rekâtın kıyammda ise, rüküa varış tekbiresinden başka tekbir yoktur, îmam-ı Şafiî ise, îbn-i Abbâs (Radıyallâhü anh) ´m tarifini benimsemiştir. Ancak Îmam-Şâfii, îbn-i A b b a s´ m birinci rekâtın kıyamında iftitah ve rüküa varış tek-birleriyle .birlikte yedi olduğunu söylediği tekbirlerin hepsini bayram namazı tekbirlerine hamlettiği için, ona göre her iki rekâtta getirilen tekbirlerin sayısı onbeş veyahut onaltı olmuştur. Rükûa varış tekbirleri dışında (Bayram namazının bütün tekbirlerinde eller kaldırılır.) Zira -yukarıda da geçtiği üzere- Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : .Eller ancak yedi yerde kaldırılır...» diye buyururken bu yedi yerden birinin bayram namazının tekbirleri olduğunu söylemiştir. imam Ebû Yûsuf tan: -Bayram namazı tekbirlerinde eller kaldırılmaz- diye rivayet olunuyorsa da, bu hadis onun görüşüne karşı bir delildir.
(Namazdan sonra imam iki hutbe okur.) Bu hususta rivayetler yaygındır. (Ve bu hutbelerde fitrenin ahkâmını bildirir.) Zira Ramazan bayramının hutbesi fitre ahkâmını bildirmek içindir.
(Bayram namazını kaçıran kimse onu kata edemez.) Çünkü bayram namazı da, cuma namazı gibi cemaatle ve yöneticinin izniyle kılınması şarttır.
(Eğer akşam hava kapalı olduğu için hilâl görünmez ve ancak ertesi gün öğleden sonra görüldüğüne şahitlik edilirse, bayram namazı ertesi güne ertelenir.) Zira bu erteleme mazeretten dolayıdır ve aynı zamanda hakkında hadis de vardır.
(Eğer ikinci günde de kılınmasını engelliyen bir durum ortaya çıkarsa artık kılınamaz.) Çünkü cuma namazında olduğu gibi bayram namazında da asıl, kaza edilmemesidir. Fakat bayram namazının ertelenmesi hakkında hadis bulunduğu için, onu biz ancak bir gün erteleyebiliriz. Çünkü hadis, bayram namazının mazeret halinde bir gün ertelendiğine kaildir. (Kurban bayramında da) Yukarıda söylediğimiz gibi (Yıkanmak ve güzel kokular sürmek müstahaptır. Ancak Kurban bayramında namazdan dönülünceye kadar bir şey yiyilmez.) Zira rivayet olunmaktadır ki: Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kurban bayramında namazdan önce bir şey yemez ve ancak namazdan döndükten sonra kurban kesip, kestiği kurbanın etinden yerdi. ([39]) (Kurban bayramında namaza gidilirken yolda tekbir getirilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Kurban bayramı namazına çıkarken tekbir getirirdi. ([40]) (Kurban bayramının namazı da Ramazan bayramının namazı gibi üti rekât olup namazdan sonra iki hutbe okunur.) Zira gelen na-Kıllar hep bu yoldadır. (Ve bu hutbelerde kurbanın ve bayram günlerinde getirilmesi gereken tekbirlerin ahkâmı bildirilir.) Çünkü o günlere mahsus olan ibadetler kurban ile tekbirlerdir. Hutbede de günün gereği ne ise, o söylenir. (Eğer kurban bayramının birinci günü namaz kılmaya mani bir hal ortaya çıkarsa üçüncü güne kadar ertelenebilir. Üçüncü günden sonra kılınamaz.) Zira namaz da kurbanın kesilebüdiği günlere mahsus bir ibadettir. Bunun için ancak o günlerde kıhnabilir. Bununla beraber eğer bir mazeret olmaksızın ikinci veya üçüncü güne bırakılırsa -nakle aykın olduğu için- iyi bir şey yapılmış olmaz.
Hac´da olanlara benzemek için, arefe günü halkın bir yerde toplanması geleneği, muteber bir şey değildir. Zira Arafat´da vukuf, özel bir yere has olan özel bir ibadettir. Haccın diğer menasiki gibi o yerin dışında ibadet olamaz.[41]
Kurban Bayramı Günlerinde Getirilmesi Gereken Tekbirler
(Arefe günü sabah namazından itibaren) İmam Ebû Hani f e ´ ye göre (Bayramın ilk gününün) diğer iki imama göre dördüncü gününün (ikindisine kadar, cemaatle kılınan her farz namazdan sonra tekbir getirilir.) Bu mesele Ashap arasında da ihtilaflıdır, iki imam, tekbir getirmenin bir ibadet olup, ibadetlerde ise çoğu tutmanın ihtiyata daha uygun olduğu mülâhazasına dayanarak H z. Ali´ nin, İmam Ebû Hanife de, sesli olarak tekbir getirmenin bid´at olduğu düşüncesine dayanarak Abdullah ıbn-i Mesud´un görüşünü tutmuşlardır. Tekbir getirilirken, bir defa ALLAHU EKBER ALLAHU EKBER, LA İLAHE İLLELLAHÜ VELLAHÜ EKBER, ALLAHU EKBER VE-LİLLAHİLHAMD denilir. Zira Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu şekilde nakledilmiştir. ([42])
(Tekbir, İmam Ebû Hanife´ye göre şehirlerde ve yolculukta olmayan erkekler tarafından cemaatle kılınan her farz namazdan sonra getirilir. Aralarında erkek bulunmayan kadınlarla, yolculukta olmayan bir kimsenin aralarında bulunmadığı yolcuların cemaatla kıldıkları namazdan sonra tekbir yoktur. Diğer iki imam ise: -Her farz namazdan sonra tekbîr getirilir- demişlerdir.) Yani kılman, namaz farz olduktan sonra -ister cemaatle, ister tek basma, ister erkek, ister kadın, ister yolculukta olan, ister olmayan kimse tarafından kılınsın- tekbir getirilir. Çünkü tekbir farz olan namazın tabiidir. İmam Ebû Hanife yukanda metni geçen; -Cuma namazı, Kurban bayramı günlerinde getirilen tekbirler, Ramazan ve Kurban bayramı namazları, kalabahkh şehirlere mahsustur- hadisine dayanmıştır. Hem de sesli tekbir getirmek sünnete aykırıdır. Bunun için ancak yolculukta olmayan erkekler tarafından kılınan farz namazdan sonra getirilebilir. Çünkü Şeriat ancak onlar hakkında varid olmuştur. Fakat kadınlar eğer erkeklerle ve yolculukta olan kimseler ve yolculukta olmayan kimselerle birlikte namaz kılarlarsa, o zaman kadın ve yolculukta olanlara da tebean vacip olur. îmam Ebû Yûsuf demiştir ki i Bir arefe günü akşam namazım kıldırırken selâm verdikten sonra tekbir getirmeyi unuttum, imam Ebû Hanife de arkamdaydı. Kendisi tekbir getirdi. imam Ebû Yûsuf´un bu sözünden anlaşılmaktadır ki: imam tekbir getirmese de arkasındakiler getirebilirler. Çünkü imama uymak namazın içinde gereklidir. Bunda müstahaptır.[43]
Güneş İle Ay Tutulmaları Namazı
(Güneş tutulduğu zaman imam halka, nafile namazı şeklinde ezansız ve kametsiz olarak ve her rekâtında bir rükû yaparak iki rekât namaz kıldırır.) îmam-ı Şafii, Hz. Aişe´ den gelen rivayete ([44]) dayanarak: «Her rekâtında iik kez rüküa varır» demiştir. Biz ise, Abdullah Ibn-i Öme r´den gelen rivayete dayanıyoruz. ([45]) Zira erkekler imama daha yakın olduklan için durumu daha iyi bilirler. Bunun için Abdullah tb n-i Ömer´in rivayeti daha racihtir.
(İmam bu namazın rekâtlarında okuyuşları uzatır ve İmam Ebû Hanife´ye göre gizli okur. Diğer iki İmam ise i «Sesli okur» demişlerdir.) îmam Muhammed´ den, imam Ebû Hani-f e´ nin dediği gibi söylediği de rivayet olunmuştur. Bu namazın rekâtlarını uzatmak, daha efdaldir. Yoksa, kişi isterse hafif rekâtlarla da kılabilir. Çünkü sünnet olan, Güneş tamamen açılıncaya kadar geçen zamanın hepsini namaz ve dualarla geçirmektir. Bunun için eğer bir rekâtında az okursa, diğerini uzatabilir. Gizli veya sesli okumaya gelince: îmam Ebû Hanife, Abdullah Ibn-i Abbas ile Semûre (Radıyallâhü anhümâ)´nın ([46]) diğer iki imam da H z . Aişe (Radıyallâhü anhâ)´m([47]) rivayetine dayanmışlardır, îmam Ebû Hanife´nin, Abdullah Ibn-i Abbâs ile Semûre´ nin rivayetini niçin tercih ettiği, yukanda geçti. Kaldı ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) : «Gündüz namazı dilsizdir- huyurmuştur. ([48]) (Namaz bittikten sonra, imam Güneş açılıncaya kadar duâ eder.) Cemaat da âmin der. Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtû ve´s-selâm);
«Bu korkunç hallerden birini gördüğünüz zaman, Allah´a duâ ile yönelin» ([49]) buyurmuştur. Duada da sünnet, namazdan sonra edilmesidir. (Bu namazı da cuma namazım kıldırmakla görevli olan imam, kıldırır. Şayet kendisi bulunmazsa) anlaşmazlığa düşmemeleri için (herkes kendi kendine ve tek basma kılar.)
(Ay tutulması namazı ise cemaatle kılınmaz.) Çünkü vakit gece olduğu için hem halkın toplanması mümkün değildir, hem de fitneden korkulur. Herkesin kendi kendine kılmasına gelince . Çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü veVselâm); ´Bu korkunç hallerden birini gördüğünüz zaman namaza sığının» ([50]) buyurmuştur. (Güneş tutulması namazından sonra hutbe okunmaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe verdiği, nakil olunmamıştır.[51]
Yağmur Duası Namazı
İmam Ebû Hanife i -Yağmur duasında cemaatle kılınması sünnet olan bir namaz yoktur. Fakat kişi isterse kendi kendine kılabilir. Çünkü yağmur duası sadece dua ve bağışlanma dileğidir» demiştir.) Zira Cenâb-ı Hak, Nuh (Aleyhisselâm) ´dan; Dedim ki Rabbınızdan bağışlanmanızı dileyin. Zira Rabbiniz çok bağışlayıcıdır. Ki size gökten bol bol yağmur yağdırsın» ([52]) diye hikâye buyurmaktadır. Yağmur duasını yapan Peygamber Efendimizden (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) de, namaz kıldığı rivayet olunmamıştır. {[53]) Diğer iki imam ise Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yağmur duasında, bayram namazı giib ezansız, kametsiz ve sesli okumak suretiyle iki rekât namaz kıldığına dair I bn - i A b -bas´ dan gelen rivâyete([54]) dayanarak: -İmam halka iki rekât namaz kıldırır, demişlerdir.) Biz ise : «Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir kere kılmış, bir kere kılmamıştır. Bunun için sünnet değildir- diyoruz. Kitabın aslında bu görüşün yalnız imam Muhammed´in olup, t m a m Ebû Yûsuf´un îmam Ebû Hanife´ nin görüşünde olduğu, zikredilmektedir. (Şayet cemaatle kıhnırsa) bayram namazına kıyasen (İmam sesli okur ve namazdan sonra hutbe de okur.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) hutbe okumuştur. ([55]) Ancak bu hutbenin cuma hutbesi gibi iki tane mi yoksa bir mi olduğunda ihtilâf etmişlerdir, imam Muhammed´e göre iki, imam Ebû Yûsuf´a göre bir tanedir. (İmam Ebû Hanife´ye göre ise, hutbe yoktur.) Çünkü hutbe cemaata tabidir. Bu namaz ise -yukarıda da geçtiği üzere- İmam Ebû H a n i f e ´ ye göre cemaatla kılınmaz.
(İmam dua ederken yüzünü kıbleye verir ve) imam Muhammed´e göre (sırtındaki üste giyilen elbisesini ters çevirerek dua eder.) Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) yüzünü kıbleye vererek ve ridasını ters çevirerek dua ettiği rivayet olunmaktadtr. ([56]) imam Ebû Hanife ise: -imam dua ederken elbisesini ters çevirmez. Çünkü hiç bir duada elbiseyi çevirmek diye bir şey yoktur. Peygamber Efendimiz (Sallallanü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmış ise, şeklin değişmesile havanın değişmesini tefeüül etmiş veyahut bunu vahi yolu ile bilmiş, ki bizim için mümkün değildir» demiştir. Cemaat ise elbisesini ters çevirmez.) Çünkü buna dair hiçbir nakil yoktur.
(Gayrimüslimler yağmur duasma katılmazlar.) Zira yağmur duası Allah´dan rahmet dilemektir, inana olmayanlar için ise, Allah´-dan rahmet yerine lanet inmektedir.[57]
Korkulu Zamanlarda Namaz
(Savaşlarda düşmanın baskın yapması tehlikesi bulunduğu zaman, imam beraberindeki askerleri ikiye bölerek bir bölüğünü düşmanın karşısına diker. Diğer bölüğünü de arkasına alarak onlarla birlikte namazın birinci rekâtını kılar ve başım ikinci secdeden kaldırdıktan sonra arkasındaki bölük gidip diğer bölüğün yerini alır. Bu sefer diğer bölük gelip İmamın arkasında yer alırlar. İmam onlarla da ikinci rekâtı kıldıktan sonra teşehhüd okur ve selâm verir. Onlar ise selâm vermeden gidip birinci bölüğün yerine geçerler ve birinci bölük gelip kalan ikinci rekâtı herkes tek başına ve) layık oldukları için (okuyuşsuz olarak tamamlarlar. Ondan sonra bunlar gidip düşmanın karşısına geçerler ve diğer bölük gelip kalan İkinci rekâtlarını yine herkes tekbaşına ve fakat bunlar) mesbuk oldukları için (okuyarak tamamlarlar.) Zira Abdullah İbn-i M e-s u d (Radıyallâhü anh) ´dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) böyle yapmıştır. ([58]) İmam Ebû Yûsuf Iher ne kadar: -Bizim zamanımızda böyle bir namaz caiz olamaz- demiş ise de, Abdullah İbn-i M e s u d´ -un bu rivayeti onun görüşüne karşıdır.
(Eğer imam yolculukta olmayıp aynı yerin sakinlerinden olursa, o zaman herbir bölük ile birlikte iki rekât kılar.) Zira rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bir öğle namazını ashabına bu şekilde kıldırmıştır. ([59]) (İmam akşam namazını, birinci bölük ile iki, ikinci bölük ile de bir rekât talar.) Çünkü akşam namazı üç rekât olduğu için herbir bölüğe birbuçuk rekât düşer. Bir rekâtı ise ikiye bölmek mümkün olmadığına göre, rekâtın hepsini birinci sırada olanlarla birlikte kılmak daha evlâdır. (Namaz kılarken savaşmak caiz değildir. Şayet yaparlarsa namazları sahih olamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Hendek günü kılmaya fırsat bulamadığı için dört farz namazını kazaya bırakmıştır. ([60]) Eğer savaşırken namaz kılmak caiz olsaydı Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) namazlarını kazaya bırakmazdı. (Şayet korku ve telâş çok daha şiddetli olursa, o zaman herkes tek basma ve atların sırtında işaretler yapmak suretiyle ve -eğer kıbleye yönelmek mümkün olmazsa- istedikleri yöne yönelik olarak kılarlar.) Zira Cenâb-ı Hakk;«Eğer korku içinde olursanız yaya yahut binekte iken kılın* ([61]) buyuimuştur. İmam Muhammed´ den «Bu durumda da cemaatle kılarlar> diye söylediği rivayet olunuyorsa da, hepsi aynı yerde olmadıkları için bu görüş doğru değildir.[62]
Cenazelerin Kaldırılması
(Hasta olan kişi can çekişir duruma düştüğü zaman) ölüme yaklaşmış olduğu için Isağ yanı üzerine dönderilip yüzü kıbleye verilir.) Nasıl ki ölü de kabre bu şekilde konur. Ülkemizde sırtüstü yatan kimse daha rahatlıkla nefes alıp verir diye hastalan can çekişirken sırtüstü yatınyorlarsa da, sünnet olan yukarıda geçen şekilde onu sağ yanı üzerine dönderip yüzü kıbleye vermektir.(Can çekişmekte olan hastaya şehadet kelimesi hatırlatılır.) Zira Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-saJâtü ve´s-selâm); «ölülerinize (yani ölmek üzere bulunan hastalarınıza) şehadet kelimesini hatırlatınız- ([63]) buyurmuştur. (Hasta öldükten sonra) ağzı ve gözleri açık kalmasm diye (çenesi bağlanır ve gözleri kapatılır.) Zira bu şekilde devam edegelmiştir. Ay-nca böyle yapmada ölüye güzel bir şekil sağlanmış olur. Bundan dolayı böyle yapmak istihsan edilmiştir.[64]
Ölünün Yıkanması
(Ölüyü yıkamak istedikleri zaman) üstüne dökülen suların altında birikmemesi için (onu bir kerevet üzerine koyarlar ve) avret yerlerinin görünmemesi için üstüne bir bez parçası atıldıktan sonra (elbisesini çıkarırlar.) Sahih olan kavle göre yalnız galiz avretinin örtünmesi kâfidir, ki kolaylıkla yıkanabilsin. (Ondan sonra abdesti-ni alırlar.) Çünkü gusülden önce abdest almak sünnettir. (Fakat) suyu tekrar çıkarmak mümkün olmadığı için (ağzına ve burnuna su verilmez. Ölünün, üzerinde yıkandığı kerevet -buhurdanı etrafında üç, beş veyahut yedi defa gezdirmek suretiyle- buhurlandı-nlır.) Çünkü buhurlandırma ile hem ölüye saygı gösterilmiş ve hem de eğer varsa kerih kokular giderilmiş olur. Üç, beş veyahut yedi kere yapmak([65]), çünkü Peygamber Efendimiz (Aleyhi´s-salâtü ve´s-se (Ölünün suyu hatmi veyahut çöğen katılarak ısıtılır.) Zira sıcak su ile daha fazla temizlenme olur. (Şayet hatmi veyahut çöğeni bulunmazsa) gaye yerine geldiği için (duru su da kâfidir.) (Ölünün baş ile sakalı hatmi ile yıkandıktan sonra sol yanı üzerine dönderi-lip sağ yanı yine hatmi ile ve ondan sonra sağ tarafı üzerine dönerilip sol tarafı yıkanır.) Zira sağ taraftan başlamak sünnettir. (Bundan sonra yıkayıcı ölüyü oturtup sırtını kendine dayar ve eğer karnında bir şey varsa sonradan çıkıp kefenini kirletmesin diye karnına eliyle hafif basar. Şayet bir şey çıkarsa yalnız çıktığı yeri yıkar. Ölüyü bir daha yıkamak veyahut abdestini almak gerekmez.) Çünkü ölüyü yıkamanın vacib olduğunu nassdan öğreniyoruz. Nass ise bir defa vacib olduğunu söylemektedir. (Yıkama işi bittikten sonra onu bir bezle kurutup kefeni içine bırakırlar, başı ile sakalı üstüne güzel kokulan dökerler, alın, burun, ellerin içi, diz ve ayaklar gibi üzerlerinde secde edilen uzuvlarına kafur serperler.) Çünkü güzel kokular sürmek sünnet olmakla beraber bu uzuvlar, üzerlerinde secde edildiği için ayrı bir payeye sahiptirler. (ölünün saçı sakalı taranmaz, tırnaklan ve saçı kesilmez.) Zira H z. A i ş e (Radıyallâhü anhâ) «ölülerinizin perçemini ne diye alıyorsunuz - diyerek buna itiraz etmiştir. Kaldı ki bu gibi şeyler, temiz ve güzel görünmek için yapıldığından, ölü buna muhtaç değildir. Sağ olan kimse ise, altında kir toplanmasın diye tırnaklarını keser. Nasıl ki sünnet olmak da bunun içindir.[66]
Ölüyü Kefenlemek
(Erkek ölü için sünnet olan kefen -roba, gömlek ve boydan boya bir sargı olmak üzere- üç parçadır.) Zira rivayet olunmaktadır ki Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Yemen mamülatı üç beyaz bez parçası içinde kefenlenmiştir. ([67]) Hem de kişi sağlığında çoğunlukla üç parça elbise giydiği için, öldükten sonra da bundan fazla veya eksik olmaması daha uygundur. (Şayet yalnız roba ve sargı ile yetinseler yine caizdir.) Çünkü H z . Ebû Bekir (Radıyallâhü anh) vefat ederken; -Benim bu iki parça elbisemi yıkayın ve onlarla beni kefenleyin» diye vasiyet etmiştir. Hem de sağ olanların parça sayısı en az olan elbise takımı iki parçadır. Roba tepeden ayaklara kadar uzanır. Sargı da öyledir, gömlek ise, boynun altından ayaklara kadardır. (Ölü kefenlenirken kefen önce sol, sonra sağ yandan ölüye sa-nhr.) Kefenin yere serilmesi sırasına gelince: önce sargı yere serilir, ondan sonra roba sargının üzerine ve gömlek de robanın üzerine serildikten sonra ölü, gömleğin üzerine konulur. Ondan sonra parçalar birer birer önce soldan, sonra sağdan ölüye sarılır. (Şayet kefenin açılmasından korkulursa kefenler bir ince sargı ile bağlanır.)
(Kadın da -önlük, roba, başörtüsü, boydan boya sargı ve göğüsleri üzerinde bağlanacak bir ince bez parçası olmak üzere- beş parça içinde kefenlenir.) Zira Ümmü Atiye (Radıyallâhü anhâ) ´dan gelen rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kerimesini yıkayan kadınlara beş parça vermiştir. ([68]) Hem de kadın, sağbğında beş parçalık bir elbise takımı içinde dışarı çıkar. Bunun için ölümünden sonra da kefeni öyle olmalıdır. Bu da, kadının sünnet olan kefen miktarıdır. (Şayet) boydan boya İki parça ile bir roba olmak üzere (üç parça içinde de kefenlenirse câ-izdtr. Kadın İçin üç parçadan daha az ve erkek için de bir parça ile yetinmek mekruhtur.) Zira Mus´ab b. Umeyr (Radıyallâhü anh) şehit düştüğü zaman -zarurete binaen- ona yalnız bir kefen sarmışlardır. ([69])
(Kadın Ölüye önce önlük giydirilir. Ondan sonra saçı iki örgü yapılarak ve göğsü üzerine sarkıtılarak Önlüğün altına sokulur. Ondan sonra ona baş örtüsü giydirilir. Ondan sonra roba ve daha sonra boydan boya olan parça ona sarılır. )
(Kefen henüz ölü İçine konulmamışken buhurlandınhr.) Zira Peygamber Efendimiz {Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kerimesinin kefenlerini buhurlandırmayı emretmişti. ([70]) Bütün bu.işler bittikten sonra artık sıra farzların en önemlisi olan ölünün namazına gelir.[71]
Cenaze Namazı
(Ölünün namazı herkesten önce, eğer hazır bulunuyorsa ülke yöneticisinin hakkıdır.) Çünkü kendisi hazırken başkasının kıldırması onu küçük düşürür. (Şayet yönetici hazır bulunmazsa) hüküm sahibi olduğu için (hakim kıldırır. Eğer hakim de hazır bulunmazsa mab-alle veya köy imamı kim ise o kıldırır.) Çünkü ölü, sağlığında bu Kimseyi imam kabul etmiştir. (Eğer imam da yok veyahut orada bulunmazsa, o zaman ölünün velisi ölünün namazını kıldırır.) ölünün velileri de, evlenme bahsinde açıklanan velilerin sırasına göredir. (Eğer ölünün namazı ,bu söylenen kimseler dışında birisi tarafından kıldınhrsa) yukarıda söylediğimiz üzere namaz önce velinin hakkı olduğu için (veli) isterse (bir daha kılabilir. Fakat eğer veli kılarsa, veliden sonra herhangi bir kimse için kılmak caiz değildir-) Zira farz, velinin kılması ile eda edilmiştir. Cenaze namazını sünnet olarak kılmak da meşru değildir. Bunun içindir ki yüce Peygamberimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) mübarek cesedi, kabrinde bu gün dahi sağlam durduğu halde herhangi bir kimsenin mü-bareK kabri üzerinde namaz kıldığını göremiyoruz.
(Namazı kılınmadan gömülen ölünün kabri üzerinde kılınır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ensar´dan bir kadının kabri üzerinde namaz kildırmıştır. ([72]) (Kabir üzerinde namaz kılmak da ancak, cesedin henüz bozulmadığı tahmin edildiği sürece caizdir.) Bu durum da, zaman ve yere göre değişir.
(Cenaze namazı dört tekbirden ibaret olup birinci tekbirden sonra kişi Allah´a hamdeder, ikinci tekbirden sonra Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salavat getirir, üçüncü tekbirden sonra kendine, ölüye ve bütün müslümanlara dua eder, dördüncü tekbirden sonra da selam verir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) en son kıldığı cenaze namazında dört kez tekbir" getirdiği için, daha önce fazla tekbirlerle kıldığı namazların hükmü mensuhtur. ([73]) (Şayet imam beş tekbir getirirse, arkasındaki kimse ona uya-maz.) Zira her ne kadar Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve SeHem) dörtten fazla tekbirlerle de kılmış ise de, yukarıda söylediğimiz üzere dörtten fazlası son kıldığı namaz ile mensuhtur. Ancak bu imamın arkasında olan kimse, imamın selâmım bekler mi, beklemez mi diye imam Ebû Hanife´ den iki rivayet gelmiştir. Muhtar olan rivayete göre bekler. îmam Züfer ise, neshin sabit olmadığını ileri sürerek : -îmama uymak zorundadır» demiştir.
Üçüncü tekbirden sonra ölüye dua edilirken ona Cenâb-ı Allah´-dan rahmet ve mağfiret dilenir. Allah´a hamdetmekle Peygamber Efendimize (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) salavat getirmek ise sünnettir. Eğer ölü çocuk olursa ona mağfiretle dua edilmez. Ona «AL-LAHUMMEC´ALHU LENA FERATAN ALLAHUMMEC´ALHU LENA ZÜHREN VE ECREN VEC´ALHU LEN ŞAFİAN MÜŞEFFEAN - Allah´ım, onu bize öncü kıl. Allah´ım onu bize azık kıl ve ölümü ile ecir ihsan eyle onu bize. Şefaati kabul olunan şefaatçi yap- diye duâ edilir.
(Namazın başında bulunmayıp da imam bir veya iki tekbir getirdikten sonra namaza yetişen kimse, imam bir daha tekbir almadıkça tekbir alıp namaza katılamaz.) îmam Ebû Yûsuf ise: «Gelir gelmez tekbir alır. Çünkü cenaze namazınm birinci tekbiri iftitah tekbiresidir. Bu kimse de mesbuk, yani sonradan gelen kimse olduğu için, diğer namazlarda nasıl gelir gelmez iftitah tek-biresini alıp cemaata katılıyorsa, bu namazda da öyledir- demiştir.
İmam Ebû Hanife ile îmam Muhammed de: «Cenaze namazının tekbirleri diğer namazların rekâtları yerine kaimdirler. Diğer namazlarda bir veya iki rekât kılındıktan sonra gelen kimse, kaçırdığı rekâtları imam selâm vermeden nasıl kılamıyor-sa, bunda da kaçırdığı tekbirleri imam selâm vermeden alamaz» demişlerdir. Fakat namazın başında imam ile beraber olduğu halde imam ile birlikte tekbir almayan kimse, her üç imamın ittifakı ile imamın ikinci tekbiri almasını beklemez. Çünkü bu kimse, sair namazlarda namazın başında imam ile beraber bulunan kimse gibidir.
(Cenaze namazı kılınırken, ölünün erkek veya kadın olduğuna bakılmaksızın göğsü hizasında durulur.) Çünkü göğüs kalp yeridir. Kalpte de iman nuru yerleşmektedir. Bunun için ölünün göğsü karşısında durmak, imanı için dua etmenin işaretidir. îmam E b ü Hanife´ den ise: «Erkek Ölünün başı, kadın cesedinin de ortası karşısında durulur. Zira Enes b. Malik (Radıyallâhü anhümâ) öyle yapmış ve: «Sünnet böyledir- demiştir» diye söylediği rivayet ([74]) olunmaktadır. Biz diyoruz ki: E n e s (Radıyallâhü anh)´m. namazını kıldırdığı kadın tabut içinde olmadığı için onu arkasındaki cemaattan örtmek için cesedinin ortasında durmuştur.(Cenaze namazını hayvan sırtında kılmak, kıyasa göre caizdir.)
Çünkü cenaze namazı namazdan çok, duadır. Bununla beraber namazlık vasfı göz önünde bulundurularak caiz olmadığı istihsan edilmiştir.(Ölü velisinin, ölüsünün namazını kıldırmak için başkasına izin vermesinde sakmca yoktur.) Çünkü ölünün namazında öne geçmek ölü velisinin hakkıdır. Kendisi bu hakkını, başkasını öne sürmek suretiyle iptal edebilir.
(Cami veya mescit içinde cenaze namazı kıldınlamaz.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem);
«Kim ki bir ölü üzerinde herhangi bir cami içinde namaz kılarsa, o kimse için ecir yoktur» ([75]) buyurmuştur. Kaldı ki cami ve mescitler farz namazlan kılmak için inşa edilen birer binadırlar. Eğer onlarda cenaze namazı kılınirsa hem inşa gayelerine aykırı bir harekette bulunulmuş, hem de ölüden heran için çıkması muhtemel olan necasetle caminin kirletilmesine yol açılmış olur. ölü cami dışında olup da, namazının cami içinde kılınması halinde ise, bizim Maveraünnehir uleması ihtilaf etmişlerdir. (Doğarken canlılık belirtilerini taşıyan çocuğa ad koyulur ve yıkanıp namazı kılınır.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem); «Çocuk doğarken eğer kendisinden ses çıkarsa hem namazı kılınır, hem vâris olur» ([76]) buyurmuştur. Çünkü kendisinden ses çıkması sağ olarak doğduğunu gösterir. Bunun için hakkında sağ olanların ahkâmı uygulanır. (Eğer doğarken kendisinde hiç bir canlılık belirtisi görülmezse) yukanda geçen hadise binaen (namazı kılınmaz. Fakat) insanlığına hurmeten (bir bez parçasına sarılarak gömülür.) Zahir olmamakla beraber muhtar olan rivayete göre aynı sebebe binaen yıkanır da. (Eğer bir çocuk savaşta anne ve babası ile birlikte esir alındıktan sonra ölürse namazı kılınmaz.) Zira çocuk anne ve babasının hükmüne tabidir. (Ancak) eğer fank ve mümeyyiz iken müslüman-kğı kabul ettiğini söylemiş ise, o zaman namazı kılınır. Çünkü fank ve mümeyyiz olan çocuğun ikrarı istihsanen makbuldür. (Yahut anne ve babasmdan birisi müslüman olursa namazı yine kılınır.) (Eğer bir gayrimüslim Ölür ve müslüman olan bir velisi bulunursa, müslüman olan velisi onu yıkar, kefenler ve gömer.) H z. Ali´ nin babası Ebû T a 1 i b vefat ettiği zaman, Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) H z. A 1 i´ ye onu yıkamasını ve kefenleyip gömmesini emretmişti. ([77]) Ancak gayrimüslim yıkanırken, müslümanlar gibi özen ve itina ile yıkanmaz ve sıradan bir bez parçasına sarılıp çukura atılır.[78]
Ölünün (Cenazenin) Omuzlarda Taşınması
(Ölü mezara götürülürken üzerine konduğu sal tahtasının ön ve arka taraftaki ayaklarından her birini bir kişi omuzunun üstüne koyarak mezara götürülür.) Çünkü sünnet bu şekilde varit olmuştur ([79]) ve hem de eğer dört kişi tarafından taşınılırsa cenazenin beraberindeki kimselerin sayısı daha fazla olur. îmam-ı Şafii (Allah rahmet eylesin) : -Sünnet, iki kişi tarafından taşmılmasıdır. Biri tahtanın ön ayaklarını arkadan, biri de, arka ayaklarını ön taraftan omuzlarına alır. Çünkü S a a d îbn-i Muaz (Radıyallâhü anh)´ın cenazesi o şekilde taşınmıştı» ([80]) demiştir. Biz diyoruz ki: Saad İbn-i Muaz´ın cenazesinde bir çok melekler bulunduğu için Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) onun cenazesinde böyle emretmişti. Yoksa esas sünnet bizim dediğimiz şekildir. (ölü mezara götürülürken az hızlı ve kısa adımlarla gidilir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), kendisine sorulduğunda bu şekilde gitmeyi emir buyurmuştur. ([81]) (Cenazenin beraberindeki cemaat mezara vardıkları zaman, cenaze henüz omuzlardan indirilmemişken oturmak mekruhtur.) Çünkü cenazeyi yere indirmek için bazan başkalarının yardımına ihtiyaç duyulur. Ayakta olan kimseler ise daha çabuk yetişebilirler. Eğer cenazeyi mezara götürenler onu sıra ile taşıyorlarsa, sağdan başlamak sünnet olduğu için kişi önce tahtanın Ön taraftaki sol ayağını sağ omuzuna, ikinci kezde tahtanın arka taraftaki sol ayağını sağ omuzuna, üçüncü kezde tahtanın ön taraftaki sağ ayağını sol omuzuna, dördüncü kezde de arka taraftaki sağ ayağını sol omuzuna alır.[82]
Ölünün (Cenazenin) Toprağa Verilmesi
(Ölüyü gömmek için ona kabrin kıble tarafında Iâhit açılır ve ölü, kıble tarafından kabre indirilir.) Zira Peygamber Efendimiz CSal-lallahü Aleyhi ve Sellem; «Lahit bizimdir. Düz yarık da başkalarınındır» ([83]) buyurmuştur. (Ölü kıble tarafından kabre indirilir.) Imam-ı Şafiî: -ölü, kabrin ayağı tarafından kabrin içine başaşağı çekilir. Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) bu şekilde kabre indirilmiştir- ([84]) demiştir. Biz diyoruz ki: Kıble tarafından özel bir üstünlüğü bulunduğu için ölüyü kıble tarafından kabre indirmek müstahaptır. Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) ne şekilde kabre indirildiği hakkındaki rivayetler de değişiktir.
(Ölü kabre indirilirken onu lahde koyan kimse BİSMİLLAHİ VE ALA MİLLETİRESULİLLAHİ der.) Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Ebû Dücane´yİ kabre indirirken böyle söylemişti. ([85]) Kabirde ölünün yüzü kıbleye verilir.) Peygamber Efendimiz (Sal-lallahü Aleyhi ve Sellemî öyle emretmiştir. ([86]) ve kefenin bağı çözülür.) Zira kabirde kefenin açılma korkusu yoktur. (Sonra lâbit kerpiçlerle kapatılır.) Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) lâhdi kerpiçlerle kapatılmıştı. ([87]) (Kadın kabre konurken lahit kerpiçlerle kapatüıncaya kadar kabrin üzerinde bir örtü gerilir. Erkeğin kabri üzerinde ise örtü gerilmez.)
(Kabirde tuğla ve ağaç kullanmak mekruhtur.) Zira yapılarda tuğla ve ağaç sağlam ve daha uzun ömürlü olduğu için kullanılır. Kabir ise çürüme yeridir. Kaldı ki, tuğla ateşte piştiği için kabirde kullanılması tefeülen mekruhtur. (Kamış kullanmakta ise sakınca yoktur.) el-Camiüssağir´de «Kabirde kerpiç ve kamış kullanmak müstahaptır. Zira Peygamber Efendimizin (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabri üzerine bir demet kamış koyulmuştu- ([88]) diye kayıtlıdır. (Lahit kapatıldıktan sonra kerpiçlerin üstüne, kabrin çukuru doluncaya kadar toprak kürenir ve kabir balık sırtı şeklinde, yerden yükseltilir. Kabrin dört köşeli ve üstünün düz olması iyi değildir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) kabirleri seki gibi dört köşeli ve düz yapmaktan nehyetmiştir. ([89]) Ayrıca, onun mübarek kabrini kim görüyorsa balık sırtı şeklinde olduğunu söyler.[90]
Şehidin Hükmü
(Şehit; savaşta müşrikler tarafından öldürülen, ya da vücudunda bir iz bulunduğu halde savaş meydanında ölü olarak bulunan veyahut müslümanlar tarafından zûlmen öldürülen ve öldürülmesiyle diyet lâzım gelmiyen kimselerdir. Bunların hepsi) U h u d şehitleri hükmünde oldukları için (kefenlenip namazları kılınır ve fakat yıkanmazlar.) Çünkü Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) Uhud şehitleri hakkında;
«Onlan yaralan ile ve kanları ile birlikte kaldırın, onları yıkamayın» ([91]) buyurmuştur. Buna göre, cünüp veyahut aybaşı ya da loğusalık halinde değilken, zulmen ve kesici bir âletle öldürülüp de öldürülmesiyle diyet lâzım gelmiyen kimse de Uhud şehitleri gibi olup aynı hükme tabidir. Yukarıda metinde geçen -iz»den maksat yaradır. Çünkü ölen kimsede yara bulunması öldürülmüş olduğuna delâlet eder. Göz ve benzeri gibi kanaması normal olmayan bir uzvun kanaması da yara hükmündedir. imam-ı Şafii: «Kılıç şehidin günahlarını silip süpürdü-ğü için ona mağfiretle dua etmeye hacet yoktur. Ölünün namazı ise ona mağfiretle dua etmektir» diyerek şehidin namazında bizim görüşümüze katılmamıştır. Ancak ona göre namazı kılınmayan şehit, yalnız savaşta öldürülen kimsedir. Diğerleri de rütbeten şehit iseler de namazları kılınır. Biz diyoruz ki: ölü üzerinde namaz kılmak yalnız ona dua etmek değil, aynı zamanda ona karşı gösterilen bir ta´-zim vazifesidir de. Buna ise, şehit diğer Ölülerden daha lâyıktır. Kaldı ki, günahsız insanlar da duaya muhtaçtırlar. Nitekim Peygamberler ve çocuklar günahsız oldukları halde namazları kılınır.
(Savaşta, ya da asiler veyahut soyguncular tarafından öldürülen kimse -ne ile öldürülmüş olursa olsun-yıkanmaz.) Zira Uhud şehitlerinin hepsi kılıç ile öldürülmüş değillerdi. (Cünüpken şehit düşen kimse, İmam Ebû Hanife´ye göre yıkanır.) Diğer iki İmam: «Yıkanmaz. Çünkü cünüplükten yıkanmanın farzîyeti namaz kılabilmek içindir, ölmüş olan kimseden ise namazın vücubu sakıt olur- demişlerdir. İmam Ebû Hanife de: «Cünüplük hükmi bir necasettir. Şehitlik ise, ölüm ile hasıl olan necaseti önler, ölümden Önceki necaseti kaldırmaz. Nitekim sabittir ki cünüpken şehit düşen Hanzale b. Âmir (Radıyallâhü anhümâ) ´i melekler yıkamıştı. ([92]) Eğer yıkanması gerekmeseydi melekler onu yıkamazdı- demiştir.İmam Ebû Hanife İle diğer iki İmam arasındaki bu İhtilaf, aybaşı veyahut loğusalık kanı kesildikten sonra şehit düşen kadın hakkında da caridir. Sahih olan rivayete göre kam kesilmeden şehit düşen kadın da öyledir Aynı ihtilâf, şehit düşen çocuk hakkında da caridir. İki imam : -Şehit düşen kimse zulmen öldürüldüğü için üzerindeki mazlumiyet izi silinmesin diye yıkanmaz. Çocuk ise, daha mazlum olduğu için yıkanmaması evleviyetle lâzım gelir» demişlerdir. İmam Ebû Hanife de: -Uhud şehitleri, kılıç onların günahını silmiştir diye yıkanmamışlardı. Çocuk ise günahsız olduğu için onların hükmünde değildir» demiştir.
Yukarıda geçen hadise binaen (şehidin kanı silinmez ve -kürk, palto, serpuş, silah ve ayakkabısı dışında kalan- elbiseleri çıkarılmaz.) Çünkü kürk, serpuş, silâh ve ayakkabı kefen cinsinden değillerdir. (Ancak) eğer elbisesi kefen için kâfi gelmez veyahut fazla olursa, o zaman kefenini tamamlamak için (istedikleri parçayı ekler veyahut çıkarabilirler.) (Eğer bir kimse savaşta yaralanır, fakat aynı anda ölmeyip bir şey yer, ya içer, ya uyur, ya tedavi olur, ya savaş meydanından kaldırılır ve ondan sonra ölürse, bu kimse savaş içinde şehit düşmüş sayılmaz ve bunun için yıkanması gerekir.) Çünkü bu kimse, her ne kadar savaşta aldığı yaradan ölmüş ise de, vurulduktan sonra hayattan az da olsa yararlandığı için ona edilen zulüm hafiflemiş olur. Bunun için bu kimse Uhud savaşı şehitleri hükmünde değildir. Zira Uhud savaşı şehitleri can çekişirlerken aralarında kâselerde su dolaştırılıp birer birer kendilerine sunulduğu halde, şehitlik mertebeleri noksan olmasın diye hiç birisi almamış ve bir damla suya can atacak derecede susuz olarak hayata gözlerini yummuşlardır. Ancak eğer vurulan kimse, atların ayaklan altında kalmasın diye meydandan kaldırılıp ondan sonra Ölürse, bu kimse vurulduktan sonra hayattan hiç yararlanmadığı için savaşta şehit düşmüş sayılıp yıkanmaması gerekir. Fakat eğer meydandan kaldırılıp bir çadır veya gölgeliğin altına götürüldükten sonra ölürse, yukarıda söylediğimiz sebebe binaen yıkanması lâzım gelir.
İmam Ebû Yûsuf dan rivayet olunduğuna göre (eğer vurulan kimse aklı başında olduğu halde bir namaz vakti geçinceye kadar sağ kalır ve ondan sonra ölürse) geçen namaz kendisine vacip olduğu ve namazın vücubu da sağ olanların ahkâmından bulunduğu için (bu kimse şehitlerin hükmüne tabi olmayıp yıkanması gerekir.) İmam Ebû Yûsuf´a göre eğer vurulan kimse vurulduktan sonra vasiyet de etse -vasiyeti âhiretle de ilgili olsa- yine de öyledir. İmam Muhammed ise; «Vasiyet ölülerin ahkâmından olduğu için onunla şehitlik hükmü kalkmaz- demiştir.
(Şehir içinde öldürülmüş olarak görülen kimse yıkanır.) Zira bu kimsenin öldürülmesinden ötürü diyet lâzım geldiği için ona edilen zulüm hafiflemiş olur. (Ancak eğer bu kimsenin zulmen ve kesici bir âlet ile öldürülmüş olduğu bilinse, o zaman yıkanmaz.) Zira bu öldürme diyeti değil, kısas cezasını gerektirir ve bunu öldüren kimse, cezasını dünyada gormese de âhirette mutlaka görecektir. İki imama göre, şehidin hükmüne tabi olmak için kesici âlet ile öldürülmüş olmak şart değildir. Âlet öldürücü olduktan sonra, kesici olmasa da onunla ölen kimse şehittir.
(Ceza veya kısas olarak öldürülen kimse hem yıkanır, hem namazı kılınır.) Zira bu kimse de her ne kadar adaletin icrası yolunda başını vermiş ise de, U h u d şehitleri gibi Allah rızasını kazanmak yolunda vermediği için onların hükmünde değildir. (Asi ve soygunculardan Öldürülenlerin namazı kılınmaz.) Çünkü Hz. Ali (Radıyallâhü anh) onların namazını kümamıştır. ([93])
Kâ´be´nin İçinde Namaz Kılmak
(Kâ´be içinde namaz kılmak ister farz ister sünnet olsun caizdir.) Zira Peygamber Efendimiz (Sallallahü Aleyhi ve Sellem), M e k-k e ´nin fetih günü kâbenin içinde namaz kılmıştır. ([94]) hem de Kabe içinde namaz kılan kimse her ne kadar Kâ´be´nin tamamına yüzünü vermiyorsa da, bir duvarına verdiği için kâfidir. Çünkü namazda Kâ´be´nin tamamı karşısında durmak şart değildir. î m a m -1 Şafiî (Allah rahmet eylesin) : -Kabe içinde ne farz, ne de sünnet kılınamaz- ([95]) İmam Malik de : -Farz namaz kılınamaz demiştir. (Eğer imam Kâ´be içinde namaz kıldınrsa, arkasındaki cemaattan kimisi arkasını imamın arkasına verebilir.) Çünkü bu kimsenin de yüzü, imamın yüzü gibi Kâ´be´nin bir duvarına dönüktür. (Fakat eğer yüzünü imamın yüzüne verirse namazı caiz olamaz.) Zira bu kimse imamdan ileride durmuş olur.
(Mescid-i Haram´da cemaatla namaz kılınırken, cemaattan Kâ´~ be´ye imamdan daha yakın duran kimsenin namazı, eğer bu kimse imamın durduğu tarafta değilse caizdir.) Çünkü imamdan ileri veya geride durmak ancak, durulan tarafın bir olduğu zaman belli olur. (Kâ´be´nin damında namaz kılmak caizdir.) Zira biz Hanefilere göre Kâ´be, binanın kendisi olmayıp binanın zemininden göklere kadar binanın havası da Kâ´be´dir. Çünkü binanın kendisi yıkılıp başka yere de götürülebilir. Nitekim Ebû Kubeys dağı üzerinde namaz kılan kimse, yüzü Kâ´be binasının karşısında olmayıp binanın havası karşısında olduğu halde namazı sahihtir. Ancak saygısızlık olduğu için Kâ´be´nin damında namaz kılmak mekruhtur ve hakkında nehiy varit olmuştur. ([96]) Imam-ı Şafiî: «Eğer Kâ´be´nin damında sütre bulunmazsa caiz değildir» demiştir.[97]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] İbn-i Mâce (Ezan) C. 1 S. 54, Ebû Davud da az bir değişiklikle «Mürsel Hadislerinle kaydetmiştir.
[2] Ebü Davud (Sabah namazının sünneti) S. 1 S. 186, TahavI C. 1 S. 176
[3] Çok gariptir. Diraye sahibi ben bu hadisi bulamadım demiştir.
[4] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/159-163.
[5] Darekutiü sh. 162, Eeyhakl cilt 2 sh. 221, Tahavi C. 1 S. 270
[6] Timizi (Mevakit) C. 1 S. 25, Nesal (Mevakit) C. 1 S. 102 ve (Ezan) C. I S. 107, 108 ve TayalisI S. 44
[7] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/163-165.
[8] Buhar! C. I S. 115, Müslim C. 1 S. 211, Ebû Davud C. I S. 155, Nesaî C. 1 S. 181, Tirmizî C. 1 S. 51, ttm-i Mâce C. 1 S. 85 ve Tahavl C. I S. 254
[9] Ebû Davud C. 1 S. 156, Îbn-İ Mâce C. 1 S. 86, Tayalisi sh. 130, îmam Ahmed´in MÜsned´i cüt 5 sh. 280
[10] Buharİ C. 1 S. 164, Müslim C. 1 S. 213, Ebû Davud C. 1 S. 192, Nesal C. İ S. 185, Tinnizl C. 1 S. 52, tbn-1 Mâce C. 1 S. 85
[11] Garibtir.
[12]Buhari C. I S. 58, Müslim C. I S, 211
[13] Tinnizl C. 1 S. 53, ftm-i Mâceh sh. 88, tmam Ahmed cilt 1 sh. 93, el-Müstedrek C. 1 S. 325
[14] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/165-172.
[15] Buharl C. 1 S. 150, el-Müstedrek C. 1 S. 315, Ebû Davud C. 1 S. 144, Tinnizl cilt 1 sh. 49, îbn-i Mâceh C. 1 S. 87
[16] Beyhakl C. 1 S. 306
[17] Gariptir. Nasb-ürraye C. 2 S. 176
[18] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/172-175.
[19] Gariptir. İbn-i Ebl Şeybe «Musannef»inde-Abdullah Jbn-i Ömer
Nasb-ürraye C. 2 S. 178
[20] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/176-179.
[21] ) Bu hadis mestlerin meshi bahsinde geçmiştir
[22] BeyhakI cilt 3, Sh. 152, İmam Ahmed´in MÜsned´i cilt 2, salüfe 83
[23] Ebû Davud C. I, S. 180, Tirmizi C. 1 Sh. 71, Tayalisî sil, 115, Tahavi C. 1 S. 245, İmam Ahmed´in Müsned´i cilt 4, sh. 430, 431, 432 ve 440, Beyhakî cilt 3, sh. 135 ve sh. 153
[24] Tahavi C. 1, S. 242, İmam Ahmed´in Müsned´i cilt 2 sh. 45, Beyhakl cilt 3. sh. 156
[25] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/179-184.
[26] Bu hadis merfu olarak gariptir. îbiti Ebi Şeybe, Beyhakl ve Süf- Sevrf bunu Hz. Ali {R.A.)´dan mevkuf olarak rivayet etmişlerdir. Beyhakî 3, sh. 179, Tahavl cilt 2 sh. 54
[27] Gariptir. Buhari´nin C. I S. I23´te Enes b. Mâlik (R.A.)´dan bu konuda rivayet ettiği hadis «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in Cuma namazı güneş semanın ortasından kaydığı zaman kılardın şeklindedir. Müslim de C. 1, S. 283´de bu hadisi Seleme b. Ekve´den; «Peygamber Efendimizle (S.A.V.) biz Cuma namazını semanın ortasından kaydığı zaman kılardık» şeklinde rivayet etmiştir
[28] BeyhakI C. 1, S, 196
[29] Cuma suresi ayet 9
[30] Buiıarİ C. 1. S. 88 ve 124. Müslim C. 1, S. 220, Ebû Davud C. 1, S. 91, Tirmizi C. 1 S. 44, lbn-t Mâce C. "1 S. 56
[31] Bu hadis merfu olarak galiptir. BeyhakI bunu «Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´in söylediğini demek büyük bir yanılgıdır. Hadis olmayıp Zührü´nün sö. züdür» demiştir.Nasb-Ürraye C. 2 S. 201
[32] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/185-191.
[33] Buiıarİ C. 1 S. 11, Müslim cilt 1 sn. 30
[34] Bu hadis aslında iki hadis.olup müellif onlan birleştirmiştir. Birincisini BuharI cilt 1, sh. 130 Enes b. Mâlik´den, ikincisini de Tirmizl C. 1 sh. 71, İbn-İ Mâce C. 1 S. 127, el-Müstedrek cilt 1 sh. 294, Darekutnl sh. 180, Beyhakl cüt 3 sh. 283, TayalisI sh. 109, İmam Ahmed cilt 5 sh. 352 ve 360´da kaydetmişlerdir
[35] Gariptir. Beyhakl cilt 3 sh. 280 ve tmam-ı Şafii el-Ümm adlı eserinden naklen «Peygamber Efendimiz CS.A.V.) her bayramda Yemen yapısı olan hırkasını giyerdi» şeklinde bir hadis kaydetmişlerdir.Nasb-ürraye C. 2 S. 309
[36] Buharl C. 1 S. 135. Müslim C. 1 S. 291, Ebû Davud C. 1 S. 171, Nesal C. 1 S 135. Tirmizl C. 1 S. 70, İbn-i Mâce C. 1 8. 93
[37] Bu hadis gariptir. Ebû Davud C. 1 S. 168, îbn-i Mâce C. 1 S. 94, el-Müstedrek cilt 1 S. 295,´te Peygamber Efendimiz´in Ashabından Abdullah İbn-i Büsr´ün bir bayram günü namazgaha geldiğinde imamın henüz gelmediğini görerek onu yadırgamış ve: «Biz Peygamber Efendimizle (S.A.V.) bu saatte namazdan çıkmış oluyorduk» diye söylediğini kaydetmişlerdir
[38] Ebû Davud C. 1 S. 171, Nesal C. 1 S. 231, îbn-i Mâce C. 1 S. 120, Darekutnl sh. 233, Tahavî C. 1 S. 226 ve Beyhakl cilt 3 sh. 316
[39] Tirraiz! S. 1 C. 71, îbn-i Mâce C. 1 S. 127, el-Müstedrek cüt I sh. 294, Da. rekutni sh. 180, BeyhaM cilt 3 sh. 283, Tayalist sh. 109, tmam Ahmed*in Müsned´l cilt S, sh. 352 ve 360
[40] Gariptir, hiçbir yerde bulunamadı. Nasb-ürraye C. 2 S. 222
[41] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/191-195.
[42] Nesbbu-rraye sahibi: «Ben bunu Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´den nakledildiğini herhangi bir yerde bulamadım. Ancak İbn-i Ebl Şeybe iyi bir senetle bunu Abdullah îbn-i Mesud´dan nakletmiştir» diye söylemektedir
[43] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/195-196.
[44] Müslim C. 1, B. 296
[45] Müellif her ne kadar Abdullah îbn-1 Ömer diyorsa da bu hadisin râvi-si Abdullah îbn-i Ömer olmayıp Abdullah îbn-i Amr Îbn-İ As´dir. Ebû Davud C. 1 sn. 176, Nesal C. 1 sh. 222, Tlnnlzt (Şemail) sh. 23, el-Müstedrek C. 1 sh. 32S, İmam Abmed´m Müsned´i dit 2 sh. 198, Tahavt C. 1 S. 194
[46] İmam Ahmed´in Münsed´l C. 1 S. 293 ve 350, Tahavl C. 1 S. 197 ve Bey-hakl cilt 3 sh. 335
[47] Buhari C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 196
[48] Bu hadis yukanda da geçtiği için burada ona kaynak göstermeye gerek duymadık
[49] Bu lafzıyla gariptir. Buhart ile Müslim Muğİre b. Şu"be´detı: «Bu . f olayları gördüğünüzde Allah´a dua edin ve namaz kılın» şeklinde nakletmis-enUr- Buhari C. 1 S. 145, Müslim C. 1 S. 300
[50] Bu hadis bu lâfızla gariptir. BuharI İle Müslim Hz. Aİşe´den «Bunu gördüğünüzde namaza sığının» şeklinde nakletmişlerdlr. Buhari C. 1 S. 142, Muşum C. 1 S. 296
[51] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/196-198.
[52] Nuh sûresi ayet 10-11
[53] Peygamber Efendimiz (S-A.V.Vra yağmur duasmı yaptığı, sabit ise da yağmur duasını yaparken namaz kıldığının rivayet edilmemiş obuası doğru bir dava değildir. Bilakis -geleceği üzere- yağmur duasmı yaparken namaz da kıldığı sıhhatli bir senetle rivayet olunmuştur
[54] Ebû Davud C. 1 S. 172, Sesai G-l 8.-B2& lîrmM C. r S. 73, îbn-i Mace C. 1 S. 81, etMüstedrek C. 1 S. 327 re taboti C. 1 S. 181
[55] ibn;i Mâce C. 1 S. 91, Beyhakİ cilt 3 sh. 347, Tahavl C. 1 S. 192
[56] Buhait C. 1 S. 137, Müslim C. 1 S. 193
[57] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/198-199.
[58] Ebû Davuö C. 1 sh. 184 ve TahavI C. 1 ah. 184
[59] Müslim C. 1 S. 179
[60] Bu hadis daha önce geçmiştir
[61] Bakara sûresi âyet 229
[62] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/199-201.
[63] Müslim C. 1 S. 300, Ebü Davud cilt 2 sh. 88, Nesi C. 1> S. 258, Tirmizl C 1 S. il ve İbn-i Mece C. 1 S. 105
[64] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/201.
[65] BuharI C. I S. 949, Müslim cilt 2 sh. 342
[66] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/201-202.
[67] Buhart C. 1 S. 169, Müslim C. 1 S. 305, Ebû Davud cilt 2 sh. 93, Nesai C. 1 S. 268, Tİrmizi C. 1 S. 119, İbn-1 Mace C. 1 S. 107
[68] Ümmü Atiye´den rivayet olunan Ira hadis gariptir
[69] Buharl C. 1 S. 170, Müslim C. 1 S. 305, Nesai C. 1 S. 269, Ebü Davud C. 1 sh. 83, Tinnizİ cilt 2 sh. 225, el-MÜstedrefc C. 1 S. 355
[70] Gariptir. Nasb-ûrraye C. 2 S. 264
[71] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/202-203.
[72] İmam Ahmed´in Müsned´i cilt 4 sh. 388, el-Müstedrek cilt 3 sh. 59İ*, Nesai C. 1 sh. 284, Îîm-İ Mâce C. I sh. III, Tahavl cilt 1 sh. 295, Beyhakt cilt 4 sh. 48
[73] El-Müstedrek sh. 386, Darekutni sh. 191, İmam Ahmed´in müsnedi cilt 3 sh. 336, Beyhakî cilt 4 sh. 37
[74] Ebû Davud cilt 2 sh. 99, Tirmizİ C. 1 sb. 123, îbn-i Mace sh. 108 e îmam Ahmed´in müsnedi cilt 3 sh. 118 ve 204
[75] Ebû Davud cilt 2 sh. 98. îbn-i Mâce C. 1 sh. 110, tbn-i Ebl Şeybe cilt 3 sh. 152, İmam Ahmed´in müsnedi cilt 2 sh. 444 ve 455, Tahavî C. 1 sh. 284, Beyhakl cilt 4 sh. 51
[76] Tirmizl C. 1 S. 123, el-Müstedrek C. I S. 363
[77] Ebü Davud cilt 3 sh. 102, Nesal sh. 283 ve 41, îbn-1 Sa´d C. 1 sh. 79, Beyhakl cilt 3 sh. 398
[78] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/204-207.
[79] îbn-İ M&ce C. 1 sh. 107, tbn-i Ebİ Şeybe cilt 3 sh. 103. Beyhakl cilt 4 sh. 19
[80] Tabakat cilt 3 sh. 10
[81] Ebû Davud C. 1 sh. 97, Tîrmlzi C. 1 sh. 120, Tahavî sh. 277, îmanı Ab-med´in Müsnedi C. 1 S. 394, 415, 419, 432
[82] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/207-208.
[83] Ebû Davud cilt 2 sh. 102, Nesal C. I sh. 283, Tİrmizî C. I S. 124. İbn-İ Mâce C. I sh. 112, Tabakat cilt 3 sh. 72, Beyhakl cilt 3 sh. 408
[84] El-Üiran C. 1 sh. 242, Beyhakl cilt 4 sh, 54
[85] Müellif, ei-Mebsut´a uyarak her ne kadar böyle söylüyorsa da yanlıştır. Çünkü Ebû Dücane Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´İn vefatından sonra Yemame savaşında vefat etmiştir, ki bu da Hicretin 12.Cİ yıh Rebi-ül Evvel ayında ve Hz. Ebû Eekir-i Siddik´m halifeliği sırasında olmuştur, tbn-i Ebl Hayseme «Tarihinde ve Vakıdl (Kitabür-Riddende böyle anlatmışlardır. Nasbür-Raye
[86] Ebü Davud cilt 2 sh. 41, Nesai cüt 2 sh. 164, el-Müstedrefc cilt I sh. 59 ve cilt 4 sh, 259, Beyhakl cilt 3 sh. 408
[87] Müslim, Sâd b. Ebi Vakkas (R.A.)´dan, vefat ettiği hastalığında : «Bana bir lahit açın ve Peygamber Efendimiz (S.A.V.)´e yapıldığı gibi benim de üstüma kerpiçleri dikin» diye söyiediğini kaydetmiştir. Müslim (Cenaiz) 90, îbn-i Mâce (Cenaiz) 39, İmam Ahmed Müsned´i 1/169
[88] îbn-i Ebl Şeybe´nin «Müsennefni cilt 3 sh
[89] Kitab-ül Asar sh, 44
[90] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/208-209.
[91] Bu lafzıyla gariptir. Fakat şehitlerin yıkanmaması hakkında bir çok hadîsler vardır. Buharl sh. 179, Nesal C. 1 sh. 277, Ebû Davud cilt 2 sh. fil, Tirmizt C. İ sh. 123. tbn-i Mace C. I sh. 110
[92] Bt-Müstedrek dit 3 Sh, 204. Beyhakt cilt 4 sh. 150
[93][93] Gariptir. Ancak îbn-i Sa´d, Tabaka tcilt 3 sh. 2I´de Nehrevan savaşını anlatırken, Hz. Ali´nin öldürülen asiler üzerinde namaz kılıp kılmadığından söz etmemiştir. Nasb-tirraye C. 2 S. 319 Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/209-212.
[94] Buhari (Nam&z) C. I S. 72, Müslim (Hacc) C. 1 S. 428
[95] Bu bir zühuldür. Zira îmam-ı Şafii de Kabe´nin İçinde namaz kılmanın cevazına irniMh- Ahroed MeylanI
[96] Tfnnizl C. 1 S. 46, İbn-İ Mâce C. 1 S. 54, B«yhakl dit 2 sh. 329, Tahavt cilt 1 sh. 224
[97] Şeyhü´l-Îslâm Burhanüddîn Ebu´l-Hasan Ali b. Ebû Bekir Merginânî, Hidaye Tercümesi, Kahraman Yayınları: 1/212-213.