Üç Yerde Kimse Kimseyi Hatırlamaz Hadisi
Hz. Fatıma, henüz süt emmekte olan Hz. Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını kılmıştı.
Sonra der ki Fatma
Ben cehennemi hatırlayıp ağladım.
Sonra, camide sabah namazını kıldıran Babam (Peygamber Efendimiz) , âdeti üzere onun evine gelmişti. Hz. Fatıma’yı ağlar vaziyette görünce,
Niye ağlıyorsun? diye sordu.
Ben Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyâmet günü, âilenizi hatırlayacak mısınız? dedim.
(Hz Fatma baba bana da ahirette yardımcı olursun herhalde der)
Peygamberimiz de Buyurdu ki:
"Fatma kızım ben üç yerde kimseyi hatırlamam, o yüzden ölmeden rabbinden nefsini satın al. Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan, vallahi ben bile, senin namına hiçbir şey yapamam" der.
(Hadisin Orjinali bu Halde Olmalıydı)
Ama intenrnette onları (Bu hadisleri) dağınık ve karışık halde bulabildim
işte bu haldelerdi
üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:
1) Mîzan yanında; tartısı ağır mı geldi, hafif mi öğreninceye kadar.
2) Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar… Sağına mı, soluna mı; yoksa arkasına mı?
3) Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca, bunu geçinceye kadar.
(Ebû Dâvud, Kitâbüs-Sünne, 4755)
“Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, ölmeden rabbinden nefsini satın al, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..."
(Müslim, iman,89)
internet aramamda bu konuda buldugum üç makale
Hz. Fatıma, henüz süt emmekte olan Hz. Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını kılmıştı. Sonra, camide sabah namazını kıldıran Peygamber Efendimiz, âdeti üzere onun evine gelmişti. Hz. Fatıma’yı uyur vaziyette görünce, onun sabah namazını kılmadığını sandı ve
“Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..." [1] Buyurdular.
Bu hadisi şerif haktır, hakikattır. Şefaatte haktır, hakikattır. İlk önce şefaat var mıdır? Yok mudur? Sorusunun cevabını vermeye çalışalım.
Şefaat kelime manası olarak; birisinin işi için aracı olmak, hatır ve yetkisini kullanarak darda kalan kimseyi sıkıntıdan kurtarmaktır.
Ayeti Kerimelerde Cenab-ı Zülcelal Hz.leri;
“Muttakileri o çok esirgeyici (Allah’ın) huzuruna süvari elçiler gibi toplayacağımız, günahkârları ise susuz olarak Cehenneme süreceğimiz gün, çok esirgeyici (Allah’ın) nezdinde ahit edilmiş olanlardan başkaları şefaat hakkına malik olmayacaklardır.” [2]
“O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” [3]
“Onlar/melekler, sadece O’nun/Allah’ın razı olduğu kimse hakkında şefaat edecekler.” [4]
“Göklerde nice melekler var ki, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında geçerli olması için izin çıkmadıkça, onların şefaatleri asla fayda vermez.” [5]
“Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder” [6]
Ayetime kerimelerden de anlaşılacağı üzere Allah-ü Teâlâ Hazretleri'nin izni ve müsaadesi ile Rasulullah (sav) Efendimiz, evliya, âlim, şehit ve kısacası hayırlı kimseler, iman ehli olanlara azaptan kurtulmaları için vesile olup, Allah-ü Teâlâ’ya onların af olunması için dua edecek; Allah-ü Teâlâ’da dilediğini bağışlayacaktır.
Ayet-el Kürsi’de yer alan “Onun izni olmadan katında kim şefaat edebilir?” mealindeki ifadesi, bu konuda açıktır; Şefaat vardır, fakat Allah’ın izni olmadan kimse kendi başına şefaat edemez.
Efendimiz (sav) Hz.leri;
“Benim ümmetimden çok büyük bir topluluğa şefaat eden olacaktır. Yine Benim ümmetimden bir kabileye şefaat eden olacaktır. Yine Benim ümmetimden birkaç kişiye şefaat eden olacaktır. Ta ki (hepsi) cennete gireceklerdir.” [7]
“Benim şefaatim (bütün ümmete) mubahtır. Ancak ashabıma söven kimseler müstesnadır.” [8]
Ayet ve hadislerle den anlaşılacağı üzere şefaat haktır, o zaman sorunuzun sebebi olan hadisle bir çeliş ki mi var?
Bu hadisi şeriflerle ayetler arasında elbette bir çelişki olamaz. Şefaat hadisleri, İslam ümmetini ümitsizlikten kurtaran ve hakikaten tahakkuk edecek bir gerçeğin ifadesidir. Ehli Sünnet bu konuda ittifak halindedir.
Peygamber Efendimiz bir gün, halası Safiye ve kızı Fatma'ya hitaben:
“Kalkın, Rabbinizin emrini yerine getirin. Peygamberin kızı ve halası olmanıza güvenmeyin. Yoksa yarın, kıyamet gününde, Rabbimden izin olmadıkça benden size bir menfaat gelemez” buyurdular.
Peygamber (sav) Efendimizin kendi akrabasına, halasına, kızı Fatıma’ya, eşi Aişe’ye hitaben söylediği buna benzer ifadelerin hikmeti nedir öyle ise?
Kişilerin Allah’a kulluk vazifelerini bir kenara bırakıp da, başkalarına güvenerek ibadetlerinde gevşeklik yapmamaları içindir. Son sözün her zaman Allah’a (cc) ait olduğunu bizlere hatırlatmak içindir. Bazı sahtekâr din tüccarlarının kendini şefaat makamında görüp de bunu sağa sola dağıtmasını engellemek içindir. Yani ümmet-i Muhammedi uyarı amacı iledir.
Biz Allah’a kulluk vazifemizi yerine getirmek için ne gerekiyorsa yapacağız, nefsimizi terbiye etmek için çabalayacağız bu minvalde ilerlerken geri kalan kusurlarımızın af mağfireti için Allah’a (cc) dua edip o’nun şefaatçi kılacağı aziz kullarının şefaat halkasına dâhil olabilmek için elimizden geleni yapacağız.
Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.lerine ilk biat ederken;
“Siz beni Allah’a vuslat edebilecek misiniz? Beni son nefeste imanlı bir şekilde ahirete göç etmeme vesile olabilecek misiniz?” Diye sorar,
Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.leri de;
“Allah’a kulluk vazifeni eksiksiz yaparsan sana söylediklerim hepsini yaparsan ben seni Allah’a (cc) vuslat ederim. Allah’ın izniyle isteklerinin hepsini gerçekleştiririm. Ama benim dediklerimi yapmazsan mahşer gününde yüzün kara olsun mu?” Der.
Allahu Teâlâ böyle bir yetkiyi ancak kendilerine biat etmiş kişilere verip hakiki manada amel etmiş kimseler bu kapsam içerisine girer. Ya değilse kendisini derviş zannedip boş şeylerle uğraşan, heva ve hevesi için koşan insanların mahşerde nasibi yoktur.
Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri sohbetlerinde şu mısraları pek söylerdi;
Gurrab gibi ötme ile
Tembel tembel yatma ile
Helal haram yutma ile
Cennet cemal bulunur mu ?
Burada önemli olan husus; bir Müslüma'nın Allah’ın kendilerine şefaat hakkı verdiği kimselerin manevi himayeleri altına girebilmesi için Allah’a kulluğa riayet etmiş olması gerektiğini aklından çıkarmamalıdır.
Şefaati inkâr edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları hiçbir şey yoktur. Çünkü Allah (cc) ahirette kullarına, kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa, öyle muamele edecektir.
Allah (cc) Hadisi kutsisinde:
“Ben kulumun zannı üzereyim” buyurmaktadır.
Hüküm ve karar sahibi O’dur. Cennet ve Cehennem O'nun emrindedir. Ancak O (cc), bazı kullarının şeref, itibar ve derecesini arttırmak, katındaki yakınlık ve dostluğunu göstermek için kendilerine bazı yetkiler verir; görevler yükler, şeref bahşeder, işte şefaat da böyledir.
Şefaat, Allah-ü Teâlâ'nın işine karışmak değildir. Şefaat izni ve yetkisi verilen bir kimseden şefaat istemek, Allah'a şirk koşmak değildir. Şefaat, Allah-ü Teâlâ'nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefaat, sevenlerin sevdikleri için aracı olup, naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına gözyaşı dökmeleridir. Şefaat sevginin meyvesi, rahmetin esintisidir. Şefaat, Allah-ü Teâlâ'nın kullarına bir hediyesidir.
Hz. Mevlana, çok riyazet yapar, bazen günlerce bir şey yemez, pek az uyurdu. Allah'ı zikir ve ona ibadet en büyük zevki ve meşguliyetiydi. Etrafında toplanan bütün ihvan ve müritlerini de zühd ve takvaya ve şeriatla amele teşvik eder, onlara nasihatlerde bulunurdu.
Ancak oğlu Emir Alim Çelebi namaza karşı biraz ihmalkarmış. Hz. Mevlana kendisini her gördüğünde namazlarına devam etmesini söyler, ikazda bulunurmuş.
Emir Alim Çelebi bir gün babasının huzuruna gelerek tazim ve hürmetle oturmuş. Cenab-ı Mevlana ona hitaben;
“Emir Alim İhlas suresini biliyorsun değil mi?” deyince, Emir Alim;
“Evet biliyorum” diye cevap vermiş. Hz. Mevlana;
“Öyle ise oku da dinleyelim” buyurmuş.
Emir Alim İhlas Suresini okuyup bitirince Hz. Mevlana;
“ Allah Teâlâ, benim anam, babam, oğlum, kızım, şerikim ve nazirim yoktur, buyuruyor. Şimdi tam çalışma zamanıdır. İbadete çalış, bana güvenme. Allah'ın has kulları onun sıfatlarından feyz alırlar ve ahlakıyla ahlaklanırlar” buyurup ardından şu ayet-i kerimeyi okumuş;
“Kıyamet gününde aralarında neseb farkı gözetilmez ve onlara kimin nesillerinden olduklarını da sormayacaklar”
Ayrıca Mesnevide bir beyitte:
“Bil ki; bu yolda soyun sopun kıymeti yoktur. Fazilet ve mazhariyetin mihrabı zühd ve takva'dır.” buyruluyor.
Eflakî'nin naklettiği bu olaya Nefisüddin ilaveten diyor ki:
Emir Alim gittikten sonra, bizler hep ağladık ve sonumuzun kaygısına düştük. Bunu gören Üstadımız Hz. Mevlana:
“Bu derece telaşlanıp ye'se düşmek de icap etmez. İstiyoruz ki; Emir Alim 'imiz Hak yolunda pek tembel olmasın, fena nefse uyup yolda kalmasın. Allah Teâla ibadet etmeyenleri, kullukta tembellik edenleri sevmez” deyip, bizi irşat ettiler.
Bu olay ehl-i gafleti içinde bulundukları dalgın uykudan uyandırmalı. “Falanca mürşidin neslindenim” ya da “ben falancanın dervişiyim” deyip de; namazı, orucu, zikri, fikri ve hatta şeriatı bir tarafa bırakıp kulluk vazifesini külliyen ihmal edenlere ibret olmalıdır.
Evet, ameli olmayana, nesebi ne faide sağlayacaktır?
Hakikat bu yolda iken ömrünü fani emeller, Hakk'ın razı olmadığı amellerle ifna edenler, gençliğini sefahat mahallerinde geçirip emanetullah olan vücudunu heva ve hevesleri peşinde çürütenler, sıhhatli günlerinde hastalık anlarına ve hayatlarında ölüm günlerine hazırlanmayanlar, ne bedbaht insanlardır. Dede ve babalarının cenazesini kabre elleriyle koydukları halde bir an olsun;
“Biz nereden geldik, niçin geldik ve akibet nereye gideceğiz” diye düşünmeyen, üstelik kendisine bir de münevverlik ve üstünlük hakkı tanıyarak, ehl-i İslamı hor ve bakir görenler ne büyük bir hüsran üzeredirler.
Rabbim kendine layık kul ve Habibine has ümmet eylesin…
[1] Müslim, Iman,89
[2] Meryem Suresi 85-87
[3] Ta ha Suresi 109
[4] Enbiya Suresi 28
[5] Necm Suresi 26
[6] Zuhruf Suresi 86
[7] Tâc
[8] Feyz-ül Kadir
---oOo---
Hz. Âişe radıyallâhü anhâ vâlidemiz anlatıyor:
(Bir gün) cehennemi hatırlayıp ağladım. Resûlüllah (s.a.v.):
*** Niye ağlıyorsun? diye sordu.
*** Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyâmet günü, âilenizi hatırlayacak mısınız? dedim.
Buyurdu ki:
*** üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:
1) Mîzan yanında; tartısı ağır mı geldi, hafif mi öğreninceye kadar.
2) Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar… Sağına mı, soluna mı; yoksa arkasına mı?
3) Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca, bunu geçinceye kadar.
(Ebû Dâvud, Kitâbüs-Sünne, 4755)
Bilindiği gibi Mîzan, âhirete îmânın bir cüzüdür.
Ehl-i Sünnet vel-Cemat âlimleri, icmâ ile Mîzan haktır demişlerdir.
Hadis-i şeriflerle olduğu gibi, Kurânla da sabittir.
Âyet-i kerimede, "Biz kıyâmet gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız.Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır.(O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (mizâna koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz." (Enbiyâ, 47) buyuruluyor.
Mîzan, kıyâmet günü kurulur. Kulların amellerinin yazılmış olduğu defterler Mîzanda tartılır.
Bu Mîzanın iki kefesi vardır; biri hasenâtın (iyiliklerin) tartılması için, diğeri de seyyiâtın (kötülüklerin)…
---oOo---
"Ey kızım Fatıma!, Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..." Hz. Muhammed S.A.V. (Müslim, İman,89, Hadis no:351)
26/ŞUARÂ-214: Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne). Ve en yakının olan aşiretini uyar.
Hak, en büyük vazife olan tebliğ hususunda " Ve en yakının olan aşiretini uyar. “ buyurarak, Allah Resul’ünün, işe akrabalarından başlamasını emretmiştir. Bu ayet indirildiğinde Peygamber Efendimiz ailesinin bütün fertlerini, akraba ve yakın komşularını Ebû Kubeys tepesinde bir yemekte toplamış ve onlara hitaben; Ben şimdi şu dağın öbür yamacında düşman süvarilerinin bulunduğunu ve size saldırmak üzere olduklarını söylesem bana inanır mısınız?" diye sormuştu. Onlar, "evet inanırız" deyince Efendimiz sözlerine şöyle devam etmişti: "Ben şiddetli bir azaptan önce size gönderilmiş bir uyarıcıyım." Bunun üzerine, Ebû Leheb öfkeden yerinde duramaz hâle gelmiş, hâşâ "Ağzın kurusun. Sırf bunun için mi bizi buraya çağırdın?" diyerek hakaret etmişti. Bundan sonra herkes dağılmış ve Peygamberimiz çok üzülmüşlerdi. Bunun üzerine Allahütealâ Peygamberimizi teselli etmek için Tebbet suresini inzal etti.
111/TEBBET (MESED)-1: Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe). Ebu Leheb'in iki eli kurudu ve helâk oldu.
111/TEBBET (MESED)-2: Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb(kesebe). Ona malı ve kazandıkları bir fayda vermedi.
111/TEBBET (MESED)-3: Se yaslâ nâren zâte leheb(lehebin). Alevli ateşe atılacak.
111/TEBBET (MESED)-4: Vemreetuh(vemreetuhu), hammâletel hatab(hatabi). Ve onun, odun taşıyan kadını da.
111/TEBBET (MESED)-5: Fî cîdihâ hablun min mesed(mesedin). Onun boynunda mesedden (bükülmüş liften) bir ip vardır.
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da." mealindeki ayet-i kerimeyi ihtiva eden "Tebbet" Suresi’nin indirilmesiyle teselli olan Efendimiz, Ebû Leheb gibi kimselerin mani olmaya çalışmalarına rağmen Allah'ın emrini yerine getirmiş, her fırsatta aile ve akrabasına da tebliğ ve irşatta bulunmuştu. Bir defasında, kavim ve kabilesine seslenerek şöyle buyurmuştu:
"Ey Kâ'b b. Mürre oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam! Ey Abdimenâf oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ahirette sizin adınıza bir şey yapmak elimden gelmez! Ey Abdülmuttalip oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ahirette sizin adınıza da bir şey yapamam!"
Efendimiz kendisine en uzak kabile ve oymaktan başlayıp en yakınlarına gelmiş ve "Ey Allah Resulünün halası Safiyye, sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak, zira ahirette senin adına da bir şey yapamam!" buyurmuştu. O Safiyye (radıyallahu anhâ) ki, Hazreti Hamza'nın kız kardeşiydi. O Safiyye ki, Allah Resulünün "Havarim" dediği Zübeyr'in anasıydı. O Safiyye ki, Allah Resulünün öz halasıydı. Buna rağmen İki Cihan Serveri, ona da "Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak, zira ahirette senin adına da bir şey yapamam!" demişti. Efendimiz, sözlerini o kadarla da bitirmemişti, son olarak kendi kızı Zügrem dediği ciğerparesi Hazreti Fatıma'ya (radıyallahu anhâ), "Ey Muhammedin kızı Fatıma! Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira ahirette senin adına da bir şey yapamam." demişti. Efendimiz, emri çok iyi anlıyor ve yerine getiriyor; yakınlarından başlayarak hem inzar ediyor, hem de müjdeliyordu. İnzar ederken, ev halkına ve can parçası kızına da söyleyeceğini söylüyordu.
Evet, Allah Resulünün saadet hanesinde sürekli bir haşyet tüter dururdu. Allah Resulünün bakışlarda her zaman cennetlerin güzelliğini veya cehennemlerin korkutuculuğunu görüp hissederlerdi. Namaz kılarken huşu içerisinde O'nun titreyip ürpermeleri, kâh ileriye kâh geriye gidip gelmeleri; O'na bakan herkese Allah'ı hatırlatırdı. İmam Nesaî naklediyor: "Allah Resulü namaz kılarken içinde bir güveç kaynıyor gibi ses duyulurdu." Daima ağlamaklı bir hal ve cezbe ile Allah'a yönelerek namazını öyle kılardı. Peygamber hanesinin sakinleri O'nu hep Rabbinin huzurunda, başı yerde, titreyerek ve irkilerek secde eder vaziyette görürlerdi. Tabii ki, O'nun bu hali bile tek başına bir uyarıydı. Allah'tan çok korkan ve onu sonsuz seven Nebiler Sultanı'nın, hanım ve evlatlarında da aynı huşu vardı. Çünkü Allah Resulü, hep yaşadığını söylüyor ve söylediklerini de davranış biçimleriyle gösteriyordu. "Kişi sevdiğiyle beraberdir." diyen Hazreti Muhammed'i seviyorsanız, yolunda olacaksınız; çünkü ancak yolunda olanlar ötede onun sancağı altında ve şahitliğinde olacaklardır.
Derleme Makalelerim
Raşit Tunca
Schrems,31.12.2022
Hz. Fatıma, henüz süt emmekte olan Hz. Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını kılmıştı.
Sonra der ki Fatma
Ben cehennemi hatırlayıp ağladım.
Sonra, camide sabah namazını kıldıran Babam (Peygamber Efendimiz) , âdeti üzere onun evine gelmişti. Hz. Fatıma’yı ağlar vaziyette görünce,
Niye ağlıyorsun? diye sordu.
Ben Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyâmet günü, âilenizi hatırlayacak mısınız? dedim.
(Hz Fatma baba bana da ahirette yardımcı olursun herhalde der)
Peygamberimiz de Buyurdu ki:
"Fatma kızım ben üç yerde kimseyi hatırlamam, o yüzden ölmeden rabbinden nefsini satın al. Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan, vallahi ben bile, senin namına hiçbir şey yapamam" der.
(Hadisin Orjinali bu Halde Olmalıydı)
Ama intenrnette onları (Bu hadisleri) dağınık ve karışık halde bulabildim
işte bu haldelerdi
üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:
1) Mîzan yanında; tartısı ağır mı geldi, hafif mi öğreninceye kadar.
2) Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar… Sağına mı, soluna mı; yoksa arkasına mı?
3) Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca, bunu geçinceye kadar.
(Ebû Dâvud, Kitâbüs-Sünne, 4755)
“Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, ölmeden rabbinden nefsini satın al, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..."
(Müslim, iman,89)
internet aramamda bu konuda buldugum üç makale
Hz. Fatıma, henüz süt emmekte olan Hz. Hüseyin hastalandığı için sabaha kadar uyuyamamıştı. Hz. Hüseyin sabaha doğru bir ara uyur gibi olduğunda, Hz. Fatıma bulduğu ilk fırsatta kâinatın sahibine yönelerek sabah namazını kılmıştı. Sonra, camide sabah namazını kıldıran Peygamber Efendimiz, âdeti üzere onun evine gelmişti. Hz. Fatıma’yı uyur vaziyette görünce, onun sabah namazını kılmadığını sandı ve
“Ey kızım Fatıma! Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..." [1] Buyurdular.
Bu hadisi şerif haktır, hakikattır. Şefaatte haktır, hakikattır. İlk önce şefaat var mıdır? Yok mudur? Sorusunun cevabını vermeye çalışalım.
Şefaat kelime manası olarak; birisinin işi için aracı olmak, hatır ve yetkisini kullanarak darda kalan kimseyi sıkıntıdan kurtarmaktır.
Ayeti Kerimelerde Cenab-ı Zülcelal Hz.leri;
“Muttakileri o çok esirgeyici (Allah’ın) huzuruna süvari elçiler gibi toplayacağımız, günahkârları ise susuz olarak Cehenneme süreceğimiz gün, çok esirgeyici (Allah’ın) nezdinde ahit edilmiş olanlardan başkaları şefaat hakkına malik olmayacaklardır.” [2]
“O gün, Rahman’ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” [3]
“Onlar/melekler, sadece O’nun/Allah’ın razı olduğu kimse hakkında şefaat edecekler.” [4]
“Göklerde nice melekler var ki, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında geçerli olması için izin çıkmadıkça, onların şefaatleri asla fayda vermez.” [5]
“Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder” [6]
Ayetime kerimelerden de anlaşılacağı üzere Allah-ü Teâlâ Hazretleri'nin izni ve müsaadesi ile Rasulullah (sav) Efendimiz, evliya, âlim, şehit ve kısacası hayırlı kimseler, iman ehli olanlara azaptan kurtulmaları için vesile olup, Allah-ü Teâlâ’ya onların af olunması için dua edecek; Allah-ü Teâlâ’da dilediğini bağışlayacaktır.
Ayet-el Kürsi’de yer alan “Onun izni olmadan katında kim şefaat edebilir?” mealindeki ifadesi, bu konuda açıktır; Şefaat vardır, fakat Allah’ın izni olmadan kimse kendi başına şefaat edemez.
Efendimiz (sav) Hz.leri;
“Benim ümmetimden çok büyük bir topluluğa şefaat eden olacaktır. Yine Benim ümmetimden bir kabileye şefaat eden olacaktır. Yine Benim ümmetimden birkaç kişiye şefaat eden olacaktır. Ta ki (hepsi) cennete gireceklerdir.” [7]
“Benim şefaatim (bütün ümmete) mubahtır. Ancak ashabıma söven kimseler müstesnadır.” [8]
Ayet ve hadislerle den anlaşılacağı üzere şefaat haktır, o zaman sorunuzun sebebi olan hadisle bir çeliş ki mi var?
Bu hadisi şeriflerle ayetler arasında elbette bir çelişki olamaz. Şefaat hadisleri, İslam ümmetini ümitsizlikten kurtaran ve hakikaten tahakkuk edecek bir gerçeğin ifadesidir. Ehli Sünnet bu konuda ittifak halindedir.
Peygamber Efendimiz bir gün, halası Safiye ve kızı Fatma'ya hitaben:
“Kalkın, Rabbinizin emrini yerine getirin. Peygamberin kızı ve halası olmanıza güvenmeyin. Yoksa yarın, kıyamet gününde, Rabbimden izin olmadıkça benden size bir menfaat gelemez” buyurdular.
Peygamber (sav) Efendimizin kendi akrabasına, halasına, kızı Fatıma’ya, eşi Aişe’ye hitaben söylediği buna benzer ifadelerin hikmeti nedir öyle ise?
Kişilerin Allah’a kulluk vazifelerini bir kenara bırakıp da, başkalarına güvenerek ibadetlerinde gevşeklik yapmamaları içindir. Son sözün her zaman Allah’a (cc) ait olduğunu bizlere hatırlatmak içindir. Bazı sahtekâr din tüccarlarının kendini şefaat makamında görüp de bunu sağa sola dağıtmasını engellemek içindir. Yani ümmet-i Muhammedi uyarı amacı iledir.
Biz Allah’a kulluk vazifemizi yerine getirmek için ne gerekiyorsa yapacağız, nefsimizi terbiye etmek için çabalayacağız bu minvalde ilerlerken geri kalan kusurlarımızın af mağfireti için Allah’a (cc) dua edip o’nun şefaatçi kılacağı aziz kullarının şefaat halkasına dâhil olabilmek için elimizden geleni yapacağız.
Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.lerine ilk biat ederken;
“Siz beni Allah’a vuslat edebilecek misiniz? Beni son nefeste imanlı bir şekilde ahirete göç etmeme vesile olabilecek misiniz?” Diye sorar,
Çorumlu Hacı Mustafa Efendi Hz.leri de;
“Allah’a kulluk vazifeni eksiksiz yaparsan sana söylediklerim hepsini yaparsan ben seni Allah’a (cc) vuslat ederim. Allah’ın izniyle isteklerinin hepsini gerçekleştiririm. Ama benim dediklerimi yapmazsan mahşer gününde yüzün kara olsun mu?” Der.
Allahu Teâlâ böyle bir yetkiyi ancak kendilerine biat etmiş kişilere verip hakiki manada amel etmiş kimseler bu kapsam içerisine girer. Ya değilse kendisini derviş zannedip boş şeylerle uğraşan, heva ve hevesi için koşan insanların mahşerde nasibi yoktur.
Cennet Mekân Abdullah Baba (ks) Hz.leri sohbetlerinde şu mısraları pek söylerdi;
Gurrab gibi ötme ile
Tembel tembel yatma ile
Helal haram yutma ile
Cennet cemal bulunur mu ?
Burada önemli olan husus; bir Müslüma'nın Allah’ın kendilerine şefaat hakkı verdiği kimselerin manevi himayeleri altına girebilmesi için Allah’a kulluğa riayet etmiş olması gerektiğini aklından çıkarmamalıdır.
Şefaati inkâr edenlerin, dünyada da ukbada da kazanacakları hiçbir şey yoktur. Çünkü Allah (cc) ahirette kullarına, kulları O’nu nasıl bilip tanımışlarsa, öyle muamele edecektir.
Allah (cc) Hadisi kutsisinde:
“Ben kulumun zannı üzereyim” buyurmaktadır.
Hüküm ve karar sahibi O’dur. Cennet ve Cehennem O'nun emrindedir. Ancak O (cc), bazı kullarının şeref, itibar ve derecesini arttırmak, katındaki yakınlık ve dostluğunu göstermek için kendilerine bazı yetkiler verir; görevler yükler, şeref bahşeder, işte şefaat da böyledir.
Şefaat, Allah-ü Teâlâ'nın işine karışmak değildir. Şefaat izni ve yetkisi verilen bir kimseden şefaat istemek, Allah'a şirk koşmak değildir. Şefaat, Allah-ü Teâlâ'nın sevdiklerine bahşettiği bir şeref ve yetkidir. Şefaat, sevenlerin sevdikleri için aracı olup, naz makamında niyaz etmeleri, dostları adına gözyaşı dökmeleridir. Şefaat sevginin meyvesi, rahmetin esintisidir. Şefaat, Allah-ü Teâlâ'nın kullarına bir hediyesidir.
Hz. Mevlana, çok riyazet yapar, bazen günlerce bir şey yemez, pek az uyurdu. Allah'ı zikir ve ona ibadet en büyük zevki ve meşguliyetiydi. Etrafında toplanan bütün ihvan ve müritlerini de zühd ve takvaya ve şeriatla amele teşvik eder, onlara nasihatlerde bulunurdu.
Ancak oğlu Emir Alim Çelebi namaza karşı biraz ihmalkarmış. Hz. Mevlana kendisini her gördüğünde namazlarına devam etmesini söyler, ikazda bulunurmuş.
Emir Alim Çelebi bir gün babasının huzuruna gelerek tazim ve hürmetle oturmuş. Cenab-ı Mevlana ona hitaben;
“Emir Alim İhlas suresini biliyorsun değil mi?” deyince, Emir Alim;
“Evet biliyorum” diye cevap vermiş. Hz. Mevlana;
“Öyle ise oku da dinleyelim” buyurmuş.
Emir Alim İhlas Suresini okuyup bitirince Hz. Mevlana;
“ Allah Teâlâ, benim anam, babam, oğlum, kızım, şerikim ve nazirim yoktur, buyuruyor. Şimdi tam çalışma zamanıdır. İbadete çalış, bana güvenme. Allah'ın has kulları onun sıfatlarından feyz alırlar ve ahlakıyla ahlaklanırlar” buyurup ardından şu ayet-i kerimeyi okumuş;
“Kıyamet gününde aralarında neseb farkı gözetilmez ve onlara kimin nesillerinden olduklarını da sormayacaklar”
Ayrıca Mesnevide bir beyitte:
“Bil ki; bu yolda soyun sopun kıymeti yoktur. Fazilet ve mazhariyetin mihrabı zühd ve takva'dır.” buyruluyor.
Eflakî'nin naklettiği bu olaya Nefisüddin ilaveten diyor ki:
Emir Alim gittikten sonra, bizler hep ağladık ve sonumuzun kaygısına düştük. Bunu gören Üstadımız Hz. Mevlana:
“Bu derece telaşlanıp ye'se düşmek de icap etmez. İstiyoruz ki; Emir Alim 'imiz Hak yolunda pek tembel olmasın, fena nefse uyup yolda kalmasın. Allah Teâla ibadet etmeyenleri, kullukta tembellik edenleri sevmez” deyip, bizi irşat ettiler.
Bu olay ehl-i gafleti içinde bulundukları dalgın uykudan uyandırmalı. “Falanca mürşidin neslindenim” ya da “ben falancanın dervişiyim” deyip de; namazı, orucu, zikri, fikri ve hatta şeriatı bir tarafa bırakıp kulluk vazifesini külliyen ihmal edenlere ibret olmalıdır.
Evet, ameli olmayana, nesebi ne faide sağlayacaktır?
Hakikat bu yolda iken ömrünü fani emeller, Hakk'ın razı olmadığı amellerle ifna edenler, gençliğini sefahat mahallerinde geçirip emanetullah olan vücudunu heva ve hevesleri peşinde çürütenler, sıhhatli günlerinde hastalık anlarına ve hayatlarında ölüm günlerine hazırlanmayanlar, ne bedbaht insanlardır. Dede ve babalarının cenazesini kabre elleriyle koydukları halde bir an olsun;
“Biz nereden geldik, niçin geldik ve akibet nereye gideceğiz” diye düşünmeyen, üstelik kendisine bir de münevverlik ve üstünlük hakkı tanıyarak, ehl-i İslamı hor ve bakir görenler ne büyük bir hüsran üzeredirler.
Rabbim kendine layık kul ve Habibine has ümmet eylesin…
[1] Müslim, Iman,89
[2] Meryem Suresi 85-87
[3] Ta ha Suresi 109
[4] Enbiya Suresi 28
[5] Necm Suresi 26
[6] Zuhruf Suresi 86
[7] Tâc
[8] Feyz-ül Kadir
---oOo---
Hz. Âişe radıyallâhü anhâ vâlidemiz anlatıyor:
(Bir gün) cehennemi hatırlayıp ağladım. Resûlüllah (s.a.v.):
*** Niye ağlıyorsun? diye sordu.
*** Cehennemi hatırladım da onun için ağladım! Siz, kıyâmet günü, âilenizi hatırlayacak mısınız? dedim.
Buyurdu ki:
*** üç yerde kimse kimseyi hatırlamaz:
1) Mîzan yanında; tartısı ağır mı geldi, hafif mi öğreninceye kadar.
2) Sahifelerin uçuştuğu zaman; kendi defteri nereye düşecek, öğreninceye kadar… Sağına mı, soluna mı; yoksa arkasına mı?
3) Sıratın yanında; cehennemin iki yakası ortasına kurulunca, bunu geçinceye kadar.
(Ebû Dâvud, Kitâbüs-Sünne, 4755)
Bilindiği gibi Mîzan, âhirete îmânın bir cüzüdür.
Ehl-i Sünnet vel-Cemat âlimleri, icmâ ile Mîzan haktır demişlerdir.
Hadis-i şeriflerle olduğu gibi, Kurânla da sabittir.
Âyet-i kerimede, "Biz kıyâmet gününe mahsus adâlet terazileri koyacağız.Artık hiçbir kimse hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır.(O şey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getiririz (mizâna koyarız). Hesapçılar olarak da biz yeteriz." (Enbiyâ, 47) buyuruluyor.
Mîzan, kıyâmet günü kurulur. Kulların amellerinin yazılmış olduğu defterler Mîzanda tartılır.
Bu Mîzanın iki kefesi vardır; biri hasenâtın (iyiliklerin) tartılması için, diğeri de seyyiâtın (kötülüklerin)…
---oOo---
"Ey kızım Fatıma!, Babam Peygamber diye güvenme Rabbine karşı kulluk vazifeni yap, Eğer Allah'tan nefsini satın alamazsan vallahi ben bile senin namına hiçbir şey yapamam..." Hz. Muhammed S.A.V. (Müslim, İman,89, Hadis no:351)
26/ŞUARÂ-214: Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne). Ve en yakının olan aşiretini uyar.
Hak, en büyük vazife olan tebliğ hususunda " Ve en yakının olan aşiretini uyar. “ buyurarak, Allah Resul’ünün, işe akrabalarından başlamasını emretmiştir. Bu ayet indirildiğinde Peygamber Efendimiz ailesinin bütün fertlerini, akraba ve yakın komşularını Ebû Kubeys tepesinde bir yemekte toplamış ve onlara hitaben; Ben şimdi şu dağın öbür yamacında düşman süvarilerinin bulunduğunu ve size saldırmak üzere olduklarını söylesem bana inanır mısınız?" diye sormuştu. Onlar, "evet inanırız" deyince Efendimiz sözlerine şöyle devam etmişti: "Ben şiddetli bir azaptan önce size gönderilmiş bir uyarıcıyım." Bunun üzerine, Ebû Leheb öfkeden yerinde duramaz hâle gelmiş, hâşâ "Ağzın kurusun. Sırf bunun için mi bizi buraya çağırdın?" diyerek hakaret etmişti. Bundan sonra herkes dağılmış ve Peygamberimiz çok üzülmüşlerdi. Bunun üzerine Allahütealâ Peygamberimizi teselli etmek için Tebbet suresini inzal etti.
111/TEBBET (MESED)-1: Tebbet yedâ ebî lehebin ve tebb(tebbe). Ebu Leheb'in iki eli kurudu ve helâk oldu.
111/TEBBET (MESED)-2: Mâ agnâ anhu mâluhu ve mâ keseb(kesebe). Ona malı ve kazandıkları bir fayda vermedi.
111/TEBBET (MESED)-3: Se yaslâ nâren zâte leheb(lehebin). Alevli ateşe atılacak.
111/TEBBET (MESED)-4: Vemreetuh(vemreetuhu), hammâletel hatab(hatabi). Ve onun, odun taşıyan kadını da.
111/TEBBET (MESED)-5: Fî cîdihâ hablun min mesed(mesedin). Onun boynunda mesedden (bükülmüş liften) bir ip vardır.
"Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Kurudu da." mealindeki ayet-i kerimeyi ihtiva eden "Tebbet" Suresi’nin indirilmesiyle teselli olan Efendimiz, Ebû Leheb gibi kimselerin mani olmaya çalışmalarına rağmen Allah'ın emrini yerine getirmiş, her fırsatta aile ve akrabasına da tebliğ ve irşatta bulunmuştu. Bir defasında, kavim ve kabilesine seslenerek şöyle buyurmuştu:
"Ey Kâ'b b. Mürre oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ben, ahirette sizin adınıza bir şey yapamam! Ey Abdimenâf oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ahirette sizin adınıza bir şey yapmak elimden gelmez! Ey Abdülmuttalip oğulları! Nefsinizi Allah'tan satın almaya bakın; zira ahirette sizin adınıza da bir şey yapamam!"
Efendimiz kendisine en uzak kabile ve oymaktan başlayıp en yakınlarına gelmiş ve "Ey Allah Resulünün halası Safiyye, sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak, zira ahirette senin adına da bir şey yapamam!" buyurmuştu. O Safiyye (radıyallahu anhâ) ki, Hazreti Hamza'nın kız kardeşiydi. O Safiyye ki, Allah Resulünün "Havarim" dediği Zübeyr'in anasıydı. O Safiyye ki, Allah Resulünün öz halasıydı. Buna rağmen İki Cihan Serveri, ona da "Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak, zira ahirette senin adına da bir şey yapamam!" demişti. Efendimiz, sözlerini o kadarla da bitirmemişti, son olarak kendi kızı Zügrem dediği ciğerparesi Hazreti Fatıma'ya (radıyallahu anhâ), "Ey Muhammedin kızı Fatıma! Sen de nefsini Allah'tan satın almaya bak; zira ahirette senin adına da bir şey yapamam." demişti. Efendimiz, emri çok iyi anlıyor ve yerine getiriyor; yakınlarından başlayarak hem inzar ediyor, hem de müjdeliyordu. İnzar ederken, ev halkına ve can parçası kızına da söyleyeceğini söylüyordu.
Evet, Allah Resulünün saadet hanesinde sürekli bir haşyet tüter dururdu. Allah Resulünün bakışlarda her zaman cennetlerin güzelliğini veya cehennemlerin korkutuculuğunu görüp hissederlerdi. Namaz kılarken huşu içerisinde O'nun titreyip ürpermeleri, kâh ileriye kâh geriye gidip gelmeleri; O'na bakan herkese Allah'ı hatırlatırdı. İmam Nesaî naklediyor: "Allah Resulü namaz kılarken içinde bir güveç kaynıyor gibi ses duyulurdu." Daima ağlamaklı bir hal ve cezbe ile Allah'a yönelerek namazını öyle kılardı. Peygamber hanesinin sakinleri O'nu hep Rabbinin huzurunda, başı yerde, titreyerek ve irkilerek secde eder vaziyette görürlerdi. Tabii ki, O'nun bu hali bile tek başına bir uyarıydı. Allah'tan çok korkan ve onu sonsuz seven Nebiler Sultanı'nın, hanım ve evlatlarında da aynı huşu vardı. Çünkü Allah Resulü, hep yaşadığını söylüyor ve söylediklerini de davranış biçimleriyle gösteriyordu. "Kişi sevdiğiyle beraberdir." diyen Hazreti Muhammed'i seviyorsanız, yolunda olacaksınız; çünkü ancak yolunda olanlar ötede onun sancağı altında ve şahitliğinde olacaklardır.
Derleme Makalelerim
Raşit Tunca
Schrems,31.12.2022