Fakirlerimizin ihtiyaçlarına harcanacak paraları israf eden zenginlerimizin manzarası; bir asgari ücretlinin aldığı kadar bir parayla alınan marka başörtüleri, siyah gözlükleri, yüksek topukları ve lüks jipleriyle gecelere akan, bir konser biletine milyarlar saçan, hiçbir tesettür defilesini kaçırmayan, pahalı telefonlarıyla tik tok videosu çeken, tüm özel hayatlarını Instagram’a açan, kınadığımız ne varsa başına İslâmi ibaresini koyarak yapan, kadının kocasına bir dilim kek, bir bardak çay vermesine bile itiraz ederek feminizmin kurucularını bile hayretler içerisinde bırakan, marka ve lüks bağımlısı tesettürlü Müslüman kızlarımız… Bunların öncelikle israfın haram olduğuna inanmaları ve iktisad ile tedavi edilmeleri lazımdır.Dünyada zenginlerin israfı ölçüsünde fakirler aç kalır. “Dünyadaki gıda israfının üçte biriyle hâlihazırda bütün insanları doyurmak mümkün olabilir”. İnsanlık, israf ettiği su, gıda, enerjiyle aslında geleceğini tüketiyor. Her lokma israfımız, bizi, neslimizi, ülkemizi ve dünyayı tüketiyor. Bir kavmin bir kavm-i müfsirin haline gelmesi, helaki için yeterli bir sebeptir. Rabbimiz haber veriyor:
“Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.” (Enbiya Sûresi/ 9
İsraf; nefse hâkim olmak değil, esir olmaktır. Keyfe mayeşa/ keyfimin istediği gibi yaşarım anlayışı, israfın hayata dönüşmesidir. İsraf, bireysellik ve pragmatist duyguları kamçılamaktadır. Ferdiyetçilik (bireysellik) ve pragmatizm insanı fedakârlık anlayışından uzaklaştırarak kişileri “kendi hayatını yaşama” anlayışıyla başkaları adına verici olmaktan alıkoymaktadır. Oysaki insanın canının her istediği şeye ulaşması ve bu konuda bir sınırlama tanımaması da israf sayılır.
Nitekim Ömer, Râ oğlu Abdullah’ı bir gün et yerken görmüş ve: “Hayrola et mi yiyorsun?” diye sormuştu Oğlu: “Evet canım çekmişti de…” deyince Hz. Ömer üzülmüş ve ona: “Demek sen öyle canının her çektiğini alıp yiyor musun? Bilmez misin ki Peygamberimiz: ‘İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır’ buyurmuştur” dedi.
(bk. Sünen-i İbn Mace, Et’ıme: 51) “Çal oynasın, vur patlasın” anlayışıyla bir hayat yaşayanlar, Allah karşısında haddi ubudiyeti aşan müsriflerdir. Tüketim ve harcamanın en aşağı derecesi cimrilik, itidâli iktisat ve kanaat, aşırısı israftır. Nitekim şu iki âyet-i kerîmede konu şöyle açıklanmaktadır: “Onlar ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, ikisi arası orta yolu tutarlar.” (el-Furkan Sûresi/67)
Helal dairesini keyfe kâfi görmeyenler, kendi keyflerini kanun haline getirip hukuk diye dayatmaktan çekinmeyen Karunlar olmaktan kurtulamazlar. Helal yoldan kazanılmayan mal yılan gibidir, girdiği delikten çıkar! Bir Müslüman insanın malı üzerinde imanının iradesi yoksa cebindekine hâkim değil mahkûmdur. Cebindeki nereden kazanılmışsa seni oraya götürür. Birçok insan görürüz ki hayır-hasenat yapamaz. Çünkü o malda imanının iradesi yoktur, irade malın haram olmasındadır. O mal haramdan kazanılmıştır ve harama gidecektir. Bir Hak dostunun sehl-i mümteni, veciz bir sözü var: “Hak ile beraber olan neyden mahrum kaldı; Hak’tan uzak olanlar neye sahip oldu?”
Alıntıdır.
“Sonra onlara verdiğimiz sözü yerine getirdik. Kendilerini ve dilediğimiz kimseleri kurtardık. Haddi aşanları ise helâk ettik.” (Enbiya Sûresi/ 9
İsraf; nefse hâkim olmak değil, esir olmaktır. Keyfe mayeşa/ keyfimin istediği gibi yaşarım anlayışı, israfın hayata dönüşmesidir. İsraf, bireysellik ve pragmatist duyguları kamçılamaktadır. Ferdiyetçilik (bireysellik) ve pragmatizm insanı fedakârlık anlayışından uzaklaştırarak kişileri “kendi hayatını yaşama” anlayışıyla başkaları adına verici olmaktan alıkoymaktadır. Oysaki insanın canının her istediği şeye ulaşması ve bu konuda bir sınırlama tanımaması da israf sayılır.
Nitekim Ömer, Râ oğlu Abdullah’ı bir gün et yerken görmüş ve: “Hayrola et mi yiyorsun?” diye sormuştu Oğlu: “Evet canım çekmişti de…” deyince Hz. Ömer üzülmüş ve ona: “Demek sen öyle canının her çektiğini alıp yiyor musun? Bilmez misin ki Peygamberimiz: ‘İnsanın canının çektiği her şeyi yemesi de israftır’ buyurmuştur” dedi.
(bk. Sünen-i İbn Mace, Et’ıme: 51) “Çal oynasın, vur patlasın” anlayışıyla bir hayat yaşayanlar, Allah karşısında haddi ubudiyeti aşan müsriflerdir. Tüketim ve harcamanın en aşağı derecesi cimrilik, itidâli iktisat ve kanaat, aşırısı israftır. Nitekim şu iki âyet-i kerîmede konu şöyle açıklanmaktadır: “Onlar ki harcadıkları zaman israf etmezler, cimrilik de yapmazlar, ikisi arası orta yolu tutarlar.” (el-Furkan Sûresi/67)
Helal dairesini keyfe kâfi görmeyenler, kendi keyflerini kanun haline getirip hukuk diye dayatmaktan çekinmeyen Karunlar olmaktan kurtulamazlar. Helal yoldan kazanılmayan mal yılan gibidir, girdiği delikten çıkar! Bir Müslüman insanın malı üzerinde imanının iradesi yoksa cebindekine hâkim değil mahkûmdur. Cebindeki nereden kazanılmışsa seni oraya götürür. Birçok insan görürüz ki hayır-hasenat yapamaz. Çünkü o malda imanının iradesi yoktur, irade malın haram olmasındadır. O mal haramdan kazanılmıştır ve harama gidecektir. Bir Hak dostunun sehl-i mümteni, veciz bir sözü var: “Hak ile beraber olan neyden mahrum kaldı; Hak’tan uzak olanlar neye sahip oldu?”
Alıntıdır.