Esra Gezginci ile Esrarengiz Azerbaycan bu bölümde Karabağ’ın atan kalbi, küçük Paris, Kafkasya’nın sanat mabedi, Azerbaycan müziğinin beşiği, doğu konservatuarı diye anılan Şuşa’ya gitti. Günümüzdeyse Azerbaycan’ın ve Türk dünyasının kültür başkenti Şuşa bölümünün konuğu ise Hazar Üniversitesi Öğretim Üyesi Tarihçi Dr. Bayram Quliyev oldu.
Esra Gezginci, Esrarengiz Azerbaycan bu bölümde Karabağ’ın atan kalbi, doğu konservatuarı diye anılan Şuşa’ya gitti. Şuşa’da Cıdır Ovası’na geldim. Burasının manevi değeri o kadar büyük ki. Askerlerimiz burada vatan savaşını kazanmış. Zafer Yolu’ndayız. Şuşa’nın Ermeni işgalinden azat edilmesinde önemi olan yerdeyiz. Zafer Yolu’ndayız. Karabağ’ı Ermeni işgalinden kurtarmak için Azerbaycan askerleri tarafından açılan bu yol, bölgenin yeniden canlanmasını hedefleyen Büyük Dönüş Programı’nın ana bileşenlerinden biri. Savaştan büyük zarar gören kentlere ulaşımı sağlayacak Ahmedbeyli-Fuzuli-Şuşa karayolu, ileride Zengezur koridoru ile Nahçıvan’a ve Türkiye’ye bağlanacak. Zafer Yolu bizi, Karabağ ve Kafkasya’nın en önemli kentlerinden birine götürüyor: Şuşa.
Şuşa, tarihsel olarak Azerbaycan’ın en önemli kültürel ve sosyopolitik merkezlerinden biri. 18. yüzyılın ortalarında Karabağ hanı Penahali Han tarafından kuruldu. Başlangıçta Penahali Hanı uğruna Penahabat olarak adlandırıldı. İbrahim Halil Han döneminde inşa edilen kaleler ve surlarla birlikte. Şuşa Kalesi ve Şuşa şehri olarak anıldı. 19. yüzyıla gelindiğinde Şuşa’da onlarca şair, şarkıcı, müzikolog, ressam hatta astronom yaşıyordu. Müzik severler ünlü şarkıcıları dinlemek veya ders almak için her zaman buraya akın etmişler.
Şuşa, Cabbar Karyağdıoğlu, Kurban Pirimov, Seyit Şuşinski gibi sanatçıların da vatanı. Hem Azerbaycan’da hem Türkiye’de politik ve düşünce tarihinde önemli bir yeri olan gazeteci, yazar, hukukçu Ahmet Ağaoğlu da Şuşa doğumlu.
Şuşa Kalesi’nin dört giriş kapısından biri olan Gence kapısındayız. Kuzeye bakan ve adını Gence şehrine giden yoldan alan kapı. Vatan savaşı sonrası restore edildi ve gördüğünüz gibi kentin adı Azerbaycan Türkçesiyle üstünde yazıldı. Azerbaycan mimarisinin en güzel örneklerinden biri kabul edilen yapı, Arran Mimarlık Okulu tarzında inşa edilmiş ve Şuşa Devlet Tarihi ve Mimarlık Koruma Alanı’nın bir parçası olmuş.
Hocam, Şuşa Kalesi nezaman inşa edilmiş? 1752 yılında. Ama sanırım İbrahim Han zamanında şu restore edildi. Bu da neredeyse 1780-90’lı yıllar. Gence Kapısı, Şuşa kurulduğundan beri ayakta kalan tek kapısı. Doğru mu biliyorum hocam? Evet.Şuşa şehri salındığından yani inşa edildiğinden bu yana Şuşa kapısı da var. Zaten 19. yüzyıl harita ve planlarında, Şuşa kalesinin olduğunu görüyoruz. Şuşa Kalesi’nin dört kale kapısı vardır. Erivan Kapısı, Gence Kapısı ve Aoglan Kapısı. Diğerinin ise kaynaklarda ismi de geçmez.
Ama dört kapı olduğu biliniyor. Tek ayakta kalan kapısı da bu. Ben baktığım zaman hocam, tabii restorasyon yapılmış ama orijinal halleri de kaldığını görüyorum aslında burada. Evet. Restorasyonu aslında hanlıklar döneminden başlamış. İlk 1752’de Penahali Han inşa ettiği zaman kaleyi, o kadar da sağlam değilmiş. İbrahim Halil Han tahta geçince daha da sağlamlaştırmış ve kaleyi yükseltmiş. Şimdiki hali dört metre yüksekliğinde, iki metre genişliğinde. Ve ardından Sovyetler döneminde de bir restorasyon yapılmış. Ama Sovyetler döneminde restorasyon yapıldığı zaman, mimari açıdan da bazı uygunsuzluklar olmuş. Daha sonra 92’de dağıldığı zaman kalenin bir kısmı da dağılmış. Şu gördüğünüz yeni restorasyonun olduğu kısım. Ve yeni restorasyondaysa, zaten yapamazlardı orijinal haline uygun olarak. Sovyetler zamanında bunu yapsalardı, o zaman daha orijinal olabilirdi. Ama Sovyetler buna izin vermezdi ki.
Doğru. Peki, ilk yapıldığında kale ne kadar büyüklükteydi hocam? Burada bayağı bir demek ki. Şuşa’nın bir kısmı tamamı kayalık. Diğer kayalık olmayan kısmı şehri çevrelerdi surlarla. Daha sonradan Şuşa Kalesi’nin inşasına karar verildi.. Ardından birçok savaşlar olunca, aynı zamanda 19. yüzyılın evvellerinde, başlangıcında Ermenilerin de yaptıkları birçok şeylerle kalenin bir kısmını artık göremiyoruz maalesef.
Hocam çok güzel yerden girdiniz. Hemen böyle Şuşa’nın oluşum tarihiyle ilgili onu soracağım. Ama öncesinde Şuşa ismini cam saflıktan mı alıyordu? Öyle bir anlamı vardı Şuşa’nın değil mi? Evet. Şuşa’nın ismine biz gelince, bazı kaynaklarda şöyle yazar: Şuşa’nın ismi, Şuşa’nın yakınlığında yerleşen bir köyden, Şuşakent köyünden alır. Ve bu Şuşa’nın iki tane anlamı var. Biri şişe Farsçada, biz cam deriz. Pürüzsüz, temiz, saf, daha güzel gözüken anlamında. Bir de şiş deriz. Şiş, eski Türkçede dik anlamını ifade eden bir kelime.
Yüksekte olduğu için mi? Evet. Tam yüksekte ve keskin olduğu için. Şiş, keskin demek. Keskin olduğu için ve çok yüksekte olduğu için öyle anlamına geldiğini de söylüyorlar.
Peki hocam, Şuşa’nın böyle biraz tarihine inmek istiyorum açıkçası. Bir hanlık döneminden geliyor… Evet. Artık 18. yüzyılların, 1747. yılda Nadir Şah ölünce Azerbaycan’ın hem güneyinde hem kuzeyinde hanlıklar yarandı ve bu hanlıklardan biri Karabağ Hanlığı idi. Zaten bu hanlıklar kendi içinde çekişme halindeydi. Ve ilk önce Karabağ Hanlığının merkezi Bayat veya Şahbulak, Ağdam diye de geçiyor şimdi. Ama bu saldırılar olunca aynı zamanda güneyden Kaçarlar’ın da saldırıları olunca Penah Han emretti, yeni bir yer olsun ve çok yüksekte olsun. Biz el çatmaz deriz. Elin yetmediği, ünün de çatmadığı bir yerde kale olması gerekiyor.
O yüzden mi Şuşa’yı kurdu? Evet, o yüzden Şuşa’yı kurdu. Ama kurmamıştan önce, Karabağ melikleri var Karabağ’a destek veren, Melih Şah neziri gönderdi ki yeni bir yer bul. Ve aynı zamanda o yerde su kuyularının olması da gerekiyor. Tabii ki. Önce su olması lazım yaşamak için. Evet. Ve burada birçok çeşmeler, bulaklar olduğu için, Su kuyusu kazma olanağı olduğu için Şuşa Kalesi’nin inşasına karar verildi. Ve aynı zamanda ilk olarak bu kale Penahabad adlandırıldı. Hanın ismiyle. Daha sonra İbrahim Han’ın döneminde bildiğimiz Şuşa adını aldı.
Azerbaycan ve Kars, Iğdır gibi doğu illerimizde bir atasözü vardır: “Her okuyan Penah olmaz.” Bu sözün doğmasına neden olan, Karabağ hanlığı baş veziri ve daha da önemlisi şair Molla Penah Vakif’ın anıtındayız. Molla Penah, geniş bilgisi, keskin zekâsı ve Vakif mahlasıyla yazdığı şiirlerinden dolayı çok sevildi. Topluma rol model olma yönünde öğütleri ve halkın gönlünü kazanan Vakif, haksızlığı yapan kim olursa olsun isyan etmiş, sultanlara, beylere, dervişlere, din adamlarına ve sadakatsiz dostlara büyük cesaretle sitem etmiş. Bu anıt mezarın inşası 1970’lerde başladı ve 1982’de tamamlandı. O tarihte Azerbaycan Komünist Partisi Genel Sekreteri Haydar Aliyev tarafından açıldı. 1992’de Ermenistan işgali sırasında büyük bir tahribata uğrayan anıt, bu kez İlham Aliyev tarafından aslına bire bir sadık kalarak restore edildi.
Haydar Aliyev de o kadar değer vermiş ki bu anıtı yaptırmış onun için. Zaten çok değerli bir adammış. Hem veziri azam, hem de şairmiş. Tabii sonra işgalden dolayı bu anıt bayağı bir harap olmuş. Sağ olsun İlham Aliyev de bire bir aynısını yaptırmış değil mi hocam? Evet, öyle. Ve Vakif, Molla Penah Vakif. Bu anıt, Azerbaycan için sadece bir anıt değil. Bu anıt aynı zamanda, Şuşa’nın bir şehir, bir Türk şehri olduğunu gösteren bir simgedir. Çünkü bu anıtı yaptırdığı zaman Haydar Aliyev, 1982 yılında, Sovyetler Şuşa dâhil olmak üzere, tüm Karabağ’ı Ermenileştirmek istiyorlardı. Vakif de temiz Türkçe, arıtılmış bir Türkçeyle şiirler yazdığı için de Haydar Aliyev mes Vakif’ı esas götürerek onun türbesini yaptırdı. Ve tüm dünyaya göstermeye çalıştı ki, Şuşa bir Türk şehridir. Vakif sadece şair değildi. Aynı zamanda Karabağ’ın devlet adamı. Ve vezir. Vezir olduğu için de siyasi sürecin içerisindeydi ve ölümü de bu siyasi nedenlerden dolayı oldu.
Nasıl hocam, nasıl öldü siyasi nedenle? Evet. Ağa Muhammed Şah Kaçar, Safevi İmparatorluğu’nu hayatta tutmaya çalışıyordu. Ve böyle bir zamanda Şuşa bir sembol. Şuşa alındığı zaman değil Karabağ, tüm Azerbaycan alınmış olunurdu. Onun için de Şuşa’nın tuttuğu zaman ittifak etmek teklifini sunuyor Vakif’a. Vakif’sa bununla barışmıyor ve Vakif’ın ölümü için ferman çıkarıyor.
Benim duyduğum bir şey var hocam. Vakif’ın eşi, bir kıskançlıktan dolayı kendini Cıdır Ovası’nın kayalıklarından atarak intihar etmiş. Bu nasıl bir şey? Böyle bir hikâye var mı? Doğru mu bilmiyorum ama. Kaynaklarda bu kesin bir dille ifade edilmez. Sadece olarak onun kıskandığını söylerler. Ama tahminimizce kıskançlığın esas nedeni, sarayda olmuş cariyelerle ilgili olabilirdi.
Karısı ama Cıdır Ovası’ndan kendini atmış mı? Böyle bir şey var mı? Evet, evet atmış. Cıdır Ovası’ndaki kayalıklardan en hüngürde olanı yazıyorlar. En yüksekte olan kayalardan birinden kendini atmış.
Allah rahmet eylesin, Haydar Aliyev ne güzel yaptırmış bu anıtı. Sonra İlham Aliyev de sağ olsun yenisini yaptırmış değil mi? Aynısını. Evet, evet. İlham Aliyev’in aynısını yaptırmasının esas nedenlerinden biri, zaten bu. Zamanında Haydar Aliyev, sadece Şuşa’nın değil Karabağ’ın bir Türk şehri olduğunu göstermek için yaptırdı. Aynı şeyi de İlham Aliyev yaptırdı.
Hatta Şuşa’da hani zafer kazanıldığında ilk yaptırılan yer mi burası? Evet, evet. Bu sembolik bir şey olduğu için ilk restore edilen abide de bu. Aslında burası daha fazla süslemelerle bezenmiş bir yapı olabilirdi. Ama Sovyetler devrinde yasaklar olduğu için sadece altıgen figürünü kullanmışlar ve figürler de o kadar güzel kombine edilmiş ki çok farklı bir ambiyans verir, farkında mısınız?
İçerisine gelince çok etkilendim gerçekten. Bazı kısımlar da açık, bilerek mi acaba böyle yaptılar? Evet. Işık oynaması olsun diye böyle bir mimari üsluptan kullanmış, üslup kullanmışlar.
Haydar Aliyev burayı ilk yaptırdı ama sonra, bombalandıktan sonra peki kabir burada kalmış mı? Evet. Ermeniler dokunmamış. Çok ilginç olduğu kadar da gerçek olan bir şey var. Dokunmamış mı, acaba bulamamışlar mı? Hayır, hayır bulmuşlar sanırım. Ama dünyanın etkileyici bir şeyler yapacağını düşünerek sadece anıtı dağıtmakla yetinmişler bence.
Peki hocam, Vakif’la Han’ın bir hikâyesi vardı değil mi? Evet, Kura Nehri’yle ilgili. Kura Nehri’nin kenarıyla ilgili ilginç bir hikâyesi var. Nasıldı hocam bu? Hatırlar gibiyim ama sizden de dinlemek isterim. Evet. Karabağ hanı veziriyle birlikte Kura Nehri kıyısına gitmişler. Sanırım ava gitmişlerdi. Veya balık tutmak istemişlerdi. Han Kür kenarını çok sever ve Vakıf’a sorar ki, “Gidelim mi Karabağ’a, yoksa burada mı kalalım? Belki sarayı buraya mı getirelim?” Tabii Vakif da Karabağ’ı sevdiği için ve aynı zamanda Han’a da yok diyemez. Onun için bir şiir yazar. “Kür kırağının eceb seyrahgâhı var çok güzeldir/ ama yeşilbaş sunası hayıf ki yoktur.” Bu şiir uzun bir şiir.
Ne demek istemiş hocam? Göstermeye çalışıyor ki, güzeldir tabii ama Karabağ ondan da güzeldir. Böyle bir hikâye çıkmış. Etkileyici.
Şuşa’da Cıdır Ovasına geldim. Buranın manevi değeri o kadar büyük ki. Askerlerimiz burada vatan savaşını kazanmış. Duygulanmamak mümkün değil. Burası çok özel, çok güzel bir yer. Cıdır Ovasının kayalıklarının üstündeyim şu anda. Buradan bakınca insanın aklı almıyor biliyor musunuz? Çünkü burası çok yüksek ve askerlerimiz aşağıdan, bu yol, Zafer Yolu’ndan buralara gelip, bu kayalıklardan tırmanıp zaferi kazanmış. İşte konu vatan olunca, her şey mümkün oluyor. Sağ olsunlar, var olsunlar.
Şuşa’nın güneyindeki Cıdır Ovası, doğal güzelliği kadar şehrin kurtuluşunda rol açısından çok önemli. Şuşa’nın tek girişine yığınak yapan Ermeni ordusuna karşı Azerbaycan askerleri bu kayalıkları tırmanarak, sürpriz bir saldırı düzenlediler. Kayaların üstünde mermi izleri halen seçilebiliyor. Askerlerin bu noktaya ulaşmak için ormandan açtıkları Zafer Yolu da buradan görülebiliyor.
Taşaltı Nehri ve vadisine bakan Cıdır Ovası, adını Karabağ Hanlığı zamanlarında at yarışı oyunları tutma geleneğinden alıyor. Cıdır Azerice ‘at yarışı’ anlamına de geliyor. Cıdır Ovası, öteden beri Şuşa’daki festivaller ve spor etkinlikleri için ana konum olmuş. Güreş, atıcılık, binicilik, at ve deve yarışları düzenlenmiş. Çevgan adı verilen polonun Azerbaycan versiyonu. Yine binicilik becerilerinin sergilendiği Jigitova, bahardan denilen tüfek ve hançerlerle yapılan atıcılık oyunu, tarih boyunca Cıdır Ovasını şenlendirdi. Cıdır Ovası Nevruz kutlamalarına ve uluslararası konuklar için yapılan resmi karşılama törenlerine ev sahipliği yaptı. Uzun bir aradan sonra, Mayıs 2021’de geleneksel Harı Bülbül Müzik Festivali düzenlendi.
Şimdi size Zafer Saati’nden bahsetmek istiyorum. Saatin tasarımcısı Âdem Yunusov. 30 yıllık hasreti 44 günde bitirerek Azerbaycan halkına şanlı bir zafer kazandırılmasına ithafen yapıldı. Karabağ yolunda her saniye altın değerindeydi. Bu süre zarfında cesur askerlerimiz günün her saatinde, her saniyesinde ilerlediler ve sonunda zafer kazanıldı. Bu saatten sadece 270 adet üretildi. Bunun sebebi de 27.09.2020, zaferin başladığı için özel hazırlanmış. Saatin içindeki bütün semboller Azerbaycan’la ilgili. Ünlü “Karabağ Azerbaycan’dır” sözü bu saatin tasarımında vücut buluyor. Bu nadide ve anlamı çok büyük olan saati, bana hediye edildiği için minnettarım.
Bu içeriğin kaynağı Ntv haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.