Yazan, Moliere ve çeviren Orhan Veli Kanık, olur da üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, güncelliğini korur mu? Elbette!
Çünkü iyi bir yazar, çok iyi bir gözlemcidir. Eskilerin bir tabiri vardır, bakınca, karşındakinin röntgenini çekmek. Yani o anlatmadan içini, dışını çözebilmek.Tam da bu! Yazar, öncelikle gözü ve yüreği mühürlülere rehberlik ediyor.
NEDİR BU TARTUFFE’lardan ÇEKTİĞİMİZ!
Dünya var olduğundan beri, neler gördü, neler… Ama hiçbir şeyden çekmedi, nasırından, pardon cahilinden, çektiği kadar.
Cahil ile tartışma, kaybedersin. Gerçekten, büyük bir laf. Ortaçağ, kilise, bağnazlık. Kadın seslerinin bile yasak olduğu dönemler. Geçen süreç, milenyum ve sonrası. Ve hangi din olursa olsun, ortada hâlâ bağnazlık. İşte yine bir yazar, üstelik bu eserini yazdıktan sonra oyunu izleyen seyircilere aktarıldığı gibi öğreniliyor ki beş yıl yasaklanmış. Fransızca olan eseri, dilimize keskin zekâsı ile elbette Orhan Veli Kanık, kazandırmış. Sanki bugün için yazılmış gibi Tartuffe.
Güçlü kadrosu, birçok ödülü ile Açık Hava sahnesinde, iğne atsan yere düşmeyecek bir izleyici kitlesi ve 1664’lerden 2023’lere, yobazlığın, dünyayı kasıp kavuran din simsarlığı altında kitlelerin, toplumların başına neler gelebileceği, çok yalın bir dilde anlatılıyor. İşin içine masalsı, sanki üç boyutlu bir filmi izlermiş, izlenimi veren ve birbiri ile tamamen paralel işleyen, dans ve oyunculuk ile muazzam bir yapıt ortaya çıkmış. Geçtiğimiz yıl, Moliere’in, doğumunun 400.yılı sebebi ile prömiyerini yapan ve yönetmenliğini, Yiğit Sertdemir’in yaptığı, Tartuffe, oldukça varlıklı bir ailenin içine, danışman, olarak yerleşip, sonra da birbirinden entrika işlerle, aileyi dımdızlak ortada bırakacak konuma getiren Tartuffe, karakteri; toplumun inanç damarlarına şırınga edilip, sanki Tartuffe gibilerin söyledikleri yapılmazsa, din elden gidecek, duygusu ile ne derece sömürebileceklerini, iyi insanların, şeytana bile pabucunu ters giydirecek, bu türümsü varlıklar tarafından ne derece aldatılabileceklerini, tüm çıplaklığı ile sunuyor. Ahlaksızlık boyutlarının; sınır tanımayan yüzünü, bir toplumun en küçük birimi olup ama aynı zamanda toplumu oluşturan temel değerler sisteminde, aile çatısı üzerinden vermesi, en etkili kısmı. Böylelikle sadece aile değil toplumsal kokuşmuşluğun; giriş, gelişme ve sonuç kısımlarını pek de güzel işliyor.
Her tiyatro eserinde, projeleri ile oyuna bütünlük katan dekor tasarımında, Barış Dinçel, oyunun tamamının geçtiği, malikâne ve hemen arkasında yer alan Tanrı, Kilise ve diz çökmüş insan figürü ile inanan, temiz insanlar ve bir yandan inanç simsarlarının, din altında, ahlaksızlık boyutlarını bütünlüyor. Tepede yer alan on mumlu avizenin ışıkları bile karanlığın giderek artan gölgesini kesemiyor.
Bennu Yıldırımlar’ın finale doğru, Tartuffe’un gerçek yüzünü, kocasına gösterme çabası sırasında, masanın üstüne çıkması ve kendinden geçercesine,rolünün hakkını vermesi olağan üstü. Elbette, üç kadının, diğer sahnelerde de olduğu gibi oyun içine serpiştirilmiş, Orhan Veli Kanık, sözlerinden bestelenmiş eserlerin biri olarak seslendirdikleri; ve her birinin, “Duyuyorum” kısmında, esere girdikleri ve çoğaldıkları… “Bilmezdim, kelimelerin kifayetsiz olduğunu, bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum. Her şeyi söylemek, mümkün. Epeyce yaklaşmışım. Duyuyorum. Anlatamıyorum!” kısmı, muazzam. Zaten izleyici alkışları ile de taçlanıyor.
Her nerede olursa olsun,
Susanlarda, suça, suçlu kadar ortak.
Yanlışa, doğru demek, en büyük ahlaksızlık mertebesi, olduğuna göre sistemin dişlilerinin çarkını, kim durduracak?
Belki böyle oyunlar, bilinçlenmeyi arttıracak, tabii eğer gerçekten doğruya olan inancımız, içimizdeki vicdanımız, kadar temiz ise.
Tam üç sezon, ardı ardına, Yılın En İyi Komedi, oyunu, iki sezon, yine üst üste, Yılın En İyi Kadın Komedi Oyuncusu, bu yıl, Kostüm Tasarımı, ödüllerine lâyık görülen; Murat Garipağaoğlu, Semah Tuğsel, Bennu Yıldırımlar, Naci Taşdöğen, Mehmet Soner Dinç, Emre Şen, Zeynep Göktay Dilbaz, Tolga Yeter(aynı zamanda Yönetmen Yardımcısı), Gürkan Başbuğ, Yeşim Koçak, Özge Kırdı, Nilay Bağ’ın oyunculukları. Sahne arkasında; Dekor Tasarım, Barış Dinçel, Koreograf, Zeynep Midilli, Işık Tasarım, Kemal Yiğitcan, Kostüm Tasarım, Eylül Gürcan, Ses ve Efekt, Serkan Yavaş,Suflör, Özer Köse.
Müzik: Emrah Can Yaylı ve Orkestra: Mert Can Oktav, Muzaffer Berişa, Deniz Can Gümrük, Deniz Atalay.
Biz, ayakta alkışladık. Kaçırdıysanız, muhakkak fırsat yaratıp, izlemeniz tavsiye olunur.
Aydınlık yarınlar, için.
Aydınlık dünya, için.
Aydınlık evren, için.
En çok da İNSAN gibi İNSANCA yaşamak için!
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Çünkü iyi bir yazar, çok iyi bir gözlemcidir. Eskilerin bir tabiri vardır, bakınca, karşındakinin röntgenini çekmek. Yani o anlatmadan içini, dışını çözebilmek.Tam da bu! Yazar, öncelikle gözü ve yüreği mühürlülere rehberlik ediyor.
NEDİR BU TARTUFFE’lardan ÇEKTİĞİMİZ!
Dünya var olduğundan beri, neler gördü, neler… Ama hiçbir şeyden çekmedi, nasırından, pardon cahilinden, çektiği kadar.
Cahil ile tartışma, kaybedersin. Gerçekten, büyük bir laf. Ortaçağ, kilise, bağnazlık. Kadın seslerinin bile yasak olduğu dönemler. Geçen süreç, milenyum ve sonrası. Ve hangi din olursa olsun, ortada hâlâ bağnazlık. İşte yine bir yazar, üstelik bu eserini yazdıktan sonra oyunu izleyen seyircilere aktarıldığı gibi öğreniliyor ki beş yıl yasaklanmış. Fransızca olan eseri, dilimize keskin zekâsı ile elbette Orhan Veli Kanık, kazandırmış. Sanki bugün için yazılmış gibi Tartuffe.
Güçlü kadrosu, birçok ödülü ile Açık Hava sahnesinde, iğne atsan yere düşmeyecek bir izleyici kitlesi ve 1664’lerden 2023’lere, yobazlığın, dünyayı kasıp kavuran din simsarlığı altında kitlelerin, toplumların başına neler gelebileceği, çok yalın bir dilde anlatılıyor. İşin içine masalsı, sanki üç boyutlu bir filmi izlermiş, izlenimi veren ve birbiri ile tamamen paralel işleyen, dans ve oyunculuk ile muazzam bir yapıt ortaya çıkmış. Geçtiğimiz yıl, Moliere’in, doğumunun 400.yılı sebebi ile prömiyerini yapan ve yönetmenliğini, Yiğit Sertdemir’in yaptığı, Tartuffe, oldukça varlıklı bir ailenin içine, danışman, olarak yerleşip, sonra da birbirinden entrika işlerle, aileyi dımdızlak ortada bırakacak konuma getiren Tartuffe, karakteri; toplumun inanç damarlarına şırınga edilip, sanki Tartuffe gibilerin söyledikleri yapılmazsa, din elden gidecek, duygusu ile ne derece sömürebileceklerini, iyi insanların, şeytana bile pabucunu ters giydirecek, bu türümsü varlıklar tarafından ne derece aldatılabileceklerini, tüm çıplaklığı ile sunuyor. Ahlaksızlık boyutlarının; sınır tanımayan yüzünü, bir toplumun en küçük birimi olup ama aynı zamanda toplumu oluşturan temel değerler sisteminde, aile çatısı üzerinden vermesi, en etkili kısmı. Böylelikle sadece aile değil toplumsal kokuşmuşluğun; giriş, gelişme ve sonuç kısımlarını pek de güzel işliyor.
Her tiyatro eserinde, projeleri ile oyuna bütünlük katan dekor tasarımında, Barış Dinçel, oyunun tamamının geçtiği, malikâne ve hemen arkasında yer alan Tanrı, Kilise ve diz çökmüş insan figürü ile inanan, temiz insanlar ve bir yandan inanç simsarlarının, din altında, ahlaksızlık boyutlarını bütünlüyor. Tepede yer alan on mumlu avizenin ışıkları bile karanlığın giderek artan gölgesini kesemiyor.
Bennu Yıldırımlar’ın finale doğru, Tartuffe’un gerçek yüzünü, kocasına gösterme çabası sırasında, masanın üstüne çıkması ve kendinden geçercesine,rolünün hakkını vermesi olağan üstü. Elbette, üç kadının, diğer sahnelerde de olduğu gibi oyun içine serpiştirilmiş, Orhan Veli Kanık, sözlerinden bestelenmiş eserlerin biri olarak seslendirdikleri; ve her birinin, “Duyuyorum” kısmında, esere girdikleri ve çoğaldıkları… “Bilmezdim, kelimelerin kifayetsiz olduğunu, bu derde düşmeden önce. Bir yer var, biliyorum. Her şeyi söylemek, mümkün. Epeyce yaklaşmışım. Duyuyorum. Anlatamıyorum!” kısmı, muazzam. Zaten izleyici alkışları ile de taçlanıyor.
Her nerede olursa olsun,
Susanlarda, suça, suçlu kadar ortak.
Yanlışa, doğru demek, en büyük ahlaksızlık mertebesi, olduğuna göre sistemin dişlilerinin çarkını, kim durduracak?
Belki böyle oyunlar, bilinçlenmeyi arttıracak, tabii eğer gerçekten doğruya olan inancımız, içimizdeki vicdanımız, kadar temiz ise.
Tam üç sezon, ardı ardına, Yılın En İyi Komedi, oyunu, iki sezon, yine üst üste, Yılın En İyi Kadın Komedi Oyuncusu, bu yıl, Kostüm Tasarımı, ödüllerine lâyık görülen; Murat Garipağaoğlu, Semah Tuğsel, Bennu Yıldırımlar, Naci Taşdöğen, Mehmet Soner Dinç, Emre Şen, Zeynep Göktay Dilbaz, Tolga Yeter(aynı zamanda Yönetmen Yardımcısı), Gürkan Başbuğ, Yeşim Koçak, Özge Kırdı, Nilay Bağ’ın oyunculukları. Sahne arkasında; Dekor Tasarım, Barış Dinçel, Koreograf, Zeynep Midilli, Işık Tasarım, Kemal Yiğitcan, Kostüm Tasarım, Eylül Gürcan, Ses ve Efekt, Serkan Yavaş,Suflör, Özer Köse.
Müzik: Emrah Can Yaylı ve Orkestra: Mert Can Oktav, Muzaffer Berişa, Deniz Can Gümrük, Deniz Atalay.
Biz, ayakta alkışladık. Kaçırdıysanız, muhakkak fırsat yaratıp, izlemeniz tavsiye olunur.
Aydınlık yarınlar, için.
Aydınlık dünya, için.
Aydınlık evren, için.
En çok da İNSAN gibi İNSANCA yaşamak için!
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.