Dini Makale "Hatalarımızdan Ders Alalım"
İnsan, bir yandan akıl sahibi olduğu gibi, bir yandan da çeşitli his ve arzuların tesiri altında olan bir varlıktır. Bu sebeple çoğu zaman doğruyu yanlışı bildiği halde nefsine tam hakim olamaz, yanlış veya eksikler yapar.
Bu durum, hem Allah-u Zülcelâl’in takdiri iledir, çünkü Allah-u Zülcelal insanı zayıf yarattığını bildirmiştir, hem de kulun yeterince azimli olmayışı ve Allah’tan yardım istemeyişindendir. Bu durumda kul kendi nefsinin hatasına üzülmeli, Allah’ın takdirine –haşa- suç bulmaya kalkışmamalıdır.
Ebû Saîd kuddise sirruh’a soruldu:
“Kulun aynı anda hem rızâ hem de hoşnutsuzluk göstermesi caiz olur mu?” O da buyurdu ki:
“Evet kul hem Rabbına rızâ, hem nefsine ve Allah’la ilişkisini kesen her şeye hoşnutsuzluk gösterebilir.”
İnsan, dünyevi veya uhrevi bir hatasından dolayı pişmanlık yaşadığında aşırı üzüntü ve ümitsizliğe kapılmamalıdır. Çünkü insan hatasından ders alıp kendini düzeltmeye çabalarsa her şey onun için hayırdır. Hatta bazı hataları olan bir insan olup alçakgönüllülükle özür dilemesi, kendini hatasız görmesinden daha iyidir. Bu sebeple son noktada kulun hatalı tercihler yapması da hikmetsiz değildir.
Kul bir takım hatalar işleyip de kendi acziyetini, cehaletini, irade zafiyetini gördüğü zaman nefsine itimat etmeyip Allah’ın yardımına ve hidayetine daha çok sığınır. Bu sebeple zaman zaman hatalar işlememiz de ilahi takdirin bir parçasıdır ve hikmetlidir.
Bununla beraber, kasten kötülük ve zulümler işleyip de bunları –haşa- ilahi takdirin gereği diye avunmaya kalkmak mümkün değildir. Çünkü kul ancak hayırlı ve meşru şeyleri Allah-u Zülcelâl’den isteme ve bunları meşru yollarda taleb etmek için teşebbüs etme hakkına sahiptir. Apaçık günah ve zulüm olan işlere bile bile girişen bir kişi, Allah’ın çizdiği hududu aşmış olur ve bununla cezaya müstehak olur.
Kadere rıza göstermek, insanı dünya ve ahiret için çalışmaktan alıkoymaz. Çünkü çalışmak da Allah’ın kaderindendir. Allah-u Zülcelal kullarına çalışmaları için akıl, güç kuvvet ve çeşitli imkanlar vermiştir. Helal ve iyi işlerde çalışmalarını da emretmiş, bu şekilde ihtiyaçlarını helalden temin etmelerinden razı olmuştur. Allah’ın “Çalışın, helalden isteyin” emrine uyan bir kul, Allah’ın ezelde takdir ettiği nimete kavuşur.
Bununla beraber kul ne kadar çalışıp çabalasa da “Kendim kazandım” dememeli, Allah-u Zülcelâl’in lütfundan nasip ettiğini bilmelidir. Çünkü çalışmak da, çalışacak bir imkan bulmak da, işlerin rast gitmesi ve hayırlı bir neticenin ortaya çıkması da hep Allah’ın lütfudur.
İşte bütün bunları bilen bir kul, dünyalık ve ahretlik bütün çalışmalarını Allah’ın lütfu bilir ve ona olan şükrünü artırmaya bakar. Bu açıdan ele alınınca kadere iman edenin ihlas ve samimiyetinin kuvvetleneceğini, Allah’a karşı edeb ve takvasının artacağını söyleyebiliriz.
Abdülkadir Geylânî kuddise sirruh buyurur:
“Kim ki kadere boyun eğerse, râzı olursa Allah-u Zülcelal hazretleri onu yükseltir, tevazu ve edebi sayesinde onu Kendi’sine yaklaştırır. Kibir ve edeb noksanlığı ise seni Allah’tan uzaklaştırır. Tâat ve ibâdet seni ıslâh eder ve Allah’a yaklaştırır. Mâsiyet, günah ise seni ifsâd eder, Allah’dan uzaklaştırır.”
Kul her iyiliği Allahtan bilip, kötülüklerden de nefsini sorumlu tutup devamlı Allah’a karşı edebli olursa Allah-u Zülcelal kulundan razı olur. Böylece kul ayet-i kerimedeki “Razıyeten merzıyye” yani razı olmuş ve razı olunmuş kullardan olur.
Kaynak :
İslami Hayat Dergisi
İnsan, bir yandan akıl sahibi olduğu gibi, bir yandan da çeşitli his ve arzuların tesiri altında olan bir varlıktır. Bu sebeple çoğu zaman doğruyu yanlışı bildiği halde nefsine tam hakim olamaz, yanlış veya eksikler yapar.
Bu durum, hem Allah-u Zülcelâl’in takdiri iledir, çünkü Allah-u Zülcelal insanı zayıf yarattığını bildirmiştir, hem de kulun yeterince azimli olmayışı ve Allah’tan yardım istemeyişindendir. Bu durumda kul kendi nefsinin hatasına üzülmeli, Allah’ın takdirine –haşa- suç bulmaya kalkışmamalıdır.
Ebû Saîd kuddise sirruh’a soruldu:
“Kulun aynı anda hem rızâ hem de hoşnutsuzluk göstermesi caiz olur mu?” O da buyurdu ki:
“Evet kul hem Rabbına rızâ, hem nefsine ve Allah’la ilişkisini kesen her şeye hoşnutsuzluk gösterebilir.”
İnsan, dünyevi veya uhrevi bir hatasından dolayı pişmanlık yaşadığında aşırı üzüntü ve ümitsizliğe kapılmamalıdır. Çünkü insan hatasından ders alıp kendini düzeltmeye çabalarsa her şey onun için hayırdır. Hatta bazı hataları olan bir insan olup alçakgönüllülükle özür dilemesi, kendini hatasız görmesinden daha iyidir. Bu sebeple son noktada kulun hatalı tercihler yapması da hikmetsiz değildir.
Kul bir takım hatalar işleyip de kendi acziyetini, cehaletini, irade zafiyetini gördüğü zaman nefsine itimat etmeyip Allah’ın yardımına ve hidayetine daha çok sığınır. Bu sebeple zaman zaman hatalar işlememiz de ilahi takdirin bir parçasıdır ve hikmetlidir.
Bununla beraber, kasten kötülük ve zulümler işleyip de bunları –haşa- ilahi takdirin gereği diye avunmaya kalkmak mümkün değildir. Çünkü kul ancak hayırlı ve meşru şeyleri Allah-u Zülcelâl’den isteme ve bunları meşru yollarda taleb etmek için teşebbüs etme hakkına sahiptir. Apaçık günah ve zulüm olan işlere bile bile girişen bir kişi, Allah’ın çizdiği hududu aşmış olur ve bununla cezaya müstehak olur.
Kadere rıza göstermek, insanı dünya ve ahiret için çalışmaktan alıkoymaz. Çünkü çalışmak da Allah’ın kaderindendir. Allah-u Zülcelal kullarına çalışmaları için akıl, güç kuvvet ve çeşitli imkanlar vermiştir. Helal ve iyi işlerde çalışmalarını da emretmiş, bu şekilde ihtiyaçlarını helalden temin etmelerinden razı olmuştur. Allah’ın “Çalışın, helalden isteyin” emrine uyan bir kul, Allah’ın ezelde takdir ettiği nimete kavuşur.
Bununla beraber kul ne kadar çalışıp çabalasa da “Kendim kazandım” dememeli, Allah-u Zülcelâl’in lütfundan nasip ettiğini bilmelidir. Çünkü çalışmak da, çalışacak bir imkan bulmak da, işlerin rast gitmesi ve hayırlı bir neticenin ortaya çıkması da hep Allah’ın lütfudur.
İşte bütün bunları bilen bir kul, dünyalık ve ahretlik bütün çalışmalarını Allah’ın lütfu bilir ve ona olan şükrünü artırmaya bakar. Bu açıdan ele alınınca kadere iman edenin ihlas ve samimiyetinin kuvvetleneceğini, Allah’a karşı edeb ve takvasının artacağını söyleyebiliriz.
Abdülkadir Geylânî kuddise sirruh buyurur:
“Kim ki kadere boyun eğerse, râzı olursa Allah-u Zülcelal hazretleri onu yükseltir, tevazu ve edebi sayesinde onu Kendi’sine yaklaştırır. Kibir ve edeb noksanlığı ise seni Allah’tan uzaklaştırır. Tâat ve ibâdet seni ıslâh eder ve Allah’a yaklaştırır. Mâsiyet, günah ise seni ifsâd eder, Allah’dan uzaklaştırır.”
Kul her iyiliği Allahtan bilip, kötülüklerden de nefsini sorumlu tutup devamlı Allah’a karşı edebli olursa Allah-u Zülcelal kulundan razı olur. Böylece kul ayet-i kerimedeki “Razıyeten merzıyye” yani razı olmuş ve razı olunmuş kullardan olur.
Kaynak :
İslami Hayat Dergisi
Moderatör tarafında düzenlendi: