Film tam olarak nerede koptu bilemiyorum. Ancak depremzede olmayanların da yaşadıkları ağır travma için bu yazı sizlere büyük bir örnek olacak.
Yaşadığımız felaketi kelimelerle tanımlamaya kalkmayacağım, zaten hepiniz gördükleriniz ve görmediklerinizin ötesinde çok büyük bir kıyam yaşandığını maalesef biliyorsunuz.
Deprem bölgesinde değilim. Ancak uzaktan da olsa bir koldan 21 akrabamızı birden, diğer koldan da 5 kuzenimizi birden kaybettik.
Deprem sabahı bizde şokla başladı, kalp ağrısı ve bir şeyler yapabilme telaşı ile sürdü. Yitip gidenleri, acıları, çığlıkları, kurtarma videolarını, çöken binaları, yerin tıpkı bir yorgan silkeler gibi nasıl hareket ettiğini o kadar çok izledim ki, belki de istemsizce hücrelerime işledi hepsi. Sonra da kendi dünyamda müthiş bir kaygı fırtınasına kapı açtı. İlk gece yatağıma yattığımda sabahın dördüne kadar titreme nöbeti geçirdim. Ne örtsem asla ısıtmadı, titremelerimden kendim de korktum. Kısacık içim geçtiği uyuklama anlarında kendimi enkaz altında derin bir soğuğun içinde buluyorum, oğluma ulaşmaya çalışıyorum. Uyanınca bakıyorum titreme gerçek, diğerleri rüya. Uyumak istemiyorum ama anlık olarak içim geçince yine sonu gelmeyen kabuslar geri geliyor. Çocukların yüzü gözümün önünden gitmiyor. Şuan tek tek neredeler, kimin yanındalar diye düşünüp düşünüp içinden çıkamıyorum.
Oğlumu odasında yatıramıyorum. Arkadaşlarım da yatıramıyormuş. Tanıdığım herkes o geceden beri çocuğunu yanına alıp uyuyor. Okullar bu pazartesi açıldı. Okula bırakmak benim anksiyetemi iyice artırdı. Ya ayrıyken deprem olur ve bir daha birbirimizi hiç bulamazsak gibi sonu gelmeyen binlerce kaygı ile okul kapısından ayrıldım. İşten de ayrıldım, depoda yardım kolilerini açıp ayıklarken “ya bir gün ben de bu kolilerden gelenler ile yaşamımı sürdürmek zorunda kalırsam” sorusu bir an aklımdan gitmeden iş yapamıyorum. Duygularımı kenara itip, mantığımı kullanamıyorum.
Gün içinde dikkatimi asla toplayamıyorum. İnstagramda paylaşım yaparken sisteme ve göz göre göre yapılan umarsızlıklara karşı sükûnetimi ve nezaketimi koruyamıyorum.
Uyumak ise en zoru.
Hızlıca uykuya geçebilmek için geç saatlere kadar ayaktayım. Ama uyur uyumaz yine o uğultulu ses, derin soğuk ve üşüme ve betonların ağırlıkları rüyalarıma giriyor. Uyanıp kendi yatağında mis gibi uyuyan çocuğumu kaldırıp yine ortamıza alıyorum.
Sabaha dek kabuslar, sabah okul kapısında içimdeki kaygıları belli etmemeye çalışma çabası, gün içinde akıl sağlığımı koruyabilmek için yapabileceğim hiçbir şey de yok.
Ama anladım ki, meğer herkes böyleymiş.
Depremzede olmak için depremi yaşamak gerekmedi bu kez. Maalesef fay hattının uzağında olan bizler de çok ağır travmalar aldık bu felaketten. Umutlarımız ve geleceğe dair hayallerimiz yağmalandı.
Toplum olarak bu travmayı gelecek kuşaklara aktarmadan nasıl iyileşeceğiz bilemiyorum ama yine bir şekilde hayata dört elle sarılacağız. Önce bir yaralarımızı saralım, sonra da ruhlarımıza bakacağız…
Sevgiyle kal canım okur
Yaşadığımız felaketi kelimelerle tanımlamaya kalkmayacağım, zaten hepiniz gördükleriniz ve görmediklerinizin ötesinde çok büyük bir kıyam yaşandığını maalesef biliyorsunuz.
Deprem bölgesinde değilim. Ancak uzaktan da olsa bir koldan 21 akrabamızı birden, diğer koldan da 5 kuzenimizi birden kaybettik.
Deprem sabahı bizde şokla başladı, kalp ağrısı ve bir şeyler yapabilme telaşı ile sürdü. Yitip gidenleri, acıları, çığlıkları, kurtarma videolarını, çöken binaları, yerin tıpkı bir yorgan silkeler gibi nasıl hareket ettiğini o kadar çok izledim ki, belki de istemsizce hücrelerime işledi hepsi. Sonra da kendi dünyamda müthiş bir kaygı fırtınasına kapı açtı. İlk gece yatağıma yattığımda sabahın dördüne kadar titreme nöbeti geçirdim. Ne örtsem asla ısıtmadı, titremelerimden kendim de korktum. Kısacık içim geçtiği uyuklama anlarında kendimi enkaz altında derin bir soğuğun içinde buluyorum, oğluma ulaşmaya çalışıyorum. Uyanınca bakıyorum titreme gerçek, diğerleri rüya. Uyumak istemiyorum ama anlık olarak içim geçince yine sonu gelmeyen kabuslar geri geliyor. Çocukların yüzü gözümün önünden gitmiyor. Şuan tek tek neredeler, kimin yanındalar diye düşünüp düşünüp içinden çıkamıyorum.
Oğlumu odasında yatıramıyorum. Arkadaşlarım da yatıramıyormuş. Tanıdığım herkes o geceden beri çocuğunu yanına alıp uyuyor. Okullar bu pazartesi açıldı. Okula bırakmak benim anksiyetemi iyice artırdı. Ya ayrıyken deprem olur ve bir daha birbirimizi hiç bulamazsak gibi sonu gelmeyen binlerce kaygı ile okul kapısından ayrıldım. İşten de ayrıldım, depoda yardım kolilerini açıp ayıklarken “ya bir gün ben de bu kolilerden gelenler ile yaşamımı sürdürmek zorunda kalırsam” sorusu bir an aklımdan gitmeden iş yapamıyorum. Duygularımı kenara itip, mantığımı kullanamıyorum.
Gün içinde dikkatimi asla toplayamıyorum. İnstagramda paylaşım yaparken sisteme ve göz göre göre yapılan umarsızlıklara karşı sükûnetimi ve nezaketimi koruyamıyorum.
Uyumak ise en zoru.
Hızlıca uykuya geçebilmek için geç saatlere kadar ayaktayım. Ama uyur uyumaz yine o uğultulu ses, derin soğuk ve üşüme ve betonların ağırlıkları rüyalarıma giriyor. Uyanıp kendi yatağında mis gibi uyuyan çocuğumu kaldırıp yine ortamıza alıyorum.
Sabaha dek kabuslar, sabah okul kapısında içimdeki kaygıları belli etmemeye çalışma çabası, gün içinde akıl sağlığımı koruyabilmek için yapabileceğim hiçbir şey de yok.
Ama anladım ki, meğer herkes böyleymiş.
Depremzede olmak için depremi yaşamak gerekmedi bu kez. Maalesef fay hattının uzağında olan bizler de çok ağır travmalar aldık bu felaketten. Umutlarımız ve geleceğe dair hayallerimiz yağmalandı.
Toplum olarak bu travmayı gelecek kuşaklara aktarmadan nasıl iyileşeceğiz bilemiyorum ama yine bir şekilde hayata dört elle sarılacağız. Önce bir yaralarımızı saralım, sonra da ruhlarımıza bakacağız…
Sevgiyle kal canım okur
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.