Artık televizyon kumandasını elime almak istemiyorum. Kurtarılanlar kurtarıldı, bundan sonrası yaşanılan büyük felaket sonrasının büyük acısı. Aynen 1999 depremlerinin ardından olduğu gibi…
İster istemez anılarımız tekrar canlanıyor, her şeye rağmen sağ kalanlar için hayat devam ediyor. Bu büyük felaketten ders çıkaracak mıyız? Maalesef iyimser değilim. 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinden ders çıkardık mı? Hayır. Rant ekonomisi, sadece inşaatla kalkınma sevdası, plansızlık ve doğa gerçeklerini yok sayma dürtüsü hakimiyetini sürdürdüğü ölçüde hayatta kalırsak bizler, bizden sonraki nesiller daha çok göz yaşı dökerler.
Acı gerçekleri bir tarafa bırakıp, 1999 sonrasında ne yaşamıştı, kısaca hatırlayalım.
Bütün dünya Türkiye’nin yardımına koşmuş, arama kurtarma ekipleri seferber olmuş, mali yardım paketleri Türkiye için hazırlanmış, komşumuz Yunanistan ile yaşanan gerginliklerin yerini yumuşama ve iyi komşuluk ilişkileri almış, onlar bize deprem sırasında yardımcı olurken, hemen ardından onlarda olan depremde biz onlara yardımcı olmuştuk. Daha da önemlisi 10/11 Aralık Helsinki Zirvesinin ardından Türkiye’yi de diğer AB ülkeleri ile eşdeğer aday üye olarak adlandıran AB’nin bu kararını Yunanistan da desteklemiş, 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasının yolu açılmıştı.
Peki bugün 1999 depremleri sonrasındaki uluslararası algıdan farklı mı?
1999 felaketinden çok daha büyük, belki de asrın felaketi diyebileceğimiz bir durumla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Bir de iç politika mülahazalarına bağlı beceriksizlikler zinciri ile birlikte durumun katmerli bir facia olduğunu da eklersek yanlış söylemiş olmayız her halde.
Peki uluslararası toplumun tepkileri nasıl oldu?
Dünyanın dört bir yanından gelen kurtarma ekipleri, hepimize bir insanlık dersi verdi. Küçücük bir çocuğu enkaz altından çıkartıp hüngür hüngür ağlayan Yunan kurtarma ekibinin görüntüleri içimizi ısıtan manzaralardan sadece bir tanesiydi.
Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın ziyaretini kabul eden Sayın Çavuşoğlu’nun 1999 depreminin ardından yazdığı bir makalesine atfen “sorunlarımızı gidermek için illaki bir depremi mi beklemeliyiz?” mealindeki sözlerine mevkidaşının da aynen katılması aynı sahnelerin bir kez daha izlenmesine yol açabilir mi?
Evet dünyanın dört bir yanından Türkiye’nin yaralarını sarması için yardım elleri uzanıyor ve uzanacak. Düzenlenen yardım kampanyaları, AB’nin Mart ayı başında Türkiye ve Suriye’ye yönelik mali yardımları konuşacağı özel toplantısı, vs.
Peki uluslararası toplumun bu dayanışma arzusunu biz nasıl karşılayacağız? “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” havası ile giderek özellikle Batı karşıtlığı üstüne inşa edilen iç politikamız, bu değişime ayak uydurabilecek mi? Diğer ifadesi ile teşekkür mü edeceğiz? Yoksa küfür etmeye devam mı edeceğiz? Özellikle facianın ekonomi üstüne %6 ile %10 arasında daraltıcı bir etkisinin olacağı ekonomistler tarafından yorumlanırken herhalde dilimize dikkat etmemiz gerekecek.
Bütün bu felaket görüntüleri içinde ikinci plana itilen seçim tartışmalarını yeniden izlemeye başlayacağımız da bir diğer gerçek. Anlaşılabildiği kadarı ile iktidarın eğilimi seçimleri ertelemek. Bunun dayanağı da geçmişteki bir Anayasa Mahkemesi kararı. “Savaş ve benzeri koşullarda seçimler ertelenebilir” mealindeki hüküm, ertelemenin gerekçesini oluşturabilir.
İyi de yukarıda sıralamaya çalıştığımız algı içinde mevcut sistemin yarattığı en ciddi sorun güven erozyonu değil mi? Mevcut deprem sonrası koşullarda değişen Türkiye algısının değişmeyen temel gerçeği maalesef Türkiye’ye karşı duyulan güvensizlik. Son olarak Dünya Bankasının vermeyi taahhüt ettiği 1.78 milyar dolarlık yardımı merkezi hükümet aracılığı ile değil de belediyeler üstünden kullandıracağı söylentisi bile bu güvensizliğin açık işareti niteliğinde.
Bu sorunu ortadan kaldırmak için seçimi nasıl erteleyebiliriz arayışı yerine bir an önce nasıl yapabiliriz arayışına gitmek, kim kazanırsa kazansın Türkiye’ye duyulacak güvenin tekrar inşasına yardım edecektir.
Deprem diplomasisinin iyi yönetilmesi iç politikadan bağımsız değildir.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
İster istemez anılarımız tekrar canlanıyor, her şeye rağmen sağ kalanlar için hayat devam ediyor. Bu büyük felaketten ders çıkaracak mıyız? Maalesef iyimser değilim. 1999 Gölcük ve Düzce depremlerinden ders çıkardık mı? Hayır. Rant ekonomisi, sadece inşaatla kalkınma sevdası, plansızlık ve doğa gerçeklerini yok sayma dürtüsü hakimiyetini sürdürdüğü ölçüde hayatta kalırsak bizler, bizden sonraki nesiller daha çok göz yaşı dökerler.
Acı gerçekleri bir tarafa bırakıp, 1999 sonrasında ne yaşamıştı, kısaca hatırlayalım.
Bütün dünya Türkiye’nin yardımına koşmuş, arama kurtarma ekipleri seferber olmuş, mali yardım paketleri Türkiye için hazırlanmış, komşumuz Yunanistan ile yaşanan gerginliklerin yerini yumuşama ve iyi komşuluk ilişkileri almış, onlar bize deprem sırasında yardımcı olurken, hemen ardından onlarda olan depremde biz onlara yardımcı olmuştuk. Daha da önemlisi 10/11 Aralık Helsinki Zirvesinin ardından Türkiye’yi de diğer AB ülkeleri ile eşdeğer aday üye olarak adlandıran AB’nin bu kararını Yunanistan da desteklemiş, 3 Ekim 2005 tarihinde tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasının yolu açılmıştı.
Peki bugün 1999 depremleri sonrasındaki uluslararası algıdan farklı mı?
1999 felaketinden çok daha büyük, belki de asrın felaketi diyebileceğimiz bir durumla karşı karşıya olduğumuz bir gerçek. Bir de iç politika mülahazalarına bağlı beceriksizlikler zinciri ile birlikte durumun katmerli bir facia olduğunu da eklersek yanlış söylemiş olmayız her halde.
Peki uluslararası toplumun tepkileri nasıl oldu?
Dünyanın dört bir yanından gelen kurtarma ekipleri, hepimize bir insanlık dersi verdi. Küçücük bir çocuğu enkaz altından çıkartıp hüngür hüngür ağlayan Yunan kurtarma ekibinin görüntüleri içimizi ısıtan manzaralardan sadece bir tanesiydi.
Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın ziyaretini kabul eden Sayın Çavuşoğlu’nun 1999 depreminin ardından yazdığı bir makalesine atfen “sorunlarımızı gidermek için illaki bir depremi mi beklemeliyiz?” mealindeki sözlerine mevkidaşının da aynen katılması aynı sahnelerin bir kez daha izlenmesine yol açabilir mi?
Evet dünyanın dört bir yanından Türkiye’nin yaralarını sarması için yardım elleri uzanıyor ve uzanacak. Düzenlenen yardım kampanyaları, AB’nin Mart ayı başında Türkiye ve Suriye’ye yönelik mali yardımları konuşacağı özel toplantısı, vs.
Peki uluslararası toplumun bu dayanışma arzusunu biz nasıl karşılayacağız? “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” havası ile giderek özellikle Batı karşıtlığı üstüne inşa edilen iç politikamız, bu değişime ayak uydurabilecek mi? Diğer ifadesi ile teşekkür mü edeceğiz? Yoksa küfür etmeye devam mı edeceğiz? Özellikle facianın ekonomi üstüne %6 ile %10 arasında daraltıcı bir etkisinin olacağı ekonomistler tarafından yorumlanırken herhalde dilimize dikkat etmemiz gerekecek.
Bütün bu felaket görüntüleri içinde ikinci plana itilen seçim tartışmalarını yeniden izlemeye başlayacağımız da bir diğer gerçek. Anlaşılabildiği kadarı ile iktidarın eğilimi seçimleri ertelemek. Bunun dayanağı da geçmişteki bir Anayasa Mahkemesi kararı. “Savaş ve benzeri koşullarda seçimler ertelenebilir” mealindeki hüküm, ertelemenin gerekçesini oluşturabilir.
İyi de yukarıda sıralamaya çalıştığımız algı içinde mevcut sistemin yarattığı en ciddi sorun güven erozyonu değil mi? Mevcut deprem sonrası koşullarda değişen Türkiye algısının değişmeyen temel gerçeği maalesef Türkiye’ye karşı duyulan güvensizlik. Son olarak Dünya Bankasının vermeyi taahhüt ettiği 1.78 milyar dolarlık yardımı merkezi hükümet aracılığı ile değil de belediyeler üstünden kullandıracağı söylentisi bile bu güvensizliğin açık işareti niteliğinde.
Bu sorunu ortadan kaldırmak için seçimi nasıl erteleyebiliriz arayışı yerine bir an önce nasıl yapabiliriz arayışına gitmek, kim kazanırsa kazansın Türkiye’ye duyulacak güvenin tekrar inşasına yardım edecektir.
Deprem diplomasisinin iyi yönetilmesi iç politikadan bağımsız değildir.
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.