Emre ESMER
Moderatör
Türkiye’nin ekonomisi ve gelişmişliği bakımından tartışmasız en önemli kenti olarak İstanbul'un gösterildiği raporda şu detaylar aktarıldı:
Türkiye ihracatının bu yıl Temmuz ayına kadarki kısmında ise İstanbul’un payı %43,6’dır. Türkiye’de istihdamın %52’si gelecek belirsizliği yüksek mikro ölçekli firmalar tarafından sağlanırken İstanbul’da mikro ölçekli firmaların istihdam yükü %40’a kadar geriler. Orta ve büyük ölçekli firmaların merkezi de her zaman İstanbul olmuştur. KOBİ’lerin İstanbul istihdamındaki payı %28, OBİ’lerin ise %32’dir.
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığı olarak hazırladığımız bu çalışma 39 ilçe örgütümüzün 2.273.554 hanenin kapısını çalarak öbek çalışmasının verilerine dayanmaktadır. Çalışma boyunca İstanbul halkının partililerimiz ile öncelikli olarak paylaştığı sorunları 10 başlıkta toparlanarak, Kent Ekonomisi komisyonunuzun yaptığı çalışma eşliğinde bir rapor haline getirildi.
1-Temel İhtiyaçlara Erişim:
Dünya ekonomisinde orta-üst gelir grubuna kadar çıkan ülkemiz son yıllarda yakıcı bir yoksullaşma ile karşı karşıya. Var olan yoksul yurttaşların üzerine orta ve üst gelir grubunda bulunanların yoksullaşması da eklendi. Geldiğimiz yer itibariyle tüm gelir gruplarında temel tüketim maddelerine erişim sorunu söz konusu. Topluma ya yapay zenginlik hikayeleri anlatan ya da ertelenmiş mutluluklar vaad eden iktidar toplumun içinde bulunduğu gerçeklikten kopmuş durumda. Oysaki yurttaşlar gıdaya, tekstil ürünlerine, ulaşıma, barınma imkanlarına ve iletişim araçlarına erişmekte giderek daha fazla zorlanmakta. Topyekün yoksullaşma halinden kaynaklı ikinci el kıyafetlerde, evli çiftlerin aileleri ile evlerini birleştirmesinde anlamlı oranda artış var. Araştırmalar bize gösteriyor ki toplumun sadece %19,5’i temel ihtiyaçlarının çoğunu/tamamını karşılayabiliyor.
Türkiye uzun yıllar tarımsal üretimde kendi kendine yeten bir ülkeydi. AKP’nin halkı üretimden çekip hizmetler sektörüne kaydıran ekonomi politikaları nedeniyle tarımsal üretimdeki insan kaynağı giderek azaldı. Nüfusun arttığı dönemde tarıma dayalı işgücü geriledi. Köylerde tarımda çalışan gençler büyük kentlerde AVM’lerde satış temsilcisi olma vb. hayaller ile doğduğu topraklardan göçtü. TÜİK’in işgücü istatistiklerine göre 2021 yılı itibariyle istihdam edilenlerin %17,2'si tarım, %21,3'ü sanayi, %6,2'si inşaat, %55,3'ü ise hizmet sektöründe yer aldı. Tarımın 2000 yılında toplam istihdamdaki payı %36 idi. Tüm sektörlerdeki istihdam önemlidir fakat tarım yaşamsaldır. Özellikle orta ve alt gelir grubunun harcama sepeti içinde gıda ürünleri büyük yer tutmaktadır. Dolayısıyla tarımdan çekilen ülkenin yurttaşları ihtiyaç duyulan gıdaya erişimde zorlanacaktır. Araştırmalara göre ülkemizdeki durum da böyledir.
Tablodan da görüldüğü üzere ekmek alırken zorlanmadığını ifade edenlerin oranı %38, çay alırken zorlanmadığını belirtenlerin oranı %27’de kalmaktadır.
Ev ekonomisinde enerji harcamaları özellikle kış aylarında çok büyük bir yüke dönüşür. Düzenli harcama kalemlerini genelde gelire yakın bir oranda tutulmaya çalışılır. Fakat özellikle orta ve alt gelir grubunda kışın ortaya çıkan enerji maliyetleri giderleri gelirin bir miktar üzerine çıkarır. Bu nedenledir ki başta kömür yakanlar olmak üzere bu haneler enerji harcamaları için yaz döneminden hazırlık yapmaya başlarlar. Fakat enerji fiyatlarındaki artış bu sorunu artık bu yöntemler ile çözülebilir olmaktan çıkardı. Geçtiğimiz kış ayında hem hanelerde hem işletmelerde vatandaşlar doğal gaz faturalarını sosyal medyada paylaşarak isyanını dile getirmeye çalıştı. Önümüzdeki aylarda Cumhuriyet tarihinin ekonomik anlamda en zor kışına girmek üzereyiz. Görünen o ki iktidar somut önlemler almadığı gibi “mihraklar” demeye devam edecek. Oysaki yurttaşlar temel gıda harcamaları da dahil birçok tüketim kaleminden keserek doğal gazın, kömürün ücretini ödemeye çalışıyor. Özellikle kış aylarında yapılan araştırmalar bize gösteriyor ki doğal gaz faturasını öderken toplumun %47,4’ü çok zorlandığını, %32,4’ü ise zorlandığını ifade etmekte. Yani toplamda vatandaşlarımızın %79,8’i doğal gaz faturasını öderken zorlanmakta.
2- Yoksullaşma ve nitelikli yoksulluk
Ekonomide büyük yapısal sorunlar oluşturan AKP iktidarı bütün bu olumsuzlar karşısında seçmenin önüne sadece büyüme rakamlarını koyuyor. Oysaki bağımsız ekonomistlerin üzerinde mutabık olduğu konulardan biri de ülkemizdeki büyümenin yoksullaştıran bir büyüme modeli olduğu. İktidara gelişinden bu yana hane halkı borçlanmasına ve kent rantına dayalı inşaat sektörüyle büyümeyi öncelikleyen AKP iktidarları toplumu top yekün bir yoksullaşmaya itmiş durumda. Artık yoksullar derin yoksulluğa orta ve üst gelir grupları ise yoksullaşmaya maruz kalmış durumda.
İl Başkanlığımızın İstanbul’da yaptırmış olduğu bir araştırmaya göre AB grubuna ait yurttaşların %31,1’i kendini dar gelirli, %10,6’sı orta-alt gelirli ve %44,9’u da orta gelirli olarak hissetmektedir. Kendi gelir grubunda görenlerin oranı sadece %13,5. Keza C1-C2 orta gelir grubunda da durum farklı değil. Ait olduğu gelir grubunda olduğunu hissedenlerin oranı sadece %8,6. Geri kalanı olduğundan daha alt gelir grubunda hissediyor.
Orta gelir grubu ülkeler için yaşamsal öneme sahiptir. Orta gelir grubu erirse;
• Tüketim düşer
• Büyüme olumsuz etkilenir
• Toplumsal barış olmaz
• Gelir adaletsizliği ortaya çıkar
• Toplumda sınıfsal geçiş zorlaşır
• Aşırılıkçı politikalar kendine zemin bulur.
Türkiye tarihinde birçok ekonomik kriz var. Bu krizlerin kimisi işsizlik yarattı kimisi bir sektörü (örneğin finans sektörü) vurdu. AKP’nin iç dinamikler ile yarattığı 2018’de görünür hale gelen ve hala da devam eden ekonomik kriz bu kez toplumun genelini vurdu. Önceki krizlerden daha büyük oranda tüm gelir gruplarının reel ücretleri düşmüş ve satın alma gücü erimiş durumda. Sabit ücretli kesimleri daha fazla etkilediği gibi özellikle ihtiyaç fazlası mezun verilmesi nedeniyle nitelikli mesleklere mensup çalışanları ucuz işgücüne dönüştürdü. Bu durum beyin göçünü tetikleyen unsurların başında gelmektedir. İnsan kaynakları platformlarından Kariyer.net’in 3126 makine mühendisinin aldığı ücret üzerinden yayınladığı rakamlara baktığınızda Türkiye’de makine mühendislerinin en düşük ücrete çalışanının 5.500 TL, en yüksek ücrete çalışanın ise 13.680 TL aldığı görülmekte.
Daha kötüsü ortalama ücret 7.160 TL. Türk-İş’in en son açıkladığı yoksulluk sınırının 22.279 TL olduğundan yola çıkarak Türkiye’de ortalama bir makine mühendisinin yoksulluktan çıkması için alması gereken ücretin %32’sini alabildiğini anlıyoruz. Bu durum diğer nitelikli mesleklere mensup çalışanlarda da benzer durumda. Örneğin ortalama ücret avukatlarda 7.680 TL, mimarlarda 8.070 TL, psikologlarda ise 6.300 TL.
3- Eğitim:
Okula dönüş dönemi özellikle dar gelirli hanelerin bütçesine genellikle ciddi yük getirir. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre sadece okula dönüş döneminde velilerin cebinden çıkan para 15 milyar TL (Eski para ile 15 Katrilyon). Bu rakam enflasyonla birlikte yeniden hesaplansa çok daha büyük bir tutara eriştiği görülecektir. Toplum her konuda olduğu gibi bu konuda da kendine has çözüm yolları geliştirmeye çalışırdı. Defteri kilo ile almak, varsa daha büyük çocuğun eskilerini küçük çocuğa kullandırmak vb. yöntemler ile sorunu hafifletmeye çalışırdı. Satın alma gücünde yaşanan kayıp okula dönüş zamanının da hanelerde büyük bir derde dönüştürmüş durumda. Yapılan bir araştırmaya göre veliler tüm ürün gruplarında alım yaparken zorlanmakta. Tek tek ele aldığımızda ürün grupları ve alım yaparken zorlanma düzeyleri aşağıdaki gibi.
4-) İşsizlik:
İktidara geldiğinden bu yana ekonomik büyümeyi kalkınma olarak anlatan AKP iktidarı işsizlik sorununu çözemediği gibi artırdı. Özellikle eğitimli gençler arasında devasa bir işsizlik sorunu mevcut. İktidara geldiği yıllarda 1,9 milyon olan üniversite öğrencisi sayısını 2020-2021 öğretim yılı rakamları ile 7.791.280’e çıkaran AKP iktidarı eğitimli işsizler ordusu yarattı. Üniversite popülizmi ile yeterli altyapıya sahip olmayan birçok yeni üniversite kuran iktidar eğitimli gençleri büyük bir işsizlik girdabına itti. Bu nedenle başta İstanbul olmak üzere birçok üniversite mezunu genç işsiz kalmamak adına zincir marketlerde kasiyerlik, AVM’lerde güvenlik, çağrı merkezlerinde müşteri temsilciliği veya restoranlarda moto-kuryelik işini yapmakta. İstanbul’da özellikle eğitimli birçok gencin önünde iki büyük seçenek var. Ya işsiz kalacaklar ya da aldıkları eğitim ve onun vaad ettiği sosyal statü dışında bir alanda çalışmaya razı olacaklar.
5-Gençler:
Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler sorunun üzerine çözülemeyen ekonomik krizin eklenmesi ile birlikte en çok etkilenen gruplar arasına gençler de girdi. Yapılan birçok çalışma bize gençlerin en temel hakları olan iki alanda zorlandığını göstermekte. İlki düşünce özgürlüğü ikincisi fırsat eşitliği. İktidarın bütün kutuplaştırma çabalarına, gerilim ve hedefleştirme siyasetine karşın gençlerin düşünce özgürlüğünü talep ediyor olması ülkemize dair umudu artırıyor. Bununla birlikte düşüncesini özgürce ifade ettiği için hukuki yaptırımlara maruz kalan gençlerin varlığı ülke gençliğinin hayallerini bu başka ülkelere yönlendirmesine neden oldu. Keza adam kayırma, torpil, sınav sorularının çalınması, sınavda derece yapanların mülakatlarda elenmesi gibi birçok hak ihlali gençlerde fırsat eşitliği kalmadığı inancını büyüttü. Araştırmalar bize göstermektedir ki gençlerin %62,5’i imkânı olsa yurt dışına yerleşip orada yaşamını devam ettirmek istemektedir.
6-Kadınlar:
Toplumsal gerilimin artması, artarak devam eden ekonomik kriz maalesef ki kadınların maruz kaldığı fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddeti artırmış durumda. Normal zamanda da aile içinde genelde adil olmayan iş bölümü kadınlar adına katlanması daha zorlaşmış halde. Gıda vb. temel ihtiyaçlara erişimdeki zorlaşma, çocukların taleplerinin önemli bir kısmını karşılayamama, ele geçeni yetirememe durumu kadınların yükünü daha da büyütmekte. Gelirin artmayıp tüm giderlerin arttığı bir zamanda yetmeyeni yetirme sorumluluğu yine kadınların üzerine kalmış durumda. Öteden beri gelen çocuğun eğitimi, gelişimi, evin temizliği, hanenin beslenmesi, çoğu kez yakın akrabaların bakımı vb. adil bölüşülmemiş sorumlulukların üzerine tüm bunları eriyen bir gelirle yapma yükü kadınların omuzuna bırakılmış durumda.
7-Göçmen, Sığınmacı ve Yabancı Uyruklular:
Dünyada göç hareketlerinin ve yeni göç taleplerinin en yüksek olduğu dönemlerden birindeyiz. Gelişmiş ülkeler ile diğer ülkeler arasındaki gelir adaletsizliği, otoriter yönetimlerin iktidara gelmesi göçe olan talebi artırmış durumda. Bu nedenledir ki gelişmiş ülkelerde göç ve göçmen korkusu artık iktidarları veya uluslararası işbirliklerini etkileyecek boyuta erdi. Tüm bu durumların üzerine eklenen ülkeler arası savaşlar ve iç savaşlar yakın geçmişte milyonlarca göçmen yarattı. Özellikle Suriye’de meydana gelen iç savaş kısa süre içerisinde milyonlarca sığınmacıyı başta Türkiye olmak üzere dünyanın gündemine soktu. Türkiye hemen sınırında yaşanan bu insani duruma kayıtsız kalmadı sınırlarını açtı. Saygın birçok ülke böylesi bir durum karşısında sığınmacı alımı yapar fakat bu plansız bir göç yaratmak anlamına gelmez. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler dünyadaki göç yükünün ancak çok küçük kısmını üstlenebilir. Göç, genellikle gelişmiş ülkelere yapılır.
Göçmen alımı refah paylaşımını gerektirir ki bunun için de refahın büyük olduğu bir ülke olmak gerekir. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin birçok kenti plansız göçün yarattığı sorunlar ile boğuşmakta. Türkiye toplumu, kiraların artışından, işsizlik oranın yükselmesinden, başta sağlık hizmeti olmak üzere kamusal hizmetlere erişimin zorlaşmasından, yoksullaşmadan doğan birçok olumsuzluk için ülkede bulunan göçmenleri/sığınmacıları sorumlu tutmaktadır. Yine yapılan plansız göç gelen sığınmacıların da daha fazla emek sömürüsüne, sosyal dışlanmaya maruz kalmasına neden olmaktadır. Kişi başı geliri 35.000 dolar ve üzeri olan birçok Avrupa ülkesinin kabul etmesi gereken sığınmacılar mevcut iktidar tarafından Türkiye’de tutulmuştur. Yaratılan sonuç hem Türkiye toplumu hem de Avrupa ülkelerine gitmek isteyen ama gidemeyen sığınmacılar adına olumsuzdur.
8-Barınma, Deprem ve Kentsel Dönüşüm:
Ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden biri de temel sorun alanlarını bitirmiş olmaları. Barınma sorunu bu temel sorun alanlarının başında gelen bir konu. Yakın zamana kadar en büyük 20 ekonomi arasında olan Cumhuriyetimiz, 100. yılına gidiyor. Geride bırakılan zamanda elde edilmiş tüm birikimi eriten AKP iktidarları ülkenin temel sorunları arasına barınma sorununu da ekledi. Sadece İstanbul’da 1 milyonun üzerinde boş konut varken vatandaşlarımız fahiş ev fiyatları veya kiralarla mücadele etmek zorunda bırakıldı. Enflasyon karşısında satın alma gücünü yitirmiş toplum ihtiyacı olan konutu alamadığı gibi olağanüstü rakamlara erişmiş kiralar karşısında piyasanın vicdanına itildi. Dar gelirli yurttaşı önceliklemesi gereken TOKİ vb. kurumlar kent rantına dayalı lüks konut projelerine kaynak ayırırken kirada oturan İstanbullular ev sahiplerinin tahliye talebiyle karşılaşıyor. Devletleşen AKP konut politikası geliştirmek yerine kira artışına %25 yasal sınır getirerek sorunu çözeceğini varsayarken sorunu daha da büyütüyor.
Yasal düzenleme öncesi kiracılar ile pazarlık ederek uzlaşmayı tercih eden ev sahipleri düzenleme sonrasında artık doğrudan tahliye talebi ile geliyor. Araştırmalar bize gösteriyor ki Türkiye’de kiracıların yalnızca %7,1’i kirasını ödemekte zorlanmıyor.
9-Sağlık:
2.000’li yılların başına kadar bazı eksiklikleri olsa da riskli hastalıklarda ücretsiz tedavi verilmesi, sağlık hizmeti veren kurumların ağırlıklı bölümünün kamu kurumlarından oluşması, başta doktorlar olmak üzere sistemli olarak alanında iyi sağlık personelinin yetiştirilmesi, sağlık tesislerinin tüm il ve ilçelere yayılarak planlanması gibi birçok olumlu yanı olan sağlık sistemimiz mevcuttu. İktidarın siyasi ve ekonomik tercihleri ile birlikte sağlıkta toplum adına birçok kazanım kaybedildi. Her hastalığın tedavisi karşılanmamaya başlandı. Kamu tarafından verilen sağlık hizmeti kapasitesinin artırılması yerine iktidara yakın sermaye gruplarının sahibi olduğu özel sağlık kuruluşlarından hizmet alımı tercih edildi. Yeterince denetim yapılmadığı için halkın sağlığı önemli oranda piyasanın vicdanına bırakıldı. Fedakarlığa dayalı bir çalışma anlayışına sahip sağlık personeli ekonomik krizin karşısında ucuz işgücüne dönüştürüldü. Sürekli şiddete maruz kalması, düşük ücrete çalıştırılmaları, uzun çalışma saatleri vb büyük sorunların üzerine iktidar tarafından “giderlerse gitsinler” yaklaşımı ile birlikte yetişmiş sağlık personelimizin “gitmesi” hızlandı. Her ilçeye yaygınlaştırılmış kamunun verdiği sağlık hizmeti yerini şehir hastanelerine bırakarak daha fazla ödeme garantisi vermenin, yandaşa kaynak aktarımının bir aracına dönüştü. Tüm bunlarla birlikte yaptığımız alan çalışması bize gösterdi ki İstanbul halkı eskiye göre daha piyasalaşmış, kalitesi gerilemiş sağlık hizmetine erişmekte zorlanmakta. Sağlık kontrolüne erişebilenlerin önemli bir bölümünün ilaç ve diğer unsurlarının fiyatlarının artması nedeniyle tedaviyi tamamlayamadığı görülmekte.
10-Kaygı ve Belirsizlik:
Yaşanan refah kaybı, toplumsal gerilimler vb. birçok konu insanımıza büyük bir psikolojik yükü de beraberinde getirmekte. Yoksullaşma ile beraber şiddet, gerilim, suça yeltenme, suç işleme oranları, kadına şiddet ve daha bir sürü olumsuz durum artarak devam etmekte. Ekonomik yapının bozulması ve düzeleceğine dair bir umudun kalmaması insan için en zorlayıcı duygulardan biri olan belirsizlik duygusunu toplumun gelinde yaygın kıldı. Toplum artık içinde bulunduğu ağır sorunlarla baş etmekte zorlandığı için antidepresan türü ilaçları hiç olmadığı kadar kullanmak zorunda kalmakta. 2008 yılında toplam antidepresan satış adedi 16 milyon iken bu sayı ekonomik krizin de etkisi ile 2009 yılında 19 milyona çıkmıştı. 2020 yılında satılan antidepresan ilaç sayısının 54,6 milyona çıkmış olması toplumun içinde bulunduğu durumun vahametini göstermekte. Keza Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2021 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması verilerine göre Türkiye'de mutlu olanların oranı yüzde 50'nin altında kaldı. TÜİK’e göre mutlu olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 49,3 olduğu görülmekte.
11- Madde Kullanımı ve Bağımlılık:
Kamusal denetimin eksikliği nedeniyle İstanbul’da madde kullanımı düşünülenin çok ötesinde yaygınlaşmış durumda. Özellikle gençlerde madde kullanımı her geçen gün artmakta. Başta yoksul semtler olmak üzere İstanbul’un tüm ilçelerinde madde satışı ve kullanımı herkesin bildiği bir sırra dönüşmüş halde. Yoksul ilçelerde aileler çocuklarına bulaşması korkusunun etkisi ile birlikte maddenin hangi fiyat aralıklarında satıldığına, kimlerin nerelerde sattığına ve yaygınlaştırma yöntemlerine kadar tüm süreçlerine hakim vaziyetteler. Bu ilçelerde okullarda madde kullanan öğrencilerin kullanmayan öğrencilerden daha fazla olduğu okulların varlığı veliler tarafından paylaşılmakta. Gençler, okullarda madde kullanan öğrencilerin sosyal medya hesaplarında belirli simgeler kullandığını, bu sayede birbirlerini tanıdıklarını ve bu nedenle daha fazla grup olarak hareket edebildiklerini anlatmakta. Yine gençlerin anlatımına göre kullanan ve kullanmayan öğrenci grupları arasında zaman zaman gerilimler meydana gelmekte. Kamu denetiminin yeterince olmadığını düşünen veliler çocuklarını sahte sosyal medya hesaplarından takip etme, 5 TL vb. düşük rakamlarda harçlık verme, arkasından takip etme, cep telefonlarını kurcalama gibi sağlıklı olmayan iç denetim mekanizmaları oluşturarak çocuklarını korumaya çalışmakta. Madde kullanımının yaygınlaşması nedeniyle gençler arasında fiziki ve ruhsal sağlığın bozulmasında, şiddet vb. olumsuzlukların varlığında artış görülmekte.
Türkiye ihracatının bu yıl Temmuz ayına kadarki kısmında ise İstanbul’un payı %43,6’dır. Türkiye’de istihdamın %52’si gelecek belirsizliği yüksek mikro ölçekli firmalar tarafından sağlanırken İstanbul’da mikro ölçekli firmaların istihdam yükü %40’a kadar geriler. Orta ve büyük ölçekli firmaların merkezi de her zaman İstanbul olmuştur. KOBİ’lerin İstanbul istihdamındaki payı %28, OBİ’lerin ise %32’dir.
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanlığı olarak hazırladığımız bu çalışma 39 ilçe örgütümüzün 2.273.554 hanenin kapısını çalarak öbek çalışmasının verilerine dayanmaktadır. Çalışma boyunca İstanbul halkının partililerimiz ile öncelikli olarak paylaştığı sorunları 10 başlıkta toparlanarak, Kent Ekonomisi komisyonunuzun yaptığı çalışma eşliğinde bir rapor haline getirildi.
1-Temel İhtiyaçlara Erişim:
Dünya ekonomisinde orta-üst gelir grubuna kadar çıkan ülkemiz son yıllarda yakıcı bir yoksullaşma ile karşı karşıya. Var olan yoksul yurttaşların üzerine orta ve üst gelir grubunda bulunanların yoksullaşması da eklendi. Geldiğimiz yer itibariyle tüm gelir gruplarında temel tüketim maddelerine erişim sorunu söz konusu. Topluma ya yapay zenginlik hikayeleri anlatan ya da ertelenmiş mutluluklar vaad eden iktidar toplumun içinde bulunduğu gerçeklikten kopmuş durumda. Oysaki yurttaşlar gıdaya, tekstil ürünlerine, ulaşıma, barınma imkanlarına ve iletişim araçlarına erişmekte giderek daha fazla zorlanmakta. Topyekün yoksullaşma halinden kaynaklı ikinci el kıyafetlerde, evli çiftlerin aileleri ile evlerini birleştirmesinde anlamlı oranda artış var. Araştırmalar bize gösteriyor ki toplumun sadece %19,5’i temel ihtiyaçlarının çoğunu/tamamını karşılayabiliyor.
Türkiye uzun yıllar tarımsal üretimde kendi kendine yeten bir ülkeydi. AKP’nin halkı üretimden çekip hizmetler sektörüne kaydıran ekonomi politikaları nedeniyle tarımsal üretimdeki insan kaynağı giderek azaldı. Nüfusun arttığı dönemde tarıma dayalı işgücü geriledi. Köylerde tarımda çalışan gençler büyük kentlerde AVM’lerde satış temsilcisi olma vb. hayaller ile doğduğu topraklardan göçtü. TÜİK’in işgücü istatistiklerine göre 2021 yılı itibariyle istihdam edilenlerin %17,2'si tarım, %21,3'ü sanayi, %6,2'si inşaat, %55,3'ü ise hizmet sektöründe yer aldı. Tarımın 2000 yılında toplam istihdamdaki payı %36 idi. Tüm sektörlerdeki istihdam önemlidir fakat tarım yaşamsaldır. Özellikle orta ve alt gelir grubunun harcama sepeti içinde gıda ürünleri büyük yer tutmaktadır. Dolayısıyla tarımdan çekilen ülkenin yurttaşları ihtiyaç duyulan gıdaya erişimde zorlanacaktır. Araştırmalara göre ülkemizdeki durum da böyledir.
Tablodan da görüldüğü üzere ekmek alırken zorlanmadığını ifade edenlerin oranı %38, çay alırken zorlanmadığını belirtenlerin oranı %27’de kalmaktadır.
Ev ekonomisinde enerji harcamaları özellikle kış aylarında çok büyük bir yüke dönüşür. Düzenli harcama kalemlerini genelde gelire yakın bir oranda tutulmaya çalışılır. Fakat özellikle orta ve alt gelir grubunda kışın ortaya çıkan enerji maliyetleri giderleri gelirin bir miktar üzerine çıkarır. Bu nedenledir ki başta kömür yakanlar olmak üzere bu haneler enerji harcamaları için yaz döneminden hazırlık yapmaya başlarlar. Fakat enerji fiyatlarındaki artış bu sorunu artık bu yöntemler ile çözülebilir olmaktan çıkardı. Geçtiğimiz kış ayında hem hanelerde hem işletmelerde vatandaşlar doğal gaz faturalarını sosyal medyada paylaşarak isyanını dile getirmeye çalıştı. Önümüzdeki aylarda Cumhuriyet tarihinin ekonomik anlamda en zor kışına girmek üzereyiz. Görünen o ki iktidar somut önlemler almadığı gibi “mihraklar” demeye devam edecek. Oysaki yurttaşlar temel gıda harcamaları da dahil birçok tüketim kaleminden keserek doğal gazın, kömürün ücretini ödemeye çalışıyor. Özellikle kış aylarında yapılan araştırmalar bize gösteriyor ki doğal gaz faturasını öderken toplumun %47,4’ü çok zorlandığını, %32,4’ü ise zorlandığını ifade etmekte. Yani toplamda vatandaşlarımızın %79,8’i doğal gaz faturasını öderken zorlanmakta.
2- Yoksullaşma ve nitelikli yoksulluk
Ekonomide büyük yapısal sorunlar oluşturan AKP iktidarı bütün bu olumsuzlar karşısında seçmenin önüne sadece büyüme rakamlarını koyuyor. Oysaki bağımsız ekonomistlerin üzerinde mutabık olduğu konulardan biri de ülkemizdeki büyümenin yoksullaştıran bir büyüme modeli olduğu. İktidara gelişinden bu yana hane halkı borçlanmasına ve kent rantına dayalı inşaat sektörüyle büyümeyi öncelikleyen AKP iktidarları toplumu top yekün bir yoksullaşmaya itmiş durumda. Artık yoksullar derin yoksulluğa orta ve üst gelir grupları ise yoksullaşmaya maruz kalmış durumda.
İl Başkanlığımızın İstanbul’da yaptırmış olduğu bir araştırmaya göre AB grubuna ait yurttaşların %31,1’i kendini dar gelirli, %10,6’sı orta-alt gelirli ve %44,9’u da orta gelirli olarak hissetmektedir. Kendi gelir grubunda görenlerin oranı sadece %13,5. Keza C1-C2 orta gelir grubunda da durum farklı değil. Ait olduğu gelir grubunda olduğunu hissedenlerin oranı sadece %8,6. Geri kalanı olduğundan daha alt gelir grubunda hissediyor.
Orta gelir grubu ülkeler için yaşamsal öneme sahiptir. Orta gelir grubu erirse;
• Tüketim düşer
• Büyüme olumsuz etkilenir
• Toplumsal barış olmaz
• Gelir adaletsizliği ortaya çıkar
• Toplumda sınıfsal geçiş zorlaşır
• Aşırılıkçı politikalar kendine zemin bulur.
Türkiye tarihinde birçok ekonomik kriz var. Bu krizlerin kimisi işsizlik yarattı kimisi bir sektörü (örneğin finans sektörü) vurdu. AKP’nin iç dinamikler ile yarattığı 2018’de görünür hale gelen ve hala da devam eden ekonomik kriz bu kez toplumun genelini vurdu. Önceki krizlerden daha büyük oranda tüm gelir gruplarının reel ücretleri düşmüş ve satın alma gücü erimiş durumda. Sabit ücretli kesimleri daha fazla etkilediği gibi özellikle ihtiyaç fazlası mezun verilmesi nedeniyle nitelikli mesleklere mensup çalışanları ucuz işgücüne dönüştürdü. Bu durum beyin göçünü tetikleyen unsurların başında gelmektedir. İnsan kaynakları platformlarından Kariyer.net’in 3126 makine mühendisinin aldığı ücret üzerinden yayınladığı rakamlara baktığınızda Türkiye’de makine mühendislerinin en düşük ücrete çalışanının 5.500 TL, en yüksek ücrete çalışanın ise 13.680 TL aldığı görülmekte.
Daha kötüsü ortalama ücret 7.160 TL. Türk-İş’in en son açıkladığı yoksulluk sınırının 22.279 TL olduğundan yola çıkarak Türkiye’de ortalama bir makine mühendisinin yoksulluktan çıkması için alması gereken ücretin %32’sini alabildiğini anlıyoruz. Bu durum diğer nitelikli mesleklere mensup çalışanlarda da benzer durumda. Örneğin ortalama ücret avukatlarda 7.680 TL, mimarlarda 8.070 TL, psikologlarda ise 6.300 TL.
3- Eğitim:
Okula dönüş dönemi özellikle dar gelirli hanelerin bütçesine genellikle ciddi yük getirir. 2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre sadece okula dönüş döneminde velilerin cebinden çıkan para 15 milyar TL (Eski para ile 15 Katrilyon). Bu rakam enflasyonla birlikte yeniden hesaplansa çok daha büyük bir tutara eriştiği görülecektir. Toplum her konuda olduğu gibi bu konuda da kendine has çözüm yolları geliştirmeye çalışırdı. Defteri kilo ile almak, varsa daha büyük çocuğun eskilerini küçük çocuğa kullandırmak vb. yöntemler ile sorunu hafifletmeye çalışırdı. Satın alma gücünde yaşanan kayıp okula dönüş zamanının da hanelerde büyük bir derde dönüştürmüş durumda. Yapılan bir araştırmaya göre veliler tüm ürün gruplarında alım yaparken zorlanmakta. Tek tek ele aldığımızda ürün grupları ve alım yaparken zorlanma düzeyleri aşağıdaki gibi.
4-) İşsizlik:
İktidara geldiğinden bu yana ekonomik büyümeyi kalkınma olarak anlatan AKP iktidarı işsizlik sorununu çözemediği gibi artırdı. Özellikle eğitimli gençler arasında devasa bir işsizlik sorunu mevcut. İktidara geldiği yıllarda 1,9 milyon olan üniversite öğrencisi sayısını 2020-2021 öğretim yılı rakamları ile 7.791.280’e çıkaran AKP iktidarı eğitimli işsizler ordusu yarattı. Üniversite popülizmi ile yeterli altyapıya sahip olmayan birçok yeni üniversite kuran iktidar eğitimli gençleri büyük bir işsizlik girdabına itti. Bu nedenle başta İstanbul olmak üzere birçok üniversite mezunu genç işsiz kalmamak adına zincir marketlerde kasiyerlik, AVM’lerde güvenlik, çağrı merkezlerinde müşteri temsilciliği veya restoranlarda moto-kuryelik işini yapmakta. İstanbul’da özellikle eğitimli birçok gencin önünde iki büyük seçenek var. Ya işsiz kalacaklar ya da aldıkları eğitim ve onun vaad ettiği sosyal statü dışında bir alanda çalışmaya razı olacaklar.
5-Gençler:
Türkiye’deki demokrasi ve özgürlükler sorunun üzerine çözülemeyen ekonomik krizin eklenmesi ile birlikte en çok etkilenen gruplar arasına gençler de girdi. Yapılan birçok çalışma bize gençlerin en temel hakları olan iki alanda zorlandığını göstermekte. İlki düşünce özgürlüğü ikincisi fırsat eşitliği. İktidarın bütün kutuplaştırma çabalarına, gerilim ve hedefleştirme siyasetine karşın gençlerin düşünce özgürlüğünü talep ediyor olması ülkemize dair umudu artırıyor. Bununla birlikte düşüncesini özgürce ifade ettiği için hukuki yaptırımlara maruz kalan gençlerin varlığı ülke gençliğinin hayallerini bu başka ülkelere yönlendirmesine neden oldu. Keza adam kayırma, torpil, sınav sorularının çalınması, sınavda derece yapanların mülakatlarda elenmesi gibi birçok hak ihlali gençlerde fırsat eşitliği kalmadığı inancını büyüttü. Araştırmalar bize göstermektedir ki gençlerin %62,5’i imkânı olsa yurt dışına yerleşip orada yaşamını devam ettirmek istemektedir.
6-Kadınlar:
Toplumsal gerilimin artması, artarak devam eden ekonomik kriz maalesef ki kadınların maruz kaldığı fiziki, psikolojik ve ekonomik şiddeti artırmış durumda. Normal zamanda da aile içinde genelde adil olmayan iş bölümü kadınlar adına katlanması daha zorlaşmış halde. Gıda vb. temel ihtiyaçlara erişimdeki zorlaşma, çocukların taleplerinin önemli bir kısmını karşılayamama, ele geçeni yetirememe durumu kadınların yükünü daha da büyütmekte. Gelirin artmayıp tüm giderlerin arttığı bir zamanda yetmeyeni yetirme sorumluluğu yine kadınların üzerine kalmış durumda. Öteden beri gelen çocuğun eğitimi, gelişimi, evin temizliği, hanenin beslenmesi, çoğu kez yakın akrabaların bakımı vb. adil bölüşülmemiş sorumlulukların üzerine tüm bunları eriyen bir gelirle yapma yükü kadınların omuzuna bırakılmış durumda.
7-Göçmen, Sığınmacı ve Yabancı Uyruklular:
Dünyada göç hareketlerinin ve yeni göç taleplerinin en yüksek olduğu dönemlerden birindeyiz. Gelişmiş ülkeler ile diğer ülkeler arasındaki gelir adaletsizliği, otoriter yönetimlerin iktidara gelmesi göçe olan talebi artırmış durumda. Bu nedenledir ki gelişmiş ülkelerde göç ve göçmen korkusu artık iktidarları veya uluslararası işbirliklerini etkileyecek boyuta erdi. Tüm bu durumların üzerine eklenen ülkeler arası savaşlar ve iç savaşlar yakın geçmişte milyonlarca göçmen yarattı. Özellikle Suriye’de meydana gelen iç savaş kısa süre içerisinde milyonlarca sığınmacıyı başta Türkiye olmak üzere dünyanın gündemine soktu. Türkiye hemen sınırında yaşanan bu insani duruma kayıtsız kalmadı sınırlarını açtı. Saygın birçok ülke böylesi bir durum karşısında sığınmacı alımı yapar fakat bu plansız bir göç yaratmak anlamına gelmez. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler dünyadaki göç yükünün ancak çok küçük kısmını üstlenebilir. Göç, genellikle gelişmiş ülkelere yapılır.
Göçmen alımı refah paylaşımını gerektirir ki bunun için de refahın büyük olduğu bir ülke olmak gerekir. Başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin birçok kenti plansız göçün yarattığı sorunlar ile boğuşmakta. Türkiye toplumu, kiraların artışından, işsizlik oranın yükselmesinden, başta sağlık hizmeti olmak üzere kamusal hizmetlere erişimin zorlaşmasından, yoksullaşmadan doğan birçok olumsuzluk için ülkede bulunan göçmenleri/sığınmacıları sorumlu tutmaktadır. Yine yapılan plansız göç gelen sığınmacıların da daha fazla emek sömürüsüne, sosyal dışlanmaya maruz kalmasına neden olmaktadır. Kişi başı geliri 35.000 dolar ve üzeri olan birçok Avrupa ülkesinin kabul etmesi gereken sığınmacılar mevcut iktidar tarafından Türkiye’de tutulmuştur. Yaratılan sonuç hem Türkiye toplumu hem de Avrupa ülkelerine gitmek isteyen ama gidemeyen sığınmacılar adına olumsuzdur.
8-Barınma, Deprem ve Kentsel Dönüşüm:
Ülkelerin gelişmişlik göstergelerinden biri de temel sorun alanlarını bitirmiş olmaları. Barınma sorunu bu temel sorun alanlarının başında gelen bir konu. Yakın zamana kadar en büyük 20 ekonomi arasında olan Cumhuriyetimiz, 100. yılına gidiyor. Geride bırakılan zamanda elde edilmiş tüm birikimi eriten AKP iktidarları ülkenin temel sorunları arasına barınma sorununu da ekledi. Sadece İstanbul’da 1 milyonun üzerinde boş konut varken vatandaşlarımız fahiş ev fiyatları veya kiralarla mücadele etmek zorunda bırakıldı. Enflasyon karşısında satın alma gücünü yitirmiş toplum ihtiyacı olan konutu alamadığı gibi olağanüstü rakamlara erişmiş kiralar karşısında piyasanın vicdanına itildi. Dar gelirli yurttaşı önceliklemesi gereken TOKİ vb. kurumlar kent rantına dayalı lüks konut projelerine kaynak ayırırken kirada oturan İstanbullular ev sahiplerinin tahliye talebiyle karşılaşıyor. Devletleşen AKP konut politikası geliştirmek yerine kira artışına %25 yasal sınır getirerek sorunu çözeceğini varsayarken sorunu daha da büyütüyor.
Yasal düzenleme öncesi kiracılar ile pazarlık ederek uzlaşmayı tercih eden ev sahipleri düzenleme sonrasında artık doğrudan tahliye talebi ile geliyor. Araştırmalar bize gösteriyor ki Türkiye’de kiracıların yalnızca %7,1’i kirasını ödemekte zorlanmıyor.
9-Sağlık:
2.000’li yılların başına kadar bazı eksiklikleri olsa da riskli hastalıklarda ücretsiz tedavi verilmesi, sağlık hizmeti veren kurumların ağırlıklı bölümünün kamu kurumlarından oluşması, başta doktorlar olmak üzere sistemli olarak alanında iyi sağlık personelinin yetiştirilmesi, sağlık tesislerinin tüm il ve ilçelere yayılarak planlanması gibi birçok olumlu yanı olan sağlık sistemimiz mevcuttu. İktidarın siyasi ve ekonomik tercihleri ile birlikte sağlıkta toplum adına birçok kazanım kaybedildi. Her hastalığın tedavisi karşılanmamaya başlandı. Kamu tarafından verilen sağlık hizmeti kapasitesinin artırılması yerine iktidara yakın sermaye gruplarının sahibi olduğu özel sağlık kuruluşlarından hizmet alımı tercih edildi. Yeterince denetim yapılmadığı için halkın sağlığı önemli oranda piyasanın vicdanına bırakıldı. Fedakarlığa dayalı bir çalışma anlayışına sahip sağlık personeli ekonomik krizin karşısında ucuz işgücüne dönüştürüldü. Sürekli şiddete maruz kalması, düşük ücrete çalıştırılmaları, uzun çalışma saatleri vb büyük sorunların üzerine iktidar tarafından “giderlerse gitsinler” yaklaşımı ile birlikte yetişmiş sağlık personelimizin “gitmesi” hızlandı. Her ilçeye yaygınlaştırılmış kamunun verdiği sağlık hizmeti yerini şehir hastanelerine bırakarak daha fazla ödeme garantisi vermenin, yandaşa kaynak aktarımının bir aracına dönüştü. Tüm bunlarla birlikte yaptığımız alan çalışması bize gösterdi ki İstanbul halkı eskiye göre daha piyasalaşmış, kalitesi gerilemiş sağlık hizmetine erişmekte zorlanmakta. Sağlık kontrolüne erişebilenlerin önemli bir bölümünün ilaç ve diğer unsurlarının fiyatlarının artması nedeniyle tedaviyi tamamlayamadığı görülmekte.
10-Kaygı ve Belirsizlik:
Yaşanan refah kaybı, toplumsal gerilimler vb. birçok konu insanımıza büyük bir psikolojik yükü de beraberinde getirmekte. Yoksullaşma ile beraber şiddet, gerilim, suça yeltenme, suç işleme oranları, kadına şiddet ve daha bir sürü olumsuz durum artarak devam etmekte. Ekonomik yapının bozulması ve düzeleceğine dair bir umudun kalmaması insan için en zorlayıcı duygulardan biri olan belirsizlik duygusunu toplumun gelinde yaygın kıldı. Toplum artık içinde bulunduğu ağır sorunlarla baş etmekte zorlandığı için antidepresan türü ilaçları hiç olmadığı kadar kullanmak zorunda kalmakta. 2008 yılında toplam antidepresan satış adedi 16 milyon iken bu sayı ekonomik krizin de etkisi ile 2009 yılında 19 milyona çıkmıştı. 2020 yılında satılan antidepresan ilaç sayısının 54,6 milyona çıkmış olması toplumun içinde bulunduğu durumun vahametini göstermekte. Keza Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2021 yılı Yaşam Memnuniyeti Araştırması verilerine göre Türkiye'de mutlu olanların oranı yüzde 50'nin altında kaldı. TÜİK’e göre mutlu olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 49,3 olduğu görülmekte.
11- Madde Kullanımı ve Bağımlılık:
Kamusal denetimin eksikliği nedeniyle İstanbul’da madde kullanımı düşünülenin çok ötesinde yaygınlaşmış durumda. Özellikle gençlerde madde kullanımı her geçen gün artmakta. Başta yoksul semtler olmak üzere İstanbul’un tüm ilçelerinde madde satışı ve kullanımı herkesin bildiği bir sırra dönüşmüş halde. Yoksul ilçelerde aileler çocuklarına bulaşması korkusunun etkisi ile birlikte maddenin hangi fiyat aralıklarında satıldığına, kimlerin nerelerde sattığına ve yaygınlaştırma yöntemlerine kadar tüm süreçlerine hakim vaziyetteler. Bu ilçelerde okullarda madde kullanan öğrencilerin kullanmayan öğrencilerden daha fazla olduğu okulların varlığı veliler tarafından paylaşılmakta. Gençler, okullarda madde kullanan öğrencilerin sosyal medya hesaplarında belirli simgeler kullandığını, bu sayede birbirlerini tanıdıklarını ve bu nedenle daha fazla grup olarak hareket edebildiklerini anlatmakta. Yine gençlerin anlatımına göre kullanan ve kullanmayan öğrenci grupları arasında zaman zaman gerilimler meydana gelmekte. Kamu denetiminin yeterince olmadığını düşünen veliler çocuklarını sahte sosyal medya hesaplarından takip etme, 5 TL vb. düşük rakamlarda harçlık verme, arkasından takip etme, cep telefonlarını kurcalama gibi sağlıklı olmayan iç denetim mekanizmaları oluşturarak çocuklarını korumaya çalışmakta. Madde kullanımının yaygınlaşması nedeniyle gençler arasında fiziki ve ruhsal sağlığın bozulmasında, şiddet vb. olumsuzlukların varlığında artış görülmekte.