Buz. İki gündür önce tipi, sonra kuşbaşı, derken lapa lapa yağan kar dindi ve hemen ardından baş gösteren dondurucu bir rüzgar, her şeyi bembeyaz, buğulu ve çıngıraklı bir buzla kapladı. Yeni doğan güneşin kirli mor ışıkları, buz tutmuş düzlüğü, yer yer sarı çamurları görülen yolu, geçen yıldan kalmış dulavratotu tutamlarıyla kaplı küçümen tepeleri ve gümüş renkli aynalı kavakları şöyle bir aydınlattı. Bir iki horoz sesi duyuldu. Erken uyanmış bebeklerin acıklı ağlamaları ve onları emzirmeye hazırlanan annelerin yorgun bir sesle söyledikleri sabah ninnileri işitildi.
Buz. İki adam buzla kaplı tepenin dibine ulaştılar ve sırtüstü uzanıp soluklandılar. Ağızlarından burunlarından fışkıran buharlar, iyice buzlanmış sakal ve bıyıklarına döküldü. Buz kristalleriyle dolu havadan çektikleri soluklar, ciğerlerine hançer gibi saplandı. Nefes alamaz oldular. Boğuk boğuk öksürdüler.
Biraz kendilerine geldikten sonra, buzlar üzerinde sürünüp, önlerindeki manzaraya baktılar. Kasabayı gördüler. Kar ve buzdan oluşmuş beyaz bir örtüyle kaplanmış çoğu tek katlı yüz kadar bina. Sağda ve solda iki cami. Kör bir tren istasyonu. Keskin bir rüzgar, bir gelin tülü gibi titreyerek havaya yükselmeye çalışan beyaz dumanları ve fırın bacasından çıkan bayıltıcı ekmek kokusunu onlara ulaştırdı.
Ayağa kalktılar. Koştular. Buzla kaplı geniş düzlükte, kayarak, düşerek, birbirlerini kaldırarak ya da birbirlerine çelme takarak, sırtlarına yumruk vurarak, tükürerek ve tüm bunları yaparken hiç aralıksız uluyup, ‘deliler’ gibi kahkahalar atarak, ‘çılgınlar’ gibi ağlayarak koştular.
Kasabanın girişine geldiklerinde durdular. Hastanedeki doktor askılıklarından alıp giydikleri yakası kürklü palto ile nöbetçi çavuşun odasından çıkardıkları kalın asker kaputunun yakasını düzelttiler. Kabalak tipi şapkalarının kulaklıklarını yukarıya kaldırdılar ve kasabadan içeriye girdiler.
Kar ve buzla kaplı pencerelerden birkaç meraklı gözün kendilerine baktığını görür gibi oldular. Henüz açılmamış olan Ziraat Bankası, Türk Traktör Kurumu, Zirai Donatım Müessesesi, Toprak Mahsulleri Ofisi, Sümerbank, Yerli Mallar Mağazası, Mensucat Satış Yeri, Çiftçi Zümresi Tüketim Kooperatifi, Baytar Aşı Vurum Yeri binalarının önünden geçtiler.
Fırından yayılan çıldırtıcı ekmek kokusunu izlediler. Bakkal ve odun kömür deposunun yanından yürürken, hemen önlerinde beliriveren adamı da gördüler. Kısa boylu adam, yer yer erimiş ve vıcık bir çamura dönüşmüş sözüm ona caddede koşarak ilerliyor ve ara sıra dönüp onlara bakarak, “geldi, kaymakam geldi” diye bağırıyordu.
Ortalık bir anda kalabalıklaştı. Kadın erkek, çoluk çocuk tüm kasabalılar küçücük meydanı hınca hınç doldurdular. Güneşin ilk ışıkları altında soluk kırmızılara bürünen aşı boyalı, iki katlı, balkonunda kocaman bir bayrak dalgalanan ‘Hükümet Binası’nın üst kattaki pencerelerinden biri açıldı ve kalın sesli bir adam, “Ey ahali, şükürler olsun ki kaymakamımız gelmiştir, kasabamızın kem talihi bundan böyle düzelecektir elbet” diye bağırdı. Kasabalılar hep birlikte alkışlayıp, “yaşa” diye bağırdılar.
Biraz önce gelmiş olan iki adam, hızla binadan içeriye girdiler. Daha zayıf ve genç olan ‘kaymakam’ merdivenleri koşarak geçip, üst kattaki bayraklı balkona çıktı. Aşağıda meraklı bir biçimde kendisini süzen kalabalığa baktı. Sonra da yüksek bir sesle ve tane tane konuştu. “Bundan böyle sizin kasaba esnafına olan bütün borçlarınız tarafımdan ve sapına kadar silinmiştir”. Kısa bir sessizliğin ardından yoğun bir uğultu yükseldi. ‘Kaymakam’ elini kaldırarak insanları susturdu ve yeniden konuştu. “Bundan böyle ve hemen şimdiden başlayarak fırıncı herkese bedava ekmek dağıtacaktır ve bunların ücreti kaymakamlık ‘örtülü’ bütçesinden ödenecektir, hemşerilerimin hemen fırına koşup ekmeklerini almalarını emrediyorum”. ‘Kaymakam’ son olarak da “benden önceki tüm kanun ve emirler mülgadır, yani yürürlükten kaldırılmıştır” dedi ve öteki adam da hemen o anda balkona çıktı. Hiçbir şey söylemeden asker kaputunun altına astığı ‘Mavzer’ tüfeğini çıkardı ve takır takır havaya ateş etmeye başladı. Kaymakam ona “Deli Çavuş bu kadar yeter” deyinceye kadar ateş etmeyi sürdürdü. Afili bir asker patasıyla önce kaymakamı, sonra da aşağıda sevinç çığlıkları atmaya başlamış olan kasabalıları selamladı.
‘Kaymakam’ ile yardımcısı ‘Deli Çavuş’, içeriye girdiler. Masadaki tozlanmış resmi evrakı incelemeye koyuldular. Neler yapacaklarını tartıştılar. Birkaç emirname taslağı hazırladılar.
Gün yeniden kararıp, bir görevli camları is tutmuş gaz lambalarını yakana, çakır gözlü bir kadın dumanı tüten iki tas çorba getirene kadar çalıştılar. Anadolu’nun çoktan unutulmuş bir kasabasında, ‘kaymakamlı günler’ işte böyle başladı. Kardan ve buzdan kasabanın yolu her zamanki gibi kapanmıştı, dünya ile bağlantısı çoktan kesilmişti ve ‘buzlar çözülmeden’ ne yapılması gerekiyorsa, hepsi de yapılmalıydı. Buzlar çözüldükten sonra neler olurdu, kimse bilemezdi çünkü…
Cevat Fehmi Başkut, en tanınmış oyunu ‘Buzlar Çözülmeden’de Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerinden birinde geçen olayları işte böyle anlattı.
Oyun yazarı ve gazeteci Cevat Fehmi Başkut, 1905 yılında doğdu. Eyüp Rüşdiyesi ve İstanbul Sultanisi'nde okudu. Kurtuluş Savaşı başlar başlamaz Anadolu’ya geçti. Polatlı ve daha sonra da Kütahya cephelerinde savaştı. Savaştan sonra İstanbul’a döndü ve gazeteciliğe başladı. Vakit, Son Saat, Son Posta, Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık yaptı. Geceleri Bizi Kimler Bekliyor adlı röportaj kitabı ile Kadın Bir Defa Sever, Dişi Aslan ve Valide Sultan'ın Gerdanlığı adlı romanları yayımlandı
Bir süre sonra Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle oyun yazarlığına başladı. İlk oyunu olan Büyük Şehir, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sergilendi ve büyük ilgi gördü. Bunu Küçük Şehir, Koca Bebek, Paydos, Sana Rey Veriyorum, Kadıköy İskelesi'nde, Makine, Harput'ta Bir Amerikalı, Hacıyatmaz ve Göç adlı oyunları izledi.
Buzlar Çözülmeden adlı oyunuyla iyice ünlendi. Başkut, daha sonra filme de çekilen bu oyunda, Anadolu’da kışın tüm dünya ile bağlantısı kesilen Çınarlı adlı bir kasabaya gelen yeni ‘kaymakam’ın yaptıklarını anlattı. Eski kaymakam öldüğü için büyük bir umutla yeni kaymakamı bekleyen kasaba halkını, gelen kaymakamın son derece radikal kararlarını, kasabadaki yolsuzlukları anlattı. Oyunda yeni ‘kaymakam’ ile yardımcısı kasabada düpedüz ‘sol’ bir düzen kuruyor, tüm bunları buzlar çözülmeden, yani kasabanın yeniden dış dünya ile bağlantısı kurulmadan önce yapmaya uğraşıyorlardı. Sonunda da kaymakam olarak bilinen kişi ile yardımcısının, hastaneden kaçmış ve yolları tesadüfen o kasabaya düşmüş iki akıl hastası olduğu ortaya çıkıyordu.
Cevat Fehmi Başkut’un daha sonra yazdığı Paydos adlı tiyatro oyunu, yurt dışında sergilenen ilk oyun oldu. Oyun aynı zamanda ‘plağa kaydedilen ilk tiyatro oyunu’ unvanını da kazandı. Paydos, Atina’da Argiropulos Tiyatrosu’nda altmış beş kez sahnelendi.
Cevat Fehmi Başkut için 15 Mart 1971’de buzlar çözüldü…
Buz. İki adam buzla kaplı tepenin dibine ulaştılar ve sırtüstü uzanıp soluklandılar. Ağızlarından burunlarından fışkıran buharlar, iyice buzlanmış sakal ve bıyıklarına döküldü. Buz kristalleriyle dolu havadan çektikleri soluklar, ciğerlerine hançer gibi saplandı. Nefes alamaz oldular. Boğuk boğuk öksürdüler.
Biraz kendilerine geldikten sonra, buzlar üzerinde sürünüp, önlerindeki manzaraya baktılar. Kasabayı gördüler. Kar ve buzdan oluşmuş beyaz bir örtüyle kaplanmış çoğu tek katlı yüz kadar bina. Sağda ve solda iki cami. Kör bir tren istasyonu. Keskin bir rüzgar, bir gelin tülü gibi titreyerek havaya yükselmeye çalışan beyaz dumanları ve fırın bacasından çıkan bayıltıcı ekmek kokusunu onlara ulaştırdı.
Ayağa kalktılar. Koştular. Buzla kaplı geniş düzlükte, kayarak, düşerek, birbirlerini kaldırarak ya da birbirlerine çelme takarak, sırtlarına yumruk vurarak, tükürerek ve tüm bunları yaparken hiç aralıksız uluyup, ‘deliler’ gibi kahkahalar atarak, ‘çılgınlar’ gibi ağlayarak koştular.
Kasabanın girişine geldiklerinde durdular. Hastanedeki doktor askılıklarından alıp giydikleri yakası kürklü palto ile nöbetçi çavuşun odasından çıkardıkları kalın asker kaputunun yakasını düzelttiler. Kabalak tipi şapkalarının kulaklıklarını yukarıya kaldırdılar ve kasabadan içeriye girdiler.
Kar ve buzla kaplı pencerelerden birkaç meraklı gözün kendilerine baktığını görür gibi oldular. Henüz açılmamış olan Ziraat Bankası, Türk Traktör Kurumu, Zirai Donatım Müessesesi, Toprak Mahsulleri Ofisi, Sümerbank, Yerli Mallar Mağazası, Mensucat Satış Yeri, Çiftçi Zümresi Tüketim Kooperatifi, Baytar Aşı Vurum Yeri binalarının önünden geçtiler.
Fırından yayılan çıldırtıcı ekmek kokusunu izlediler. Bakkal ve odun kömür deposunun yanından yürürken, hemen önlerinde beliriveren adamı da gördüler. Kısa boylu adam, yer yer erimiş ve vıcık bir çamura dönüşmüş sözüm ona caddede koşarak ilerliyor ve ara sıra dönüp onlara bakarak, “geldi, kaymakam geldi” diye bağırıyordu.
Ortalık bir anda kalabalıklaştı. Kadın erkek, çoluk çocuk tüm kasabalılar küçücük meydanı hınca hınç doldurdular. Güneşin ilk ışıkları altında soluk kırmızılara bürünen aşı boyalı, iki katlı, balkonunda kocaman bir bayrak dalgalanan ‘Hükümet Binası’nın üst kattaki pencerelerinden biri açıldı ve kalın sesli bir adam, “Ey ahali, şükürler olsun ki kaymakamımız gelmiştir, kasabamızın kem talihi bundan böyle düzelecektir elbet” diye bağırdı. Kasabalılar hep birlikte alkışlayıp, “yaşa” diye bağırdılar.
Biraz önce gelmiş olan iki adam, hızla binadan içeriye girdiler. Daha zayıf ve genç olan ‘kaymakam’ merdivenleri koşarak geçip, üst kattaki bayraklı balkona çıktı. Aşağıda meraklı bir biçimde kendisini süzen kalabalığa baktı. Sonra da yüksek bir sesle ve tane tane konuştu. “Bundan böyle sizin kasaba esnafına olan bütün borçlarınız tarafımdan ve sapına kadar silinmiştir”. Kısa bir sessizliğin ardından yoğun bir uğultu yükseldi. ‘Kaymakam’ elini kaldırarak insanları susturdu ve yeniden konuştu. “Bundan böyle ve hemen şimdiden başlayarak fırıncı herkese bedava ekmek dağıtacaktır ve bunların ücreti kaymakamlık ‘örtülü’ bütçesinden ödenecektir, hemşerilerimin hemen fırına koşup ekmeklerini almalarını emrediyorum”. ‘Kaymakam’ son olarak da “benden önceki tüm kanun ve emirler mülgadır, yani yürürlükten kaldırılmıştır” dedi ve öteki adam da hemen o anda balkona çıktı. Hiçbir şey söylemeden asker kaputunun altına astığı ‘Mavzer’ tüfeğini çıkardı ve takır takır havaya ateş etmeye başladı. Kaymakam ona “Deli Çavuş bu kadar yeter” deyinceye kadar ateş etmeyi sürdürdü. Afili bir asker patasıyla önce kaymakamı, sonra da aşağıda sevinç çığlıkları atmaya başlamış olan kasabalıları selamladı.
‘Kaymakam’ ile yardımcısı ‘Deli Çavuş’, içeriye girdiler. Masadaki tozlanmış resmi evrakı incelemeye koyuldular. Neler yapacaklarını tartıştılar. Birkaç emirname taslağı hazırladılar.
Gün yeniden kararıp, bir görevli camları is tutmuş gaz lambalarını yakana, çakır gözlü bir kadın dumanı tüten iki tas çorba getirene kadar çalıştılar. Anadolu’nun çoktan unutulmuş bir kasabasında, ‘kaymakamlı günler’ işte böyle başladı. Kardan ve buzdan kasabanın yolu her zamanki gibi kapanmıştı, dünya ile bağlantısı çoktan kesilmişti ve ‘buzlar çözülmeden’ ne yapılması gerekiyorsa, hepsi de yapılmalıydı. Buzlar çözüldükten sonra neler olurdu, kimse bilemezdi çünkü…
Cevat Fehmi Başkut, en tanınmış oyunu ‘Buzlar Çözülmeden’de Anadolu’nun kuş uçmaz, kervan geçmez yerlerinden birinde geçen olayları işte böyle anlattı.
Oyun yazarı ve gazeteci Cevat Fehmi Başkut, 1905 yılında doğdu. Eyüp Rüşdiyesi ve İstanbul Sultanisi'nde okudu. Kurtuluş Savaşı başlar başlamaz Anadolu’ya geçti. Polatlı ve daha sonra da Kütahya cephelerinde savaştı. Savaştan sonra İstanbul’a döndü ve gazeteciliğe başladı. Vakit, Son Saat, Son Posta, Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık yaptı. Geceleri Bizi Kimler Bekliyor adlı röportaj kitabı ile Kadın Bir Defa Sever, Dişi Aslan ve Valide Sultan'ın Gerdanlığı adlı romanları yayımlandı
Bir süre sonra Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle oyun yazarlığına başladı. İlk oyunu olan Büyük Şehir, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sergilendi ve büyük ilgi gördü. Bunu Küçük Şehir, Koca Bebek, Paydos, Sana Rey Veriyorum, Kadıköy İskelesi'nde, Makine, Harput'ta Bir Amerikalı, Hacıyatmaz ve Göç adlı oyunları izledi.
Buzlar Çözülmeden adlı oyunuyla iyice ünlendi. Başkut, daha sonra filme de çekilen bu oyunda, Anadolu’da kışın tüm dünya ile bağlantısı kesilen Çınarlı adlı bir kasabaya gelen yeni ‘kaymakam’ın yaptıklarını anlattı. Eski kaymakam öldüğü için büyük bir umutla yeni kaymakamı bekleyen kasaba halkını, gelen kaymakamın son derece radikal kararlarını, kasabadaki yolsuzlukları anlattı. Oyunda yeni ‘kaymakam’ ile yardımcısı kasabada düpedüz ‘sol’ bir düzen kuruyor, tüm bunları buzlar çözülmeden, yani kasabanın yeniden dış dünya ile bağlantısı kurulmadan önce yapmaya uğraşıyorlardı. Sonunda da kaymakam olarak bilinen kişi ile yardımcısının, hastaneden kaçmış ve yolları tesadüfen o kasabaya düşmüş iki akıl hastası olduğu ortaya çıkıyordu.
Cevat Fehmi Başkut’un daha sonra yazdığı Paydos adlı tiyatro oyunu, yurt dışında sergilenen ilk oyun oldu. Oyun aynı zamanda ‘plağa kaydedilen ilk tiyatro oyunu’ unvanını da kazandı. Paydos, Atina’da Argiropulos Tiyatrosu’nda altmış beş kez sahnelendi.
Cevat Fehmi Başkut için 15 Mart 1971’de buzlar çözüldü…