Gölpazarı ilçesi göç yolları üzerinde bulunduğu için çok eski zamanlardan itibaren milletlerin uğrak yeri haline gelmiş olup çok çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Hitit, Frig, Lidya, Pers, Roma,Doğu Roma ve son olarak Osmanlı Beyliğinin eline geçerek Türk hâkimiyeti altına girmiştir.Çok eski zamanlardan beri insanlar tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmış, daha sonraları zamanla yıkılmış ve doğal bir tepe görünümü almış eski yerleşim yerlerine höyük denilmektedir. Höyüklerde kazı yapıldığında aşağı doğru inildikçe eski çağlardan günümüze değin orada yaşamış milletlerin izlerine rastlanmaktadır.
Gölpazarının da eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilindiğine göre burada da höyüklerin olabileceği kesinleşmektedir.
Ancak bu höyüklerde henüz bir kazı yapılmadığı için bilgilerimiz sadece höyüklerin varlıklarıyla sınırlıdır. Bu höyüklerde kazı yapılmasının ardından Gölpazarının bilinmeyen tarihinin de aydınlanacağı, bizden önce burada yaşamış insanların uygarlıkları hakkında bilgi sahibi olunacağı kuşku götürmez bir gerçektir. Gölpazarı ilçesinde kazılmayı bekleyen toplam dört adet höyük bulunmaktadır. Kurşunlu köyünde iki tane Arıcaklar köyünde bir tane Son olarak bulunduğu köye de ismini veren Gölpazarının en büyük höyüğü Üyük köyündedir.
İLKÇAĞ UYGARLIKLARI DÖNEMİNDE GÖLPAZARI :
Tarihte Bitinya bölgesi olarak bilinen ve Gölpazarının da içinde bulunduğu bölgede ilk olarak Hititler devlet kurmuştur. Ancak bu devletten günümüze gözle görülür bir tarihi eser kalmamıştır. Hititlerin ardından Sakarya Nehri çevresinde başkent Gordion olmak üzere devlet kuran ünlü Midas Efsaneleri sayesinde dilden dile dolaşan Phrylerin (frigya) yaklaşık 300 yıllık Orta Anadolu yaşamlarında, Gölpazarı da ev sahipliği yapmıştır. Ne yazık ki Gölpazarını da içine alan ve günümüzde de tam olarak yazıları çözülemediği için Frig uygarlığı hakkında pek az şey bilinmektedir. Ancak emin olunan bir gerçek var ki o da Phryglerin ölülerini tümülüs adı verilen tepe görünümlü, üzeri toprakla örtülü ahşap mezar odalarına ve de kaya mezarlarına gömdükleri. Özellikle tümülüslerdeki tepenin yüksekliği gömülen kişinin sosyal statüsünü göstermekteydi. İlçemiz sınırlarında hiç tümülüs var mı bilinmiyor ama incirli köyü yakınlarında bulunan dört adet kaya mezarının bu döneme ait olduğu sanılmaktadır. Ne yazık ki bu mezarların üzerinde bulunan taşların üzerine Frigler tarafından yazılmış yazılar, kazınarak tahrip edilmiştir. Bu topraklar Phryglerin yıkılmasının ardından Batı Anadoluda hüküm süren Lidya Devletinin eline geçmiş. M. Ö. 546 da Lidya Devletinin Persler tarafından ortadan kaldırılmasıyla bir dönem Pers İmparatorluğuna da ev sahipliği yapmıştır. M. Ö. 3. yüzyılın başlarında Bitinya Krallığı kurulmuştur. M. Ö. 1. yüzyılda Romalılar tarafından idare edilen bu bölge, Roma İmparatorluğunun parçalanması üzerine Bizans Devletinin idaresine geçecektir.
MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ SONRASI DÖNEMDE GÖLPAZARI :
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile Türkler Anadoluya yerleşmeye başlamışlar, doğudan batıya bütün Bizans topraklarını fethetmişler, böylece Anadolu Türklerin yurdu haline gelmiştir. Alparslanın komutanlarının Anadoluda ilk Türk beyliklerini kurmalarıyla başlayan Anadolu tarihimiz, 1075 yılında İznikte Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından kurulan Anadolu Selçuklu Devletiyle devam etmiştir.Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası dönem içersinde Anadoluya doğudan gelen Türk boyları yerleşmeye başlayacaklardır. Anadolu Selçuklu Devleti doğudan gelen Türkmenleri iyi savaştıkları için sınırları korusunlar diye uçlara yerleştirmiştir. Bunlara daha sonra uç beyliği denilecektir. Bu dönemde gelen Türk boylarından Bayat ve Beğdili boyları da yurt olarak Gölpazarı topraklarını seçmişlerdir. Günümüzde bu isimle anılan köylerimiz mevcuttur. Türklerde her boyun bir simgesi vardı. Bu simgelere Bayat ve Bedii (Üzümlü) köylerinde rastlanılması bu boyların buralara yerleştiklerini kanıtlar niteliktedir. Yine Türk boylarından biri olan ve ileride Osmanlı Devletini kuracak olan Kayılar da Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı tarafından devleti Bizansa karşı korusunlar diye Söğüt ve çevresine yerleştirilmişlerdir. 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında yapılan Kösedağ Savaşının ardından Anadoludaki Türk siyasi birliği bozulmuş olup Anadolu, Moğol tehdidi altına girmiştir. Bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti topraklarında özellikle batı sınırında Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Menteşeoğulları ve Osmanoğulları Beyliği kurulmuştur. Bu beyliklerin kurulmasıyla beraber Anadolu tarihimizin üçüncü dönemi olan ikinci beylikler dönemi başlamış olmaktadır.
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE GÖLPAZARI
1243 Kösedağ Savaşının ardından kurulan beylikler içerisinde en güçsüz ve en küçük olanı ileride Osmanlı İmparatorluğunu kuracak olan ve küçüklüğünden dolayı Osmancık diye anılan Osmanoğullarıdır. En küçük olmasına rağmen devleti kuracak olan Osman Gazinin izlediği siyaset ve kuruldukları konumun kendilerine verdikleri imtiyazdan yararlanarak kısa sürede diğer beyliklerin en güçlüsü haline gelecektir. Çünkü Osmanlı Beyliğinin kurulduğu coğrafya son demlerini yaşayan ve taht kavgalarıyla boğuşmakta olan Bizans Devletinin Anadoludaki sınır boylarıdır. İşte Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey Anadoludaki diğer güçlü Türk Beylikleri ile mücadele etmektense Bizans üzerine seferler yaparak diğer beyliklerin de sevgisini ve desteğini kazanmayı başaracaktır.
Osmanlı Devletini kuracak olan aile Oğuz Türklerinin Gün Han Kolunun Kayı Boyundandır. Kayı kelimesi kuvvet ve kudret anlamına gelmektedir. Kayılar 400 çadır halkı olup 13. yüzyılın ikinci yarısında Ertuğrul Gazinin başkanlığında yönetilmekteydi. Ertuğrul Bey akıncılarıyla birlikte Selçuklu sultanlarının yanında yer almıştır. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı da mülk olarak Söğütü Ertuğrul Beye verecektir. Bu sıralarda Kayılar kışlak olarak Söğüte yaylak olarak da Domaniçe yerleşmişlerdir.Doksan yaşına kadar Osmanlı Beyliğini idare etmiş Ertuğrul Gazinin ölümünden sonra yerine yirmi üç yaşındaki oğlu Osman Gazi geçmiştir. Ertuğrul Gazinin türbesi Bilecikin Söğüt ilçesinde yani Osmanlı Devletinin ilk başkentinde bulunmaktadır.Yaklaşık altı dönümlük görkemli ağaçlarla bezeli,yemyeşil bir bahçenin ortasında oğlu Savcı Bey ve silah arkadaşları, Gazi Abdurrahman, Samsa Çavuş,Karamürsel, Konur Alp, Gündüz Alp ve Dündar Bey gibi daha nice kahramanlar nöbet beklemektedir. O dönemde Türk boylarına boy beyi seçilirken o boy içerisindeki ileri gelen beylerin onayı çok önemliydi. Osman Bey kardeşleri arasında daha zeki, atılgan, cesur ve de boy beylerine kendisini sevdirmiş olduğundan neredeyse babasının yerine gösterilebilecek tek aday olmuştu.
Osman Bey ve çeşitli kökenlerden gelen Gazi önderlerin (Alpların) çevresinde toplanan savaşçı Türkmenler Bizans üzerine akınları gitgide sıklaştırmışlardır. Bu dönemde. Osmanlı Devletinin ilk kuruluş devirlerinden itibaren askeri tarihinde önemli rol oynamış ve bilhassa akıncı teşkilatında görev almış ümera ailelerinden birisi de Mihaloğulları ailesidir. Kökeni Osman Gazi zamanında Harmankaya tekfuru olup sonradan Müslüman olarak Abdullah ismini alan Köse Mihale bağlanan bu aile yüzyıllarca imparatorluğa hizmet etmiş, kuruluş ve yükseliş devirlerinde ünlü kahraman gaziler yetiştirmiştir. Osman Bey ile Köse Mihalin arkadaşlığı şu şekilde başlamıştır:
Kızını Bilecik tekfurunun oğluyla evlendirecek olan Yarhisar Tekfuru Osman Beyi düğününe davet edecek ve bu düğünde Osman Beyi öldürecekti.Fakat daha eski yıllardan Bala Hatun yüzünden çıkan, Eskişehir tekfuruyla birlikte Osman Beyi öldürmek için yapılan bir savaşta yenilip esir düşen ve Osman Bey tarafından serbest bırakılan Harmankaya hâkimi Köse Mihal, suikast planını Osman Beye bildirir. Bu olayların sonucunda Osman Bey ile Köse Mihalin arkadaşlıkları başlamış olacaktır. Yaptığı akınlarla etrafına güven veren Osman Bey askeri gücünü arttırarak varlığını ispatlamış olmaktadır. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı Osman Beye bir hilat, bir kılıç, gümüş takımlı bir at yüzbin dirhem gümüş ve savaşçı, gazilere verilmek üzere çok sayıda silah armağan etmiştir. Gönderilen bu beylik alametleri Osman Beyin yerini iyice sağlamlaştırmıştır. 1299 yılında nihayet Osman Bey beyliğin bağımsızlığını ilan ederek devletin çekirdeğini kurmuştur. Aynı zamanda çevrenin en sözü geçen itibarlı büyüklerinden Ahilik teşkilatının önderi Şeyh Edebalinin kızı Bala Hatun ile evlenerek esnaf teşkilatının arasında da itibar sahibi olmuştur. Osman Bey yönünü batıya çevirmiş ancak henüz Göl-Flanoz (Gölpazarı), Lefke (Osmaneli), Yenipazar fethedilmeyi bekliyordu. Ancak Osman Bey Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkış iniş yaşatmak için olmalıdır. Şeyh Edebali (Osman Gazinin kayinpederi ve Osmanlı Devletinin manevi kurucusu) hiç acele etmiyordu. Çünkü, Osman Beyin henüz Osmancık diye çağırıldığı günlerde Domaniç yaylasından ufka bakarken Şeyh Edebalinin kendisine söylediği sözler hiç aklından çıkmıyordu.Osman Bey ilk olarak civar tekfurlarına korku salınması için Lefkeyi (Osmaneli) fethetmek ister.Korku salınmalı ki diğer yerler Müslüman kanı dökülmeden alınsın. Lefkeye (Osmaneli) savaşla gidilmeden önce Osman Bey, Akçakocayı üç askerle birlikte Lefkeye gönderir.
Lefke tekfuru Osman Beyin teklifini kabul etmeyince savaş kaçınılmaz olur. Yapılan savaşın sonucunda Lefke bir Türk toprağı olmuş, sıra Löblüce Kalesine gelmişti. Osman Bey yine savaşsız kalenin teslimi için üç elçiyi Göl-Flanoz beyine göndermiş ancak teklif kabul edilmeyince savaşmaktan başka çare kalmamıştır. Bu olayın sonunu Hoca Saadeddin şöyle anlatmaktadır:
Löblüce Hisarının tekfuru Osman Beyin karşısında boyun eğerek kullukta dosdoğru davranış içinde bulunduğundan şahtan iltifat bulmuş isteğine erişmiş ve kendi hisarında hakim olarak bırakılmıştı. Sadece oğlu ötekiler gibi kapıkulları arasına alınmıştı.
Tarihler 1313 Eylül ayn gösterdiğinde Löblüce Kalesi artık Leblebici Kalesi olarak anılmaya başlamıştır. 1607 tarihinde Celali eşkıyasının açık şehirlere hücum etmelerinden dolayı Gölpazarı dahilindeki halk, hükümete müracaat ederek nice zamandan beri harap olan Leblebici Kalesinin tamirini istemişler ancak sadaret makamından gelen cevap da olumsuz olması nedeniyle kalenin tamiri yapılamamıştır. Günümüzde sözü geçen Leblebici Kalesinin sadece yerini belli edecek kadar küçük kalıntıları kalmıştır. Ünlü tarihçimiz İsmail Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi kitabının ikinci cildinde Löblüce Kalesinin Osmanlıların eline geçişine şu cümleleriyle değinmiştir:
1313 yılında Osman Beyin sadık dostu olan Harmankaya hakimi Köse Mihal Bey Müslüman olmuş ve beraberce Lefke, Mekece, Akhisar,Geyve ve Gölpazarı tarafındaki Leblebici kaleleri alındı.
Köse Mihal miladi 1328 de öldüğü zaman ardında üç oğlan bırakmıştı. Aziz Bey, Balta Bey ve Gazi Ali Beylerdi. Bu beyler daha sonra Rumelinin fethi ile birlikte Avrupa kıtasına geçip akıncı beyi olarak görev yapmışlardır. Köse Mihalin oğlu Aziz Beyin Vize Kalesinin fethinde bulunduğu ve 1403 yılında vefat ettiği Onun oğlu Gazi Mihal Beyin Gölpazarının kurucularından olduğu tarihçilerin ittifak ettikleri konulardan biridir. Gazi Mihal Bey I. Mehmet ve II. Murat dönemlerinde Rumelideki askeri faaliyetlerde başarılı olmuş, özellikle Bulgaristanın fethinde büyük yararlılıklar göstermiştir. Gazi Mihail Bey 1435 yılında Edirnede ölmüş olup türbesi Gazi Mihal Bey Camii haziresindedir. Mihal Gazi, Löblüce Kalesinden ovaya inen Müslüman halk için ilk olarak hamam yapılmasını emretmiş ve hamama su temin etmek için kuyular kazılmaya başlamıştır. İlk olarak zincirli kuyu diye anılan kuyu açılmıştır. Ancak daha sonra suyu daha bol olan bir kuyu açılınca hamam bu kuyunun yanına inşa edilmiştir. Hamamın ardından camii ve Taşhanın yapımına başlanılmıştır.Göl Flanoz Osmanlı toprağı olduktan sonra merkeze Nefs-i Göl, köyleriyle beraber Göl diye anılmış uzun yıllar. Daha sonraları Resulşel, Dönen, Akçaoba, Akça Ova ve en nihayetinde Gölpazarı olarak günümüzdeki ismini almıştır.Gölpazarının Osmanlıya ait nüfus bilgileriyle ilgili devlet arşivlerinde pek fazla bilgiye ulaşılmamaktadır. Ömer Lütfi Barkan ve Enver Meriçli nin1988 tarihli Hüdavendigar Livası (sancak) Tahrir Defterleri adlı çevirisinde Gölpazarı ilçesini 15 ve 16 yüz yıllarda Hüdavendigar Livası na bağlı bir göl kazası olarak, ilçe merkezinin de Nefs-i Göl adıyla bilinen kaza merkezi olarak tanımlamışlardır. Nefsi Gölde 1487 yılında 21 hane ve 4 mücerret (kazanç sahibi olma yaşındaki erkek) Göl kazasında 405 hane ve 101 adet mücerret yaşadığı belirtilmektedir. 1573 yılında Nefs-i Gölün nüfusu yaklaşık 600, Göl kazasının nüfusu yaklaşık 4300 kişiye ulaşmış.Yine aynı çeviride 1831 yılında Hüdavendigar (Bursa) Sancağının nüfusu 169,078 kişi, bu sancağa bağlı kaza durumunda bulunan Gölpazarının nüfusu 4641 islam, 1287 si gayrimüslim olmak üzere toplam 5928 kişiden oluştuğu belirtilmiştir. 19. Yüzyılda Ertuğrul Sancağına bağlı bir nahiye merkezi durumunda bulunan Gölpazarının tamamında yaklaşık 2001 hane mevcut bulunup, nahiyenin toplam nüfusu 4110 Müslüman, 1080 gayri Müslim olmak üzere 5190 kişiden meydana geldiği, 1909 yılında aynı idari görevde bulunan Gölpazarı nahiye merkezinde 293 hanenin yaşamakta olduğu belirtilmektedir. Özellikle Osmanlının duraklama dönemi ve sonrasında ortaya çıkan celali isyanları nedeni ile büyük yerleşim yerlerinden kaçan halk yüksek ve küçük yerleşim yerlerine doğru yönelince Gölpazarının nüfus artışına da katkıda bulunmuştur.
Temettuat defterlerinin kayıtları incelendiğinde Gölpazarına bağlı 86 adet köy ortaya çıkmaktadır. Türkmen ve Göldağı köylerinde uzun yıllar Ermeniler yaşamış olup bu Ermeniler çeşitli sebeplerden dolayı göç ettiğinden bunlardan kalan araziler tevzi harici kalmış, bu topraklara 1924 ve 1932 yıllarında mübadele ile gelen Yunanistan ve Yugoslavya göçmenleri yerleştirilmiştir. Ayrıca 93 harbiyle gelen göçmenler de Hamidiye ve Türkmen köylerine yerleştirilmişlerdir. Türkmen köyünde Ermeniler tarafından kilise olarak kullanılan bina kalıntıları üzerine sonradan okul yapılmıştır.İlçemiz uzun yıllar Harmankaya nahiyesine bağlı olarak kalmış, zaman içinde Harmankayanın Harmanköy olarak köy statüsüne geçmesinden sonra Söğüte bağlanmıştır. 1864 (Rumi) yılında Osmaneli ile birleştirilerek Şehri Vehbi Efendinin naip edilmesi suretiyle birleşik kaza haline getirilmiştir. Kısa bir süre sonra bu birleşme bozulmuş ve idarede güçlükler çıkmasından ötürü tekrar Söğüt kazası idaresinde kalmıştır. 1899 yılında Gölpazarı nahiyesi bu kez de Söğüt kazasından ayrılarak Hüdavendigar vilayetine bağlı sancak merkezi olan Bilecike dahil edilmiştir. 1909 yılında Gölpazarı nahiyesinin kaza haline getirilmesi istenmiş ve buna ait evraklar görüş ve mütalaa alınmak üzere seraskerliğe takdim edilmiş, 1910 yılında nahiyenin ehemmiyet ve büyüklüğünden dolayı burada bir kaymakamlık talebi uygun bulunmuştur. Ancak ilçe statüsü kazanması 1926 yılını bulmuştur.
www.golpazari.gov.tr'dan alıntıdır.
Gölpazarının da eski çağlardan beri yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilindiğine göre burada da höyüklerin olabileceği kesinleşmektedir.
Ancak bu höyüklerde henüz bir kazı yapılmadığı için bilgilerimiz sadece höyüklerin varlıklarıyla sınırlıdır. Bu höyüklerde kazı yapılmasının ardından Gölpazarının bilinmeyen tarihinin de aydınlanacağı, bizden önce burada yaşamış insanların uygarlıkları hakkında bilgi sahibi olunacağı kuşku götürmez bir gerçektir. Gölpazarı ilçesinde kazılmayı bekleyen toplam dört adet höyük bulunmaktadır. Kurşunlu köyünde iki tane Arıcaklar köyünde bir tane Son olarak bulunduğu köye de ismini veren Gölpazarının en büyük höyüğü Üyük köyündedir.
İLKÇAĞ UYGARLIKLARI DÖNEMİNDE GÖLPAZARI :
Tarihte Bitinya bölgesi olarak bilinen ve Gölpazarının da içinde bulunduğu bölgede ilk olarak Hititler devlet kurmuştur. Ancak bu devletten günümüze gözle görülür bir tarihi eser kalmamıştır. Hititlerin ardından Sakarya Nehri çevresinde başkent Gordion olmak üzere devlet kuran ünlü Midas Efsaneleri sayesinde dilden dile dolaşan Phrylerin (frigya) yaklaşık 300 yıllık Orta Anadolu yaşamlarında, Gölpazarı da ev sahipliği yapmıştır. Ne yazık ki Gölpazarını da içine alan ve günümüzde de tam olarak yazıları çözülemediği için Frig uygarlığı hakkında pek az şey bilinmektedir. Ancak emin olunan bir gerçek var ki o da Phryglerin ölülerini tümülüs adı verilen tepe görünümlü, üzeri toprakla örtülü ahşap mezar odalarına ve de kaya mezarlarına gömdükleri. Özellikle tümülüslerdeki tepenin yüksekliği gömülen kişinin sosyal statüsünü göstermekteydi. İlçemiz sınırlarında hiç tümülüs var mı bilinmiyor ama incirli köyü yakınlarında bulunan dört adet kaya mezarının bu döneme ait olduğu sanılmaktadır. Ne yazık ki bu mezarların üzerinde bulunan taşların üzerine Frigler tarafından yazılmış yazılar, kazınarak tahrip edilmiştir. Bu topraklar Phryglerin yıkılmasının ardından Batı Anadoluda hüküm süren Lidya Devletinin eline geçmiş. M. Ö. 546 da Lidya Devletinin Persler tarafından ortadan kaldırılmasıyla bir dönem Pers İmparatorluğuna da ev sahipliği yapmıştır. M. Ö. 3. yüzyılın başlarında Bitinya Krallığı kurulmuştur. M. Ö. 1. yüzyılda Romalılar tarafından idare edilen bu bölge, Roma İmparatorluğunun parçalanması üzerine Bizans Devletinin idaresine geçecektir.
MALAZGİRT MEYDAN MUHAREBESİ SONRASI DÖNEMDE GÖLPAZARI :
1071 Malazgirt Meydan Muharebesi ile Türkler Anadoluya yerleşmeye başlamışlar, doğudan batıya bütün Bizans topraklarını fethetmişler, böylece Anadolu Türklerin yurdu haline gelmiştir. Alparslanın komutanlarının Anadoluda ilk Türk beyliklerini kurmalarıyla başlayan Anadolu tarihimiz, 1075 yılında İznikte Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından kurulan Anadolu Selçuklu Devletiyle devam etmiştir.Malazgirt Meydan Muharebesi sonrası dönem içersinde Anadoluya doğudan gelen Türk boyları yerleşmeye başlayacaklardır. Anadolu Selçuklu Devleti doğudan gelen Türkmenleri iyi savaştıkları için sınırları korusunlar diye uçlara yerleştirmiştir. Bunlara daha sonra uç beyliği denilecektir. Bu dönemde gelen Türk boylarından Bayat ve Beğdili boyları da yurt olarak Gölpazarı topraklarını seçmişlerdir. Günümüzde bu isimle anılan köylerimiz mevcuttur. Türklerde her boyun bir simgesi vardı. Bu simgelere Bayat ve Bedii (Üzümlü) köylerinde rastlanılması bu boyların buralara yerleştiklerini kanıtlar niteliktedir. Yine Türk boylarından biri olan ve ileride Osmanlı Devletini kuracak olan Kayılar da Anadolu Selçuklu Devleti Hükümdarı tarafından devleti Bizansa karşı korusunlar diye Söğüt ve çevresine yerleştirilmişlerdir. 1243 yılında Anadolu Selçuklu Devleti ile Moğollar arasında yapılan Kösedağ Savaşının ardından Anadoludaki Türk siyasi birliği bozulmuş olup Anadolu, Moğol tehdidi altına girmiştir. Bunun üzerine Anadolu Selçuklu Devleti topraklarında özellikle batı sınırında Germiyanoğulları, Eşrefoğulları, Menteşeoğulları ve Osmanoğulları Beyliği kurulmuştur. Bu beyliklerin kurulmasıyla beraber Anadolu tarihimizin üçüncü dönemi olan ikinci beylikler dönemi başlamış olmaktadır.
OSMANLI DEVLETİ DÖNEMİNDE GÖLPAZARI
1243 Kösedağ Savaşının ardından kurulan beylikler içerisinde en güçsüz ve en küçük olanı ileride Osmanlı İmparatorluğunu kuracak olan ve küçüklüğünden dolayı Osmancık diye anılan Osmanoğullarıdır. En küçük olmasına rağmen devleti kuracak olan Osman Gazinin izlediği siyaset ve kuruldukları konumun kendilerine verdikleri imtiyazdan yararlanarak kısa sürede diğer beyliklerin en güçlüsü haline gelecektir. Çünkü Osmanlı Beyliğinin kurulduğu coğrafya son demlerini yaşayan ve taht kavgalarıyla boğuşmakta olan Bizans Devletinin Anadoludaki sınır boylarıdır. İşte Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey Anadoludaki diğer güçlü Türk Beylikleri ile mücadele etmektense Bizans üzerine seferler yaparak diğer beyliklerin de sevgisini ve desteğini kazanmayı başaracaktır.
Osmanlı Devletini kuracak olan aile Oğuz Türklerinin Gün Han Kolunun Kayı Boyundandır. Kayı kelimesi kuvvet ve kudret anlamına gelmektedir. Kayılar 400 çadır halkı olup 13. yüzyılın ikinci yarısında Ertuğrul Gazinin başkanlığında yönetilmekteydi. Ertuğrul Bey akıncılarıyla birlikte Selçuklu sultanlarının yanında yer almıştır. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı da mülk olarak Söğütü Ertuğrul Beye verecektir. Bu sıralarda Kayılar kışlak olarak Söğüte yaylak olarak da Domaniçe yerleşmişlerdir.Doksan yaşına kadar Osmanlı Beyliğini idare etmiş Ertuğrul Gazinin ölümünden sonra yerine yirmi üç yaşındaki oğlu Osman Gazi geçmiştir. Ertuğrul Gazinin türbesi Bilecikin Söğüt ilçesinde yani Osmanlı Devletinin ilk başkentinde bulunmaktadır.Yaklaşık altı dönümlük görkemli ağaçlarla bezeli,yemyeşil bir bahçenin ortasında oğlu Savcı Bey ve silah arkadaşları, Gazi Abdurrahman, Samsa Çavuş,Karamürsel, Konur Alp, Gündüz Alp ve Dündar Bey gibi daha nice kahramanlar nöbet beklemektedir. O dönemde Türk boylarına boy beyi seçilirken o boy içerisindeki ileri gelen beylerin onayı çok önemliydi. Osman Bey kardeşleri arasında daha zeki, atılgan, cesur ve de boy beylerine kendisini sevdirmiş olduğundan neredeyse babasının yerine gösterilebilecek tek aday olmuştu.
Osman Bey ve çeşitli kökenlerden gelen Gazi önderlerin (Alpların) çevresinde toplanan savaşçı Türkmenler Bizans üzerine akınları gitgide sıklaştırmışlardır. Bu dönemde. Osmanlı Devletinin ilk kuruluş devirlerinden itibaren askeri tarihinde önemli rol oynamış ve bilhassa akıncı teşkilatında görev almış ümera ailelerinden birisi de Mihaloğulları ailesidir. Kökeni Osman Gazi zamanında Harmankaya tekfuru olup sonradan Müslüman olarak Abdullah ismini alan Köse Mihale bağlanan bu aile yüzyıllarca imparatorluğa hizmet etmiş, kuruluş ve yükseliş devirlerinde ünlü kahraman gaziler yetiştirmiştir. Osman Bey ile Köse Mihalin arkadaşlığı şu şekilde başlamıştır:
Kızını Bilecik tekfurunun oğluyla evlendirecek olan Yarhisar Tekfuru Osman Beyi düğününe davet edecek ve bu düğünde Osman Beyi öldürecekti.Fakat daha eski yıllardan Bala Hatun yüzünden çıkan, Eskişehir tekfuruyla birlikte Osman Beyi öldürmek için yapılan bir savaşta yenilip esir düşen ve Osman Bey tarafından serbest bırakılan Harmankaya hâkimi Köse Mihal, suikast planını Osman Beye bildirir. Bu olayların sonucunda Osman Bey ile Köse Mihalin arkadaşlıkları başlamış olacaktır. Yaptığı akınlarla etrafına güven veren Osman Bey askeri gücünü arttırarak varlığını ispatlamış olmaktadır. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı Osman Beye bir hilat, bir kılıç, gümüş takımlı bir at yüzbin dirhem gümüş ve savaşçı, gazilere verilmek üzere çok sayıda silah armağan etmiştir. Gönderilen bu beylik alametleri Osman Beyin yerini iyice sağlamlaştırmıştır. 1299 yılında nihayet Osman Bey beyliğin bağımsızlığını ilan ederek devletin çekirdeğini kurmuştur. Aynı zamanda çevrenin en sözü geçen itibarlı büyüklerinden Ahilik teşkilatının önderi Şeyh Edebalinin kızı Bala Hatun ile evlenerek esnaf teşkilatının arasında da itibar sahibi olmuştur. Osman Bey yönünü batıya çevirmiş ancak henüz Göl-Flanoz (Gölpazarı), Lefke (Osmaneli), Yenipazar fethedilmeyi bekliyordu. Ancak Osman Bey Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de bilirim ki kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkış iniş yaşatmak için olmalıdır. Şeyh Edebali (Osman Gazinin kayinpederi ve Osmanlı Devletinin manevi kurucusu) hiç acele etmiyordu. Çünkü, Osman Beyin henüz Osmancık diye çağırıldığı günlerde Domaniç yaylasından ufka bakarken Şeyh Edebalinin kendisine söylediği sözler hiç aklından çıkmıyordu.Osman Bey ilk olarak civar tekfurlarına korku salınması için Lefkeyi (Osmaneli) fethetmek ister.Korku salınmalı ki diğer yerler Müslüman kanı dökülmeden alınsın. Lefkeye (Osmaneli) savaşla gidilmeden önce Osman Bey, Akçakocayı üç askerle birlikte Lefkeye gönderir.
Lefke tekfuru Osman Beyin teklifini kabul etmeyince savaş kaçınılmaz olur. Yapılan savaşın sonucunda Lefke bir Türk toprağı olmuş, sıra Löblüce Kalesine gelmişti. Osman Bey yine savaşsız kalenin teslimi için üç elçiyi Göl-Flanoz beyine göndermiş ancak teklif kabul edilmeyince savaşmaktan başka çare kalmamıştır. Bu olayın sonunu Hoca Saadeddin şöyle anlatmaktadır:
Löblüce Hisarının tekfuru Osman Beyin karşısında boyun eğerek kullukta dosdoğru davranış içinde bulunduğundan şahtan iltifat bulmuş isteğine erişmiş ve kendi hisarında hakim olarak bırakılmıştı. Sadece oğlu ötekiler gibi kapıkulları arasına alınmıştı.
Tarihler 1313 Eylül ayn gösterdiğinde Löblüce Kalesi artık Leblebici Kalesi olarak anılmaya başlamıştır. 1607 tarihinde Celali eşkıyasının açık şehirlere hücum etmelerinden dolayı Gölpazarı dahilindeki halk, hükümete müracaat ederek nice zamandan beri harap olan Leblebici Kalesinin tamirini istemişler ancak sadaret makamından gelen cevap da olumsuz olması nedeniyle kalenin tamiri yapılamamıştır. Günümüzde sözü geçen Leblebici Kalesinin sadece yerini belli edecek kadar küçük kalıntıları kalmıştır. Ünlü tarihçimiz İsmail Hakkı Uzunçarşılı Osmanlı Tarihi kitabının ikinci cildinde Löblüce Kalesinin Osmanlıların eline geçişine şu cümleleriyle değinmiştir:
1313 yılında Osman Beyin sadık dostu olan Harmankaya hakimi Köse Mihal Bey Müslüman olmuş ve beraberce Lefke, Mekece, Akhisar,Geyve ve Gölpazarı tarafındaki Leblebici kaleleri alındı.
Köse Mihal miladi 1328 de öldüğü zaman ardında üç oğlan bırakmıştı. Aziz Bey, Balta Bey ve Gazi Ali Beylerdi. Bu beyler daha sonra Rumelinin fethi ile birlikte Avrupa kıtasına geçip akıncı beyi olarak görev yapmışlardır. Köse Mihalin oğlu Aziz Beyin Vize Kalesinin fethinde bulunduğu ve 1403 yılında vefat ettiği Onun oğlu Gazi Mihal Beyin Gölpazarının kurucularından olduğu tarihçilerin ittifak ettikleri konulardan biridir. Gazi Mihal Bey I. Mehmet ve II. Murat dönemlerinde Rumelideki askeri faaliyetlerde başarılı olmuş, özellikle Bulgaristanın fethinde büyük yararlılıklar göstermiştir. Gazi Mihail Bey 1435 yılında Edirnede ölmüş olup türbesi Gazi Mihal Bey Camii haziresindedir. Mihal Gazi, Löblüce Kalesinden ovaya inen Müslüman halk için ilk olarak hamam yapılmasını emretmiş ve hamama su temin etmek için kuyular kazılmaya başlamıştır. İlk olarak zincirli kuyu diye anılan kuyu açılmıştır. Ancak daha sonra suyu daha bol olan bir kuyu açılınca hamam bu kuyunun yanına inşa edilmiştir. Hamamın ardından camii ve Taşhanın yapımına başlanılmıştır.Göl Flanoz Osmanlı toprağı olduktan sonra merkeze Nefs-i Göl, köyleriyle beraber Göl diye anılmış uzun yıllar. Daha sonraları Resulşel, Dönen, Akçaoba, Akça Ova ve en nihayetinde Gölpazarı olarak günümüzdeki ismini almıştır.Gölpazarının Osmanlıya ait nüfus bilgileriyle ilgili devlet arşivlerinde pek fazla bilgiye ulaşılmamaktadır. Ömer Lütfi Barkan ve Enver Meriçli nin1988 tarihli Hüdavendigar Livası (sancak) Tahrir Defterleri adlı çevirisinde Gölpazarı ilçesini 15 ve 16 yüz yıllarda Hüdavendigar Livası na bağlı bir göl kazası olarak, ilçe merkezinin de Nefs-i Göl adıyla bilinen kaza merkezi olarak tanımlamışlardır. Nefsi Gölde 1487 yılında 21 hane ve 4 mücerret (kazanç sahibi olma yaşındaki erkek) Göl kazasında 405 hane ve 101 adet mücerret yaşadığı belirtilmektedir. 1573 yılında Nefs-i Gölün nüfusu yaklaşık 600, Göl kazasının nüfusu yaklaşık 4300 kişiye ulaşmış.Yine aynı çeviride 1831 yılında Hüdavendigar (Bursa) Sancağının nüfusu 169,078 kişi, bu sancağa bağlı kaza durumunda bulunan Gölpazarının nüfusu 4641 islam, 1287 si gayrimüslim olmak üzere toplam 5928 kişiden oluştuğu belirtilmiştir. 19. Yüzyılda Ertuğrul Sancağına bağlı bir nahiye merkezi durumunda bulunan Gölpazarının tamamında yaklaşık 2001 hane mevcut bulunup, nahiyenin toplam nüfusu 4110 Müslüman, 1080 gayri Müslim olmak üzere 5190 kişiden meydana geldiği, 1909 yılında aynı idari görevde bulunan Gölpazarı nahiye merkezinde 293 hanenin yaşamakta olduğu belirtilmektedir. Özellikle Osmanlının duraklama dönemi ve sonrasında ortaya çıkan celali isyanları nedeni ile büyük yerleşim yerlerinden kaçan halk yüksek ve küçük yerleşim yerlerine doğru yönelince Gölpazarının nüfus artışına da katkıda bulunmuştur.
Temettuat defterlerinin kayıtları incelendiğinde Gölpazarına bağlı 86 adet köy ortaya çıkmaktadır. Türkmen ve Göldağı köylerinde uzun yıllar Ermeniler yaşamış olup bu Ermeniler çeşitli sebeplerden dolayı göç ettiğinden bunlardan kalan araziler tevzi harici kalmış, bu topraklara 1924 ve 1932 yıllarında mübadele ile gelen Yunanistan ve Yugoslavya göçmenleri yerleştirilmiştir. Ayrıca 93 harbiyle gelen göçmenler de Hamidiye ve Türkmen köylerine yerleştirilmişlerdir. Türkmen köyünde Ermeniler tarafından kilise olarak kullanılan bina kalıntıları üzerine sonradan okul yapılmıştır.İlçemiz uzun yıllar Harmankaya nahiyesine bağlı olarak kalmış, zaman içinde Harmankayanın Harmanköy olarak köy statüsüne geçmesinden sonra Söğüte bağlanmıştır. 1864 (Rumi) yılında Osmaneli ile birleştirilerek Şehri Vehbi Efendinin naip edilmesi suretiyle birleşik kaza haline getirilmiştir. Kısa bir süre sonra bu birleşme bozulmuş ve idarede güçlükler çıkmasından ötürü tekrar Söğüt kazası idaresinde kalmıştır. 1899 yılında Gölpazarı nahiyesi bu kez de Söğüt kazasından ayrılarak Hüdavendigar vilayetine bağlı sancak merkezi olan Bilecike dahil edilmiştir. 1909 yılında Gölpazarı nahiyesinin kaza haline getirilmesi istenmiş ve buna ait evraklar görüş ve mütalaa alınmak üzere seraskerliğe takdim edilmiş, 1910 yılında nahiyenin ehemmiyet ve büyüklüğünden dolayı burada bir kaymakamlık talebi uygun bulunmuştur. Ancak ilçe statüsü kazanması 1926 yılını bulmuştur.
www.golpazari.gov.tr'dan alıntıdır.