Aaryan
Forum Üyesii
- Katılım
- 25 Ara 2022
- Mesajlar
- 17,002
- Puanları
- 36
Maç öncesinde Beşiktaş’ın zayıf rakibi karşısında çok rahat bir galibiyet alması bekleniyordu. İki takım arasındaki bariz siklet farkının bu beklentiyi doğurması bir yanıyla doğal olsa da, diğer bir yanıyla çok makul değildi. Zira siyah-beyazlılar, bu sezon oynadığı beş resmî maçın tamamını kendinden çok daha zayıf rakiplere karşı oynamış, hepsini kazanmış, ama bu galibiyetlerin hiçbirini rahat bir şekilde elde edememişti. Elbette Pendikspor’un geçtiğimiz hafta Süper Lig’deki ilk maçında Hatayspor’a farklı mağlup olması da bu beklentiyi doğuran bir başka etkendi. Beşiktaş’a karşı dolu tribünler önünde oynayacaklardı ve bu zorlu atmosferin içinde bir hezimet daha yaşamaları kendileri açısından çok şaşırtıcı olmayabilirdi. Fakat Beşiktaş’ın mevcut hâli, açıkçası hiçbir rakibe karşı çok baskın bir oyun ve neticesinde rahat bir galibiyet vadetmiyordu. Nitekim yine öyle oldu. ABOUBAKAR DURUNCA BEŞİKTAŞ DA DURUYOR İlk yarı boyunca top beklenildiği gibi tamamen Beşiktaş’ın hâkimiyetindeydi. Fakat bunu bir oyun hâkimiyetine çevirecek kaliteden, uyumdan ve tempodan yoksunlardı. Üstelik maç da tam istedikleri şekilde başlamış ve erken bir dakikada bir duran top golüyle öne geçmişlerdi. Artık Pendikspor üstlerine daha fazla gelebilir, böylelikle arkada geniş alanlar verebilirdi. Ama öyle olmadı. Kırmızı-beyazlılar arkada beklemeye devam ettiler, Beşiktaş ise akan oyunda Gedson Fernandes’in savunma arkasına sızma denemeleri ve Arthur Masuaku’nun ortalarıyla girilen birkaç cılız pozisyonun dışında üretkenlikten çok uzaktı. Bunda Vincent Aboubakar’ın yoğun maç temposunda biraz yıpranmış görüntüsünün de etkisi büyüktü. Zira Kamerunlu santrfor, Rachid Ghezzal’in yerinde Onur Bulut oynarken ve orta sahaya net bir yaratıcı alınamamışken, takımın yalnızca gole en yakın ismi değil, aynı zamanda en yaratıcı oyuncusu konumunda. Dolayısıyla onun kötü bir gününde olması demek, Beşiktaş’ın üretkenliğinin neredeyse sıfırlanması anlamına geliyor. İkinci yarıdaysa hamle konuk ekipten geldi ve Osman Özköylü, yıllar sonra Dolmabahçe’ye Beşiktaş taraftarlarının kendisini hatırladığı siliklikteki bir performansla geri dönen Abdoulay Diaby’nin yerine Paraguaylı Oscar Romero’yu oyuna aldı. Romero, takımın teknik kalitesini tek başına bir hayli artırırken, Pendikspor da ikinci yarıda oyunun genişliğini artırarak Beşiktaş’ın takım boyunu uzattı ve önde basmalarını zorlaştırdı. Böylece ikinci devre top daha çok konuk ekipte kalmaya başladı. YENİ TRANSFERLER Dakikalar ilerledikçe siyah-beyazlılarda yorgunluk belirtileri de iyiden iyiye kendini göstermeye başlayınca, bu defa Şenol Güneş oyuna müdahale etti ve iki yeni transfer Milot Rashica ve Alex Oxlade-Chamberlain’i Valentin Rosier ve Jackson Muleka ile değiştirdi. Böylece sağ kanattaki Onur Bulut sağ beke, Rashica sağ kanada; sol içteki Gedson sol kanada, Ox ise sol içe yerleşti. Ardından kısa süre sonra bir başka yeni transfer Ante Rebic’i de Amir Hadziahmetovic ile değiştirdi ve oyuncuların yerleri yeniden değişti; bu defa Rebic sol kanada, Ox forvet arkasına, Gedson da sol içe geçti ve 4-2-3-1’e dönüldü. Fakat tüm bu değişiklikler Güneş’in beklediği etkiyi yaratmak bir yana dursun, Beşiktaş adına işleri daha da kötüye götürdü. Zira yeni transferler ne fiziki olarak ne de takımla uyumları açısından hazırlardı. Özellikle Hadziahmetovic’in orta sahadan çıkması ve üçlü orta alandan çift pivota dönülmesi, Pendikspor’un merkezde daha net bir hâkimiyet kurmasına neden oldu. Rashica, Ox ve Rebic’e göre çok daha hazır bir görüntü sergiledi, ama bu yetmedi. Bunda da şaşıracak bir şey yoktu, zira Beşiktaş’ın bu sezon transfer ettiği oyuncular arasında geçen sezonu dolu dolu oynayarak geçiren tek isim Rashica’ydı. ANLAMSIZ RİSKLER, PLANSIZ HARCAMALAR Beşiktaş’ın transfer konusundaki karar alıcılarının ısrarla atladıkları ya da yeterince önemsemedikleri bir gerçek var; hayatta ne iş yaparsanız yapın süreklilik esastır. Örneğin bu yazının yazarı bendeniz, hayatımı yazarak kazanıyorum. Bir yıl boyunca hiçbir şey yazmazsam, o yılın sonunda yeniden klavyenin başına oturduğumda bir süre zorlanırım ve tekrar ritim bulabilmek için uğraşmak zorunda kalırım. Ki yazarlık zihinsel bir iş. Öncelikle fiziksel bir iş olan futboldaysa kariyerinizin o veya bu sebeple kesintiye uğraması hâlinde yeniden geri dönmek, kuşkusuz çok daha zor bir şey olsa gerek. Beşiktaş da nedense sürekli bunu deniyor; senelerdir doğru dürüst top oynayamamış oyuncuları alıp alıp futbola geri döndürmeye çalışıyor: Geçen sezon Dele Alli, bu sezon Rebic ve Ox… Hâliyle bu oyuncuların geçmişlerinin hayâl ettirdikleri ile mevcut hâllerinin gerçeklikleri birbiriyle örtüşmüyor. Üstelik bu anlamsız riske makul ücretler karşılığında da girilmiyor. Arkalarında parlak bir geçmiş olan, ama gelecekleri belirsiz bu oyuncuların hiçbiri öyle düşük maaşlara gelmiyor, imza parası da cabası. Öte yandan geleceğine ciddi bir yatırım yapılarak Fransa’dan getirilen Jean Onana’nın da Beşiktaş özkaynağının son dönemdeki en parlak mezunlarından Demir Ege Tıknaz’ın yeteneğinin yanına dahi yaklaşamaz bir oyuncu olduğu görülünce, moraller daha da bozuluyor. TALİSCA GELİR DERTLER BİTER Mİ? Dolayısıyla tüm bu tercihler, kulübü hem sahada sportif olarak zorluyor hem de yıl sonundaki mâli bilançoda ekonomik olarak darboğaza sürüklüyor. Günü kurtarayım derken, aslında onu bile yapamıyorsun ve kendini bir anda ligin en zayıf takımına karşı kendi sahanda dahi üstünlük kuramazken buluyorsun. Beşiktaş’ın sayılmayan golü nizami olabilir, aleyhine verilen penaltı da yanlış karar olabilir. Fakat ligdeki ilk maçında, şehri yerle bir olmuş ve son resmî maçını altı ay önce oynamış olan Hatayspor’un deplasmanda beş attığı bir takıma karşı kendi taraftarının önünde önce oyunu sonra puanı vermenin mazereti bu olamaz, olmamalı. Buradan çıkışın ise daha fazla plansız harcamada olmadığını söylemeye bilmem gerek var mı? Haber1903 youtube kanalına abone olmak için tıklayın.. Onur Özgen/gazeterDuvar