Tevazu bizi dünyaya açar. Tevazu kendi değerimizi azaltmak değil, başka insanlara değer vermektir. Pek çok insan bunu karıştırıyor: Aşırı bir mahviyetkârlık, kendi nefsimizi başkalarının önüne paspas etmek değildir tevazu. İnsanın kendi benliğini yerli yerine koymasıdır. Allah karşısında insanın kendi biricik acziyet ve faniliğini idrak etmesi. Bütün varlıkta, her şeyde sadece O’na şahitlik etmesi ve hayrı sadece ondan bilmesi. Benlik davası gütmemek. Kâinatı saran o eşsiz ilâhi fısıltıyı duymak ve benliğini geri çekmek. Sessiz bir erdem değildir sadece, bir idrak biçimidir tevazu : ‘Sen’i duymak için ‘ben’ i susturmak. İnsan konuşmasına gizli, o dile gelmemiş çağrıyı işitmek. İlâhi fısıltıyı duymak varlığın her kımıltısında ve geri çekilmek, hiçliğin idraki. Bir toplu iğne başı kadar dahi hacmimizin olmadığı kozmosta yerimizi bilmek. ‘İnsan dediğin bir tek yapraktır /Evveli ahiri kara topraktır /Bu dünyada benlik satan ahmaktır /Daim ölüm kuşu döner başımda’ diyor Zaralı Halil. ‘Ben varlığımı attım dost varlığına yettim / Her usluya bâzarım yağmadır alan alsın’ diyor Niyazi Mısri. ‘Senlik benlik olucağız, iş ikilikte kalır / Çıktık ikilik evinden, sen beni yağmaya verdik / Bu bizim pazarımızda, yokluk olur müşteri / Geçtik bitmez sağınçtan, zamanı yağmaya verdik’ diyor Yunus.
Eğitimli bilgisizlik, dikkatli sabır
Her insanın en derininde takdir edilme arzusu yatar. Hepimiz bizi ruhsal olarak besleyen, cesaretlendiren, takdir eden insanlara doğal bir çekim duyarız. Tevazu, benliğimizi aradan çıkararak, bütün varlığa gönül kapılarını açmaktır. Üstünlük taslamamak, kendimizi diğer insanlara ve hatta yaratılmışlara denk bilmektir. İlmî tevazu, bilmiyorum demek cesaretini gösterebildiğimizde olur. Kültürel tevazu, bizden farklı olanı öğretmenimiz kılarak, ondan bilmediğimizi öğrenmeye niyetlenmektir. Bu yönüyle tevazu, kişinin kendisini sürekli bir ‘bilmeme’ konumuna yerleştirmesi, bir tür ‘eğitimli bilgisizlik’ halidir. Ötekinden gelen ne ise onu algılamaya, anlamaya ve kendimi o bilgi ile yeniden inşa etmeye talibim. Kendi kusur ve bilgisizliğimle yüzleşmeye talibim. Kimseyle yarışmıyorum, kimseyi geçmeye, kimseye çelme takmaya niyetim yok. Kendi benliğimin zaaflarıyla dürüstçe yüzleşebilirim, başkasındaki iyiliği görür ve onu o güzel taraflarıyla idrak edebilirim. ‘Dikkatli sabır’ sahibidir mütevazı insan, gözlerin birbirinden kaçırıldığı, insanın insana ayıracak zamanının kalmadığı bir çağda dost ve kardeşi olan diğer insanları rahat ettirmek ödevindedir.
Tevazu bir özsaygı meselesi. Kendisine değer veren kişi başkalarını daha kolay takdir eder, cesaretlendirir. Mütevazı insan yeryüzündeki her insan kadar değerli olduğunu bilir, ne eksik ne fazla. Kendisini başkalarının ne üstüne koyar, ne de altına. Kendisinden emindir. Gerçek tevazu, başkalarının önünde kendini küçültmek değil, kendinden bahsedecek bir sebep bulamamak, hatta kendini unutmaktır. Bir bilge kişinin dediği gibi, ‘Nasıl karanlık ışığı açığa çıkarırsa, tevazu da kişide cennet ışıklarını aşikâr eder’. Hayattan, diğer insanlardan, bütün bir kâinattan ilham alır ve gücü yettiğince başkalarına ilham verir.
Erdemle ışıldayan kalp uzaktan görünür
Mütevazı insan diğer insanlara açık ve dürüst yaklaşır zira kusurlarını onlara göstermekten korkmaz. Diğer insanlarda en iyi olanı görür ve sahip olduğu iyiliği onlarla paylaşmak ister. Mütevazı ruh nezaket ve merhametle karılmıştır, bu yüzden de onun yardım eli hep oracıktadır ve insanlara hizmet onun için onur vesilesidir. Mütevazı insan, şeylerin o büyük düzeninde kendi önemsiz rolünü fark eder, büyüklük taslamaz. Kendi varlığının bitişli doğasının farkındadır, ilahlık iddiasında bulunmaz. Misafirperverlik gösterir, öyle ki bir insanın yanında rahat ediyorsanız onun mütevazı olduğunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz. Tevazu öyle tatlı ve latif bir biçimde insanın iç uzayına yayılır ki ruhu bütünüyle kaplar. Diğer erdemleri de bu verimli toprak besler. Tevazu kendi benliğimizden kurtulma pratiğimizdir biraz da. Şeylerin geniş düzeninde çok önemsiz bir yere sahibiz. Tevazu insanın kendisinin dünyanın merkezi olmadığını kabul etmesiyle başlar ama kendini aşağılara yerleştirmek değil, daha ziyade, kendini az düşünmektir. Dünya benim etrafımda dönmüyor ama ben dost ruhların etrafında pervane olabilirim! Bunu da doğal bir çekime kapılmışçasına yaparım. Hani balık suyun farkında değildir ya, mütevazı insan da erdemle ışıldayan kalbiyle uzaktan hemen seçilir ama kendi kendisini görmez.
Mütevazı insan tevazu sahibi olduğunu iddia etmez. Tevazua niyet edilmez, kendiliğinden olur, doğallıkla, bir suyun akışı, yağmurun yağışı gibi. ‘Tevazu gösterdiğinin farkındaysan kibirden kurtulamadın demektir’ der Ataullah İskenderi.
Tevazu benden daha büyük, bizden daha büyük bir şeyin varlığını kabullenmekle olur. Tevazu başkalarınca fark edilir. Kibirden kaçınarak, sınırlarımızı kabullenerek, kendi ölümlülüğümüzü akılda tutarak ve bencil olmayan istekleri kovalayarak tevazuyu büyütürüz. Mütevazı insan bilmediğini bilir, meraklı ve açıktır. Gerçek tevazu hayatın sunduklarına açık olmaktır, iyilik ve güzellikle karşılaştığı her seferinde insanın duygulanmaya, şaşırmaya, coşmaya hazır olmasıdır.
‘Yücelik istersen, tevazu ihtiyar et. Çünkü yücelik damına çıkmak için, tevazudan başka merdiven yoktur. Meyvalı dal başını aşağı tuttuğu gibi, akıllı insan da mütevazı olur’ der Sadi. ‘Ateş kibirlendiği için ondan şeytan yaratıldı. Toprak tevazu gösterdiği için ondan Adem yaratıldı’ der. Tevazu, kendini unutabilme yeteneğidir.
Benden bize hicret et!
İnsanları sadece varlığımızla, bilgimizle, makam ve mansıbımızla dövmeye yeltenmiyoruz. Bazen savunduğumuz görüşler üzerinden onları hizaya çekiyor, onları kendimize itaate zorluyor, ilahlık taslıyoruz. Moral narsisizm : Ne yaptığın, nasıl eylemde bulunduğun veya eylemlerinin sonucundan çok, neye inandığın veya inanıyor göründüğün seni tanımlar ve ‘iyi’ kılar. Önemli olan iyi yapmak değil iyi hissetmektir. Sloganların nasıl bir hayat yaşadığından önemlidir. Ahlak narsisizmi şunu söylüyor: Şehvetle dile getirdiğin bir görüş seni haklıların tarafına koyar ve başka bir şey yapman gerekmez. Taşı taş üstüne koymana, dünyayı daha emin ve güzel kılmana gerek yok. Sana klavyenden çıkan sloganların sağladığı ‘vicdan istirahati’ yeter. Sosyal medya trolleri, klavye kahramanları, laf pehlivanları ayrı bir kibir türünün habercisidir. Dünyada ifa ettikleri vazife, kullandıkları vasıtaların meşruiyetine bakmaksızın haklı görünmektir. Orada ötekinden öğrenmeye dayalı alçak gönüllülük, yerini yok edici bir ideolojik kibre terk etmiştir. Pek yazık, pek budalaca.
Koca kâinatta yerimiz pek küçük. Varlığımız sonlu. O halde bunca kibir niye? Kendinle uğraşmayı bırak, ne en zelilsin sen, ne de üstünlük taslama makamında. Yanlışlarını kabullen, yeni fikirlere açık ol, sıkıntıdan özgürleş. Saygı duy, misafirperver ol, kimseyi incitme, varlığı istismar etme. Yarıştan çekil. Gürültücü egodan sessiz egoya geç. Varlık sana yârdir, kibrin dükkanından çık. ‘Bunca atlas kumaş ile ben bu dükkana sığmazam’ diyen şairin ayak izlerini takip et. O atlas kumaş, senin tevazuyla ışıyan ruhun olsun. Ben orucuna dur, ben demeyi bırak. Sen yoksun, bir gölgeden, bir vehimden ibaretsin, ömür dediğin de bir göz kırpması kadar. Issızlık dükkanından çekil.
Benden bize hicret et.
K.Sayar
Eğitimli bilgisizlik, dikkatli sabır
Her insanın en derininde takdir edilme arzusu yatar. Hepimiz bizi ruhsal olarak besleyen, cesaretlendiren, takdir eden insanlara doğal bir çekim duyarız. Tevazu, benliğimizi aradan çıkararak, bütün varlığa gönül kapılarını açmaktır. Üstünlük taslamamak, kendimizi diğer insanlara ve hatta yaratılmışlara denk bilmektir. İlmî tevazu, bilmiyorum demek cesaretini gösterebildiğimizde olur. Kültürel tevazu, bizden farklı olanı öğretmenimiz kılarak, ondan bilmediğimizi öğrenmeye niyetlenmektir. Bu yönüyle tevazu, kişinin kendisini sürekli bir ‘bilmeme’ konumuna yerleştirmesi, bir tür ‘eğitimli bilgisizlik’ halidir. Ötekinden gelen ne ise onu algılamaya, anlamaya ve kendimi o bilgi ile yeniden inşa etmeye talibim. Kendi kusur ve bilgisizliğimle yüzleşmeye talibim. Kimseyle yarışmıyorum, kimseyi geçmeye, kimseye çelme takmaya niyetim yok. Kendi benliğimin zaaflarıyla dürüstçe yüzleşebilirim, başkasındaki iyiliği görür ve onu o güzel taraflarıyla idrak edebilirim. ‘Dikkatli sabır’ sahibidir mütevazı insan, gözlerin birbirinden kaçırıldığı, insanın insana ayıracak zamanının kalmadığı bir çağda dost ve kardeşi olan diğer insanları rahat ettirmek ödevindedir.
Tevazu bir özsaygı meselesi. Kendisine değer veren kişi başkalarını daha kolay takdir eder, cesaretlendirir. Mütevazı insan yeryüzündeki her insan kadar değerli olduğunu bilir, ne eksik ne fazla. Kendisini başkalarının ne üstüne koyar, ne de altına. Kendisinden emindir. Gerçek tevazu, başkalarının önünde kendini küçültmek değil, kendinden bahsedecek bir sebep bulamamak, hatta kendini unutmaktır. Bir bilge kişinin dediği gibi, ‘Nasıl karanlık ışığı açığa çıkarırsa, tevazu da kişide cennet ışıklarını aşikâr eder’. Hayattan, diğer insanlardan, bütün bir kâinattan ilham alır ve gücü yettiğince başkalarına ilham verir.
Erdemle ışıldayan kalp uzaktan görünür
Mütevazı insan diğer insanlara açık ve dürüst yaklaşır zira kusurlarını onlara göstermekten korkmaz. Diğer insanlarda en iyi olanı görür ve sahip olduğu iyiliği onlarla paylaşmak ister. Mütevazı ruh nezaket ve merhametle karılmıştır, bu yüzden de onun yardım eli hep oracıktadır ve insanlara hizmet onun için onur vesilesidir. Mütevazı insan, şeylerin o büyük düzeninde kendi önemsiz rolünü fark eder, büyüklük taslamaz. Kendi varlığının bitişli doğasının farkındadır, ilahlık iddiasında bulunmaz. Misafirperverlik gösterir, öyle ki bir insanın yanında rahat ediyorsanız onun mütevazı olduğunu kolaylıkla tahmin edebilirsiniz. Tevazu öyle tatlı ve latif bir biçimde insanın iç uzayına yayılır ki ruhu bütünüyle kaplar. Diğer erdemleri de bu verimli toprak besler. Tevazu kendi benliğimizden kurtulma pratiğimizdir biraz da. Şeylerin geniş düzeninde çok önemsiz bir yere sahibiz. Tevazu insanın kendisinin dünyanın merkezi olmadığını kabul etmesiyle başlar ama kendini aşağılara yerleştirmek değil, daha ziyade, kendini az düşünmektir. Dünya benim etrafımda dönmüyor ama ben dost ruhların etrafında pervane olabilirim! Bunu da doğal bir çekime kapılmışçasına yaparım. Hani balık suyun farkında değildir ya, mütevazı insan da erdemle ışıldayan kalbiyle uzaktan hemen seçilir ama kendi kendisini görmez.
Mütevazı insan tevazu sahibi olduğunu iddia etmez. Tevazua niyet edilmez, kendiliğinden olur, doğallıkla, bir suyun akışı, yağmurun yağışı gibi. ‘Tevazu gösterdiğinin farkındaysan kibirden kurtulamadın demektir’ der Ataullah İskenderi.
Tevazu benden daha büyük, bizden daha büyük bir şeyin varlığını kabullenmekle olur. Tevazu başkalarınca fark edilir. Kibirden kaçınarak, sınırlarımızı kabullenerek, kendi ölümlülüğümüzü akılda tutarak ve bencil olmayan istekleri kovalayarak tevazuyu büyütürüz. Mütevazı insan bilmediğini bilir, meraklı ve açıktır. Gerçek tevazu hayatın sunduklarına açık olmaktır, iyilik ve güzellikle karşılaştığı her seferinde insanın duygulanmaya, şaşırmaya, coşmaya hazır olmasıdır.
‘Yücelik istersen, tevazu ihtiyar et. Çünkü yücelik damına çıkmak için, tevazudan başka merdiven yoktur. Meyvalı dal başını aşağı tuttuğu gibi, akıllı insan da mütevazı olur’ der Sadi. ‘Ateş kibirlendiği için ondan şeytan yaratıldı. Toprak tevazu gösterdiği için ondan Adem yaratıldı’ der. Tevazu, kendini unutabilme yeteneğidir.
Benden bize hicret et!
İnsanları sadece varlığımızla, bilgimizle, makam ve mansıbımızla dövmeye yeltenmiyoruz. Bazen savunduğumuz görüşler üzerinden onları hizaya çekiyor, onları kendimize itaate zorluyor, ilahlık taslıyoruz. Moral narsisizm : Ne yaptığın, nasıl eylemde bulunduğun veya eylemlerinin sonucundan çok, neye inandığın veya inanıyor göründüğün seni tanımlar ve ‘iyi’ kılar. Önemli olan iyi yapmak değil iyi hissetmektir. Sloganların nasıl bir hayat yaşadığından önemlidir. Ahlak narsisizmi şunu söylüyor: Şehvetle dile getirdiğin bir görüş seni haklıların tarafına koyar ve başka bir şey yapman gerekmez. Taşı taş üstüne koymana, dünyayı daha emin ve güzel kılmana gerek yok. Sana klavyenden çıkan sloganların sağladığı ‘vicdan istirahati’ yeter. Sosyal medya trolleri, klavye kahramanları, laf pehlivanları ayrı bir kibir türünün habercisidir. Dünyada ifa ettikleri vazife, kullandıkları vasıtaların meşruiyetine bakmaksızın haklı görünmektir. Orada ötekinden öğrenmeye dayalı alçak gönüllülük, yerini yok edici bir ideolojik kibre terk etmiştir. Pek yazık, pek budalaca.
Koca kâinatta yerimiz pek küçük. Varlığımız sonlu. O halde bunca kibir niye? Kendinle uğraşmayı bırak, ne en zelilsin sen, ne de üstünlük taslama makamında. Yanlışlarını kabullen, yeni fikirlere açık ol, sıkıntıdan özgürleş. Saygı duy, misafirperver ol, kimseyi incitme, varlığı istismar etme. Yarıştan çekil. Gürültücü egodan sessiz egoya geç. Varlık sana yârdir, kibrin dükkanından çık. ‘Bunca atlas kumaş ile ben bu dükkana sığmazam’ diyen şairin ayak izlerini takip et. O atlas kumaş, senin tevazuyla ışıyan ruhun olsun. Ben orucuna dur, ben demeyi bırak. Sen yoksun, bir gölgeden, bir vehimden ibaretsin, ömür dediğin de bir göz kırpması kadar. Issızlık dükkanından çekil.
Benden bize hicret et.
K.Sayar