İnsanlarla dost olmak isterim ama onlara ait olmak istemem. Ben, istediğim zaman içeri girdiğim ve istediğim zaman dışarı çıkma özgürlüğümün olduğu bir kitapçı dükkânı durağım olsun isterim. Müdavim okurlar, yüzlerinde hiç dinmeyecek bir merakla girerler kitapçıya. Ruhlarının havası dostane gelir bana nedense. Her mekândan kalma ve gitme hakkım, her zaman bana ait olsun isterim. Eğer bir ev kedisi olursam biliyorum ki kapıdan dışarıya başımı bile uzatmama izin vermezler. Kaçıp sokakta sevişirim, özgürce dolaşırım ve bir daha da geri dönemem diye. Ev kedisi olsaydım korunaklı dünyamda hazır paketli yiyeceklerimle, her daim hazır yatağımla, okşayışlarla ne kadar kolay bir yaşamım olurdu kim bilir. Hâlâ ve yine de bir ev kedisi olmak istemem.
Yüreğimi sahiplenme ve sahiplenilme arzusundan arındırırım. İşgalin ortağı değilim, karşılıklı men ederim tarafları. Sığındığım sokaklar, en azından alabildiğine uzanır önümde. Taş üstünde sabahlarım, çöplerden yemek artıklarıyla beslenirim, bir ağaç gölgesinde dururum kulaklarımı arkaya yatırıp surat asarak izlerim insanlığı. İnemeyeceğim yüksekliklerde gözüm. Yolum göklere, yolum uzun, yolum yorucu yine de bir ev kedisi olmak istemem.
Yeteri kadar anne şefkati göremeden yalnız bırakılmam sorun değil, sadece bir oluş hâli. Ev kedileri gibi insanların kuytu sıcaklığına sokulamam. Kuru bir karton üzerinde açıkta yatmaktan başka şansım yok. Kürküm sert, öyle seçkin bir güzelliğim yok, hayran bakışlarla buluşmaz gözlerim. Bir böceğin ayak seslerini, saklanan küçük bir farenin soluğunu duyabilir hassas kulaklarım. Aşklarım kısa sürelidir; iki hafta içinde başlar, biter. Ağaç gölgelerinde tüylerimizi yalarken yeşil, ela, sarı gözlerimizle uzun uzun ve şehvetli bakışlar atarız karşılıklı. Doğanın direttiği esnemeler, coşkulu yuvarlanmalar eşliğinde çocuksu seslerle ulurum. Yılda en az ikiden altı defaya kadar bu seremoni gerçekleşir ve sonunda rahmimde farklı erkeklerden olma dört yavru yatar. İlk anneliğin acemiliğini çekerim. Karnımdaki kıpırtılardan huzursuzlanırım. İlk yavrum doğduğunda şaşkın şakın bakarım varlığına. Ve devamının geleceğinden habersiz, bana verdiği acıdan dolayı boğarak öldürürüm onu. Sonraki gelenleri doğal içgüdüsel bir dürtüyle yalayıp temizlerim. Doğumun tüm izlerini yok ederim. Sonra bütün dürtüleri terk edip beslerim yavrularımı. Hepsinin büyümelerine şahit olamam. Kimisi kaybolur, kimisi araba altında ezilir, kimisi ise çocuklar tarafından kaçırılır. Bana kalan son taneme tutunurum. Sevgiyi de öyle dünyaya gelmesine vesile olduklarımdan koşulsuz alırım. Ve hâlâ bir ev kedisi olmak istemem.
İncelik ve zarafetten yoksun, kabalığın ve şiddetin dozunun kaçtığı, vahşi tırmık ve ısırıkların buluştuğu sokaklar meskenimdir. Yavrularımı korumak ve sokaklara bırakılan mamalar için miyavlarım, korkunç feryatlar eşliğinde tüylerimi dikerek savaşırım. Sanki daha önceden benzerlerini yaşamışım gibi veya başka çarem olmayışından olayları kolay kabullenirim. Her daim yaralı ve hasta olabilirim. Beni sokağa atan, benimsediğim bir sahibe karşı derin bir öfke, ihanete uğramış bir hâl içerisine girmem. Sokaklar şanssızların yeri değil, felaketler ardı ardına sıralanır burada. Dışarı atılan ev kedilerinin hayatı ise zor. Vahşi çatışmalarda başlarının çaresine bakamadıkları için sefil ve perişan olurlar. Yuvarlanmalar, sahibine gösteriş yapmalar, pozlara girmeler sokakta işe yaramaz. Bir ev kedisi olmak istemem.
Ulumalar ve çığlıklar eşliğinde korkunç ve kanlı kavgalarım… Yüzümde ve bedenimde tırnak izleri… Kopmuş kulağımın ağrılı köşesi… Hastaysam bir bakanım olmaz. Tek başıma dolaşırım gecenin karanlığında, gündüzün ayazında. Ama gökler benimdir, güneş ve rüzgâr da öyle. Çünkü onları tanırım, mevsimsel dönüşümün içinde ayarlarını bilirim. Yaşlılık bende iz bırakmaz. Tüylerim biraz azalır. Belki biraz… Ecel de yaşam da yakınımdadır. Birinden diğerine daha fazla önem vermem. Sığınmam hiçbirine. Yanımdadırlar o kadar. Yekpare bir yalnızlığın içinde kalabalıkları da anlayabilirim, bu çok zor değil benim için. Sokağın dilini bilirim çünkü. Toprağın üzerine yattığımda, tüm ayak seslerinin titreşimlerini duyumsarım. Uzak mesafelerdeki insan kokuları ile evde pişen yemek kokularını ayırt edebilirim. Anlıktır umutlar, kazançlar ve kayıplar. Ne eskiyip anı olur ne yenilenip sevinç olur. Sokaklarda bilinçli bir tercihtir hafızasız olmak. Sokakların hepsi benzer, başka bir şehre gitme şansım ise yok gibi. O nedenle kaldırımda oturup gelip geçenleri izlerken bakışlarım hep aynı, bir ölçüsü yok. Bundan öte başka şansım yok belki de. Ama hâlâ bir ev kedisi olmak istemem.
Kim rahmine almış beni, kim hayat vermiş bana? Annem hâlâ bu mahallede mi dolaşır, bilmem. Aklımdan geçirdiğim, yanında olmak isteyeceğim tek bir dostum da yok, korktuğum bir düşmanım da... Müzikli bir sokakta değilim. Benim dinlediğim tek tını ezan. Ve ansızın göklerde yankılanan selâya dikerim kulaklarımı. Bir davetten çok bir hatırlatma… Etrafta görünmez, saklanır cesetlerimiz sokağın kuytularında. Tabutsuz, topraksız bir ayrılık ve nihai kavuşma… Bir gülüşle karşılarım ölümü. Topraktan çiçeğe işte öyle. Bunların hiçbirini yaşayamayacağım için hâlâ bir ev kedisi olmak istemem.
Bu son hastalığım, ateşler içindeyim, gizli, serin bir yere gidip orada ölümü sabırla beklerim. Doğum günümde nasıl bağırırsam ölüm günümde de aniden susarım. Sesim kesilir. Ses ve sessizlik mesafesinde ne kadar yol varsa anlaşılır sanırım.
Hepsi bir tercih meselesidir benim veya kaderin.
Gamlı Baykuş’tan sokak çocuğu R.A’ya
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.