Başörtüsü, İslâm’ın “Olmazsa Olmaz”ıdır
Hemen söyleyelim ki: İslâm’ın tesettüre ve be-tahsis başörtüsüne ilişkin hükümleri, vurguları hiçbir gerekçe ve hiçbir mülahazayla hafife alınamaz, ihmal edilemez ve asla iptal edilemez. Psikolojik ve fiili baskılar karşısında ‘dik durma’ cesaretini ve kararlılığını gösteremeyen, uzun soluklu bir direnişe de nefesleri yetmeyenlerin pasifist tutumlarını ve çâresizliklerini meşrûlaştırmak için geliştirdikleri, ‘İslamî mücadeleyi bir metrelik bez parçasına indirgememek lazım’ türü söylemler kesinlikle yanlıştır, yanıltıcıdır, îman zaafının eseridir.
Ayrıca, sosyolojik ve tarihi bir tespit de şudur ki; tarihin çeşitli dönemlerinde, değişik ortamlarda verilen İslâmî mücadelelerde farklı İslâmî şiarlar ve değerler ön plana çıkarlar. Osmanlı tarihinde ilk Batı taklitçiliği hareketini başlatan II. Mahmut’un fes dayatmasına karşı sarık bir direniş simgesiydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da şapkaya karşı benzer bir direniş sergilenmişti. Fransızlara karşı başlatılan Cezayir bağımsızlık savaşında çarşaf bir simge olarak ön plana çıkmıştı. Komünist Bulgaristan’da Müslüman Türkler, çocuklarına Müslüman ismi verip sünnet ederek kimliklerini koruma mücadelesi vermişlerdi... İslamî mücadele, elbette hayatın bütün alanlarını İslâmî değer ölçülerine göre dönüştürmeyi ve şekillendirmeyi hedefler; ama kimi zaman İslamî değişim yada direniş mücadelesinde bazı değerler, değişimin simgesi yada direnişin odağı, siperi haline gelirler. Hindistan’da yeni Müslüman olanlardan, bunu kanıtlamaları için inek eti yemeleri istenir. Bizde de, nasıl ki, ‘modernleşme’ adı altında yaklaşık iki yüzyıldır yürütülen Batılılaştırma çabaları, özellikle ve öncelikle kadının adım adım tesettürden / çarşaftan / başörtüsünden / türbandan ‘kurtarılıp’ bedeninin sergilenmesi eşliğinde sürdürülüyorsa, bu durumda Batılılaşmaya, Batılı yaşam biçimine (şimdilerde Amerikanlaşmaya) karşı direnç de çıplaklık kültürüne karşı dirençle ve tesettüre / başörtüsüne sarılmakla sürdürülecek demektir.
Kısaca; başörtüsüne sarılmak İslâmî hayat tarzına sarılmaktır. Bir İslâmî direniş hareketi, bir İslâmî değişim ve dönüşüm mücadelesi de başörtüsü olmadan asla “İslâmî” olamaz, başörtüsü olmadan asla başarıya ulaşamaz.
Bu Konjonktürde Başörtü Özgürlüğü Diğer Özgürlüklerin Eşiği ve İlk Adımıdır
Bugün gelinen noktada, Türkiye başta olmak üzere, herhangi bir ülkede Müslümanların inanç, ibadet, fikir ve hareket özgürlüğüne sahip olup olmadıkları, kadınlarının ‘kamusal’ dahil her alanda başörtülü olarak serbestçe bulunabilmeleri ve inançlarına uygun biçimde varlıklarını ortaya koyabilmeleri ile anlaşılabilmektedir. Gerek Türkiye ve Tunus gibi kimi halkı Müslüman ülkelerde gerekse Fransa, Belçika, Almanya gibi Batı ülkelerinde temel özgürlükler ve özellikle de inanç özgürlüğü bugün başörtüsü ile test edilmektedir. Daha açık ve net ifade edersek; bugünün dünyasında, başörtüsü serbest olmadan diğer özgürlükler yapay ve anlamsız olmakta; bütün insan hakları, demokrasi, laiklik, eşitlik söylemleri havada kalmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlüklerin ilk ve en önemli eşiği şu anki konjonktürde başörtüsü özgürlüğüdür.
Avrupa Birliği’ne girme yolunda ‘sessiz devrim’ gerçekleştirdiği söylenerek pohpohlanan, 17 Aralık’tan sonra ise ‘işi yavaşlatıyor’ diye hemen eleştiri sağanağına tutulan AK Parti iktidarı; artık ‘dostunu-düşmanı’ iyi tanı(mla)malı, zaman geçmeden âcil önceliklerini belirleyip harekete geçmeli ve iki odak sorumlulukla karşı karşıya olduğunu unutmamalıdır: başörtüsü yasağını kaldırmak ve İHL’lere yönelik ÖSS adaletsizliğine son vermek. (Açıkça ortaya çıktı ki, meslek liselerini de yakan ÖSS adaletsizliği sırf İHL’lerin önünü kesmek için geliştirilmiş sinsi bir formüldür.) Milletin büyük çoğunluğunun reylerini alarak iktidara gelenler bu sorumluluktan hiçbir sebeple ve hiçbir gerekçeyle sarfı nazar edemezler. AK Parti iktidarı başörtüsü yasağını kaldırmadan ve İHL’lerin önünü açmadan diğer özgürlük alanlarını genişletemeyeceği gibi, gerçek anlamda ‘iktidar’ da olamayacaktır. Malum çevrelerin hep alkışladığı işleri yapıp size oy verenlerin beklentilerini ‘zamanı değil’ diyerek ertelemekle muktedir olunamaz! Dahası, geciken adalete gerçek anlamıyla “adalet” denilemeyeceği gibi, zulmedenler kadar zulme vesile olan ve seyirci kalanlar da ‘her şeyin hesabının görüleceği gün’ yapıp ettikleri ve yapmayıp etmediklerinden sorguya çekileceklerdir!
Bu bağlamda hatırlatalım ki, başörtüsü yasağını kaldırmadan çıkarılan öğrenci affı, bu sebeple okulundan atılan binlerce öğrenciye, “başını aç da gel” demek anlamına geldiği için bir kıymet-i harbiyesi olmamış; hele aynı anlama gelen “haydi kızlar okula” kampanyalarına öncülük etmek ise tamamen absürd ve beyhûde bir çaba düzleminde kalmıştır.
Son olarak; Sayın Başbakan : Erdoğan’ın uzun süredir dillendirdiği “başörtüsü sorunu toplumsal mutabakatla çözülür” şeklindeki yaklaşımına gelirsek: Kendilerinin de yenilerde ifade ettiği gibi, bu konuda halkımız başından beri mutabık. Yapılan anketlerde, yasağı onaylamayanların oranı %70-80’lerde. ‘Şimdi top Meclis’te, orada mutabakat sağlamalıyız’ deniyor. Bu konuda CHP lideri Baykal’ın seçim arifesinde kullandığı ifadeler belli. Eğer aksini iddia ederse, ‘bu sözleriniz seçime yönelik bir rüşvet-i kelâm mıydı’ diye sorarlar adama. DYP lideri Ağar, açıkça ‘bu işi biz çözeriz’ diyor. ANAP’ın yeni lideri Mumcu, başörtüsü konusunda ‘gevşek’ davranıldığı için :’den ayrıldığını söylüyor... Demek ki, Parlamento mutabakatı da biraz gayretle sağlanabilir. Peki, geriye ne kalıyor? Eğer tepkilerinden çekindikleriniz ‘bürokratik oligarşi’ ve ‘çıkarcı medya baronları’ ise, şunu unutmayın ki, bu ülkede halkıyla barışmayı asla düşünmeyen yabancılaşmış sözde elitler ve harici gazlarla harekete geçebilecek ‘yeminli’ din karşıtları hep bulunacaktır ve bunların bir kısmı zinhar ıslah olmayacaklardır. Zira “onların kalpleri vardır ama akletmezler, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler.” (7/179)
Yıllar yılı bu milletin ensesinde boza pişiren bir grup azınlık rahatsız olacak diye, halk çoğunluğunu temel insanî ve İslâmî haklarından mahrum bırakamazsınız. Bu mahrumiyeti gidermeden de ülkedeki gerilimi ortadan kaldıramazsınız; bu gerilimi kaldırmadan ise harici baskılara karşı güçlü olamazsınız; dahası ne halkınız ne de siz mutlu olabilirsiniz!
Alıntıdır.
Hemen söyleyelim ki: İslâm’ın tesettüre ve be-tahsis başörtüsüne ilişkin hükümleri, vurguları hiçbir gerekçe ve hiçbir mülahazayla hafife alınamaz, ihmal edilemez ve asla iptal edilemez. Psikolojik ve fiili baskılar karşısında ‘dik durma’ cesaretini ve kararlılığını gösteremeyen, uzun soluklu bir direnişe de nefesleri yetmeyenlerin pasifist tutumlarını ve çâresizliklerini meşrûlaştırmak için geliştirdikleri, ‘İslamî mücadeleyi bir metrelik bez parçasına indirgememek lazım’ türü söylemler kesinlikle yanlıştır, yanıltıcıdır, îman zaafının eseridir.
Ayrıca, sosyolojik ve tarihi bir tespit de şudur ki; tarihin çeşitli dönemlerinde, değişik ortamlarda verilen İslâmî mücadelelerde farklı İslâmî şiarlar ve değerler ön plana çıkarlar. Osmanlı tarihinde ilk Batı taklitçiliği hareketini başlatan II. Mahmut’un fes dayatmasına karşı sarık bir direniş simgesiydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında da şapkaya karşı benzer bir direniş sergilenmişti. Fransızlara karşı başlatılan Cezayir bağımsızlık savaşında çarşaf bir simge olarak ön plana çıkmıştı. Komünist Bulgaristan’da Müslüman Türkler, çocuklarına Müslüman ismi verip sünnet ederek kimliklerini koruma mücadelesi vermişlerdi... İslamî mücadele, elbette hayatın bütün alanlarını İslâmî değer ölçülerine göre dönüştürmeyi ve şekillendirmeyi hedefler; ama kimi zaman İslamî değişim yada direniş mücadelesinde bazı değerler, değişimin simgesi yada direnişin odağı, siperi haline gelirler. Hindistan’da yeni Müslüman olanlardan, bunu kanıtlamaları için inek eti yemeleri istenir. Bizde de, nasıl ki, ‘modernleşme’ adı altında yaklaşık iki yüzyıldır yürütülen Batılılaştırma çabaları, özellikle ve öncelikle kadının adım adım tesettürden / çarşaftan / başörtüsünden / türbandan ‘kurtarılıp’ bedeninin sergilenmesi eşliğinde sürdürülüyorsa, bu durumda Batılılaşmaya, Batılı yaşam biçimine (şimdilerde Amerikanlaşmaya) karşı direnç de çıplaklık kültürüne karşı dirençle ve tesettüre / başörtüsüne sarılmakla sürdürülecek demektir.
Kısaca; başörtüsüne sarılmak İslâmî hayat tarzına sarılmaktır. Bir İslâmî direniş hareketi, bir İslâmî değişim ve dönüşüm mücadelesi de başörtüsü olmadan asla “İslâmî” olamaz, başörtüsü olmadan asla başarıya ulaşamaz.
Bu Konjonktürde Başörtü Özgürlüğü Diğer Özgürlüklerin Eşiği ve İlk Adımıdır
Bugün gelinen noktada, Türkiye başta olmak üzere, herhangi bir ülkede Müslümanların inanç, ibadet, fikir ve hareket özgürlüğüne sahip olup olmadıkları, kadınlarının ‘kamusal’ dahil her alanda başörtülü olarak serbestçe bulunabilmeleri ve inançlarına uygun biçimde varlıklarını ortaya koyabilmeleri ile anlaşılabilmektedir. Gerek Türkiye ve Tunus gibi kimi halkı Müslüman ülkelerde gerekse Fransa, Belçika, Almanya gibi Batı ülkelerinde temel özgürlükler ve özellikle de inanç özgürlüğü bugün başörtüsü ile test edilmektedir. Daha açık ve net ifade edersek; bugünün dünyasında, başörtüsü serbest olmadan diğer özgürlükler yapay ve anlamsız olmakta; bütün insan hakları, demokrasi, laiklik, eşitlik söylemleri havada kalmaktadır. Din ve vicdan özgürlüğü başta olmak üzere bütün özgürlüklerin ilk ve en önemli eşiği şu anki konjonktürde başörtüsü özgürlüğüdür.
Avrupa Birliği’ne girme yolunda ‘sessiz devrim’ gerçekleştirdiği söylenerek pohpohlanan, 17 Aralık’tan sonra ise ‘işi yavaşlatıyor’ diye hemen eleştiri sağanağına tutulan AK Parti iktidarı; artık ‘dostunu-düşmanı’ iyi tanı(mla)malı, zaman geçmeden âcil önceliklerini belirleyip harekete geçmeli ve iki odak sorumlulukla karşı karşıya olduğunu unutmamalıdır: başörtüsü yasağını kaldırmak ve İHL’lere yönelik ÖSS adaletsizliğine son vermek. (Açıkça ortaya çıktı ki, meslek liselerini de yakan ÖSS adaletsizliği sırf İHL’lerin önünü kesmek için geliştirilmiş sinsi bir formüldür.) Milletin büyük çoğunluğunun reylerini alarak iktidara gelenler bu sorumluluktan hiçbir sebeple ve hiçbir gerekçeyle sarfı nazar edemezler. AK Parti iktidarı başörtüsü yasağını kaldırmadan ve İHL’lerin önünü açmadan diğer özgürlük alanlarını genişletemeyeceği gibi, gerçek anlamda ‘iktidar’ da olamayacaktır. Malum çevrelerin hep alkışladığı işleri yapıp size oy verenlerin beklentilerini ‘zamanı değil’ diyerek ertelemekle muktedir olunamaz! Dahası, geciken adalete gerçek anlamıyla “adalet” denilemeyeceği gibi, zulmedenler kadar zulme vesile olan ve seyirci kalanlar da ‘her şeyin hesabının görüleceği gün’ yapıp ettikleri ve yapmayıp etmediklerinden sorguya çekileceklerdir!
Bu bağlamda hatırlatalım ki, başörtüsü yasağını kaldırmadan çıkarılan öğrenci affı, bu sebeple okulundan atılan binlerce öğrenciye, “başını aç da gel” demek anlamına geldiği için bir kıymet-i harbiyesi olmamış; hele aynı anlama gelen “haydi kızlar okula” kampanyalarına öncülük etmek ise tamamen absürd ve beyhûde bir çaba düzleminde kalmıştır.
Son olarak; Sayın Başbakan : Erdoğan’ın uzun süredir dillendirdiği “başörtüsü sorunu toplumsal mutabakatla çözülür” şeklindeki yaklaşımına gelirsek: Kendilerinin de yenilerde ifade ettiği gibi, bu konuda halkımız başından beri mutabık. Yapılan anketlerde, yasağı onaylamayanların oranı %70-80’lerde. ‘Şimdi top Meclis’te, orada mutabakat sağlamalıyız’ deniyor. Bu konuda CHP lideri Baykal’ın seçim arifesinde kullandığı ifadeler belli. Eğer aksini iddia ederse, ‘bu sözleriniz seçime yönelik bir rüşvet-i kelâm mıydı’ diye sorarlar adama. DYP lideri Ağar, açıkça ‘bu işi biz çözeriz’ diyor. ANAP’ın yeni lideri Mumcu, başörtüsü konusunda ‘gevşek’ davranıldığı için :’den ayrıldığını söylüyor... Demek ki, Parlamento mutabakatı da biraz gayretle sağlanabilir. Peki, geriye ne kalıyor? Eğer tepkilerinden çekindikleriniz ‘bürokratik oligarşi’ ve ‘çıkarcı medya baronları’ ise, şunu unutmayın ki, bu ülkede halkıyla barışmayı asla düşünmeyen yabancılaşmış sözde elitler ve harici gazlarla harekete geçebilecek ‘yeminli’ din karşıtları hep bulunacaktır ve bunların bir kısmı zinhar ıslah olmayacaklardır. Zira “onların kalpleri vardır ama akletmezler, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler.” (7/179)
Yıllar yılı bu milletin ensesinde boza pişiren bir grup azınlık rahatsız olacak diye, halk çoğunluğunu temel insanî ve İslâmî haklarından mahrum bırakamazsınız. Bu mahrumiyeti gidermeden de ülkedeki gerilimi ortadan kaldıramazsınız; bu gerilimi kaldırmadan ise harici baskılara karşı güçlü olamazsınız; dahası ne halkınız ne de siz mutlu olabilirsiniz!
Alıntıdır.