“Bu büyük felaketin suçlusu kimdir, kusur kimdedir?” diye mahkeme kurulmuş. “Kumdur”, denilmiş. Ve kum, hakim huzuruna çıkarılmış. Kum, kendi başına hiçbir zaman olmadığını, her zaman suyun kendisine eşlik ettiğini, asıl suçlunun da su olduğunu söylemiş. “O zaman su gelsin bakalım”, denilmiş. Ve su, hakim huzuruna çıkarılmış. Su ise, “benim elimden ne gelir, çimento olmadıkça. Ben değil de çimentodur suçlu”, deyip aradan sıyrılmak istemiş. Çimento çıkmış hakimin huzuruna. Kendinden önce gelenlere de hak vermiş ve kendisinin de hiçbir günahı olmadığını söylemiş “Demirdir bunun sorumlusu”, diye suçu demire atmak istemiş. Demir çağrılmış bu sefer huzura. Kendisinden emin, ifadesini vermiş: “Ben suçsuzum. Ben olay yerinde bile yoktum!”
6 Şubat depreminden sonra Halk Sağlığı Uzmanları Derneği tarafından hazırlanan “Hatay İli Saha Raporu’nda yer alıyor halk arasında anlatıldığı söylenen bu hikaye. Depremin sonuçlarının halk sağlığı üzerindeki etkisinin ne olacağının tespiti için hazırlanan rapora dernek üyeleri katkı sağlamış. O kişilerden biri de Prof.Dr. Nazan Savaş. Depremin yıkıcı etkisinde sorumluluğu olduğu iddia edilerek istifası istenen Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın eşi.
Nazan Hanım’ın altına imzasını attığı raporda, “On binlerce vatandaşımızı önlenebilir nedenlerle kaybettik. Sayısını bilemediğimiz hayvanımız öldü, saksıdaki çiçekler, yollardaki ağaçlar ezildi….” Diye devam eden bir yorum var. “Önlenebilir nedenler”. Evet kesinlikle katılıyorum. Önlenebilir nedenler vardı, bunlardan büyük kısmı da belediyelerin alması gereken önlemlerdi. Örneğin kolonları kesilmiş işyerlerine çalışma ruhsat verilmemeliydi. “Biz Büyükşehiriz işyeri ruhsatı verme yetkisi ilçe belediyelerindir” savunması gelebilir Nazan Hanım’ın eşinden ama Sayın Savaş, 10 yıl önce de ilçe belediyesi başkanıydınız zaten.
Bu depremin sonucundan gelmiş geçmiş tüm yerel yönetimlerin sorumlu olduğu çok açık. Binaların büyük bir kısmı kolonların kesilmesi ile yıkılmış durumda. Kim kontrol edecek bunu? Vatandaş mı? Zaten ediyordu vatandaş şikayetini de yapıyordu. Nerden biliyorum? 5 yıl çalıştığım Antakya Belediyesi Halkla İlişkiler birimine gelen şikayetlerden elbette. Dönemin Belediye Başkanı Lütfü Savaş’tı. Hoş belediyenin bizzat bina yapılırken yapıyı denetleme yetkisi yok. Bu iş 2001 yılından beri “Yapı Denetim Firmalarının”. Denetim firmaları kontrolünü yapar, raporunu ilçe belediyeye gönderir belediye de kontrolünü yaptıktan sonra bu belgeyi Çevre Şehircilik Müdürlüğü’ne gönderir. İşte yapılan kontroller denetimler ortada. Belediye ne zaman tekrar devreye girer, bir şikayet olduğunda.
Hatay’ın Büyükşehir Belediye Başkanı depremden 2 hafta önce bir TV programında Hatay’ın hazırlıksız olduğunu söylemişti aslında:
"Hazırlıklı olması için genel hükümetle belediyelerin işbirliği yapması lazım. Biz, ne kadar yazı göndersek, özellikle bakanlıklara, bunların çok büyük kısmı bize cevap olarak bile gelmiyor.
Hiçbir şey yapılamıyorsa, büyükşehir belediyesi önderliğinde tüm ilçe belediyelerde arama kurtarma ekipleri oluşturulabilirdi. Makine parkına deprem sonrası gerekli olabilecek vinç, demir makası, enkaz altında kalp atışlarından canlı tespit eden aletler, jeneratör, organizasyonu yapılabilirdi, bunlar benim aklıma gelenler. Bu işin uzmanlarıyla elbette daha doğru bir makine parkı oluşturabilirlerdi. Halk bu konuda çeşitli etkinliklerle bilgilendirilebilir, deprem sonrası ilk yardım nasıl yapılır anlatılabilirdi. Bu bölgenin deprem bölgesi olduğunu sağır sultan biliyordu. Ha bütçe yok demeyin lütfen, şehrin önceliği EXPO alanı mıydı? Maliyeti için 100 milyon dolar telaffuz edilen alan şimdi konteyner cenneti oldu. Ne farkınız kaldı Kanal İstanbul’u diretenlerden?
Tekrar rapora dönecek olursam; “Onları soğuk ya da sıcaktan koruyan, içinde güvenle yaşadıkları yuvaları yıkıldı. Sonrası derin bir elem…” diyor raporun bir yerinde. Evet çok haklı bir yorum olmuş. Şehirde birçok yuvanın bir deprem ile yıkılacağını sadece uzmanlar değil, o evlerde oturanlar, sokaktan geçen simitçi, binanın altındaki kasap, manav herkes biliyordu. Sadece karar vericilerin yol göstermesi gerekiyordu bu insanlara.
Raporun “Teşekkür” kısmına takıldım bir de. Bursa Nilüfer Belediyesinden, MKÜ Tıp Fakültesi dekanına, dekan yardımcılarından, halk sağlığı uzmanlarına, röportajlarıyla katkı sağlayan halka, kısacası, börtü böceğe bile teşekkür edilmişken, şehrin büyükşehir idarecisine, Lütfü Savaş’a teşekkür edilmemiş. Sanırım başkanın eşi de benim gibi teşekkürü hak etmediğini düşünüyorlar.
Raporun “Kilit kişiler ile görüşmeler” başlığı altında da, araştırmaya katkı sunanlar yer almış.
“Halk ve bürokrasi “ denilerek tek tek yazılmış görüşülen kişiler. MKÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Önlen, Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Cahit Özer , Dekan Yardımcısı Prof. Dr. M. Murat Çelik …. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, Halk Sağlığı yetkilileri, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü……Hatay Büyükşehir Belediyesi Belediye Başkanı Lütfi Savaş (benim bildiğim Lütfü ama raporda böyle yazmışlar ismi), Adana Tabip Odası , TTB Merkez Konseyi …
Bir kime ulaşamamışlar, AKP’li Antakya Belediye Başkanına ulaşamamışlar. İsmini de yazmamışlar ben ekleyeyim buraya. İzzettin Yılmaz. Başkan olmak için deli gibi çaba gösterip, kendilerini seçene kadar kırk takla atan bu yöneticilerin ki o günlere tanığım, mahkemelerde hesap vermesini dört gözle bekleyenlerdenim.
Bu üzücü raporda beni gülümseten yeri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Aynen şöyle denilmiş, “Kilit kişiler ile görüşmeler” başlığı altında:
karşılaşmalar bile protokol sırasına göre olmuş.
Ne demek istiyorum? Parti gözetmeksizin 6 şubat depreminin “siyasi malzeme” yapılıyor olmasının, ne kadar basit, ne kadar sığ bir davranış şekli olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bu tavır bana “Kızılay nerde?” diye soranlara “be ahlaksız, be namussuz, be adi ..” ifadesini çağrıştırıyor. Evet aynı ölçüde değil ama paralel davranış şekilleri. Bu depremi, acımızı, kayıplarımızı siyasetinize malzeme yaptırmayız biz. “Millet can derdinde kasap et derdinde” atasözünü çok yakıştırdım buraya.
Ve rapor devam ediyor;
“Ancak, kentin özellikle bu ölçüde bir deprem olacağı bilinirken yapı stoğu başta olmak üzere önlemlerin alınmamış olması en temel sorun olarak gösterilmektedir. Yapılan görüşmelerde toplumun farklı kesimlerinde AFAD ile ilgili olarak sıklıkla liyakat sorunu dile getirilmiştir.”
İfadesi ile suçluyu bulduğunuzu zannederek gönül rahatlığında olamazsınız. Evet AFAD görevini yerine getiremedi ama AFAD’ın görevi yapı stoğu ile ilgilenmek değildi. O konuda yol gösterici olmak, tüm yerel yöneticilerin, sizi o görevlere layık görenlere vefa borcunuz olmalıydı. “Belediye meclisindeki çoğunluk bizim partiden değil, yapacaklarımı yapamadım” demeyin sakın Sayın Başkan Savaş. İstifa ederdiniz o zaman, “bana iş yaptırmıyorlar, kimsenin vebalini alamam, bu şehrin yarısı benim eşim dostum.” diyerek. Ama hesaplar hep başka yöndeydi elbette. Bölgenin milletvekili adaylarında söz sahibi olmak, hatta milletvekili adayınızı lanse etmeye çalışmak, hatta yapılmış listelerde tasarruf sahibi olmak için çok meşguldünüz elbette. Yüzlerce insana mezar olan Emlak Bank Konutlarının halen aranan müteahhitlerinden Mehmet Özat’ın ailesine yakınlığınız acaba bu yüzden olabilir mi?
“Kırsal ziyaretlerimizde köy mezarlıklarında çok sayıda yeni mezar kazılmış olduğunu gördük. Konuştuğumuz kişiler, kırsaldaki kişilerin, ayrıca da özellikle göçmenlerin hiç bekletmeden kayıplarını toprağa verdiklerini belirttiler. Bu da kayda geçmeyen ölümlerin olabileceğini düşündürmektedir”
Denilen raporda şehirdeki mezarlığın durumundan söz edilmemiş hiç. Şaşırdım mı? Hayır. Ben bildiklerimi yazayım en iyisi. Oğlunun sesini 3 gün duyduktan sonra enkazdan cesedini çıkaran Hristiyan bir yakınım, kendi şartları ile bir pikabın arkasında götürüyor oğlunu ve gelinini kendi mezarlıklarına. Hristiyan arkadaşlarımızın mezarlıklarının Müslüman mezarlıklarından farklı olarak kapısı vardır ve kilitlenir. Aile üyelerinden biri defin edileceği zaman açılır. İşte o yakınım da oğlunu ve gelinini aile mezarlığına götürüyor. Ama kapısını açamıyor mezarlığın. Çünkü belediyenin yola döktüğü asfalt kapının açılmasını engelliyor. Defin işlemi başka bir mezarlığa yapılabiliyor. Acı üstüne acı yaşanması bu olsa gerek. Hemen ekleyeyim mezarlıklarda bakım, onarım ve yenileme çalışmaları Hatay Büyükşehir belediyesi tarafından yapılmaktaydı. Belediyenin Web sayfasına bu işleri ne kadar şahane yaptıklarını yazmışlar, bakabilirsiniz.
Raporda dikkate alınması gerekenler de var elbette. Onları da şöyle özetleyeyim. Bölgedeki tuvalet sorununa değinilmiş. “Tuvalet sayısı çok azdır ve tuvaletlerin bazıları gelişigüzel toprak üzerine konmuş, su ve foseptik çukuru bağlantısı yapılmamıştır.” Denilerek, su sorunu ve atık yönetiminin zafiyetinden ve bu sorunların sonuçları yer almış.
Tetanos aşısının eksikliğinden ve bölgede ishal salgını saptandığı belirtilerek, yakın zamanda bir çok çocuk ve erişkinin ortoz/protez, fiziksel ve ruhsal rehabilitasyon gereksiniminin ortaya çıkacağı öngörülmüş raporda. Kalabalık yaşam koşullarının Covid-19 ve grip için de risk oluşturduğunu, bu yerlerde uzun süre kalmanın, rutin aşılama hizmetlerinin aksamasıyla birlikte kızamık, boğmaca ve difteri salgın riskini artırabileceğine dikkat çekilmiş. Atıkların kontrolünde yetersiz kalınması halinde ise vektörler ve zoonotik hastalıkların çıkabileceği belirtilerek, acilen önlem alınması gerektiği raporun ana fikri.
Sevgili Nazan Savaş’ın imzasının olduğu raporun son kısmı da, yazılanların altına ben de imzamı atarak, eşi Lütfü Savaş’a gelsin;
“Vatandaşların güvenle yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri güvenli binalar haklarıdır. Bundan sonraki imar süreçleri bu hak temelli bir yaklaşıma dayanmalıdır. Vatandaşların bu hakkı kullanma ve denetleme süreçlerinde yetkileri olmalıdır. Vatandaşların hiçbirinin herhangi bir kimliği nedeni ile dışlanmadığı ya da bu algının oluşmadığı katılımcı bir afet yönetim süreci sağlanmalıdır. Bunun için de tüm yetkililer hesap verebilir olmalıdır.”
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
6 Şubat depreminden sonra Halk Sağlığı Uzmanları Derneği tarafından hazırlanan “Hatay İli Saha Raporu’nda yer alıyor halk arasında anlatıldığı söylenen bu hikaye. Depremin sonuçlarının halk sağlığı üzerindeki etkisinin ne olacağının tespiti için hazırlanan rapora dernek üyeleri katkı sağlamış. O kişilerden biri de Prof.Dr. Nazan Savaş. Depremin yıkıcı etkisinde sorumluluğu olduğu iddia edilerek istifası istenen Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş’ın eşi.
Nazan Hanım’ın altına imzasını attığı raporda, “On binlerce vatandaşımızı önlenebilir nedenlerle kaybettik. Sayısını bilemediğimiz hayvanımız öldü, saksıdaki çiçekler, yollardaki ağaçlar ezildi….” Diye devam eden bir yorum var. “Önlenebilir nedenler”. Evet kesinlikle katılıyorum. Önlenebilir nedenler vardı, bunlardan büyük kısmı da belediyelerin alması gereken önlemlerdi. Örneğin kolonları kesilmiş işyerlerine çalışma ruhsat verilmemeliydi. “Biz Büyükşehiriz işyeri ruhsatı verme yetkisi ilçe belediyelerindir” savunması gelebilir Nazan Hanım’ın eşinden ama Sayın Savaş, 10 yıl önce de ilçe belediyesi başkanıydınız zaten.
Bu depremin sonucundan gelmiş geçmiş tüm yerel yönetimlerin sorumlu olduğu çok açık. Binaların büyük bir kısmı kolonların kesilmesi ile yıkılmış durumda. Kim kontrol edecek bunu? Vatandaş mı? Zaten ediyordu vatandaş şikayetini de yapıyordu. Nerden biliyorum? 5 yıl çalıştığım Antakya Belediyesi Halkla İlişkiler birimine gelen şikayetlerden elbette. Dönemin Belediye Başkanı Lütfü Savaş’tı. Hoş belediyenin bizzat bina yapılırken yapıyı denetleme yetkisi yok. Bu iş 2001 yılından beri “Yapı Denetim Firmalarının”. Denetim firmaları kontrolünü yapar, raporunu ilçe belediyeye gönderir belediye de kontrolünü yaptıktan sonra bu belgeyi Çevre Şehircilik Müdürlüğü’ne gönderir. İşte yapılan kontroller denetimler ortada. Belediye ne zaman tekrar devreye girer, bir şikayet olduğunda.
Hatay’ın Büyükşehir Belediye Başkanı depremden 2 hafta önce bir TV programında Hatay’ın hazırlıksız olduğunu söylemişti aslında:
"Hazırlıklı olması için genel hükümetle belediyelerin işbirliği yapması lazım. Biz, ne kadar yazı göndersek, özellikle bakanlıklara, bunların çok büyük kısmı bize cevap olarak bile gelmiyor.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.
bizleri yok sayıyor, görmezden geliyor. Bütüncül bir politika, bütüncül düşünen hükümet ve belediyelerle birlikte olur. Maalesef hükümet bizleri yok sayıyor, görmezden geliyor.” demişti. Yani, görmezden geliyorlarsa siz de başkansanız insanalar sizi seçtiyse demek ki daha fazla bir şeyler yapmak gerekiyordu, Antakya yıkılmasın diye.Hiçbir şey yapılamıyorsa, büyükşehir belediyesi önderliğinde tüm ilçe belediyelerde arama kurtarma ekipleri oluşturulabilirdi. Makine parkına deprem sonrası gerekli olabilecek vinç, demir makası, enkaz altında kalp atışlarından canlı tespit eden aletler, jeneratör, organizasyonu yapılabilirdi, bunlar benim aklıma gelenler. Bu işin uzmanlarıyla elbette daha doğru bir makine parkı oluşturabilirlerdi. Halk bu konuda çeşitli etkinliklerle bilgilendirilebilir, deprem sonrası ilk yardım nasıl yapılır anlatılabilirdi. Bu bölgenin deprem bölgesi olduğunu sağır sultan biliyordu. Ha bütçe yok demeyin lütfen, şehrin önceliği EXPO alanı mıydı? Maliyeti için 100 milyon dolar telaffuz edilen alan şimdi konteyner cenneti oldu. Ne farkınız kaldı Kanal İstanbul’u diretenlerden?
Tekrar rapora dönecek olursam; “Onları soğuk ya da sıcaktan koruyan, içinde güvenle yaşadıkları yuvaları yıkıldı. Sonrası derin bir elem…” diyor raporun bir yerinde. Evet çok haklı bir yorum olmuş. Şehirde birçok yuvanın bir deprem ile yıkılacağını sadece uzmanlar değil, o evlerde oturanlar, sokaktan geçen simitçi, binanın altındaki kasap, manav herkes biliyordu. Sadece karar vericilerin yol göstermesi gerekiyordu bu insanlara.
Raporun “Teşekkür” kısmına takıldım bir de. Bursa Nilüfer Belediyesinden, MKÜ Tıp Fakültesi dekanına, dekan yardımcılarından, halk sağlığı uzmanlarına, röportajlarıyla katkı sağlayan halka, kısacası, börtü böceğe bile teşekkür edilmişken, şehrin büyükşehir idarecisine, Lütfü Savaş’a teşekkür edilmemiş. Sanırım başkanın eşi de benim gibi teşekkürü hak etmediğini düşünüyorlar.
Raporun “Kilit kişiler ile görüşmeler” başlığı altında da, araştırmaya katkı sunanlar yer almış.
“Halk ve bürokrasi “ denilerek tek tek yazılmış görüşülen kişiler. MKÜ Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Yusuf Önlen, Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Cahit Özer , Dekan Yardımcısı Prof. Dr. M. Murat Çelik …. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, Halk Sağlığı yetkilileri, İstanbul İl Sağlık Müdürlüğü……Hatay Büyükşehir Belediyesi Belediye Başkanı Lütfi Savaş (benim bildiğim Lütfü ama raporda böyle yazmışlar ismi), Adana Tabip Odası , TTB Merkez Konseyi …
Bir kime ulaşamamışlar, AKP’li Antakya Belediye Başkanına ulaşamamışlar. İsmini de yazmamışlar ben ekleyeyim buraya. İzzettin Yılmaz. Başkan olmak için deli gibi çaba gösterip, kendilerini seçene kadar kırk takla atan bu yöneticilerin ki o günlere tanığım, mahkemelerde hesap vermesini dört gözle bekleyenlerdenim.
Bu üzücü raporda beni gülümseten yeri de sizlerle paylaşmak istiyorum. Aynen şöyle denilmiş, “Kilit kişiler ile görüşmeler” başlığı altında:
- Yörede bulunan ve saha çalışmasında karşılaşılan siyasi parti temsilcileri (karşılaşma sırası ile)
- Selin Sayek Böke, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Sekreteri
- Ekrem İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı
- Barış Atay, Türkiye İşçi Partisi (TİP) 27. Dönem Milletvekili
karşılaşmalar bile protokol sırasına göre olmuş.
Ne demek istiyorum? Parti gözetmeksizin 6 şubat depreminin “siyasi malzeme” yapılıyor olmasının, ne kadar basit, ne kadar sığ bir davranış şekli olduğunu söylemeye çalışıyorum. Bu tavır bana “Kızılay nerde?” diye soranlara “be ahlaksız, be namussuz, be adi ..” ifadesini çağrıştırıyor. Evet aynı ölçüde değil ama paralel davranış şekilleri. Bu depremi, acımızı, kayıplarımızı siyasetinize malzeme yaptırmayız biz. “Millet can derdinde kasap et derdinde” atasözünü çok yakıştırdım buraya.
Ve rapor devam ediyor;
“Ancak, kentin özellikle bu ölçüde bir deprem olacağı bilinirken yapı stoğu başta olmak üzere önlemlerin alınmamış olması en temel sorun olarak gösterilmektedir. Yapılan görüşmelerde toplumun farklı kesimlerinde AFAD ile ilgili olarak sıklıkla liyakat sorunu dile getirilmiştir.”
İfadesi ile suçluyu bulduğunuzu zannederek gönül rahatlığında olamazsınız. Evet AFAD görevini yerine getiremedi ama AFAD’ın görevi yapı stoğu ile ilgilenmek değildi. O konuda yol gösterici olmak, tüm yerel yöneticilerin, sizi o görevlere layık görenlere vefa borcunuz olmalıydı. “Belediye meclisindeki çoğunluk bizim partiden değil, yapacaklarımı yapamadım” demeyin sakın Sayın Başkan Savaş. İstifa ederdiniz o zaman, “bana iş yaptırmıyorlar, kimsenin vebalini alamam, bu şehrin yarısı benim eşim dostum.” diyerek. Ama hesaplar hep başka yöndeydi elbette. Bölgenin milletvekili adaylarında söz sahibi olmak, hatta milletvekili adayınızı lanse etmeye çalışmak, hatta yapılmış listelerde tasarruf sahibi olmak için çok meşguldünüz elbette. Yüzlerce insana mezar olan Emlak Bank Konutlarının halen aranan müteahhitlerinden Mehmet Özat’ın ailesine yakınlığınız acaba bu yüzden olabilir mi?
“Kırsal ziyaretlerimizde köy mezarlıklarında çok sayıda yeni mezar kazılmış olduğunu gördük. Konuştuğumuz kişiler, kırsaldaki kişilerin, ayrıca da özellikle göçmenlerin hiç bekletmeden kayıplarını toprağa verdiklerini belirttiler. Bu da kayda geçmeyen ölümlerin olabileceğini düşündürmektedir”
Denilen raporda şehirdeki mezarlığın durumundan söz edilmemiş hiç. Şaşırdım mı? Hayır. Ben bildiklerimi yazayım en iyisi. Oğlunun sesini 3 gün duyduktan sonra enkazdan cesedini çıkaran Hristiyan bir yakınım, kendi şartları ile bir pikabın arkasında götürüyor oğlunu ve gelinini kendi mezarlıklarına. Hristiyan arkadaşlarımızın mezarlıklarının Müslüman mezarlıklarından farklı olarak kapısı vardır ve kilitlenir. Aile üyelerinden biri defin edileceği zaman açılır. İşte o yakınım da oğlunu ve gelinini aile mezarlığına götürüyor. Ama kapısını açamıyor mezarlığın. Çünkü belediyenin yola döktüğü asfalt kapının açılmasını engelliyor. Defin işlemi başka bir mezarlığa yapılabiliyor. Acı üstüne acı yaşanması bu olsa gerek. Hemen ekleyeyim mezarlıklarda bakım, onarım ve yenileme çalışmaları Hatay Büyükşehir belediyesi tarafından yapılmaktaydı. Belediyenin Web sayfasına bu işleri ne kadar şahane yaptıklarını yazmışlar, bakabilirsiniz.
Raporda dikkate alınması gerekenler de var elbette. Onları da şöyle özetleyeyim. Bölgedeki tuvalet sorununa değinilmiş. “Tuvalet sayısı çok azdır ve tuvaletlerin bazıları gelişigüzel toprak üzerine konmuş, su ve foseptik çukuru bağlantısı yapılmamıştır.” Denilerek, su sorunu ve atık yönetiminin zafiyetinden ve bu sorunların sonuçları yer almış.
Tetanos aşısının eksikliğinden ve bölgede ishal salgını saptandığı belirtilerek, yakın zamanda bir çok çocuk ve erişkinin ortoz/protez, fiziksel ve ruhsal rehabilitasyon gereksiniminin ortaya çıkacağı öngörülmüş raporda. Kalabalık yaşam koşullarının Covid-19 ve grip için de risk oluşturduğunu, bu yerlerde uzun süre kalmanın, rutin aşılama hizmetlerinin aksamasıyla birlikte kızamık, boğmaca ve difteri salgın riskini artırabileceğine dikkat çekilmiş. Atıkların kontrolünde yetersiz kalınması halinde ise vektörler ve zoonotik hastalıkların çıkabileceği belirtilerek, acilen önlem alınması gerektiği raporun ana fikri.
Sevgili Nazan Savaş’ın imzasının olduğu raporun son kısmı da, yazılanların altına ben de imzamı atarak, eşi Lütfü Savaş’a gelsin;
“Vatandaşların güvenle yaşayabilecekleri ve çalışabilecekleri güvenli binalar haklarıdır. Bundan sonraki imar süreçleri bu hak temelli bir yaklaşıma dayanmalıdır. Vatandaşların bu hakkı kullanma ve denetleme süreçlerinde yetkileri olmalıdır. Vatandaşların hiçbirinin herhangi bir kimliği nedeni ile dışlanmadığı ya da bu algının oluşmadığı katılımcı bir afet yönetim süreci sağlanmalıdır. Bunun için de tüm yetkililer hesap verebilir olmalıdır.”
Bu içeriğin kaynağı Muhalif haber sitesidir.
Ziyaretçiler için gizlenmiş link, görmek için lütfen üye olunuz.
Giriş yap veya üye ol.