• Forumzar.COM Türkçe içerikli genel forum sitesi ve paylaşım platformu olarak eğlenceli ve interaktif bir forum deneyim sunar.

    Foruma üye olmak için BURAYA TIKLAYINIZ

Atatürk’ün Sözleri

Polat

Moderatör
Katılım
24 Ağu 2022
Mesajlar
4,326
Puanları
36
Konum
istanbul
Cinsiyet
Erkek
Atatürk’ün Sözleri

Ben, 1919 senesi mayısı içinde Samsun’a çıktığım gün elimde, maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevî bir kuvvet vardı. İşte ben bu ulusal kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım. Ben Türk ufuklarından birgün mutlaka bir güneş doğacağına, bunun hararet ve kuvvetinin bizi ısıtacağına, bundan bize bir güç çıkacağını o kadar emindim ki, bunu âdeta gözlerimle görüyordum.

1937 (Cumhuriyet gazetesi, 1.4.1937)

Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. o esaret ve aşağılığı kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine, “Ey millet! sen esaret ve aşağılığı kabul eder misin?” diye sormak lâzımdır. Ben, milletin vereceği cevabı biliyorum. Ben, milletin büyüklüğünü biliyor ve bu sual karşısında, onun, o suali soran çocuklarını canı gibi seveceğini ve alınlarından öpeceğini biliyorum. Ben biliyorum ki bu millet, kendisine bu suali soran çocuklarının, hep o esasa dayanan çare ve hazırlıklarını canla, başla kabul edecektir. Onun için işte ben şimdi bu yoldayım, onun çok sağlam bir yol olduğuna kani olarak…

1920 (Yunus Nadi Abalıoğlu,

Ankara’nın İlk Günleri, s. 99)

Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler, milletin asıl vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü zaman görevli oldukları, vicdanen, namusen, haysiyeten yükümlü bulundukları vazifeyi yapmak mevkiinde kaldılar. Bunu elbette yapacaklardı; yapmaları mecburi idi, vicdanî idi, insanî idi, millî namus gereği idi. Ben bu mukaddes esasların dışında hareket edebilir mi idim? Efendiler; elbette edemezdim. Türk milletinin hakikî hiçbir ferdi bu gereklerin haricinde hareket edemezdi. Ben elbette bu elim manzara karşısında vicdanımın emirlerine muhalif, millî namusumuza aykırı hareket edemezdim. Mensup olmakla övünç duyduğum yüksek topluluğun yüksek haysiyetine elbette aykırı hareket edemezdim. Bence mensubiyetiyle övündüğüm milletin hiçbir ferdi bu namus gereğinden asla sapmamıştır. Eğer bundan müstesna gösterilenler varsa emin olunuz aziz, namuslu vatandaşlar; onlara kalp ve vicdanı milletimizin müşterek temiz vicdanından hiç ilham almamış kapkara sefil vicdanlardır.

1925 (M.E.İ.S.D.I,s.22)

Ölmek isteyen bir milleti hiçbir kuvvet kurtaramaz. Türk milleti ölmek istemez; o, daima yaşıyacaktır efendiler!

(Şevket Aziz Kansu, Türk Dili

Dergisi Sayı:12,1952,s.682)

Türk, esaret kabul etmeyen bir millettir. Türk milleti esir olmamıştır.

1925 (Atatürk’ün S.D. II s. 230)

Millî gaye için ortaya atılacakların, bugün imhasını düşünen yalnız saray, hükûmet ve yabancılardır. Fakat, bütün memleketin aldatılmasını ve aleyhe çevrilmesini de ihtimal dahilinde görmek lâzımdır.Baş olacakların, her ne olursa olsun, gayeden dönmemesi, melekette barınabilecekleri son noktada, son nefeslerini verinceye kadar, gaye uğrunda fedakârlığa devam edeceklerine işin başında karar vermeleri icabeder. Kalplerinde bu kuvveti hissetmeyenlerin teşebbüse geçmemeleri elbette daha iyidir. Zira, bu takdirde, hem kendilerini ve hem de milleti aldatmış olurlar.

Bir de söz konusu vazife, resmî makam ve üniformaya sığınarak el altından idare edilemez. Bu tarzın bir derecesi olabilir. Fakat, artık o devir geçmiştir. Açıkça ortaya çıkmak ve milletin hukuku namına yüksek sada ile bağırmak ve bütün milleti, bu sadaya iştirak ettirmek lâzımdır. Benim, vazifemden uzaklaştırıldığıma ve her türlü neticeye mahkûm bulunduğuma şüphe yoktur. Benim ile açıkça birlikte çalışmak, aynı neticeyi şimdiden kabul etmektir. Bundan başka, söz konusu ettiğimiz vaziyetin gerektirdiği adamın, diğer birçok görüş noktalarından dahi, mutlaka benim şahsım olabileceği gibi bir iddia mevcut değildir. Yalnız, herhalde, bu memleket evlâdından birinin ortaya çıkması zarurî olmuştur. Benden başka bir arkadaşı dahi düşünmek mümkündür. Yeter ki o arkadaş, bugünkü vaziyetin kendisinden istediği tarzda harekete razı olsun!

1919 (Nutuk I,s.44-45)

Bağımsızlık gayesinin elde edilişine kadar, tamamiyle milletle birlikte, fedakârane çalışacağıma mukaddesatım namına yemin ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kesindir.

1919 (Nutuk I, s. 21)

Milletin esaretten kurtarılması, hâkim ve bağımsız olarak topraklarımızda yaşayabilmesi ancak azimkâr ve namuslu ellerin milleti kısa ve doğru yoldan hukukunu ve bağımsızlığını müdafaaya yöneltmesiyle mümkün olacaktır.

1919 (Kâzım Karabekir, İs-

tiklâl Harbimiz, 1969, s. 35)

Millî irade, kendi istikametinde bir nehir gibi coşup taşacaktır. Mücadeleyi her noktasından düşünerek kabul etmiş bulunuyoruz. Memlekette umduğumuz millî uyanış ve coşku hasıl olmuştur. Sadece dayanıklı olmak ve vazifede kusur etmemek temel şarttır.

1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K.

(Atatürkle Beraber, Cilt: 1, s. 87)

Meclis’in ve o Meclis’te beliren milletin kesin iradesi, hareket tarzımın mihrakını teşkil edecektir. Hiçbir sebep ve suretle değişmesine imkân olmayan bu kesin irade, mutlaka düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan’ın silâhlı kuvvetinden meydana gelen bu orduyu anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak kurtuluş ve bağımsızlığa kavuşmaktır.

1921 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 393)

Bu hareket, milletin bir arzusudur; hatta bir ihtiyacıdır. Bu arzu ve ihtiyacı doğuran şey de kişiler değil, bizzat olaylardır. Devletin bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehdit eden kanunsuz birtakım ihtiraslar, topraklarımıza hiçbir hakka dayanmaksızın vuku bulan taarruzlar, tehlike karşısında millete birleşmek lüzumunu duyurmuştur.

1919 (Atatürk’ün S.D.III, s. 6-7)

Millî dava, ancak bu inan, bu irade ve azimle gerçekleştirilecektir. Yaşaması ve muzaffer olması gereken naçiz şahıslarımız değil, millî kurtuluşu temin edecek olan fikirlerdir.

1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K.

Atatürkle Beraber, Cilt: I, s. 203)

Aziz ve mübarek vatanımızı kurtarmak için bütün aydınların, herkesin hazır olması lâzımdır. İstanbul’a gitmeyeceğiz. Anadolu, en büyük hazinedir. Vatanın sinesinde kurtuluş çarelerini beraberce ölünceye kadar aramaya, temin etmeye çalışacağız.

1919 (Sırrı Kardeş, M.

Kemal Kırşehir’de, s.30)

Düşman süngüsü altında millî birlik olamaz. Ancak hür vatan topraklarında hamiyetli, fedakâr arkadaşlar el ele vererek memleketin bağımsızlığı ve milletin hürriyeti için çalışabilirler. Ben de zaten onun için gidiyorum.

1919 (Hüsrev Gerede, 20. Asır Mec-

muası, Cilt: 3, Sayı : 66, 1953 s. 28)

İstanbul’u terk etmek zarureti, İstanbul’da hasıl olan elim şartlardan idi. Anadolu’ya geçmekteki maksadım, Anadolu’nun ortasında ve Türk milletinin büyük kütlesi içinde, Türk milletinin yüksek seciyesine ve sarsılmaz azim ve imanına dayanmak idi. Bundan başka hiçbir tedbirin memleket ve milletin derin yarasına çare olamayacağına kesin kanaat hasıl etmiştim. Onun için Samsun’a ayak bastığım dakikada aldığım ilk tedbir, Samsun ve havalisine dair yanımda bulunanlara gereken emirleri ve talimatı vererek hemen güneye yürümek oldu.

1924 (Atatürk’ün S.D.V, s. 101)

Ne vakit başladığı bilinmeyen zamanlardan beri bağımsızlığın şerefi ile yaşayan milletimiz, en feci bir çökmeyle nihayet buluyor gibi görünmüşken, esaret kaydına karşı evlâdını ayaklanmaya davet eden ecdat sesi kalplerimiz içinde yükseldi ve bizi son kurtuluş mücadelesine davet etti.

1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 165)

Karşı koymakta sona kalanlarımız, bir tepede hayatlarına son verirler. Gelecekte “Burada yatanlar, vatanlarını kurtarmaya çalışanlardır” diye bir yazılı taşa sahip olabilirlerse mükâfatları, bu olur.

1920 (Fahrettin Altay, Millî Mücadele Hatıra-

larım; Hayat Mec. Yıl: 3, No: 127, 1959, s. 28)

Millî müdafaamızı, düşmanların bayrakları babalarımızın ocakları üstünden çekilinceye kadar terk edemeyiz. İstanbul mabetleri etrafında düşman askerleri gezdikçe, öz vatan toprakları üstünden yabancı adamların ayakları çekilmedikçe biz, mücadelemizde devam etmeye mecburuz. Kendi hükûmetimizin idaresi altında bedbaht ve fakir yaşamak, yabancı esareti pahasına kavuşacağımız huzur ve mutluluğa bin kere üstündür.

1920 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 307)

Associated Press muhabirine Ankara’da demeci:

Senelerce mücadeleye mecbur olsak bile Yunanlıları Anadolu’dan kovmaya kesin şekilde azmettik. Türkiye Türklerindir! İşte milliyetperverlerin prensibi budur. Biz, hukukumuzun müdafaası için mücadeleye devam etmeye karar verdik.

1921 (Atatürk’ün S.D.V, s. 83)

Her zamandan ziyade kaniim ki harp, pahalı bir iştir. Harbin sürüklediği facialar ve dehşetten müteessirim. Fakat harp etmeksizin elimizdeki silâhları bıraktığımız zaman, nasıl tamamen harap olacağımızı da biliyorum.

1921 (Atatürk’ün S.D.V, s. 84)

İzmir dramından sonra idi ki, milletimiz gerçekten duygulandı ve uyandı ve derin uçuruma sürüklendiğini anladı. Ve ondan sonra hukukunu bizzat savunmaya karar verdi. Tabiî bunu yapabilmek için bir şekil almak, örgütlenmek lâzım gelirdi; zaten her taraftan örgüt ve şekillenme daha evvel başlamış idi. Fakat, evvelâ Erzurum ve bundan sonra Sivas Kongrelerinde genel birliğimiz oluştu. Erzurum ve Sivas kongrelerinin bildirge ve tüzüğünün içeriği önemlidir.

1920 (Atatürk’ün S.D.II, s.11)

Teşkilâtın diğer teferruatına bakacak olursak, işe köyden ve mahalleden ve mahallle halkından, yani fertten başlıyoruz. Fertler düşünür olmadıkça, hukukunu müdrik bulunmadıkça, kütleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya fena istikametlere sevk olunabilirler. Kendini kurtarabilmek için her ferdin, mukadderatıyla bizzat alâkadar olması lâzımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese, elbette sağlam olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında, aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukardan aşağı olması zarureti vardır. Birincisinin belirmesinde, bütün beşeriyet için gayeye erişme kolaylaşmış olurdu. Böyle olmanın amelî ve maddî imkânı henüz bulunmadığından bazı müteşebbisler, milletlere verilmesi lâzım gelen istikametin çizilişinde kılavuzluk ediyorlar. Bu suretle yukardan aşağıya şekillendirilebilir. Biz, memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde doğal olarak birinci tarzda başlamış olan millî teşkilâtımızın hakikî kaynağa, ferde kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru hakikî şekillenmenin başladığını büyük memnuniyetle gördük. Bununla beraber, olgunlaşma derecesine eriştiğini iddia edemeyiz. Bunun için, özellikle aşağıdan yukarıya tekrar bir şekillenmenin husulü gayesine bilhassa çalışmamız, millî ve vatanî bir vazife sayılmalıdır.

1920 (Nutuk III, s. 1185)

Osmanlı Devletinin temelleri çökmüş, ömrü tamam olmuştu. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele, bunun da taksimini teminle uğraşılmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti, onun bağımsızlığı, padişah, halife, hükûmet, bunlar hepsi anlamı kalmamış birtakım mânasız sözlerden ibaretti. O halde ciddî ve hakikî karar ne olabilirdi? Bu vaziyet karşısında bir tek karar vardı. O da millî egemenliğe dayanan, kayıtsız ve şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti tesis etmek! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan evvel düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamaya başladığımız karar, bu karar olmuştur.

1927 (Nutuk I, s. 12)

Aydın cephesinde, mübarek vatanı istilâ etmeye çalışan düşmanla Kuva-yi Millîye çarpışmakta ve her karış toprağına sadık ve fedakâr evlâtlarının nâ’şlarını gömmektedir. Hiçbir kuvvet, hiçbir salâhiyet, tarihin emrettiği bu vazifeden milletimizi menedemiyecektir.

1920 (Nutuk 1, s. 397)

Bütün millet, bütün cihan bilsin ki, en nihayet ve en nihayet millet tam bağımsızlığının temin edildiğini görmedikçe, yürümeye başladığı yolda bir an durmayacaktır.

1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.110)

Birinci T.B.M.M.’nin 24 Nisan 1920 günkü birleşiminde söylemiştir:

İstanbul ortamının, Ferit Paşa Kabinesi’nin kabul ettiği şeyi kabul etmek şerefimizi, hayatımızı, her şeyimizi bırakmak, yani İngilizlere esir olmaktır. O zaman yapılacak iş yoktur. Yok, bu milleti millet olarak, insan olarak namus ve şerefiyle yaşatmak istiyorsak, kabul edeceğimiz nokta ve esas, mevcut bütün kuvvet ve vasıtalarımızı gereğine göre kullanarak bizi imhaya çalışan düşmanların düşmanca olan emellerini kırmaktır ve ben şahsen, katiyen şüphe etmem ki, bütün arkadaşlarımız ancak böyle yüce hisle buraya gelmişlerdir ve yapacakları tarihî vazifenin büyüklük derecesini ve incelik ve önemini bütün açıklığıyla anlamış bulunuyorlar.

1920 (G.C.Z., cilt: I, s. 8)

Şüphe etmiyorum ve hiç kimsenin şüphe etmeyeceğini zannediyorum ki, Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmetinin bugüne kadar takip ettiği siyaset, tamamen millî emellere uygundur. Bu siyasetin ne olduğunu tekrara lüzum görmem. Yalnız iki kelimesini zikredeceğim ki, o da millî sınır dahilinde milletin bağımsızlığıdır ve bu, gayet kuvvetli ve büyük mâna ifade eder esastır. Bugüne kadar, bu esastan ayrıldığımızı ima edecek en ufak bir işareti bile göstermek mümkün değildir.

1921 (G.C.Z., cilt: I, s. 333)

Birinci T.B.M.M’nin 29 Mayıs 1920 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:

Bir defa mevcudiyetimizi muhafaza ve millî emellerimizi temin için gerçek dayanağı dışarda değil içerde, kendi vicdanımızda bulmak prensibini Hükûmet kabul etmiştir. Çünkü, kendi kuvvetimizi göz önüne almaksızın dışardan, şuradan buradan gelecek kuvvetlere dayanarak emel takip edersek ve o kuvvetten ve o imdattan yardım da gelmezse hayal kırıklığına uğrarız. Bunun için her şeyden önce, kendi kuvvetimize önem veriyoruz.

1920 (G.C.Z. cilt: I, s. 48)

Türkiye ve Türkiye halkı, bağımsızlığını ve varlığını imhaya yönelik acı darbeler karşısında kaldığı gün, insanlık dünyasında hiçbir dayanak noktasına sahip bulunmuyordu. Yalnız ve ancak kalp ve vicdanındaki azim ve imana güvenerek, ya bağımsızlığına sahip ve egemen olarak yaşamaya veyahut ölmeye karar verdi. Bu kararın tabiî gereği olmak üzere şu anda devam etmekte olan millî mücadelesine başladı.

1921 (Atatürk’ün S.D.II, s. 24))

Birinci T.B.M.M.’nin 12 Mayıs 1921 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:

Meclisimizin, millete karşı yerine getirilmesini üstlendiği karar, öteden beri ilân ettiğimiz, hepimizce bilinen bir esasta toplanmıştır. O esası, bir daha tekrar etmek isterim: Millî sınırlarımız dahilinde memleketin tamamiyetini ve milletin tam bağımsızlığını temin etmek. Bizim, millete karşı üstlendiğimiz vazife, bunu temin edecektir. Bu sebeple Meclis’in ve Hükûmet’in izlediği siyaset, bu amacı elde etmeye yöneliktir. Heyetiniz hedefe yürürken daima memleketin, milletin kuvvetine dayanarak yürümüştür. Bu sebeple denilebilir ki, bizim izlediğimiz siyaset, aslında bağımsız bir siyasettir. Yalnız kendi amacımızı elde etmeye yönelik ve kendi kuvvetimize dayanmış bulunan bir siyasettir.

1921 (G.C.Z., cilt: II, s. 72)

C.H.P. İkinci Büyük Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Erzurum Kongresi, tespit ettiği esaslar itibariyle belirtilmeye ve anmaya değerdir. Sivas Genel Kongresi’nde görüşme konusu olan şeyler aynı esaslar olmuştur. Bu esaslar açıklanarak ve bütün memleketi içine almak üzere kabul olunmuştur.

1927 (Atatürk’ün S.D.I, s.338)

Erzurum Kongresi’ni kapatırken söylemiştir:

Milletimizin kurtuluş ümidi ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr muhterem heyetiniz, her türlü eziyetlere katlanarak burada, Erzurumda toplandı. Hassas ve soylu bir ruh ve pek sağlam bir iman ile vatan ve milletimizin kurtuluşuna ait esaslı kararlar aldı. Özellikle bütün dünyaya karşı milletimizin varlığını ve birliğini gösterdi. Tarih, bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir.

1919 (Nutuk I, s. 67; Nutuk III, s. 932)

Sivas Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Vatan ve milletin kurtuluşunu amaçlaşan zorlayıcı sebepler, sizleri bunca zahmet ve engel karşısında Sivas’ta topladı. Yiğitçesine azminizi tebrik ve hoş geldiniz demekle, bahtiyarlığımı sunarım. Millî Meclis’in henüz toplanmamış olduğu bir sırada, baskı altına alınmış ve bağımsızlığını kaybetmiş olan Hükûmet Merkezi’nin kendi başına kanunsuz bir kararı veyahut millî emellere aykırı bazı dış tekliflere boyun eğme gibi olupbittilerin ihtimaline karşı Erzurum ve Sivas Kongrelerinin millî ruhu temsilen ve birbirini izleyerek toplanması, şüphesiz ki kurtuluşa küfürlü içeriküren iyi bir işarettir.

1919 (Nutuk I, s. 86)

C.H.P. Üçüncü Büyük Kongresi’ni açarken söylemiştir:

Birinci Genel Kongremiz, bundan 12 sene evvel sivas’ta, bir mektep dersanesinde yapılmıştı. Oraya gelen delegeler her türlü takipler altında, birçok güçlüklerle karşılaşmışlardı. Görüşmelerimiz, iç ve dış düşmanların süngü ve idam tehditleri içinde yapılıyordu. Fakat, Türk milletinin hakikî his ve emellerini temsil ettiğine inanan Kongre Heyeti, millî görevini tamamlama gereğini, her görüşün üstünde tuttu. İzlemekte olduğumuz ilkelerin ilk esaslarını tespit etti; ondan sonra da özveri ve kararlılıkla o esaslar üzerinde yürüdü, başarılı oldu.

1931 (Atatürk’ün S.D.I, s. 353)

Misak-ı Millî, barış yapmak için en makul ve asgarî şartlarımızı içeren bir programdır. Barışa erişmek için biraraya getireceğimiz esasları kapsar. Fakat memleket ve milleti kurtarmak için barış yapmak kâfi değildir. Milletin gerçek kurtuluşu için yapılacak çalışmalar, ondan sonra başlayacaktır. Barıştan sonraki çalışmalarda muvaffak olabilmek, milletin istiklâlinin korunmuş olmasına bağlıdır. Misak-ıMillî’nin hedefi, onu temindir.

1922 (Atatürk’ün S.D.V, s. 95)

Anadolu’nun maksadı, her ne olursa olsun Misak-ı Millî’deki prensipleri elde etmektir. Bu gayelerinin herhalde elde edileceğine, Anadolu yine kuvvetle emindir.

1921 (Atatürk’ün S.D.V, s. 82)

Dış siyasetimizde başka bir devletin hukukuna tecavüz yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz ve edeceğiz. Günümüz medeniyetinin devletler arası münasebetlerde ortaya attığı ve en yüce, temiz emel ve düşüncelerin bir özeti demek olan “her milletin kendi mukadderatına kendisinin hâkim olması” hakkını biz yeryüzünde yaşayan milletlerin hepsi için tanıyoruz, bizim de bu hakkımızın kayıtsız şartsız tanınmasını istiyoruz. Bu meşru ve haklı isteğimizi tanımamak yüzünden akan ve akacak olan kanların mesuliyeti, şüphesiz sebep olanlara aittir. Bizi, millî davamızı takipten yıldıracak hiçbir vasıta hiçbir kuvvet düşünülmüş değildir. Millî davamız, bizim hayatımızdır. Hayatına suikast edilen en zayıf yaratıkların bile, bu isteğe karşı isyan ve nefretle son nefese kadar kendisini müdafaaya çalışmasından daha doğal bir şey yoktur.

1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 229)

Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

1919 (Nutuk I, s. 31)

Amerikalı gazetesi Shaw Moore’a verdiği demeçten:

Biz, Türkiye’nin bağımsızlığını ve bütünlüğünü kurtarmaya çalışıyoruz. Allah’ın yardımı ve Türk milletinin yenilmez kuvveti sayesinde gayemize ulaşacağız!

1921 (Atatürk’ün S.D. III, s. 28)

Çizdiğimiz bir sınır vardır; bu sınırı yabancıların elinde bırakmayacağız! İnancımız pek kuvvetlidir.

1919 (Atatürk’ün S.D.II, s.3)

Anadolu, her türlü sataşmalara, taarruzlara karşı bütün varlığıyla nefsini savunmaktadır ve bunda başarı kazanacağından emindir. Anadolu bu savunmasıyla yalnız kendi hayatına ait vazifeyi yerine getirmiyor,belki bütün doğuya yönelik hücumlara bir set çekiyor. Bu hücumlar elbette kırılacaktır, bütün bu sataşmalar mutlaka nihayet bulacaktır. İşte ancak o zaman batıda, bütün dünyada gerçek huzur, gerçek refah ve insaniyet hüküm sürebilecektir.

1921 (Atatürk’ün S.D.II, S.21)

Bizi imha etmek görüşü karşısında mevcudiyetimizi silâhla muhafaza ve müdafaa etmek pek tabiîdir. Bundan daha tabiî ve daha meşru bir hareket olamaz.

1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 181)

Tarihin, bu memlekette şimdiye kadar meydana getirmediği bu millî birlik ve beraberliğin bozulmasına ait her hareketi bir vatan ihaneti telâkki ederek ona göre lâzım gelen karşılığı vermede tereddüt etmeyeceğiz.

1920 (Nutuk I, s. 385)

Bütün cihanın bilmesi lâzımdır ki, Türkiye halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun Hükûmeti, uşak muamelesine tahammül edemez. Her medenî millet ve hükûmet gibi varlığının, hürriyet ve bağımsızlığının tanınması isteğinde kesin olarak direnmektedir. Ve bütün davası da bundan ibarettir! Biz cenkçi değiliz. Barışseveriz. Ve bir an evvel barışın gerçekleşmesini görmek ve ona yardım ve hizmet etmek isteriz.

1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 181)

Amerika, Avrupa ve bütün medeniyet dünyası bilmelidir ki, Türkiye halkı her medenî ve kabiliyetli millet gibi, kayıtsız şartsız hür ve bağımsız yaşamaya kesin karar vermiştir. Bu meşru kararı bozmağa yönelen her kuvvet, Türkiye’nin ebedî düşmanı kalır. Bu hususta insaniyet ve medeniyet âleminin temiz vicdanı, muhakkak Türkiye ile beraberdir.

1922 (Atatürk’ün S.D.III, s. 48)

Biz mağlûbiyetimizin karşılığını çok ağır ödedik. Elimizden köyler, vilâyetler değil, ülkeler alındı. Fakat son lokmasını da ağzından kapmak için bir milletin hayatına kıymak, canice bir harekettir. Öldürülen bir adamınsa kendini son nefesine kadar cesaretle, mertlikle müdafaa etmesi tabiî ve zarurîdir.

1919 (Atatürk’ün S.D. III, s. 11)

Düşmanın pek büyük gayretlerle, fedakârlıklarla vücuda getirdiği ve diğer bazı devletlerin de büyük yardımlariyle takviye ettikleri hakikaten mükemmel ve kuvvetli ordularını mağlûp etmek için kendimizde bulduğumuz kuvvet ve kudret, davamızın meşruiyetindedir. Gerçekten biz, millî hududumuz içinde hür ve bağımsız yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Biz, Avrupanın diğer milletlerinden esirgenmeyen, haklarımıza tecavüz edilmemesini istiyoruz.

1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 178)

Biz bir amaç takip ediyoruz. Bu amacımız öteden beri muhtelif vesilelerle ifade edilmiştir. Ben şimdi de onu tekrar ediyorum: Milletin, devletin bağımsızlığını muhafaza etmek! Bunun içinde namus ve şeref tamamen yer alacaktır. Bağımsız olarak milletimizin belirli hudutlar dâhilindeki tamamiyetini muhafaza etmektir. Bunun için muharebe ediyoruz. Efendiler! Memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üstünde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız. Bundan dolayı iki karış yer işgal edilmiş, üç beş köy tahrip edilmiş diye burada feryada lüzum yoktur. Ben size açık söyleyeyim; efendiler bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli daha işgal olunabilir. Fakat bu işgal hiçbir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır.

1920 (Atatürk’ün S.D. I, s. 78)

Birinci T.B.M.M.’inde yaptığı bir konuşmadan:

Milletimiz bugün, bütün mazisinde olduğundan daha çok ve ecdadından daha çok ümitlidir. Bunu ifade için şunu arz ediyorum. Kendilerinin* tâbiri veçhile cennetten vatanımıza gözcü olan merhum Kemal demiştir ki:

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini

İşte bu kürsüden, bu yüce Meclis’in reisi sıfatiyle yüksek heyetinizi teşkil eden bütün azanın her biri namına ve bütün millet namına diyorum ki:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini

1921 (Atatürk’ün S.D.I, s. 150)

5 Ağustos 1921 günü kendisine geniş yetkilerle Başkomutanlık veren Kanun’un kabulünü takiben Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmadan:

Efendiler! Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allah’ın yardımıyla mutlaka mağlup edeceğimize dair olan inan ve güvenim bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı ve bütün dünyaya karşı ilân ederim!

1921 (Atatürk’ün S.D.I, s.169)

20 Eylül 1919’da Sivas’ta Amerikan Generali Harbord’la görüşmesi esnasında, General’in “Fakat millet ve siz, her türlü çalışmada ve fedakârlıkta bulunmanıza rağmen muvaffak olamazsanız ne yapacaksınız?” sorusuna verdiği cevap:

Millet ve biz yok, birlik halinde millet var! Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. Ve şunu kesin olarak söyleyeyim ki bir millet, varlığı ve bağımsızlığı için her şeye girişir ve bu gaye uğrunda her fedakârlığı yaparsa, muvaffak olamaması mümkün değildir. Elbette muvaffak olur. Muvaffak olamaz ise o millet ölmüş demektir. Şu halde, millet yaşadıkça ve her türlü fedakârlıkta bulundukça muvaffak olamaması hatıra gelmez ve böyle bir şey söz konusu olamaz!

1919 (Mazhar Müfit Kansu, E.Ö.K.

Atatürk’le Beraber; Cilt: II, s. 346)

Birlik ve emelde kararlı ve ısrar eden millet, mağrur ve mütecaviz her düşmanı eninde sonunda gurur ve tecavüzünde pişman edebilir.

1920 (Nutuk II, s. 464)

Toplu bir milleti istilâ etmek, darmadağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir.

1919 (Atatürk’ün S.D.III, s.12)

Bizim mühim ve asıl olan vazifemiz, siyaset yapmak değildir. Bizim ve bütün memleket ve milletin, bugün yegâne vazifesi, topraklarımızda bulunan düşmanı süngülerimizle püskürtmektir. Bunu yapamadıkça, siyaset mânasız bir sözden ibaret kalır. Ben, millî maksadın temini için, yegâne çarenin, muharebe ve muharebede muvaffakiyet olduğunu söylüyorum. Bütün kudretimizi, bütün kaynaklarımızı, bütün varlığımızı orduya vereceğiz. Gücümüzü dünyaya tanıtacağız ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır diyorum.

1922 (Nutuk II, s. 657-658)

Memleketimizde bulunan düşmanları silâh kuvvetiyle çıkarmadıkça, çıkarabilecek millî varlığımızı ve kudretimizi fiilen ispat etmedikçe diploması sahasında ümide kapılmanın yeri olmadığı hakkındaki kanaatimiz kat’i ve daimî idi. En doğru kanaatin bu olduğunu, bu olacağını, tabiî olarak kabul etmek uygundur. Gerçekten, bugünün hayat şartları içinde bir fert için olduğu gibi, bir millet için dahi kudret ve kabiliyetini, fiilî eseriyle gösterip ispat etmedikçe itibar ve ehemmiyet beklemek beyhudedir. Kudret ve kabiliyetten mahrum olanlara iltifat olunmaz. İnsanlık, adalet, yiğitlik gereklerini, bütün bu vasıfların kendilerinde bulunduğunu gösterenler isteyebilirler.

1927 (Nutuk II, s. 645)

Zayıf olan, kuvvetli olanın mutlaka mahkûmudur. İnsanlık, adalet, bütün prensipler, kaideler ikinci derecede kalır. Herşeyden evvel kuvvettir.

1920 (G.C.Z., cilt: I, s. 139)

Osmanlılar, girişecekleri askerî hareketlerin genişliğine uygun hazırlıklı ve tedbirli davranmadıkları için, daha çok, his ve hırslarının etkisi altında hareket ettikleri için Viyana’ya kadar gittikleri halde, çekilmeye mecbur olmuşlardır. Ondan sonra, Budapeşte’de de duramadılar, geri döndüler; Belgrad’ta da mağlûp ve çekilmeye mecbur edildiler. Balkanları terk ettiler. Rumeliden çıkarıldılar. Bize, içinde henüz düşman bulunan bu vatanı miras bıraktılar. Bu son vatan parçasını kurtarırken olsun hırslarımızdan, hislerimizden vazgeçerek temkinli olalım. Kurtuluş için… Bağımsızlık için eninde sonunda düşmanla bütün mevcudiyetimizde vuruşarak ona mağlûp etmekten başka karar ve çare yoktur ve olamaz!…

1922 (Nutuk II, s. 636-637)

Birinci T.B.M.M.’nin 24 Nisan 1920 günkü gizli birleşiminde söylemiştir:

Amacımızın, yüce amaçlarımızın elde edilişi için düşmanlara silâh verecek her türlü husustan sakınmamız gerekir. Yalnız ve yalnız bir şey düşünmeye mecburuz; o da memleketin kurtuluşudur! Millete bağımsızlık temin edileceği güne kadar, bir fert olarak bütün mevcudiyetimle çalışmaya mukaddesatım namına söz vermişimdir. Bu sözü burada tekrar etmekle şeref kazanırım.

1920 (G.C.Z., cilt: I, s. 10)

Sinir gevşetici sözlere, telkinlere, ehemmiyet ve itimat gösterilmemelidir. Osmanlı tarzı idare ve siyasetinin yarattığı bu nevi zihniyetler reddedilmelidir. Ordu ile, muharebe ile, inat ile bu işin içinden çıkılmaz tarzındaki, kaynağı dışarda bulunan öğütlere uymakla, bir vatan, bir millet bağımsızlığı kurtulamaz. Tarih, böyle bir hadise kaydetmemiştir. Bunun aksini düşünerek hareket edeceklerin acı neticelerle karşılaşacaklarına, şüphe yoktur. Türkiye, işte, bu yoldaki yanlış fikirlere.. yanlış zihniyetlere sahip olanlar yüzünden, her asır, her gün, her saat biraz daha gerilemiş, biraz daha çökmüştür. Bu çöküş, yalnız maddiyatta olsaydı, hiçbir ehemmiyeti yoktu. Ne yazık ki çöküş, ahlâk ve mânevî değerleri de içine almış görünüyor. Hiç şüphe yok ki, bu büyük memleketi, bu koca milleti yok olma uçurumuna sevk eden başlıca sebep, bu olmuştur.

1922 (Nutuk II, s.637)

Âciz ve korkak insanlar, herhangi bir felâket karşısında milletin de hareketsiz kalmasına, çekingen bir hale gelmesine yol açarlar. Beceriksizlik ve tereddütte, o kadar ileri giderler ki, âdeta kendi kendilerini küçük görürler. Derler ki, biz adam değiliz ve olamayız! Kendi kendimize adam olmamıza imkân yoktur. Biz kayıtsız ve şartsız, mevcudiyetimizi bir yabancıya bırakalım. Balkan muharebesinden sonra milletin, bilhassa ordunun başında bulunanlar da, başka tarzda ve fakat aynı zihniyeti takip etmişlerdir. Türkiye’yi, böyle yanlış yollarda batma ve yok olma vâdisine sevk edenlerin elinden kurtarmak lâzımdır. Bunun için, bulunmuş bir hakikat vardır, ona uyacağız. O hakikat şudur: Türkiye’nin düşünen kafalarını, büsbütün yeni bir imanla donatmak… Bütün millete taze bir manevî güç vermek!

1922 (Nutuk II, s. 637-638)

Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar dolaşıyor. Bundaki gaye pek aşikârdır ki, millî hareketi neticesiz bırakmak, millî emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın bazı mühim parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktır. Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman görüldüğü gibi bizde de kalp ve âsabı zayıf, kavrayışsız insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve şahsî menfaatini vatan ve milletinin zararında arayan adî kimseler de vardır. Doğu işlerini çevirmede ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek usta olan düşmanlarımız, memleketimizde buna âdeta bir teşkilât haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatını kurtarma gayesiyle çırpınan bütün millet, işbu azim ve mücadele yolunda her türlü güçlükleri muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir.

1919 (Nutuk III, s. 930)

Birinci T.B.M.M.’nin gizli birleşiminde söylemiştir:

Efendiler, mevcudiyetimizi muhafaza için, geleceğimizi, bağımsızlığımızı temin için, mevcut olan düşmanların emellerini yakından biliyoruz ve düşmanların bu emellerini elde etmek için tatbik edecekleri kuvvetleri de biliyoruz. Fakat düşmanlarımız, kendi ihtiraslarını bizim imhamızla temin etmek için, sahip oldukları kuvvetlerden hiçbirini kullanmıyorlar. Aksine, gayelerine erişebilmeleri için en kuvvetli keşfettikleri vasıta, yine bizi birbirimize çarptırmaktan ibaret olmuştur. Ne yazık ki, İstanbul ortamında düşmanlarımıza, düşmanlarımızdan daha çok hizmet edenler, maksatlarını kolaylaştıranlar bulunuyor. İşte, asıl onların yardımı ile yazık ki, vatanımızın bazı noktalarında milletin bütünlüğünü, dayanışmasını harice karşı yokmuş gibi gösterecek ve memleketimiz içerisinde asayişsizliğe işaret edecek durum vardır. Meselâ hepimizce bilinen Anzavur vaziyetini hatırlayabilirsiniz. Anzavur, çok zamandan beri İngilizlerin parasıyla, silâhıyla, teşvikiyle ve şüphesiz, İstanbul’da mahiyet ve ahlâklarını göstermeye çalıştığım kimselerle beraber faaliyet gösteriyordu.

1920 (G.C.Z., cilt: I, s.7)

Seyrek olmakla beraber üzüntüyle işitiyoruz ki, milletin tarihini okumamış veya millî histen mahrum kalmış olması lâzım gelen bazı kişiler, yabancıların aleyhimizde ileri sürdükleri ithamları reddetmedikten başka, vatanlarını kabahatli göstermekten çekinmiyorlar, bu gibilere lânet!

1919 (Atatürk’ün S.D.II, S. 9-10)

Millî Mücadele’yi yapan, doğrudan doğruya milletin kendisidir, milletin evlâtlarıdır. Millet analarıyla, babalarıyla, hemşireleriyle mücadeleyi kendisine ülkü edindi. Biliyorsunuz ki, asırlarca vuku bulan mücadeleler ve bunların neticeleri olarak da yüksek tarihî zaferler vardır. Fakat o zaferlerin âmilleri kendi ülküleri olarak değil, şunun bunun hırsı peşinde kul köle olarak bulunmuşlardır. Halbuki Millî Mücadele’de şahsî hırs değil, millî ülkü, millî izzetinefis hakikî etken olmuştur.

1925 (Atatürk’ün S.D. II, s.231)

Hepinizce bilinmektedir ki, milletimiz asırlardanberi iki kuvvetin, iki müstebit kuvvetin, iki yok edici kuvvetin baskısı altında üzüntü ve elem duymakta idi. O kuvvetlerden birisi: Doğrudan doğruya memleket ve milleti idare etmek iddiasında bulunan müstebitler, ikincisi: Bütün bir emperyalist ve kapitalist âlemidir.

Asırlarca bu iki kuvvetin baskısı altında kalmış olan millet, şüphesiz ki gayet zayıf bir haldedir. Fakat, baskıların neticesinde büyük uyanmalar oldu. İşte, bizim milletimizde de o uyanış hasıl olmuştur ve biz, böyle bir uyanış devrinin içinde bulunuyoruz. Gerçekten birbuçuk sene evvel, bir sene evvel millet, aynı zamanda bu iki kuvvete karşı isyan etmiş ve mücadeleye başlamıştır. Emperyalist kuvvetler, milletimizi, hukuk ve haysiyet ve bağımsızlıktan mahrum ve bunları kavramayan bir hayvan sürüsü telâkki ettiği için böyle bir sürünün elinde sayısız tabiî hazinelere malik, kıymetli ve geniş bir memleketin bırakılmasını uygun göremezdi. Onların telâkkisine göre, bu memleketi parçalamak ve bu memleketteki insanları esaretleri altına almak lâzım idi. Böyle bir emel, böyle bir gaye takip ediyorlardı ve Umumî Harp’in neticesiyle hasıl olan fırsattan istifade ederek, Mütareke ile milletin ve ordunun elinden silâhlarını da aldıktan sonra işe girişmişlerdir. Bir taraftan dahilde bulunan gafil veya hain kuvvetler, memleket ve milleti âdeta bu hariç kuvvetler gibi, bu hariç görüşler gibi telâkki ediyorlardı. Bu sebeple onların da çalışması, en hain düşmanların çalışması mahiyetinde belirtisini göstermiştir. İşte, bundan bir sene evvelki vaziyetimiz böyle bir şekil ve renk ve manzara gösteriyordu. Halbuki, milletimiz hiçbir vakitte düşmanlarımızın telâkki ettiği gibi hukukuna ve bağımsızlığına yabancı değildir. Bilâkis büyük bir aşkla ve aşkî bağ ile, vicdanî bağ ile bağımsızlık ve haysiyetine bağlıdır ve yine milletimiz dahildeki cahil ve gafillerin ve hainlerin telâkki ve ifade etmek istedikleri mahiyette de değildir. İşte bir seneden beri vuku bulmakta olan savaşımlarımız neticesinde millet, içeriye karşı, dışarıya karşı ve bütün dünyaya karşı varlığının yüksek mahiyetini bütün delilleriyle ispat etmiş bulunuyor. Bugünkü vaziyetimizi ifade etmek lâzım gelirse: Milletin doğal mümessillerinden kurulan Meclis ve onun hükûmeti, istisnasız bütün memlekete hâkimdir ve egemenliğini muhafaza etmek kuvvet ve kudretine maliktir.

1921 (Devre: 1, İçtima: 1, Toplantı :139,

I. T.B.M.M. Zabıt Cerideleri, 1944)

Bilmek lâzımdır ki, ordu millî teşkilât kadrosu haricinde değil, belki onun ruh ve esasını teşkil etmektedir.

1919 (Nutuk I, s. 350)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras âleti olmaktan uzaktır. İnsanca ve müstakil yaşamaktan başka gayesi olmayan milletin, aynı ülkü ile duygulanmış ve yalnız onun emrine tâbi ve sadık öz evlâtlarından oluşmuş muhterem ve kuvvetli bir topluluktur.

1922 (Atatürk’ün S.D. I, s. 239)

Ordumuz, vatanımız dâhilinde bir tek düşman askeri bırakmayıncaya kadar takip, tazyik ve taarruzuna devam edecektir.

1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 181-182)

Ordumuz, hayat ve haysiyet mücadelesinde milletin ve milletin gayelerinin yegâne dayanağıdır. Ordu, kendisine düşen bu yüce görevinde hakkıyla muvaffak olabilmesi için lâzım gelen niteliklerin birincisi, demir gibi bir inzibattır. Orduda inzibatın yegâne belirti vasıtası aydın, kahraman, fedakâr subaylardır.

1920 (Atatürk’ün S.D.V, s. 27)

Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde, Anadolu köylü kadınının üstünde kadın çalışması zikretmek imkânı yoktur ve dünyada hiçbir milletin kadını “Ben, Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere küfürlü içerikürmekte Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere küfürlü içerikürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim” diyemez.

1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 147-148)

Belki erkeklerimiz, memleketi istilâ eden düşmana karşı süngüleriyle, düşmanın süngülerine göğüslerini germekle düşman karşısında hazır bulundular. Fakat, erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Memleketin yaşama vasıtalarını hazırlayan kadınlarımız olmuş ve kadınlarımız olmaktadır. Kimse inkâr edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin yaşama kabiliyetini tutan, hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, ürünleri pazara küfürlü içerikürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o kutsal Anadolu kadınları olmuştur. Bundan ötürü hepimiz, bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükran ve minnetle edebiyen analım ve kutlayalım.

1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 148)

Ben, memleket ve milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim inancıyla Anadolu’ya geçtiğim ve amacın gerektirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman cebimde, emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Fakat, parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak olduğum hedefe yönelik adımları durdurmaya değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk; yürüdükçe, muvaffak oldukça maddî güçlükler, kendiliğinden ortadan kalktı. Ankara’da, mukaddes topraklarımızı her taraftan sarmış ve fiilen işgal etmiş düşman ordularını, bu mukaddes topraklardan atmak imkânından bahsettiğim zaman bana, en şuurlu, ileri görüşlü oldukları iddia olunan kimseler, bütün bu teşebbüslerin paraya bağlı olduğundan bahsediyor ve “Ne kadar paran vardır?” veya “Nereden, nasıl para bulabilirsin?” gibi sualler soruyorlardı. Benim verdiğim cevap şu idi: “Türk milleti kendi hayat ve kurtuluşuna yönelmiş olduğuna kanaat edeceği teşebbüsleri başarabilecek bir kudrete maliktir. Bu teşebbüsün ciddiyetine kanaati halinde onun gerektirdiği kadar servet kaynağını, işe girişenlerin emrine hazır hale koyar”. Bu dediklerim, sözden işe geçmiş hakikatler değil midir? Bu noktada hemen şunu da ilâve edeyim ki, Ankara’da ilk millî hükûmet kurulduğu zaman etraf ve çevrelerin tereddüdünden bahsetmeyeceğim. Fakat, o hükûmeti teşkil eden kimselerin dahi bana “Hükûmet teşekkül etti. Fakat devlet ve hükûmeti idare için nereden para alacağız?” dediklerini hatırlarım. Verdiğim cevap pek sade olmuştur: “Çalışmalarınız, devleti, milleti kurtarmaya yönelmişse ve bu çalışma hedefiniz büyük Türk milletince belli olunca sualiniz tekrar etmeyecektir. Türk milleti, kendisi için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışan müteşebbisleri, heyetleri güçlükler karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek şeref hisleriyle donanmıştır”.

1926 (Atatürk’ün B.N., s. 103-104)

Gelir kaynaklarımızla ne yapabileceğimiz hakkındaki endişe, belki herkesten ziyade beni meşgul etmektedir. Yalnız, ben, ordumuzun mevcudiyet ve kuvvetini, paramızla orantılı bulundurmak görüşünü kabul edenlerden değilim: “Paramız vardır, ordu yaparız; paramız bitti, ordu dağılsın…” Benim için böyle bir mesele yoktur; ister olsun ister olmasın, ordu vardır ve olacaktır. Bu noktada bir hâtıramı da canlandırayım; ben ilk defa bu işe başladığım zaman, en akıllı ve düşünür sayılan birtakım kişiler bana sordular: “Paramız var mıdır? Silâhımız var mıdır?” Yoktur, dedim. O zaman, “ O halde ne yapacaksın?” dediler. “Para olacak, ordu olacak ve bu millet bağımsızlığını kurtaracaktır!” dedim. Görüyorsunuz ki hepsi oldu ve olacaktır. Bir takım Efendiler de , Başkumandan, millete angarya yaptırıyor demişler, halbuki kanunun memlekette angaryayı menettiğinden bahsetmişler. Bu doğrudur Efendiler; fakat ihtiyaç, tehlike, bize her şeyi meşru göstermektedir. Ordunun ihtiyaçları, millete angarya yaptırmayı gerektiriyorsa bunu yapıyoruz ve en doğru kanun, budur. Milletin ve ordunun mağlûp olmaması için, kanun buna mânidir diye, lüzumlu gördüğüm tedbiri almakta tereddüt etmeyeceğim.

1922 (Nutuk II, s. 659)

Türkiyenin bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiye’ye ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de,bunu bir defa daha doğrulamak lüzumunu hissediyorum. Türkiyenin bugünkü mücadelesi, yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye, büyük ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün doğunun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiye, kendisiyle beraber olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye, şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakikî gereklerini takip edecektir. Gerçekten, mevcut tarihlerin kaydettiği hadiseler, milletlerin hakikî fikirleri, emelleri, hareketleri değildir.

Doğu milletleri, kendi iradeleri, kendi hisleriyle hareket etmiyorlardı.Onların başında birtakım müstebit, keyfi hareket eden çarlar, hüdavendler vardı. Tarihte yazılanlar, daha çok onların hırslarını tatmin için yaptıkları olaylardır.Biz onların hepsini yırtacağız, yeni bir tarih yapacağız.

1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 40)

Biz, haddimizi bilir kimseleriz. Erişilmez emel sahibi değiliz. Bugün, esaret acıları altında inleyen birçok dindaşlarımız vardır. Bunlar için de, kendi muhitlerinde bağımsızlıklarını kazanmaları ve tam bağımsızlık ile memleketlerinin refah ve yükselmesine gayret sarfetmeleri en büyük temennilerimizdendir.

1922 (Atatürk’ün S.D. II, s. 54)

İstanbul’un, 16 Mart 1920’de İtilâf Devletleri tarafından işgali üzerine, çeşitli millet temsilcilerine gönderdiği protesto’dan:

Osmanlı Devleti’nin siyasî hâkimiyet ve hürriyetine yöneltilen bu son darbe, hayat ve mevcudiyetini, ne pahasına olursa olsun müdafaa etmeye azmetmiş olan biz Osmanlılardan ziyade, yirminci medeniyet ve insaniyet asrının mukaddes saydığı bütün esaslara, hürriyet, milliyet, vatan duyguları gibi bugünün insan cemiyetine esas olan bütün kurallara ve bu kuralları koyan insanlığın umumî vicdanına yöneliktir.

1920 (Nutuk I, s. 417)

Alıntıdır.
 

Genel Forum Sitesi

Forum Sitesi - Forumzar.COM

Forumzar.COM olarak, Türkçe forum sitesi denildiğinde akla gelen ilk adres olarak, geniş kapsamlı genel forum platformumuzda buluşuyoruz. Türkiye'nin en büyük Türkçe forum siteleri arasında yer almanın gururunu yaşıyoruz. Çeşitli konu başlıklarında aktif bir şekilde paylaşımların yapıldığı, her konuda interaktif ve bilgilendirici tartışmalara katılmak için bizi takip edin! ve bir dakikanızı ayırarak forum sitemize üye olun!

Forum Siteleri

Bilgi paylaştıkça çoğalır sloganı ile ilerleyen forum sitesi platformumuza, siz de üye olarak forum sitemizde açılan konulara katılabilir ve ilgi alanınıza uygun konular açarak siz de paylaşımda bulunabilirsiniz.