Allah'ın madde algılanan varlıkta esmasıyla açığa çıkışı üç mertebedir
Allah'ın madde algılanan varlıkta esmasıyla açığa çıkışı üç mertebedir. En dar esma açığa çıkışı maden, sonra nebat, sonra hayvandır...
İnsanın bedeni #Kuran'da hayvan metaforuyla anlatılmıştır, benliğin dağ olarak sembolleşmesi gibi. Tasavvufta hayvan denince beden anlaşılır.
Ölen hayvan imiş deyişi Yunus'un ölen beden imiş anlamındadır. İnsan ise bedenden doğan ölümsüz ruhtur.
Cehennemî ateş kendini beden sanmadır. Yakıcı tüm duygular sıkıntılar bunalımlar kendini beden sanmanın getirdiği kabuller ve duygulardan yaşanır. Hakiketine imansızlığın cezasıdır.
Kitap:
Evrensel Sırlar
Ötelerde Bir Boyutta
Aynha derhâl başka bir soruya geçti:
“Birimlerin varoluş noktası nedir?.. Sonu nedir?..”
“Birimlerin varoluş noktası, Tümel aklın icat vasfıdır!.. Sonu ise birimin sonsuzlukta, tümel aklın o vasfını sürekli olarak değişik şekillerle aksettirip gitmesi… Eğer mutlaka bir son kabullenmek gerekirse; birimin, tümel aklın aksettiricisi olduğunu idrak etmesini bir son olarak kabul edebiliriz... Bundan ötesi ise sonsuzluktur... Çünkü, tümel akıl için son düşünülemez, yani vasıfları için!..”
Aynha, henüz ilk dönem gelişme sınavını veren Elf’in bu cevaplarını olumlu buldu...
Elf, tümel aklın en kapsamlı bir aksettiricisi olmaya adaydı... Bu yüzden de artık birtakım görüşmelere, temaslara başlayabilirdi...
Elf, artık Dünyalılar ve Setrililer ile bağlantı kurup, onların yaşam ve düşünce düzeylerini yakından incelemeye rahatlıkla hak kazanmıştı, bu cevaplarıyla...
Elf, daha Dünyalılarla ve Setrililerle görüşmeye başlamadan önce niçin böyle bir sınava tâbi tutulmuştu?..
Bunun sebebi şu idi...
Elf, şartlanmasız bir ortamda, bilgi birikimi sistemi ile gelişen salt akıl birimi idi.
Dünyalılar ve Setrililer ise, onların yapılarına tamamıyla zıt düşen bir ortamda, şartlanmalar düzeyinde yetişen ve daha sonra bu şartlanmalardan sıyrılabildikleri oranda kendilerini tanıyan varlıklardı...
Elf, bu gerçekleri bilmeden onların arasına girseydi, temel prensipleri bilmemesi sebebiyle, onlardan gelecek olan birimsel şartlanmaları gerçek bilgiler sanıp, öz yapısını, şartlanmışlığın karanlığında kaybedebilirdi...
Bu yüzdendir ki, İdepya’da yetişen tüm salt akıl birimleri, temel bilgi birikimlerini tamamlamadan Dünyalılarla ve Setrililerle temasa geçemezlerdi.
Aynha, bu cevaplardan hoşnutluğunu ifade etti...
“Temel prensipleri, gelişim oranın ölçüsünde tamamlamış sayılırsın Elf! Artık Dünya’dan biri ile temasa geçebilir, onların yapılarını, fikir düzeylerini bilfiil inceleyebilirsin...”
“Teşekkür ederim Aynha! Ancak bu arada sormak istediklerim var şimdi… Onlardan herhangi biriyle mi temas kurmalıyım, yoksa içlerinden bir seçim yapmam gerekir mi?.. İlk sorum bu.”
“Şayet herhangi biriyle temas kurarsan, büyük bir ihtimalle maddesel yaşam veya hayvansal düzey içindeki bir birime rastlarsın, ki bu da amacına yararlı olmaz!.. Hiç değilse, insanî birim olduğunun farkında olan birini bulmalısın ki, hem senin deney ve gelişmene faydalı olsun, hem de sen ona yararlı olabilesin...”
“Aynha, ek bir sorum var... Maddesel yaşam veya hayvansal yaşam dedin... Bundan kastın nedir?..”
“Bak Elf, maddesel yapıda, birçokları maden, nebat ve hayvan aşamalarını tamamlamış ve insan cesedine bürünmüşlerdir; ancak tümel akıl aksettiricileri, nebat veya hayvan aşamalarını geçememiştir... Bu yüzden de dış yapı ile çelişkisi, tümüne vâkıf olmayanları yanıltır...”
“Aynha… Maden, nebat, hayvan ve öz mânâda insan düzeyindeki Dünyalıları misaller ile tanımlayabilir misin?..”
“Bak Elf, bir birim görürsün oraya gittiğinde... Sûreti insandır!.. Ancak yaşam düzeyini incelediğinde görürsün ki, fikrî icat düzeyi sıfırdır. Davranışları, tümüyle yetişme süreci içinde aldığı şartlanmalar ile bedensel ihtiyaçlar gereği olarak ortaya konmaktadır... Bedenî zorunluluk olmasa, yeme, içme, uyuma, karşı cinsle temas kurma gibi davranışları bile ortaya koymaz. Fikrî hiçbir icadı yoktur. Bu madde düzeyindeki insansıdır!
Nebat (bitki) düzeyinde olanda ise, hareket etkendir. Bu da tamamıyla şartlanmalar ile yaşar, ancak hareket, onda kendini ortaya koyar... Bir şeyler yapmak ister... Ancak bütün bunlar, şartlanmalar veya bedensel zorunluluklar doğrultusunda ortaya çıkar... Âtıllık burada yerini hareketliliğe terk etmiştir... Bunda şartlanmalar ölçüsünde ve istikametinde bedenî zorunluluklara doğru hareket görülür çoğunlukla... Bu da insansıdır!
Hayvan düzeyindeki görünüm insansıya gelince... Bunda da etken olan şartlanmalar, bedenî zorunlulukların en iyi şekilde giderilmesi yolundadır. Devamlı hareket hâlindedir ve her bir hareketinden amaç da, daha iyi yemek, içmek, daha çok cinsel münasebetlerde bulunmaktır. Bu yaptıkları, şartlanmaların hükmü altında olarak, bir gayedir kendisi için... Sadece kendisini veya kendisiyle birlikte çok sevdiği birisini düşünür...
İnsan düzeyindekine geldiğimizde ise; onun durumu çok farklıdır. Öncekilerde olanlar, onda da vardır; ancak bunlar, onun yaşamında diğerlerinde olduğu kadar geniş yer tutmaz. Bedenî zorunluluklar sonucu olarak, belli bir ölçüde yapar yaptıklarını. En önemli taraf da, bunlar gaye değil, vasıtadır. Gayesi ise, kendisinin ne olduğunu bilmek, çevresinde gördüklerinin aslının ne olduğunu anlamak, geleceğinin ne olacağını görebilmektir.
İşte bu düzeye ulaşmış olanlar, ‘insan’ kavramına ‘ilk basamak’ olarak hak kazananlardır. Bu idrak düzeyindeki, gelişme kapsamı oranında öz yapısına erişir ve en sonunda, şayet kapasitesi müsait ise, bizler gibi tümel aklın tam bir aksettiricisi olabilirler.
‘İnsan’ genel adıyla tanınan türdeki çeşitli sınıfları, sana şöyle bir örnek ile de açıklayabilirim...
İnsan sûretinde bazı birimleri göreceksin ki; boyunlarının üstünde sanki baş yoktur!.. Kuru bir, başsız gövde gibidirler... Bedensel dürtülerinin doğrultusunda yer-içer, çiftleşir ve gözlerinin gördüğüne sahip olmak için yaşar, geçerler...
Bir kısım insanlar da vardır ki onların boyunlarının üzerinde sanki baş yerine bir teyp cihazı vardır... Onlarda bir öncekilerin yaptıklarına ilaveten, çevreleri kendilerini nasıl şartlandırırsa, o istikamette yaşarlar... Tıpkı bir android gibi!.. Çevreleri kendilerini nasıl şartlandırıp, belleklerine ne yüklerse, o şeyi hiç düşünmeden, eleştirmeden olduğu gibi doğru diye kabullenirler ve bu aldıklarını da aynen çevrelerindekilere aksettirirler!.. Kısacası, bir teyp bandı gibi, çevrelerinden ne alırlarsa aynen onu yansıtırlar, aldıklarına hiçbir düşünsel katkıları yoktur!..
Gene bir kısım ‘insan’ daha vardır ki; onların da boyunlarının üstünde, sanki baş yerine bilgisayar vardır!
Düşünme, değerlendirme, yorumlama, ve bunlara göre de kendi yaşamlarına yeni bir yön çizebilme yetisine sahiptirler!.. Bunlar sanki bilgisayar düzeyine yükselmiş insanlardır...
Kolay kolay şartlanmalar ile yaşamlarına yön vermezler... Her şeyin özünü, aslını araştırırlar ve sürekli yeniye ve bilgiye açık bir şekilde yaşarlar... Bunlar gerçek anlamıyla ‘insan’lık sınıfının alt tabakasıdır...”
“Bunun da ötesindekiler mi var Aynha?..”
“Evet Elf!.. Bunlardan öte, gerçek anlamda ‘İNSAN’ olan; bizlerden biri olduğu gerçeğine henüz Dünya’da iken erişmiş ve âdeta Dünyalılar arasında ‘garîp’ kalmış ‘Özben’ birimleri vardır ki; onları sana ne kadar anlatmaya çalışsam anlatamam!.. Çünkü onlar, tüm Dünya değer yargılarını aşmışlar, Tümel aklın gözü, kulağı, dili olmuş; Evrensel Sırlara sahip, insanlara ışık tutan birimlerdir... En az, senin kadar gerçeklere vâkıf olmuş; bedeni itibarıyla insan-beşer yaşantısı içinde; ancak, bunun ötesinde evrensel kozmik bilinç ile özdeşleşmiş birimlerdir ki onlar; tümel aklın insanlar arasındaki ÖZ sahibi şahitleri, uyarıcılarıdır…”
“Demek insanlar arasında böyleleri de vardır Aynha!..”
“Unutma ki Elf… Tümel akıl, her âlemde, tüm mükemmeliyetiyle seyreden gözlere, işiten kulaklara ve konuşan dillere sahiptir... Ama o ortamın diğer birimleri, bunların farkında bile olmazlar, algılama kapasiteleri dışında kaldıkları için!.. Onları da, kendileri gibi biri sanırlar! Zaten, beyinleri onları değerlendirebilecek düzeyde gelişmediği için, bildirilse dahi ellerinden bir şey gelmez!..”
“Peki, ben Dünya’da bunlardan biriyle mi iletişim kuracağım?..”
“Hayır Elf!.. Ne senin, onlara bir katkın olabilir; ne de onlar sana gerek duyarlar!.. Çünkü onlar, her şeyi ÖZLERİNDE bulmuşlardır... Sen, bir önce söylediğim sınıftan birisiyle iletişim kurmalısın… Düşünen, araştıran, yeniye açık, şartlanmaların dışına çıkabilecek güçte bir kimse bulup, onunla temas kurarsan, hem ona faydalı olursun, hem de gelişmende, onun geçirdiği hâlleri öğrenmenin büyük faydası olur. Bunlar da umumiyetle, maddecilik deniziyle maneviyatçılık yani spiritüalizm denizlerinin birleştiği bölgede, Orta Doğu diye adlandırılan alanda yaşarlar. Orta Doğu, Batı’nın maddiyatçılık fikri ile Doğu’nun spiritüalizminin çatışmasından, hakikatin çıkabildiği bir bölgedir Dünya üzerinde. Bu sebeple çok yönlü bir araştırmacı, senin için en iyisidir.”
Aynha, burada sustu...
Elf, bir süre durdu... Dünya’ya yöneldi ve sonra sordu:
“Aynha, lütfen sen bana en yararlı olabilecek birisini bulur musun?..”
Aynha bir an durdu, araştırmaya daldı... Ve cevapladı...
“Dünya yaşamına adapte olmadan benimle temas kur... Sana, hangi ülkeden kiminle iletişime geçeceğini bildireceğim. Ancak bil ki, bu kişi, sana çok geniş bir soru sahasında karşı çıkacak ve seni pek çok evrensel sırları açıklamak zorunda bırakacaktır... Ve sen onun bütün sorularını cevaplamak zorundasın!.. Şayet bir sorunun cevabını veremezsen, anında benimle buluş ve onu cevapsız bırakarak zor duruma düşürme.”
“Peki Aynha!.. Dediklerine aynen uyacağım...”
Allah'ın madde algılanan varlıkta esmasıyla açığa çıkışı üç mertebedir. En dar esma açığa çıkışı maden, sonra nebat, sonra hayvandır...
İnsanın bedeni #Kuran'da hayvan metaforuyla anlatılmıştır, benliğin dağ olarak sembolleşmesi gibi. Tasavvufta hayvan denince beden anlaşılır.
Ölen hayvan imiş deyişi Yunus'un ölen beden imiş anlamındadır. İnsan ise bedenden doğan ölümsüz ruhtur.
Cehennemî ateş kendini beden sanmadır. Yakıcı tüm duygular sıkıntılar bunalımlar kendini beden sanmanın getirdiği kabuller ve duygulardan yaşanır. Hakiketine imansızlığın cezasıdır.
Kitap:
Evrensel Sırlar
Ötelerde Bir Boyutta
Aynha derhâl başka bir soruya geçti:
“Birimlerin varoluş noktası nedir?.. Sonu nedir?..”
“Birimlerin varoluş noktası, Tümel aklın icat vasfıdır!.. Sonu ise birimin sonsuzlukta, tümel aklın o vasfını sürekli olarak değişik şekillerle aksettirip gitmesi… Eğer mutlaka bir son kabullenmek gerekirse; birimin, tümel aklın aksettiricisi olduğunu idrak etmesini bir son olarak kabul edebiliriz... Bundan ötesi ise sonsuzluktur... Çünkü, tümel akıl için son düşünülemez, yani vasıfları için!..”
Aynha, henüz ilk dönem gelişme sınavını veren Elf’in bu cevaplarını olumlu buldu...
Elf, tümel aklın en kapsamlı bir aksettiricisi olmaya adaydı... Bu yüzden de artık birtakım görüşmelere, temaslara başlayabilirdi...
Elf, artık Dünyalılar ve Setrililer ile bağlantı kurup, onların yaşam ve düşünce düzeylerini yakından incelemeye rahatlıkla hak kazanmıştı, bu cevaplarıyla...
Elf, daha Dünyalılarla ve Setrililerle görüşmeye başlamadan önce niçin böyle bir sınava tâbi tutulmuştu?..
Bunun sebebi şu idi...
Elf, şartlanmasız bir ortamda, bilgi birikimi sistemi ile gelişen salt akıl birimi idi.
Dünyalılar ve Setrililer ise, onların yapılarına tamamıyla zıt düşen bir ortamda, şartlanmalar düzeyinde yetişen ve daha sonra bu şartlanmalardan sıyrılabildikleri oranda kendilerini tanıyan varlıklardı...
Elf, bu gerçekleri bilmeden onların arasına girseydi, temel prensipleri bilmemesi sebebiyle, onlardan gelecek olan birimsel şartlanmaları gerçek bilgiler sanıp, öz yapısını, şartlanmışlığın karanlığında kaybedebilirdi...
Bu yüzdendir ki, İdepya’da yetişen tüm salt akıl birimleri, temel bilgi birikimlerini tamamlamadan Dünyalılarla ve Setrililerle temasa geçemezlerdi.
Aynha, bu cevaplardan hoşnutluğunu ifade etti...
“Temel prensipleri, gelişim oranın ölçüsünde tamamlamış sayılırsın Elf! Artık Dünya’dan biri ile temasa geçebilir, onların yapılarını, fikir düzeylerini bilfiil inceleyebilirsin...”
“Teşekkür ederim Aynha! Ancak bu arada sormak istediklerim var şimdi… Onlardan herhangi biriyle mi temas kurmalıyım, yoksa içlerinden bir seçim yapmam gerekir mi?.. İlk sorum bu.”
“Şayet herhangi biriyle temas kurarsan, büyük bir ihtimalle maddesel yaşam veya hayvansal düzey içindeki bir birime rastlarsın, ki bu da amacına yararlı olmaz!.. Hiç değilse, insanî birim olduğunun farkında olan birini bulmalısın ki, hem senin deney ve gelişmene faydalı olsun, hem de sen ona yararlı olabilesin...”
“Aynha, ek bir sorum var... Maddesel yaşam veya hayvansal yaşam dedin... Bundan kastın nedir?..”
“Bak Elf, maddesel yapıda, birçokları maden, nebat ve hayvan aşamalarını tamamlamış ve insan cesedine bürünmüşlerdir; ancak tümel akıl aksettiricileri, nebat veya hayvan aşamalarını geçememiştir... Bu yüzden de dış yapı ile çelişkisi, tümüne vâkıf olmayanları yanıltır...”
“Aynha… Maden, nebat, hayvan ve öz mânâda insan düzeyindeki Dünyalıları misaller ile tanımlayabilir misin?..”
“Bak Elf, bir birim görürsün oraya gittiğinde... Sûreti insandır!.. Ancak yaşam düzeyini incelediğinde görürsün ki, fikrî icat düzeyi sıfırdır. Davranışları, tümüyle yetişme süreci içinde aldığı şartlanmalar ile bedensel ihtiyaçlar gereği olarak ortaya konmaktadır... Bedenî zorunluluk olmasa, yeme, içme, uyuma, karşı cinsle temas kurma gibi davranışları bile ortaya koymaz. Fikrî hiçbir icadı yoktur. Bu madde düzeyindeki insansıdır!
Nebat (bitki) düzeyinde olanda ise, hareket etkendir. Bu da tamamıyla şartlanmalar ile yaşar, ancak hareket, onda kendini ortaya koyar... Bir şeyler yapmak ister... Ancak bütün bunlar, şartlanmalar veya bedensel zorunluluklar doğrultusunda ortaya çıkar... Âtıllık burada yerini hareketliliğe terk etmiştir... Bunda şartlanmalar ölçüsünde ve istikametinde bedenî zorunluluklara doğru hareket görülür çoğunlukla... Bu da insansıdır!
Hayvan düzeyindeki görünüm insansıya gelince... Bunda da etken olan şartlanmalar, bedenî zorunlulukların en iyi şekilde giderilmesi yolundadır. Devamlı hareket hâlindedir ve her bir hareketinden amaç da, daha iyi yemek, içmek, daha çok cinsel münasebetlerde bulunmaktır. Bu yaptıkları, şartlanmaların hükmü altında olarak, bir gayedir kendisi için... Sadece kendisini veya kendisiyle birlikte çok sevdiği birisini düşünür...
İnsan düzeyindekine geldiğimizde ise; onun durumu çok farklıdır. Öncekilerde olanlar, onda da vardır; ancak bunlar, onun yaşamında diğerlerinde olduğu kadar geniş yer tutmaz. Bedenî zorunluluklar sonucu olarak, belli bir ölçüde yapar yaptıklarını. En önemli taraf da, bunlar gaye değil, vasıtadır. Gayesi ise, kendisinin ne olduğunu bilmek, çevresinde gördüklerinin aslının ne olduğunu anlamak, geleceğinin ne olacağını görebilmektir.
İşte bu düzeye ulaşmış olanlar, ‘insan’ kavramına ‘ilk basamak’ olarak hak kazananlardır. Bu idrak düzeyindeki, gelişme kapsamı oranında öz yapısına erişir ve en sonunda, şayet kapasitesi müsait ise, bizler gibi tümel aklın tam bir aksettiricisi olabilirler.
‘İnsan’ genel adıyla tanınan türdeki çeşitli sınıfları, sana şöyle bir örnek ile de açıklayabilirim...
İnsan sûretinde bazı birimleri göreceksin ki; boyunlarının üstünde sanki baş yoktur!.. Kuru bir, başsız gövde gibidirler... Bedensel dürtülerinin doğrultusunda yer-içer, çiftleşir ve gözlerinin gördüğüne sahip olmak için yaşar, geçerler...
Bir kısım insanlar da vardır ki onların boyunlarının üzerinde sanki baş yerine bir teyp cihazı vardır... Onlarda bir öncekilerin yaptıklarına ilaveten, çevreleri kendilerini nasıl şartlandırırsa, o istikamette yaşarlar... Tıpkı bir android gibi!.. Çevreleri kendilerini nasıl şartlandırıp, belleklerine ne yüklerse, o şeyi hiç düşünmeden, eleştirmeden olduğu gibi doğru diye kabullenirler ve bu aldıklarını da aynen çevrelerindekilere aksettirirler!.. Kısacası, bir teyp bandı gibi, çevrelerinden ne alırlarsa aynen onu yansıtırlar, aldıklarına hiçbir düşünsel katkıları yoktur!..
Gene bir kısım ‘insan’ daha vardır ki; onların da boyunlarının üstünde, sanki baş yerine bilgisayar vardır!
Düşünme, değerlendirme, yorumlama, ve bunlara göre de kendi yaşamlarına yeni bir yön çizebilme yetisine sahiptirler!.. Bunlar sanki bilgisayar düzeyine yükselmiş insanlardır...
Kolay kolay şartlanmalar ile yaşamlarına yön vermezler... Her şeyin özünü, aslını araştırırlar ve sürekli yeniye ve bilgiye açık bir şekilde yaşarlar... Bunlar gerçek anlamıyla ‘insan’lık sınıfının alt tabakasıdır...”
“Bunun da ötesindekiler mi var Aynha?..”
“Evet Elf!.. Bunlardan öte, gerçek anlamda ‘İNSAN’ olan; bizlerden biri olduğu gerçeğine henüz Dünya’da iken erişmiş ve âdeta Dünyalılar arasında ‘garîp’ kalmış ‘Özben’ birimleri vardır ki; onları sana ne kadar anlatmaya çalışsam anlatamam!.. Çünkü onlar, tüm Dünya değer yargılarını aşmışlar, Tümel aklın gözü, kulağı, dili olmuş; Evrensel Sırlara sahip, insanlara ışık tutan birimlerdir... En az, senin kadar gerçeklere vâkıf olmuş; bedeni itibarıyla insan-beşer yaşantısı içinde; ancak, bunun ötesinde evrensel kozmik bilinç ile özdeşleşmiş birimlerdir ki onlar; tümel aklın insanlar arasındaki ÖZ sahibi şahitleri, uyarıcılarıdır…”
“Demek insanlar arasında böyleleri de vardır Aynha!..”
“Unutma ki Elf… Tümel akıl, her âlemde, tüm mükemmeliyetiyle seyreden gözlere, işiten kulaklara ve konuşan dillere sahiptir... Ama o ortamın diğer birimleri, bunların farkında bile olmazlar, algılama kapasiteleri dışında kaldıkları için!.. Onları da, kendileri gibi biri sanırlar! Zaten, beyinleri onları değerlendirebilecek düzeyde gelişmediği için, bildirilse dahi ellerinden bir şey gelmez!..”
“Peki, ben Dünya’da bunlardan biriyle mi iletişim kuracağım?..”
“Hayır Elf!.. Ne senin, onlara bir katkın olabilir; ne de onlar sana gerek duyarlar!.. Çünkü onlar, her şeyi ÖZLERİNDE bulmuşlardır... Sen, bir önce söylediğim sınıftan birisiyle iletişim kurmalısın… Düşünen, araştıran, yeniye açık, şartlanmaların dışına çıkabilecek güçte bir kimse bulup, onunla temas kurarsan, hem ona faydalı olursun, hem de gelişmende, onun geçirdiği hâlleri öğrenmenin büyük faydası olur. Bunlar da umumiyetle, maddecilik deniziyle maneviyatçılık yani spiritüalizm denizlerinin birleştiği bölgede, Orta Doğu diye adlandırılan alanda yaşarlar. Orta Doğu, Batı’nın maddiyatçılık fikri ile Doğu’nun spiritüalizminin çatışmasından, hakikatin çıkabildiği bir bölgedir Dünya üzerinde. Bu sebeple çok yönlü bir araştırmacı, senin için en iyisidir.”
Aynha, burada sustu...
Elf, bir süre durdu... Dünya’ya yöneldi ve sonra sordu:
“Aynha, lütfen sen bana en yararlı olabilecek birisini bulur musun?..”
Aynha bir an durdu, araştırmaya daldı... Ve cevapladı...
“Dünya yaşamına adapte olmadan benimle temas kur... Sana, hangi ülkeden kiminle iletişime geçeceğini bildireceğim. Ancak bil ki, bu kişi, sana çok geniş bir soru sahasında karşı çıkacak ve seni pek çok evrensel sırları açıklamak zorunda bırakacaktır... Ve sen onun bütün sorularını cevaplamak zorundasın!.. Şayet bir sorunun cevabını veremezsen, anında benimle buluş ve onu cevapsız bırakarak zor duruma düşürme.”
“Peki Aynha!.. Dediklerine aynen uyacağım...”
Moderatör tarafında düzenlendi: