Emre ESMER
Moderatör
ALİ BABACAN: “CUMHUR İTTİFAKI: ‘BERİKİ İTTİFAKI; MİLLET İTTİFAKI: ‘TÜRKİYE İTTİFAKI”
Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kocaeli’nde; “Bu altı parti, Türkiye’deki tüm toplum kesimlerini temsil ediyor. Bu altı partide toplumdaki bütün yaşam tarzları var. Halbuki öbür tarafa baktığınızda pek öyle değil. Öbür taraf kutuplaştırma üzerinden, öfke üzerinden, ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor. Dolayısıyla onların siyaset çizgisinde hep öteki var, beriki var. Böyle olmak zorunda. Berikilerden bir grup kurdular ve bunu ötekileri karşısına alarak yaptılar. Dolayısıyla yapısal olarak, işin ruhuna baktığımız zaman Cumhur İttifakı, ‘beriki ittifakı’; Millet İttifakı, ‘Türkiye ittifakı.’ Öbür tarafta nefret ve öfke var burada sevgi ve kucaklama var. En önemli farkı bu” dedi.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bugün Kocaeli Gebze’de sanayicilerle bir araya geldi. Babacan, konuşmasında şunları söyledi:
“ARKASI OLANIN, TORPİLİ OLANIN, KAYIRILANIN DEĞİL; HAK EDENİN HAKKINI ALDIĞI BİR SİSTEMDEN BAHSEDİYORUZ”
“Eğer güçlü bir Merkez Bankanız varsa, güçlü bir Hazineniz varsa, güçlü sivil toplum kuruluşlarınız varsa, güçlü bir medyanız varsa güçlüsünüz. Aksi halde güçlü olmuyorsunuz, zayıf kalıyorsunuz. Kurumların, kuralların zayıf olduğu bir ülke, maalesef zayıf kalıyor, zayıflıyor. Canlı örneği 10 yıldır her gün görüyoruz maalesef. Tabii ki hukukun üstünlüğü önemli ama bir o kadar da fırsat eşitliği önemli. Eğitimde, iş yaparken, terfi ederken fırsat eşitliği yani hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz. Arkası olanın, torpili olanın, kayırılanın değil; hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz. İş dünyamız her gün bunları yaşıyor. Şeffaflık, adil rekabet, fırsat eşitliliği yoksa kötü malı, kötü hizmeti pahalıya üreten devletle iş yapıyor, para kazanıyor ama hakkıyla, alnının, aklının teriyle çalışanlar sistem dışı kalıyor. Ancak herkese açık, rekabetle, fırsat eşitliği içerisinde çalışan bir iş dünyası, Türkiye’yi kalkındıracak, ilerletecek. Aksi halde ülkede münferit zenginler oluşabiliyor ama ülke topyekûn zenginleşmiyor.
“BİZ HER ZAMAN ‘ÖNCE İNSAN’ DEDİK”
2013’ten bu yana nasıl topyekûn fakirleştiysek, bir avuç insan servetine servet katıyor. Biz böyle bir Türkiye istemiyoruz, bunu görmek istemiyoruz. Biz hak edenin hak ettiğini aldığı, alın terinin, bilek gücünün, akıl terinin değerini bulduğu bir ülke inşa etmek istiyoruz. Bunun için yola çıktık bunun için DEVA Partisi’ni kurduk ve bunun için ülkemizin yarınlarıyla ilgili her türlü hazırlığı yaptık, yapıyoruz. Ekonomi politikaları önemlidir ama bu politikaların insan odaklı olması lazım. Ne olursa olsun önce insan. Her şey insan için var. Devlet de insan için var. İnsanın kıymetinin olmadığı, çalışanın alın terinin karşılığını görmediği bir ülke, kendi vatandaşı için refah üreten bir ülke olamaz. Sadece kendi varlığımı sürdüren ve devletin adeta herkesin daha üstünde konumlandığı devletin öncelendiği bir hale yavaş yavaş gelir. Devlet tabii ki önemlidir tabii ki güçlü olacaktır ama devlet insan için vardır bunu da hiç unutmamız lazım. İnsanların mutluluğu, refahı, güvenliği için vardır. Onun için biz her zaman önce insan dedik ve ekonomi potkallarımızı da hep bu çerçevede değerlendirdik.
“GÜVEN ORTAMINI SAĞLAMADIĞINIZDA EKONOMİDE BAŞARI MÜMKÜN DEĞİL”
Ekonomi deyince bir başka önemli kavram güven. Güven ortamını sağlamadığınızda ekonomide başarı mümkün değil. Ben böyle güvenden bahsedince gençler bazen soruyorlar, ‘Güven deyip duruyorsun ama güven nasıl kazanılır?’ Uzun yıllar iş hayatında olup da itibarlarıyla, güvenilir bir şekilde iş dünyasının içini bilenler bu söylediklerimi çok daha iyi anlayacaklar. Güven nasıl oluşturulur, sekiz maddede sıralamak istiyorum: Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Söz verince tutacaksın. Sana bırakılan emaneti gözün gibi koruyacaksın, emanete hıyanet etmeyeceksin. Devlet yönetiyorsan daima adaletle hareket edeceksin. Ehliyetli, liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Asla istişareyi bırakmayacaksın, bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Şeffaf, açık olacaksın, işini karanlıkta yapmayacaksın. Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Bu sekiz maddeyi uygulayın, korkmayın. İşte o zaman güveni sağlarsınız, güven kazanmış bir insan, firma veya hükümet olarak işinizi yaparsınız ve başarılı olursunuz.
“TEMELİN HEMEN ÜSTÜNE MAKRO EKONOMİK İSTİKRARI KOYMAK ZORUNDAYIZ”
Bir ülkenin ekonomisinin temelinde bütün bu ilkeler değerler kavramlar var ama bir yandan da eğer ekonomiden bahsediyorsak ekonominin olmazsa olmaz bazı başlıkları var. Bu başlıklardan en önemlilerinden bir tanesi ülkenin makro ekonomik dengeleri yani para politikasıyla, maliye politikasıyla, bankacılık politikasıyla, yapısal reformlarla birbirini tamamlayan bir politika seti. Kurumların birbiriyle iletişim halinde olduğu, birbirini anladığı, sağlam bir eş güdüm içinde çalıştığı bir makro ekonomik çerçeve. Sektörle ilgili politikalarınız ne olursa olsun hangi sektörle ilgili ne yaparsınız yapın, istediğiniz teşviği verin, yürümez. Çünkü insanlar, öncelikle bir genel ekonomik istikrar ortamı görmek iter. Ekonomiyle ilgili verilerin ve gelişmelerin öngörülebilir güvenilir bir çerçevede gelişmesini beklerler. Bu olmayınca olmaz. En altta, temel hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları-özgürlüklerini koyduk ya o temelin hemen üstüne de makro ekonomik istikrarı koymak zorundayız. Sağlam güvenilir bir merkez bankası, enflasyonla mücadele kararlı bir duruş ve mutlaka enflasyonun düşük ve öngörülebilir seviyede olması.
“ENFLASYON EN MODERN HIRSIZLIK ARACIDIR”
Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde, fiyat artışlarından kazanan az sayıda insan olabilir ama toplum topyekûn kaybeder. Enflasyon en modern hırsızlık aracıdır. 86 milyonun gelirinden, kesesinden, cebimden yanlış politikalarla çalmanın adıdır enflasyon. Şu son 4-5 yılda cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyon oranlarını yaşadık. Bakın istatistikler tutulmaya başladığı günden bugüne kadar üretici fiyat endeksi, üretici enflasyonu Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti. 1994 ve 2001 krizleri dahil bu kadar yüksek bir enflasyon yaşamamıştık. Tüketici enflasyonunda, üretici enflasyonunda iki haneye, üç haneye çıktık.
“BÜTÜN VATANDAŞLARIMIZ KAYBETTİ, BANKADA PARASI OLAN KAZANDI”
Sabit geliri olan Türk lirası cinsinden maaşı olan herkes, işçisi, memuru, emeklisi, sosyal yardım, sosyal destek alan bütün vatandaşlarımız kaybetti. Bankada parası olan kazandı. Bankada parası olanın aldığı faiz yetmedi, hükümet, ‘Sen faiz alıyorsun ama kur daha fazla arttı. Sen burada mağdur oldun. Gel, sana kur artışı kadar daha para ödeyeceğim, kur farkını ödeyeceğim’ dedi. Böyle bir şey olur mu? Rahmetli Özal’dan önce de Dövize Çevrilebilir Mevzuat Hesabı (DÇM) diye böyle bir sistem varmış. Özal gelmiş, bunu kaldırmış. Bir basın toplantısı yapmış, demiş ki ‘Bu ülkede yıllarca enflasyon yüksek seyretti, en önemli sebebi bu DÇM’dir. Ve gençlere vasiyetimdir: Böyle yanlış işleri bu ülkede bir daha asla tekrar etmeyin.’
“KUR KORUMALI MEVZUAT ÖZAL’IN TABİRİYLE ‘KENDİNİ UYANIK ZANNEDENLERİN DALAVERESİDİR”
Bu DÇM yani kur korumalı mevduat hesabı rahmetli Özal’ın tabiriyle, ‘kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir.’ Siz tutun, enflasyon yoluyla alın teriyle, bileğinin gücüyle çalışan herkesin kesesinden toplayın, gidin, bankada zaten parası olan bir avuç insana verin. TÜİK’in istatistiklerine bakın, milli gelirden alınan payda, son 4 yılda muntazam olarak sermayenin payı artıyor iş gücünün payı azalıyor. Yani, ‘Ben çalışıyorum, maaş alıyorum’ diyen herkes, son 4 yılda kaybetmiş, milli gelirden aldığı pay düşmüş. Sermayenin, zaten parası olanın aldığı pay yükselmiş sonuç bu.
“DÜŞÜK VE ÖNGÖRÜLEBİLİR ENFLASYON OLDUĞU ANDA DAHA ÇOK YATIRIMCI OLUR”
Düşük ve öngörülebilir enflasyon olduğu anda bu ülkeye daha çok yatırım olur, insanlar daha önünü görür, hesabını kitabını daha rahat yapabilir çünkü bir sanayi yatırım kolay değildir. Planlama safhasından tutun, organizasyonu, makinaların siparişi, kurulması, üretime geçmesi, kendini ödemesi en az 15 yıllık bir süreden bahsediyoruz. Fikir halinden başlayıp karşılığını alıncaya kadar olan süre ve bu sürede eğer düşük ve öngörülebilir bir enflasyon yoksa yatırımcıların çoğu kaçar, yatırım yapanlar da bütün bu belirsizlikleri karşılayacak, riskin karşılığını alacak bir tablo görmeyince o işin içine girmez.
“ÇALIŞAN NÜFUSUMUZUN ORTALAMASI ORTAOKUL MEZUNU”
Arkasından eğitim ve istihdamla ilgili konular geliyor. Eğitim ve istihdam iç içe çünkü Türkiye’de insanların örgün eğitim sisteminde kaldığı süre çok kısa. 2013’te orta gelir tuzağından bahsederken ‘çalışıyorum’ diyen insanların okula gittiği ortalama süre 6,5 yıldı. Orta ikiden terk bir çalışan nüfusumuz vardı. Şu anda bu süre 8’e yaklaştı. 10 sene sonra çalışan nüfusumuzun ortalaması, ortaokul mezunu oldu. Öncelikle bütün çalışan nüfusumuzun eğitim seviyesini artırmak için yoğun bir gayrette bulunmamız gerekiyor. Gençlerimizin 14 yaşından itibaren stajlarla, yarım gün okul-yarım gün iş modeliyle erken yaşlarda çalışma hayatıyla tanışması gerekiyor. Ağaç yaşken eğilir. Farklı sektörleri, farklı meslekleri genç yaşta tanımaları gerekiyor ki 18 yaşına geldiklerinde üniversite tercihlerini doldururken daha bilerek yapsınlar.
“HAYAT BOYU ÖĞRENİM SİSTEMİNİ TÜRKİYE’DE KURMAMIZ GEREKİYOR”
Dünya çok hızlı değişiyor. Bu hızlı değişen dünyada yeni meslekler oluşuyor, bazı meslekler ölüyor. İşte bu hızlı değişen dünyaya çalışan nüfusumuzun adapte olabilmesi için de hayat boyu öğrenim sistemini Türkiye’de kurmamız gerekiyor. Hayat boyu öğrenim hangi yaşta olursa olsun insanların kendi bilgisini becerisini güncelleyebileceği bir eğitim mekanizmasının kapısının açık olarak orada her zaman duruyor olması demek. Meslek değiştirmek çok yaygınlaşacak. 18 yaşında gençlerimizin tercih ettiği meslekler belki 28-38 yaşına geldiklerinde geçerliliğini kaybedecek. Sistemden mi düşecekler, işsiz mi kalacaklar? Hayır, o süre içerisinde yeni gelişen alanlara, yeni mesleklere çalışan nüfusumuzun adapte olmasını sağlayacak bir eğitim sistemini kurmamız gerekiyor. Bunların hepsini planladık, yazdık.
“GENÇLERİMİZ BELLİ BİR ALANDA TEKRAR BİLGİ-BECERİ KAZANMAK İSTİYORSA BU KURSLARA GİDECEK”
Bizim eğitim eylem planımız 500 maddelik bir plan. Her alanda hazırladık ama eğitim en yoğunu. Ayrıca bir de yüksek öğretim eylem planı hazırladık. Dijital dönüşüm ve teknolojiyle ilgili yapılacakları ayrıca listeledik, takvime bağladık, bütçesini hesap ettik, hepsi hazır. Bunlar, ülkenin yarınlarına dönük önemli hazırlıklar ama gelgelelim mevcut işsizlerimiz, işi olduğu halde çalışma hayatından memnun olmayanlar var. Onlar için de mutlaka bizim kısa süreli mesleki eğitim programları, meslek değiştirme programları hazırlamamız gerekiyor. Her yaştan gencimiz eğer belli bir alanda tekrar bilgi beceri kazanmak istiyorsa bu kurslara gidecek. Bu kurslar bedava, bu kurslara gidiş geliş yol parası ve öğlen yemeği tamamen devlet tarafından karşılanacak, hiç kimseye külfet olmayacak.
“TÜRKİYE’NİN HER YERİNDE YOĞUN BİR EĞİTİM PORGRAMI BAŞLAYACAK”
Türkiye’nin her yerinde ve yoğun bir eğitim programı başlayacak. O kurslara tam devam sağlayan gençlerimize, ‘Sen işe girdiğinde, gelir vergisi diye bir dedin yok, bunu devlet karşılayacak’ diyeceğiz. O gençlerimizi işe alan işverenlere, ‘Sosyal güvenlik primini düşünmeyeceksin, hepsi bizde, sen sadece bu gencimizin net maaşı neyse onu vereceksin’ diyeceğiz. Böylece işsiz ama belli alanlarda yetişmiş gençlerimizle iş dünyasını buluşturmuş olacağız. Ve eğer programları düzgün hazırlarsanız bu buluşma yüzde 80-90 oranında kalıcı bir birlikteliğe dönüyor. 2009 krizinden sonra, Aktif İş Gücü Politikaları adı altında, milyonlarca insana istihdam sağladığımız bir tecrübemiz var. İstihdam birden sıçradı, işsizlik oranı yüzde 14’e çıkmıştı, yüzde 9’a indi.
“KURULACAK HÜKÜMETTEKİ 20 BAKANIN 5 YILLIK EV ÖDEVİ HAZIR”
22 eylem planımız, Cumhuriyet tarihinde bir ilk. İlk defa bir siyasi partinin her alanda, hiçbir alanı atlamadan hazırladığı bir çalışma bu. Biz bu çalışmayı Altılı Masa’ya koyduk. Altı parti olarak politikalarımızı ortaklaştırdık, diğer siyasi partiler de çok kıymetli kendi çalışmalarını koydu masaya ve en sonda Ortak Mutabakat Metni çıktı. Tam 2 bin 300 madde, her bir kelimesinde altı partinin yüzde yüz mutabakatı var. Bu da bir ilk, daha önce örneği yok. Ve böylece altı siyasi parti, ortak bir hükümet programıyla seçime gidiyor. Seçimden sonra kurulacak hükümetteki 20 bakanın 5 yıllık ev ödevi hazır. Kimse ben nereden başlayacağım diye şaşırmayacak.
“GELECEK NESİLLERE YAŞANABİLİR BİR TÜRKİYE BIRAKMAK ÇOK ÖNEMLİ”
Dijital çağda, dijital dönüşüm ve teknolojinin çok önemli olduğu, hayatımızın her alanını etkilediği bir çağdayız. Bu, iş dünyamız için de geçerli. Dolayısıyla bir ülkenin bu konuda da çok sağlam politikalarının olması gerekiyor ve bizim buradaki dört no’lu eylem planımız, bu dijital dönüşümle ilgili eylem planı. ‘devahazır.com’ diye bir sitemiz de var, hepsini görebilirsiniz. Sanayileşmemizin yoğun olduğu kentlerde çevre ve doğa hakları meseleleri de çok önemli. Yaşanabilir bir çevre, gelecek nesillere, nesiller arası adaleti de gözeterek yaşanabilir bir Türkiye bırakmak çok önemli. Sanayileşmek, üretmek önemli ama bir o kadar da bunun temiz, çevreyle dost ve Allah’ın bize verdiği bu nimetleri gözümü gibi koruyarak sanayileşme ve ekonomik büyüme modeli şart.
“SOSYAL KAYGISI YÜKSEK BİR YÖNETİM ANLAYIŞINDAN BAHSEDİYORUZ”
Bütün bu yarışta, yoğun üretim, yatırım, çalışma, ihracat yaparken bazı toplum kesimlerimiz bu yarışın gerisinde kalabiliyor. Onlara da devletin hemen ulaştığı ve bütün vatandaşlarımızın asgari bir geçim seviyesine ulaştıracak şekilde bir sosyal yardım sistemi gerekiyor. Hiç işi olmayan, hiçbir geliri olmayan vatandaşlarımızın dahi asgari geçim ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelire ulaşması, aradaki farkın da devlet tarafından kapatılmasını sağlayacak bir sosyal bakış açıcı gerekiyor. Bütün bunları topladığımızda o zaman gerçekten güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir ekonomik modelden bahsetmiş oluyoruz ama aynı zamanda da sosyal kaygısı yüksek olan bir yönetim anlayışından da bahsetmiş oluyoruz.
“TÜRKİYE OLARAK AB’NİN YÜKSEK STANDARTLARINA ULAŞMAK İÇİN ÖZEL BİR GAYRET İÇİNDE OLACAĞIZ”
Türkiye’nin her alanda yüksek standartlara ulaşmasının en önemli ve kestirme yolu Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinden geçiyor. Kestirme yol diyorum çünkü aynı bizim yaptığımız bu 22 fasiküllük çalışma gibi AB de 33 fasıllık bir müktesebatı var. Her alanda standartlar var ve bu standartların tamamı, ‘önce insan’ diyen standartlar. Türkiye olarak AB’nin o yüksek standartlarına ulaşmak için, 33 alanda birden Türkiye’yle AB standartları arasındaki farkı kapatmak için özel bir gayret içinde olacağız. Bu müzakere sürecinin tekrar canlandırılmasıyla da mümkün ama müzakere süreci olsun ya da olmasın Türkiye’nin kendi iradesiyle de yapılması mümkün bir konu.
“BU ÜLKENİN KAYNAKLARI, BU ÜLKEYİ AYAĞA KALDIRMAK İÇİN YETER DE ARTAR”
Ben 3 yıl o işlerle uğraştım. 33 faslın taramasını yaptık, 10 faslı müzakereye açtık, 1 tane faslın müzakeresini tamamladık ve her adımda da AB üyesi ülkelerin yüzde yüz mutabakatıyla ilerledik. 3 yılda 11 kere Türkiye oylaması yapıldı ve tam bir mutabakatla, Türkiye için, ‘evet’ diye diye ilerledik. Türkiye, siyasi istikrarsızlıklarla mücadele eden, akıldan, bilimden uzak bir şekilde yönetilen, demokrasinin neredeyse rafa kalktığı bir ülke halindeyken yapamayız. Türkiye yük olacak hissi varken yapamayız. Dolayısıyla biz kendi yükümüzü kendimiz taşırız, kimseye ihtiyacımız da yok. Bu ülkenin kaynakları, bu ülkeyi ayağa kaldırmak için yeter de artar bile. En ufak bir şüphemiz yok ama yeter ki biz kendi ülkemize, demokrasimize, ekonomimize sahip çıkalım.
“MEVCUT SİYASİ İKTİDAR SON KULLANMA TARİHİNİ DOLDURMUŞ DURUMDA”
Bütün bu sürecin gerçekleşmesi ancak ve ancak ülkede siyasi bir dönüşümle mümkün olur. Çünkü mevcut siyasi iktidar artık son kullanma tarihini önemli ölçüde doldurmuş durumda. Artık fazla bir başarı üretemeyen ancak az sayıda belli projelerle şöyle bir kendini göstermeye çalışan ama çok geniş kesimleri yoksullaştıran bir iktidar şu anda. Topyekûn zenginlik üretemiyor. Biz öncelikle DEVA Partisi olarak 81 il teşkilatımız, 766 ilçe başkanımız şu anda görevinin başında. Çok ahenkli bir teşkilat yapısı kurduk. Kocaeli teşkilatımız şampiyon. Tüm Türkiye’de, bütün ilçe teşkilatlarını kurup bütün ilçe kongrelerini yapan ve il kongresini yapan ilk il teşkilatımız.
“BİRBİRLERİNE AĞIR HAKARET EDEN İNSANLAR BİR ARAYA GELDİ, CUMHUR İTTİFAKI’NI KURDULAR”
Şunu çok iyi biliyorduk ki, iş birliği, güç birliği olmadan bu seçimlerde başarılı olmak mümkün değil. 2017 anayasa değişikliğinden sonra artık partiler iş birliği içinde hareket ederlerse seçimi kazanabiliyordu. 2018 seçimi de öyle oldu. 2017’de anayasa değişti, 2018’de Cumhur İttifakı kuruldu çünkü Sayın Erdoğan biliyordu ki, artık kendi başına kazanamaz, imkânsız. Ne cumhurbaşkanlığını kazınabilir ne Meclis’te çoğunluğu sağlayabilir. Bunu gördü, yanına ortaklar aldı. Daha 3-5 sene önce kavga ettikleri, birbirlerine ağır hakaret eden insanlar bir araya geldiler ve Cumhur İttifakı’nı kurdular. Millet İttifakı kuruldu çünkü partiler biliyordu ki, iş birliği olmayınca bu iş zor. Fakat 2018’de Millet İttifakı ortak cumhurbaşkanı adayı belirlemedi, belirleyemedi. İş birliği olmadığı için de 2018’de kaybettiler. Hepsinden ders almak gerekiyor.
“CUMHUR İTTİFAKI ‘BERİKİ İTTİFAKI; MİLLET İTTİFAKI ‘TÜRKİYE İTTİFAKI”
Bu altı parti, Türkiye’deki tüm toplum kesimlerini temsil ediyor. Bu altı partide toplumdaki bütün yaşam tarzları var. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ deyip de ‘Burada bana benzer kimseyi bulamıyorum’ demek zor. Çünkü burada tüm Türkiye var. Halbuki öbür tarafa baktığınızda pek öyle değil. Öbür taraf kutuplaştırma üzerinden, öfke üzerinden, ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor. Dolayısıyla onların siyaset çizgisinde hep öteki var, beriki var. Böyle olmak zorunda. Berikilerden bir grup kurdular ve bunu ötekileri karşısına alarak yaptılar. Dolayısıyla yapısal olarak, işin ruhuna baktığımız zaman Cumhur İttifakı, ‘beriki ittifakı’; Millet İttifakı, ‘Türkiye ittifakı.’ Öbür tarafta nefret ve öfke var burada sevgi ve kucaklama var. En önemli farkı bu.
“BİRİNCİ OY PUSULASINDA DURUM ÇOK NET ORTADA, ORTAK ADAY SAYIN KILIÇDAROĞLU”
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu çoklu kriz ortamından çıkış, ancak ve ancak sevgiyle olacak, birbirimizle omuz omuza beraberce ileriye doğru yürüyerek olacak, sen-ben ayrımı olmadan olacak. Biz altı parti olarak bir araya gelip tek parti olmadık ama Türkiye’nin yarınları için ne yapacağımıza ve beraberce yürümeye karar verdik. Birinci oy pusulasında durum çok net orada millet ittifakının DEVA Partisi’nin, diğer 5 siyasi partinin ve hatta daha sonra biliyorsunuz başka partiler de desteklerini açıkladılar, ortak adayı Sayın Kılıçdaroğlu. Bir de milletvekili seçimleriyle ilgili ikinci pusula var.
“MATEMATİK BİZE DEDİ Kİ, ORTAK LİSTEDEN GİRİN”
Oyların milletvekili sayısına tercüme edildiği d’hont sistemi ve yine geçen sene yapılan siyasi partiler ve seçim yasasında yapılan değişliklerle birlikte baktığımız zaman ittifak içindeki partiler eğer ayrı listelerle seçimlere girerlerse toplam milletvekili sayısı düşüyor ama ortak listelerle seçime girilirse milletvekili sayısı artıyor. Matematik bize dedi ki, ortak listeden girerseniz her parti, tek tek daha fazla milletvekili çıkarıyor ve toplam milletvekili sayısı da artıyor. Ancak bu aynı zamanda bir de fedakârlık isteyen bir yaklaşım. Örneğin CHP kendi listelerine başka partilerden isimler alarak, kendi arkadaşlarını liste dışı bırakarak büyük bir fedakârlık yapıyor.
“DEVA İÇİN İKİNCİ OY PUSULASINDA CHP’NİN LOGOSUNUN ALTINA ‘EVET’ DİYORUZ”
Ama DEVA Partisi gibi ortak listeye giren diğer partiler de kendi kimliği kendi logosuyla 81 ilde kendi adaylarıyla seçime gireceğine daha sınırlı sayıdaki ilde ve sınırlı sayıda bir adayla seçime giriyor. Bizim teşkilatlarımız açsından bu çok büyük bir fedakârlık. Önce Türkiye, önce demokrasi, önce adalet dediğinizde bu işi anlamak ve anlatmak da daha kolaylaşıyor. Birinci pusulada Sayın Kılıçdaroğlu. Biz DEVA Partisi’yiz, DEVA Partisi olarak seçime giriyoruz, seçildikleri anda DEVA Partisi’nin milletvekili olarak Meclis’e giriyor ama DEVA için ikinci oy pusulasında CHP’nin logosunun altına ‘evet’ diyoruz.
“15 MAYIS SABAHI DİYECEĞİZ Kİ, ‘GALİBA KÖTÜ BİR RÜYA GÖRDÜK”
Her parti kendi kimliğiyle ve kendi kitlesiyle aynı listede var olduğunda zaten liste güçleniyor. O listenin daha iyi sonuç olması mümkün oluyor. Seçimde başarılı olduğumuzda yepyeni bir Türkiye’ye uyanacağımızı bilmemiz gerekiyor. İnşallah 15 Mayıs sabahı diyeceğiz ki, ‘Galiba kötü bir rüya gördük, artık o günler geçti.’ Bir yudum su içip kâbustan uyanırcasına bambaşka bir Türkiye’ye uyanacağız. İşte o noktada yakalayacağımız o heyecan azim ve yarınlara umutla bakmak var ya o Türkiye’yi kanatlandırıp uçuracak.
“İKİ TEMEL TERCİH VAR GERİSİ TEFERRUAT”
Aslında bu seçim bir referandum iki tane temel tercih var gerisi hep teferruat. İlk oy pusulasında şu varmış, bu varmış, teferruat. İkinci o pusulası bir metre uzunluğundaymış, hepsi teferruat, iki tane tercih var. Otoriter bir zihniyet mi yoksa demokrasi mi, tek akıl mı ortak akıl mı, öfke ve nefret mi sevgi mi, korku mu umut mu, kara kış mı bahar mı? İnanın bu kadar basit bir tercih. Böyle baktığımızda çok net. Tercih kilosu 30 lira olan soğan mı, yoksa huzurlu bereketli sofralar mı? Demokrasiye ve halkımızın iradesine çok güveniyorum yeter ki halkımız meseleyi iyi anlasın.”
Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Kocaeli’nde; “Bu altı parti, Türkiye’deki tüm toplum kesimlerini temsil ediyor. Bu altı partide toplumdaki bütün yaşam tarzları var. Halbuki öbür tarafa baktığınızda pek öyle değil. Öbür taraf kutuplaştırma üzerinden, öfke üzerinden, ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor. Dolayısıyla onların siyaset çizgisinde hep öteki var, beriki var. Böyle olmak zorunda. Berikilerden bir grup kurdular ve bunu ötekileri karşısına alarak yaptılar. Dolayısıyla yapısal olarak, işin ruhuna baktığımız zaman Cumhur İttifakı, ‘beriki ittifakı’; Millet İttifakı, ‘Türkiye ittifakı.’ Öbür tarafta nefret ve öfke var burada sevgi ve kucaklama var. En önemli farkı bu” dedi.
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, bugün Kocaeli Gebze’de sanayicilerle bir araya geldi. Babacan, konuşmasında şunları söyledi:
“ARKASI OLANIN, TORPİLİ OLANIN, KAYIRILANIN DEĞİL; HAK EDENİN HAKKINI ALDIĞI BİR SİSTEMDEN BAHSEDİYORUZ”
“Eğer güçlü bir Merkez Bankanız varsa, güçlü bir Hazineniz varsa, güçlü sivil toplum kuruluşlarınız varsa, güçlü bir medyanız varsa güçlüsünüz. Aksi halde güçlü olmuyorsunuz, zayıf kalıyorsunuz. Kurumların, kuralların zayıf olduğu bir ülke, maalesef zayıf kalıyor, zayıflıyor. Canlı örneği 10 yıldır her gün görüyoruz maalesef. Tabii ki hukukun üstünlüğü önemli ama bir o kadar da fırsat eşitliği önemli. Eğitimde, iş yaparken, terfi ederken fırsat eşitliği yani hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz. Arkası olanın, torpili olanın, kayırılanın değil; hak edenin hakkını aldığı bir sistemden bahsediyoruz. İş dünyamız her gün bunları yaşıyor. Şeffaflık, adil rekabet, fırsat eşitliliği yoksa kötü malı, kötü hizmeti pahalıya üreten devletle iş yapıyor, para kazanıyor ama hakkıyla, alnının, aklının teriyle çalışanlar sistem dışı kalıyor. Ancak herkese açık, rekabetle, fırsat eşitliği içerisinde çalışan bir iş dünyası, Türkiye’yi kalkındıracak, ilerletecek. Aksi halde ülkede münferit zenginler oluşabiliyor ama ülke topyekûn zenginleşmiyor.
“BİZ HER ZAMAN ‘ÖNCE İNSAN’ DEDİK”
2013’ten bu yana nasıl topyekûn fakirleştiysek, bir avuç insan servetine servet katıyor. Biz böyle bir Türkiye istemiyoruz, bunu görmek istemiyoruz. Biz hak edenin hak ettiğini aldığı, alın terinin, bilek gücünün, akıl terinin değerini bulduğu bir ülke inşa etmek istiyoruz. Bunun için yola çıktık bunun için DEVA Partisi’ni kurduk ve bunun için ülkemizin yarınlarıyla ilgili her türlü hazırlığı yaptık, yapıyoruz. Ekonomi politikaları önemlidir ama bu politikaların insan odaklı olması lazım. Ne olursa olsun önce insan. Her şey insan için var. Devlet de insan için var. İnsanın kıymetinin olmadığı, çalışanın alın terinin karşılığını görmediği bir ülke, kendi vatandaşı için refah üreten bir ülke olamaz. Sadece kendi varlığımı sürdüren ve devletin adeta herkesin daha üstünde konumlandığı devletin öncelendiği bir hale yavaş yavaş gelir. Devlet tabii ki önemlidir tabii ki güçlü olacaktır ama devlet insan için vardır bunu da hiç unutmamız lazım. İnsanların mutluluğu, refahı, güvenliği için vardır. Onun için biz her zaman önce insan dedik ve ekonomi potkallarımızı da hep bu çerçevede değerlendirdik.
“GÜVEN ORTAMINI SAĞLAMADIĞINIZDA EKONOMİDE BAŞARI MÜMKÜN DEĞİL”
Ekonomi deyince bir başka önemli kavram güven. Güven ortamını sağlamadığınızda ekonomide başarı mümkün değil. Ben böyle güvenden bahsedince gençler bazen soruyorlar, ‘Güven deyip duruyorsun ama güven nasıl kazanılır?’ Uzun yıllar iş hayatında olup da itibarlarıyla, güvenilir bir şekilde iş dünyasının içini bilenler bu söylediklerimi çok daha iyi anlayacaklar. Güven nasıl oluşturulur, sekiz maddede sıralamak istiyorum: Konuşunca doğruyu söyleyeceksin. Söz verince tutacaksın. Sana bırakılan emaneti gözün gibi koruyacaksın, emanete hıyanet etmeyeceksin. Devlet yönetiyorsan daima adaletle hareket edeceksin. Ehliyetli, liyakatli kadrolarla çalışacaksın. Asla istişareyi bırakmayacaksın, bin biliyorsan bir bilene soracaksın. Şeffaf, açık olacaksın, işini karanlıkta yapmayacaksın. Her zaman hesap vermeye hazır olacaksın. Bu sekiz maddeyi uygulayın, korkmayın. İşte o zaman güveni sağlarsınız, güven kazanmış bir insan, firma veya hükümet olarak işinizi yaparsınız ve başarılı olursunuz.
“TEMELİN HEMEN ÜSTÜNE MAKRO EKONOMİK İSTİKRARI KOYMAK ZORUNDAYIZ”
Bir ülkenin ekonomisinin temelinde bütün bu ilkeler değerler kavramlar var ama bir yandan da eğer ekonomiden bahsediyorsak ekonominin olmazsa olmaz bazı başlıkları var. Bu başlıklardan en önemlilerinden bir tanesi ülkenin makro ekonomik dengeleri yani para politikasıyla, maliye politikasıyla, bankacılık politikasıyla, yapısal reformlarla birbirini tamamlayan bir politika seti. Kurumların birbiriyle iletişim halinde olduğu, birbirini anladığı, sağlam bir eş güdüm içinde çalıştığı bir makro ekonomik çerçeve. Sektörle ilgili politikalarınız ne olursa olsun hangi sektörle ilgili ne yaparsınız yapın, istediğiniz teşviği verin, yürümez. Çünkü insanlar, öncelikle bir genel ekonomik istikrar ortamı görmek iter. Ekonomiyle ilgili verilerin ve gelişmelerin öngörülebilir güvenilir bir çerçevede gelişmesini beklerler. Bu olmayınca olmaz. En altta, temel hukuk, adalet, demokrasi, insan hakları-özgürlüklerini koyduk ya o temelin hemen üstüne de makro ekonomik istikrarı koymak zorundayız. Sağlam güvenilir bir merkez bankası, enflasyonla mücadele kararlı bir duruş ve mutlaka enflasyonun düşük ve öngörülebilir seviyede olması.
“ENFLASYON EN MODERN HIRSIZLIK ARACIDIR”
Enflasyonun yüksek olduğu ülkelerde, fiyat artışlarından kazanan az sayıda insan olabilir ama toplum topyekûn kaybeder. Enflasyon en modern hırsızlık aracıdır. 86 milyonun gelirinden, kesesinden, cebimden yanlış politikalarla çalmanın adıdır enflasyon. Şu son 4-5 yılda cumhuriyet tarihinin en yüksek enflasyon oranlarını yaşadık. Bakın istatistikler tutulmaya başladığı günden bugüne kadar üretici fiyat endeksi, üretici enflasyonu Türkiye’de hiçbir zaman bu kadar yükselmemişti. 1994 ve 2001 krizleri dahil bu kadar yüksek bir enflasyon yaşamamıştık. Tüketici enflasyonunda, üretici enflasyonunda iki haneye, üç haneye çıktık.
“BÜTÜN VATANDAŞLARIMIZ KAYBETTİ, BANKADA PARASI OLAN KAZANDI”
Sabit geliri olan Türk lirası cinsinden maaşı olan herkes, işçisi, memuru, emeklisi, sosyal yardım, sosyal destek alan bütün vatandaşlarımız kaybetti. Bankada parası olan kazandı. Bankada parası olanın aldığı faiz yetmedi, hükümet, ‘Sen faiz alıyorsun ama kur daha fazla arttı. Sen burada mağdur oldun. Gel, sana kur artışı kadar daha para ödeyeceğim, kur farkını ödeyeceğim’ dedi. Böyle bir şey olur mu? Rahmetli Özal’dan önce de Dövize Çevrilebilir Mevzuat Hesabı (DÇM) diye böyle bir sistem varmış. Özal gelmiş, bunu kaldırmış. Bir basın toplantısı yapmış, demiş ki ‘Bu ülkede yıllarca enflasyon yüksek seyretti, en önemli sebebi bu DÇM’dir. Ve gençlere vasiyetimdir: Böyle yanlış işleri bu ülkede bir daha asla tekrar etmeyin.’
“KUR KORUMALI MEVZUAT ÖZAL’IN TABİRİYLE ‘KENDİNİ UYANIK ZANNEDENLERİN DALAVERESİDİR”
Bu DÇM yani kur korumalı mevduat hesabı rahmetli Özal’ın tabiriyle, ‘kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir.’ Siz tutun, enflasyon yoluyla alın teriyle, bileğinin gücüyle çalışan herkesin kesesinden toplayın, gidin, bankada zaten parası olan bir avuç insana verin. TÜİK’in istatistiklerine bakın, milli gelirden alınan payda, son 4 yılda muntazam olarak sermayenin payı artıyor iş gücünün payı azalıyor. Yani, ‘Ben çalışıyorum, maaş alıyorum’ diyen herkes, son 4 yılda kaybetmiş, milli gelirden aldığı pay düşmüş. Sermayenin, zaten parası olanın aldığı pay yükselmiş sonuç bu.
“DÜŞÜK VE ÖNGÖRÜLEBİLİR ENFLASYON OLDUĞU ANDA DAHA ÇOK YATIRIMCI OLUR”
Düşük ve öngörülebilir enflasyon olduğu anda bu ülkeye daha çok yatırım olur, insanlar daha önünü görür, hesabını kitabını daha rahat yapabilir çünkü bir sanayi yatırım kolay değildir. Planlama safhasından tutun, organizasyonu, makinaların siparişi, kurulması, üretime geçmesi, kendini ödemesi en az 15 yıllık bir süreden bahsediyoruz. Fikir halinden başlayıp karşılığını alıncaya kadar olan süre ve bu sürede eğer düşük ve öngörülebilir bir enflasyon yoksa yatırımcıların çoğu kaçar, yatırım yapanlar da bütün bu belirsizlikleri karşılayacak, riskin karşılığını alacak bir tablo görmeyince o işin içine girmez.
“ÇALIŞAN NÜFUSUMUZUN ORTALAMASI ORTAOKUL MEZUNU”
Arkasından eğitim ve istihdamla ilgili konular geliyor. Eğitim ve istihdam iç içe çünkü Türkiye’de insanların örgün eğitim sisteminde kaldığı süre çok kısa. 2013’te orta gelir tuzağından bahsederken ‘çalışıyorum’ diyen insanların okula gittiği ortalama süre 6,5 yıldı. Orta ikiden terk bir çalışan nüfusumuz vardı. Şu anda bu süre 8’e yaklaştı. 10 sene sonra çalışan nüfusumuzun ortalaması, ortaokul mezunu oldu. Öncelikle bütün çalışan nüfusumuzun eğitim seviyesini artırmak için yoğun bir gayrette bulunmamız gerekiyor. Gençlerimizin 14 yaşından itibaren stajlarla, yarım gün okul-yarım gün iş modeliyle erken yaşlarda çalışma hayatıyla tanışması gerekiyor. Ağaç yaşken eğilir. Farklı sektörleri, farklı meslekleri genç yaşta tanımaları gerekiyor ki 18 yaşına geldiklerinde üniversite tercihlerini doldururken daha bilerek yapsınlar.
“HAYAT BOYU ÖĞRENİM SİSTEMİNİ TÜRKİYE’DE KURMAMIZ GEREKİYOR”
Dünya çok hızlı değişiyor. Bu hızlı değişen dünyada yeni meslekler oluşuyor, bazı meslekler ölüyor. İşte bu hızlı değişen dünyaya çalışan nüfusumuzun adapte olabilmesi için de hayat boyu öğrenim sistemini Türkiye’de kurmamız gerekiyor. Hayat boyu öğrenim hangi yaşta olursa olsun insanların kendi bilgisini becerisini güncelleyebileceği bir eğitim mekanizmasının kapısının açık olarak orada her zaman duruyor olması demek. Meslek değiştirmek çok yaygınlaşacak. 18 yaşında gençlerimizin tercih ettiği meslekler belki 28-38 yaşına geldiklerinde geçerliliğini kaybedecek. Sistemden mi düşecekler, işsiz mi kalacaklar? Hayır, o süre içerisinde yeni gelişen alanlara, yeni mesleklere çalışan nüfusumuzun adapte olmasını sağlayacak bir eğitim sistemini kurmamız gerekiyor. Bunların hepsini planladık, yazdık.
“GENÇLERİMİZ BELLİ BİR ALANDA TEKRAR BİLGİ-BECERİ KAZANMAK İSTİYORSA BU KURSLARA GİDECEK”
Bizim eğitim eylem planımız 500 maddelik bir plan. Her alanda hazırladık ama eğitim en yoğunu. Ayrıca bir de yüksek öğretim eylem planı hazırladık. Dijital dönüşüm ve teknolojiyle ilgili yapılacakları ayrıca listeledik, takvime bağladık, bütçesini hesap ettik, hepsi hazır. Bunlar, ülkenin yarınlarına dönük önemli hazırlıklar ama gelgelelim mevcut işsizlerimiz, işi olduğu halde çalışma hayatından memnun olmayanlar var. Onlar için de mutlaka bizim kısa süreli mesleki eğitim programları, meslek değiştirme programları hazırlamamız gerekiyor. Her yaştan gencimiz eğer belli bir alanda tekrar bilgi beceri kazanmak istiyorsa bu kurslara gidecek. Bu kurslar bedava, bu kurslara gidiş geliş yol parası ve öğlen yemeği tamamen devlet tarafından karşılanacak, hiç kimseye külfet olmayacak.
“TÜRKİYE’NİN HER YERİNDE YOĞUN BİR EĞİTİM PORGRAMI BAŞLAYACAK”
Türkiye’nin her yerinde ve yoğun bir eğitim programı başlayacak. O kurslara tam devam sağlayan gençlerimize, ‘Sen işe girdiğinde, gelir vergisi diye bir dedin yok, bunu devlet karşılayacak’ diyeceğiz. O gençlerimizi işe alan işverenlere, ‘Sosyal güvenlik primini düşünmeyeceksin, hepsi bizde, sen sadece bu gencimizin net maaşı neyse onu vereceksin’ diyeceğiz. Böylece işsiz ama belli alanlarda yetişmiş gençlerimizle iş dünyasını buluşturmuş olacağız. Ve eğer programları düzgün hazırlarsanız bu buluşma yüzde 80-90 oranında kalıcı bir birlikteliğe dönüyor. 2009 krizinden sonra, Aktif İş Gücü Politikaları adı altında, milyonlarca insana istihdam sağladığımız bir tecrübemiz var. İstihdam birden sıçradı, işsizlik oranı yüzde 14’e çıkmıştı, yüzde 9’a indi.
“KURULACAK HÜKÜMETTEKİ 20 BAKANIN 5 YILLIK EV ÖDEVİ HAZIR”
22 eylem planımız, Cumhuriyet tarihinde bir ilk. İlk defa bir siyasi partinin her alanda, hiçbir alanı atlamadan hazırladığı bir çalışma bu. Biz bu çalışmayı Altılı Masa’ya koyduk. Altı parti olarak politikalarımızı ortaklaştırdık, diğer siyasi partiler de çok kıymetli kendi çalışmalarını koydu masaya ve en sonda Ortak Mutabakat Metni çıktı. Tam 2 bin 300 madde, her bir kelimesinde altı partinin yüzde yüz mutabakatı var. Bu da bir ilk, daha önce örneği yok. Ve böylece altı siyasi parti, ortak bir hükümet programıyla seçime gidiyor. Seçimden sonra kurulacak hükümetteki 20 bakanın 5 yıllık ev ödevi hazır. Kimse ben nereden başlayacağım diye şaşırmayacak.
“GELECEK NESİLLERE YAŞANABİLİR BİR TÜRKİYE BIRAKMAK ÇOK ÖNEMLİ”
Dijital çağda, dijital dönüşüm ve teknolojinin çok önemli olduğu, hayatımızın her alanını etkilediği bir çağdayız. Bu, iş dünyamız için de geçerli. Dolayısıyla bir ülkenin bu konuda da çok sağlam politikalarının olması gerekiyor ve bizim buradaki dört no’lu eylem planımız, bu dijital dönüşümle ilgili eylem planı. ‘devahazır.com’ diye bir sitemiz de var, hepsini görebilirsiniz. Sanayileşmemizin yoğun olduğu kentlerde çevre ve doğa hakları meseleleri de çok önemli. Yaşanabilir bir çevre, gelecek nesillere, nesiller arası adaleti de gözeterek yaşanabilir bir Türkiye bırakmak çok önemli. Sanayileşmek, üretmek önemli ama bir o kadar da bunun temiz, çevreyle dost ve Allah’ın bize verdiği bu nimetleri gözümü gibi koruyarak sanayileşme ve ekonomik büyüme modeli şart.
“SOSYAL KAYGISI YÜKSEK BİR YÖNETİM ANLAYIŞINDAN BAHSEDİYORUZ”
Bütün bu yarışta, yoğun üretim, yatırım, çalışma, ihracat yaparken bazı toplum kesimlerimiz bu yarışın gerisinde kalabiliyor. Onlara da devletin hemen ulaştığı ve bütün vatandaşlarımızın asgari bir geçim seviyesine ulaştıracak şekilde bir sosyal yardım sistemi gerekiyor. Hiç işi olmayan, hiçbir geliri olmayan vatandaşlarımızın dahi asgari geçim ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelire ulaşması, aradaki farkın da devlet tarafından kapatılmasını sağlayacak bir sosyal bakış açıcı gerekiyor. Bütün bunları topladığımızda o zaman gerçekten güçlü, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir ekonomik modelden bahsetmiş oluyoruz ama aynı zamanda da sosyal kaygısı yüksek olan bir yönetim anlayışından da bahsetmiş oluyoruz.
“TÜRKİYE OLARAK AB’NİN YÜKSEK STANDARTLARINA ULAŞMAK İÇİN ÖZEL BİR GAYRET İÇİNDE OLACAĞIZ”
Türkiye’nin her alanda yüksek standartlara ulaşmasının en önemli ve kestirme yolu Avrupa Birliği (AB) müzakere sürecinden geçiyor. Kestirme yol diyorum çünkü aynı bizim yaptığımız bu 22 fasiküllük çalışma gibi AB de 33 fasıllık bir müktesebatı var. Her alanda standartlar var ve bu standartların tamamı, ‘önce insan’ diyen standartlar. Türkiye olarak AB’nin o yüksek standartlarına ulaşmak için, 33 alanda birden Türkiye’yle AB standartları arasındaki farkı kapatmak için özel bir gayret içinde olacağız. Bu müzakere sürecinin tekrar canlandırılmasıyla da mümkün ama müzakere süreci olsun ya da olmasın Türkiye’nin kendi iradesiyle de yapılması mümkün bir konu.
“BU ÜLKENİN KAYNAKLARI, BU ÜLKEYİ AYAĞA KALDIRMAK İÇİN YETER DE ARTAR”
Ben 3 yıl o işlerle uğraştım. 33 faslın taramasını yaptık, 10 faslı müzakereye açtık, 1 tane faslın müzakeresini tamamladık ve her adımda da AB üyesi ülkelerin yüzde yüz mutabakatıyla ilerledik. 3 yılda 11 kere Türkiye oylaması yapıldı ve tam bir mutabakatla, Türkiye için, ‘evet’ diye diye ilerledik. Türkiye, siyasi istikrarsızlıklarla mücadele eden, akıldan, bilimden uzak bir şekilde yönetilen, demokrasinin neredeyse rafa kalktığı bir ülke halindeyken yapamayız. Türkiye yük olacak hissi varken yapamayız. Dolayısıyla biz kendi yükümüzü kendimiz taşırız, kimseye ihtiyacımız da yok. Bu ülkenin kaynakları, bu ülkeyi ayağa kaldırmak için yeter de artar bile. En ufak bir şüphemiz yok ama yeter ki biz kendi ülkemize, demokrasimize, ekonomimize sahip çıkalım.
“MEVCUT SİYASİ İKTİDAR SON KULLANMA TARİHİNİ DOLDURMUŞ DURUMDA”
Bütün bu sürecin gerçekleşmesi ancak ve ancak ülkede siyasi bir dönüşümle mümkün olur. Çünkü mevcut siyasi iktidar artık son kullanma tarihini önemli ölçüde doldurmuş durumda. Artık fazla bir başarı üretemeyen ancak az sayıda belli projelerle şöyle bir kendini göstermeye çalışan ama çok geniş kesimleri yoksullaştıran bir iktidar şu anda. Topyekûn zenginlik üretemiyor. Biz öncelikle DEVA Partisi olarak 81 il teşkilatımız, 766 ilçe başkanımız şu anda görevinin başında. Çok ahenkli bir teşkilat yapısı kurduk. Kocaeli teşkilatımız şampiyon. Tüm Türkiye’de, bütün ilçe teşkilatlarını kurup bütün ilçe kongrelerini yapan ve il kongresini yapan ilk il teşkilatımız.
“BİRBİRLERİNE AĞIR HAKARET EDEN İNSANLAR BİR ARAYA GELDİ, CUMHUR İTTİFAKI’NI KURDULAR”
Şunu çok iyi biliyorduk ki, iş birliği, güç birliği olmadan bu seçimlerde başarılı olmak mümkün değil. 2017 anayasa değişikliğinden sonra artık partiler iş birliği içinde hareket ederlerse seçimi kazanabiliyordu. 2018 seçimi de öyle oldu. 2017’de anayasa değişti, 2018’de Cumhur İttifakı kuruldu çünkü Sayın Erdoğan biliyordu ki, artık kendi başına kazanamaz, imkânsız. Ne cumhurbaşkanlığını kazınabilir ne Meclis’te çoğunluğu sağlayabilir. Bunu gördü, yanına ortaklar aldı. Daha 3-5 sene önce kavga ettikleri, birbirlerine ağır hakaret eden insanlar bir araya geldiler ve Cumhur İttifakı’nı kurdular. Millet İttifakı kuruldu çünkü partiler biliyordu ki, iş birliği olmayınca bu iş zor. Fakat 2018’de Millet İttifakı ortak cumhurbaşkanı adayı belirlemedi, belirleyemedi. İş birliği olmadığı için de 2018’de kaybettiler. Hepsinden ders almak gerekiyor.
“CUMHUR İTTİFAKI ‘BERİKİ İTTİFAKI; MİLLET İTTİFAKI ‘TÜRKİYE İTTİFAKI”
Bu altı parti, Türkiye’deki tüm toplum kesimlerini temsil ediyor. Bu altı partide toplumdaki bütün yaşam tarzları var. ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım’ deyip de ‘Burada bana benzer kimseyi bulamıyorum’ demek zor. Çünkü burada tüm Türkiye var. Halbuki öbür tarafa baktığınızda pek öyle değil. Öbür taraf kutuplaştırma üzerinden, öfke üzerinden, ayrıştırma üzerinden siyaset yapıyor. Dolayısıyla onların siyaset çizgisinde hep öteki var, beriki var. Böyle olmak zorunda. Berikilerden bir grup kurdular ve bunu ötekileri karşısına alarak yaptılar. Dolayısıyla yapısal olarak, işin ruhuna baktığımız zaman Cumhur İttifakı, ‘beriki ittifakı’; Millet İttifakı, ‘Türkiye ittifakı.’ Öbür tarafta nefret ve öfke var burada sevgi ve kucaklama var. En önemli farkı bu.
“BİRİNCİ OY PUSULASINDA DURUM ÇOK NET ORTADA, ORTAK ADAY SAYIN KILIÇDAROĞLU”
Türkiye’nin içinde bulunduğu bu çoklu kriz ortamından çıkış, ancak ve ancak sevgiyle olacak, birbirimizle omuz omuza beraberce ileriye doğru yürüyerek olacak, sen-ben ayrımı olmadan olacak. Biz altı parti olarak bir araya gelip tek parti olmadık ama Türkiye’nin yarınları için ne yapacağımıza ve beraberce yürümeye karar verdik. Birinci oy pusulasında durum çok net orada millet ittifakının DEVA Partisi’nin, diğer 5 siyasi partinin ve hatta daha sonra biliyorsunuz başka partiler de desteklerini açıkladılar, ortak adayı Sayın Kılıçdaroğlu. Bir de milletvekili seçimleriyle ilgili ikinci pusula var.
“MATEMATİK BİZE DEDİ Kİ, ORTAK LİSTEDEN GİRİN”
Oyların milletvekili sayısına tercüme edildiği d’hont sistemi ve yine geçen sene yapılan siyasi partiler ve seçim yasasında yapılan değişliklerle birlikte baktığımız zaman ittifak içindeki partiler eğer ayrı listelerle seçimlere girerlerse toplam milletvekili sayısı düşüyor ama ortak listelerle seçime girilirse milletvekili sayısı artıyor. Matematik bize dedi ki, ortak listeden girerseniz her parti, tek tek daha fazla milletvekili çıkarıyor ve toplam milletvekili sayısı da artıyor. Ancak bu aynı zamanda bir de fedakârlık isteyen bir yaklaşım. Örneğin CHP kendi listelerine başka partilerden isimler alarak, kendi arkadaşlarını liste dışı bırakarak büyük bir fedakârlık yapıyor.
“DEVA İÇİN İKİNCİ OY PUSULASINDA CHP’NİN LOGOSUNUN ALTINA ‘EVET’ DİYORUZ”
Ama DEVA Partisi gibi ortak listeye giren diğer partiler de kendi kimliği kendi logosuyla 81 ilde kendi adaylarıyla seçime gireceğine daha sınırlı sayıdaki ilde ve sınırlı sayıda bir adayla seçime giriyor. Bizim teşkilatlarımız açsından bu çok büyük bir fedakârlık. Önce Türkiye, önce demokrasi, önce adalet dediğinizde bu işi anlamak ve anlatmak da daha kolaylaşıyor. Birinci pusulada Sayın Kılıçdaroğlu. Biz DEVA Partisi’yiz, DEVA Partisi olarak seçime giriyoruz, seçildikleri anda DEVA Partisi’nin milletvekili olarak Meclis’e giriyor ama DEVA için ikinci oy pusulasında CHP’nin logosunun altına ‘evet’ diyoruz.
“15 MAYIS SABAHI DİYECEĞİZ Kİ, ‘GALİBA KÖTÜ BİR RÜYA GÖRDÜK”
Her parti kendi kimliğiyle ve kendi kitlesiyle aynı listede var olduğunda zaten liste güçleniyor. O listenin daha iyi sonuç olması mümkün oluyor. Seçimde başarılı olduğumuzda yepyeni bir Türkiye’ye uyanacağımızı bilmemiz gerekiyor. İnşallah 15 Mayıs sabahı diyeceğiz ki, ‘Galiba kötü bir rüya gördük, artık o günler geçti.’ Bir yudum su içip kâbustan uyanırcasına bambaşka bir Türkiye’ye uyanacağız. İşte o noktada yakalayacağımız o heyecan azim ve yarınlara umutla bakmak var ya o Türkiye’yi kanatlandırıp uçuracak.
“İKİ TEMEL TERCİH VAR GERİSİ TEFERRUAT”
Aslında bu seçim bir referandum iki tane temel tercih var gerisi hep teferruat. İlk oy pusulasında şu varmış, bu varmış, teferruat. İkinci o pusulası bir metre uzunluğundaymış, hepsi teferruat, iki tane tercih var. Otoriter bir zihniyet mi yoksa demokrasi mi, tek akıl mı ortak akıl mı, öfke ve nefret mi sevgi mi, korku mu umut mu, kara kış mı bahar mı? İnanın bu kadar basit bir tercih. Böyle baktığımızda çok net. Tercih kilosu 30 lira olan soğan mı, yoksa huzurlu bereketli sofralar mı? Demokrasiye ve halkımızın iradesine çok güveniyorum yeter ki halkımız meseleyi iyi anlasın.”