Bir hafta daha geçti depremin üzerinden. Televizyonlar artık bu afeti yaşayan insanların hayat hikayesini ekrana taşımaya başladı. Kimdiler, ne yapıyorlardı, nasıl bir aileydiler? Hiç bilmediğimiz, belki hiç tanışmayacağımız insanları düşünüyoruz. Çocukluğumdan beri şehir dışına arabayla seyahat ettiğimizde hep rastgele evlere bakıp içinde kimlerin yaşadığını merak ederim. Kaç kişi olduklarını, hayatlarını. İçimden tahminde bulunmak, çocukken en sevdiğim oyun. Şimdi televizyon ekranından biri anlatıyor o evlerdeki sönen yaşamları. Bir taş oturmuş gibi içime. Nasıl olacak diyorum sürekli kendime. Bundan sonrası tüm o insanlar için nasıl olacak? İçlerinden en şanslısı evini, işini kaybetmiş. Düşünsene en şanslısı o... Hemen ardından yine nasıl olacak diye sorup duruyorum kendi kendime. Cevabı bilmiyorum. 15 gündür ilk defa televizyonda haberler dışında bir şey izledim. Trabzonspor-Basel maçını. Maçı anlat deseniz zorlanırım. Birçok duygu karışık izledim. Daha başlangıçtaki koreografi aklıma o kadar çok şey getirdi ki... Hayatını kaybeden Galatasaraylı Muhammed Emin Özkan, 113. saatte enkazdan çıkan Fenerbahçeli minik Mesut, 105. saatte enkazdan çıktıktan sonra sedyede “En büyük Beşiktaş” diyen 4 yaşındaki Yağız… Akyazı’da tribünlere bakıyorum Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe formaları, bayrakları. Evet, Trabzonspor’un stadında Fenerbahçe bayrakları dalgalanıyor. Yanında bir Trabzonsporlu elini omzuna atmış sarı-lacivertlinin. Hani olsa olsa rüyada olur, filmde bile olmaz. Süper Lig başkanlarının hepsi gelmiş. Sakin, dostça bir aradalar. 15 gün önce böyle bir tribün tarif etseler kim inanırdı? 'ACABA BAŞKANLAR SAĞDUYUYU KORUYACAKLAR MI?' Geçen hafta burada dedim ya, bütün mesele iyi ya da kötü insan olmak diye. Şimdi bir kez daha yinelemek istiyorum. Rekabet tabii ki var. Hatta başarı için şart. Ama rekabet ederken seçtiğiniz üslup, gittiğiniz yol işte sizi iyi-kötü arasındaki ince çizgide gezdiriyor. Ligde oynanacak ilk derbi birkaç hafta sonra Fenerbahçe ile Beşiktaş arasında. Acaba başkanlar, hocalar, oyuncular ve taraftarlar o gün de bugünlerde gösterdikleri sağduyuyu koruyacaklar mı? Demiyorum ki rekabet etmeyin. Ama bunu saygılı yapabilecek miyiz? Ya da ligin son haftasına girerken belki şampiyonluk için çekişecek Galatasaray ve Fenerbahçe... Bugün omuz omuza durduğunu unutup birbirinin canını yakacak mı? Veya deplasmana rakip takım göndermeyen federasyon, bu birlik beraberlikten sonra taraftarın taşkınlık yapmayacağına güvenip deplasman yasağını kaldıracak mı? Eğer tüm bu üzüntümüzde, gösterdiğimiz birlik duygusunda samimiysek bundan sonrası bu şekilde olmalı değil mi? Gazetecilerin bir görevi de fikri takiptir. Yani bir olayı sadece meydana geldiği an ve yakın süreç içinde değil; gelecekte, çok daha uzun süre içinde takip edip gözlemlemek, kamu yararına haberleştirmek, toplumsal hafızayı dinç tutmaktır. Bu deprem de İzmit depremi gibi zamanla unutulursa suç bizimdir. Eğer futbol dünyası da iki haftadır yaşananları unutup, yine farklı renkler birbirini düşman bilip, hayatta futboldan daha önemli olan bu yaşananları unutursa, bu sefer suç kimsede değil unutulmasına müsaade ettiğimiz için biz gazetecilerdedir. Burcu KAPU / Milliyet